TOPLUMSAL KATILIM VE İBB’NİN TAKSİM KENTSEL TASARIM YARIŞMASI

Elvan Kıvılcım
10 Kasım 2020
SATIRBAŞLARI

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başka meydanlarla beraber Taksim Meydanı için de tasarım yarışması açması pandemi koşullarında ve yoğun gündemde hak ettiği yankıyı uyandırmadı. Her şey öyle hızlı gelişti ki, kamuoyu konuyu tam idrak edemeden üç seçenekle karşı karşıya kaldı; iki gün sonra, 12 Kasım’da bitecek halk oylaması Taksim’in geleceğini belirleyecek.
Bu aceleci süreç bir yandan meydanın akıbetine dair endişeleri tetiklerken, tartışmaları da beraberinde getirdi: Türkiye’nin tarihsel ve güncel katmanları en sıkı örülmüş bu meydanı için yarışma açma fikri ne kadar doğruydu? Yüzlerce foruma ev sahipliği yapmış olan bu çevrenin düzenlenmesi için halk oylamasına başvurmak demokratik temsiliyeti ne ölçüde karşılıyor? Yarışmanın şartnamesi toplumsal ve tarihsel öncelikleri korudu mu, bu şartları kim belirledi? İBB’nin yöntemi katılımcı demokrasi adına ne söylüyor? Ve en önemlisi, Taksim’in akıbeti ne olacak?
Taksim için mücadele eden mimarlar, kent hakkı savunucuları, yarışmanın eski ve yeni jüri üyeleri ile Taksim Kentsel Tasarım Yarışması’nı masaya yatırdık.

Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenirmiş denir ya, Taksim Meydanı’na o iyi niyet taşları kaç kez döşenip kaldırılmış, yerlerine kaç defa yenileri döşenmiştir, hatırlayabilen var mı? Önce Çin graniti, sonra yerli granit, bir en ucuzu, bir en pahalısı, daha büyüğü, daha küçüğü… Binaları yıkıp bulvarlarını genişletelim, olmadı tünel kazıp yolları yeraltına alalım, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapalım, onu yapamadık cami yapalım derken geldik bugüne: Çirkin, kimliğini ve hafızasını yitirmiş bir Taksim. Cazibesinin yerinde yeller esen, şiddetli yağmur yağdığında su basan, ama kültürel olarak çölleşmiş bir meydan. Tam ortasından metro durağı için delinmiş. Yeraltında karanlık, tekinsiz, egzoz dumanına boğulduğumuz otobüs durakları. İnsanın içini üşüten ıssızlık hissi. Çoğumuz uzak duruyoruz Taksim’den artık. Bu halini görmemek, o eski rengarenk günlerini hatırlayıp içimizi acıtmamak için belki. Gelgelelim, görmezden geldiğimiz, bastırdığımız, yok sayarsak yok olur sandığımız her sorunumuz gibi, Taksim Meydanı da hiç ummadığımız bir anda yine karşımıza dikiliyor ve üzerinde düşünmeye, hakkında tartışmaya zorluyor bizi. Bu kez de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği ve halk oylamasına sunulan Taksim Kentsel Tasarım Yarışması vesilesiyle. Şimdi önümüzde bir soru duruyor: Bu yarışmayla yapılacak yeni düzenlemede döşenecek taşlar bizi hasret kaldığımız canlı, özgür, kentli dostu Taksim’e mi kavuşturacak, yoksa yine kamu kaynaklarının heba edildiği, Taksim’in sorunlarına yeni sorunlar ekleyen bir başka cehennemin yollarını mı döşeyecek?

“Bir dördüncü şıkkın, D şıkkının da olması gerekiyordu sanki: Hiçbiri. ‘Üçünü de beğenmedim, üçünü de seçmiyorum, bunların hiçbirini yakıştırmıyorum Taksim’e’ diyebilmeliydi insanlar.”

“Büyükşehir Belediyesi’nin bu yarışmayı son derece iyi niyetle başlattığını elbette biliyoruz, ama sonuç itibariyle çok yanlış şeylere yol açabilecek bir yarışma da olabilir. Her yeni gelen iktidar oy aldığı kitleye kısa sürede bir şey söylemek, bir şey vermek istiyor. Bunun da en kolay ve görünür yolu kent mekânlarında uyguladıkları inşaat projeleri. Eh, Taksim Meydanı ve Gezi Parkı –ikisini birlikte düşünmek zorundasınız– Türkiye’nin en görünür kent mekânı. 1977 1 Mayıs’ının, 2013 Gezi Direnişi’nin yaşandığı, pek çok mitinge, kutlamaya ev sahipliği yapmış bir meydan. Bu yüzden de Taksim Meydanı’na vandallık boyutunda bir saldırı oldu. Mesela tescilli bir eski eser, bir kültür varlığı olan AKM’nin yıkılışı, yayalaştırma projesi nedeniyle Cumhuriyet Caddesi’nin yeraltına alınması, metro çıkışının meydan ortasından yapılmış olması, Maksem’in arkasında büyük bir caminin yükselmesi… İster bir yurttaş, ister bir mimar olarak bakayım, bütün bu saldırılardan meydanın çok yaralandığını söyleyebilirim. O meydanı kullanan insanlar için de çok yaralayıcı bir süreçti bu. Bu saldırılar sadece mekâna değil, aynı zamanda bizim kentle kurduğumuz ilişkiye, kentsel mekâna dair hafızamıza da yapıldı. Şimdi Taksim Meydanı için yeni bir tasarım projesi yapmak istiyorsanız, bunun için önce yeterli ve iyi hazırlık yapmak, konuyu tüm ilgili aktörlerle enine boyuna tartışmak durumundasınız. Bunu yapmadığınız zaman hiç istemediğimiz sonuçlar doğabilir…”

Esin Köymen

TMMOB İstanbul Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen böyle diyor. Peki meydanda yapılacak düzenlemeler ilgili aktörlerle enine boyuna tartışılmazsa ne olur, ne gibi istenmeyen sonuçlara yol açabilir? Taksim Meydanı’nı neden özellikle tartışmak gerekir, burası kent hafızası açısından neden önemlidir?

Taksim Türkiye olarak bugün yaşadığımız tüm siyasi ve toplumsal çatışmalarımızın meydanı, Osmanlı’dan cumhuriyetin kuruluşuna, 1 Mayıs’lardan Gezi’ye çok katmanlı hafızamız, binbir çeşit kültür varlığıyla, ama bir o kadar da kent suçuyla çevrili yaramız, isyanımızın ses bulduğu, itirazımızın sesinin bastırıldığı mücadelemizin, en büyük suçlarımızın ve en büyük umutlarımızın sahnesi değil mi? Sırf bu sebeplerden ötürü bile, Taksim Meydanı için açılan bir yarışma derin ve hararetli bir tartışmayı hak etmiyor mu?

TMMOB İstanbul Mimarlar Odası Yönetim Kurulu üyesi Mücella Yapıcı da meydanın tarihselliğini vurguluyor:

Mücella Yapıcı

“Taksim Meydanı’nın resmi adı Taksim Cumhuriyet Meydanı. Bu adlandırma önemli, çünkü Osmanlı’da meydan fikri yok aslında. Osmanlı’da genelde cami meydanları veya mahallelerde birtakım küçük meydanlaşmalar ya da At Meydanı gibi ibreti âlem olsun diye insanları ağaçlardan sallandırdıkları meydanlar var. Halkın toplanıp tartıştığı, birlikte fikir oluşturabildiği, kendini ifade edebildiği meydan fikri bize cumhuriyetle gelen bir şey, onun için İstanbul’dakinin ismi resmi olarak Taksim Cumhuriyet Meydanı. Meydanlar toplumun onlara verdiği değerle, yüklediği fonksiyonlarla da anılır, zaten meydanın kimliği dediğimiz de budur. O nedenle Taksim Meydanı aynı zamanda 1 Mayıs Emek ve Demokrasi Meydanı olarak da anılır. Ayrıca I. Mahmut zamanında yapılmış Maksem’i düşünün, İstanbul’un suyunun ilk dağıtıldığı, yani ‘taksim edildiği’ yer. Şu andaki Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve Radyoevi’nin olduğu bölge de vaktiyle Ermeni Mezarlığı. Yani neresinden bakarsanız bakın, Taksim Meydanı’nın inanılmaz bir hafızası ve çok önemli bir sosyolojik yeri var. Bütün bunları düşündüğünüzde, bu denli politik ve toplumsal hafıza yüklü bir meydanı ele alırken on kere düşünmek gerekir herhalde. Bırakın artık Türkiye’yi, Gezi Direnişi dolayısıyla bütün dünyanın bildiği bir meydandır Taksim.”

Dördüncü şık: Hiçbiri

Tartışmaya sondan başlayalım ve başa doğru gidelim, çünkü biz İstanbullular bu sürece en sonunda dahil edildik. Birçoğumuz İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yeni yönetiminin, kentin çok sayıda meydanıyla birlikte, Taksim Meydanı için de bir Kentsel Tasarım Yarışması açmış olduğunu, yarışmanın artık son aşamasına geldiği ekim ayında öğrendik. Oysa yarışma 2 Mart 2020’de başlamış. Meğer Covid-19 pandemisi nedeniyle bütün dünya altüst olmuş ve hepimiz can derdine düşmüşken İBB böyle bir yarışma başlatmış, 146 proje bu yarışmaya katılmış, ilk aşamada jüri katılanlardan 126’sını eleyip geriye yirmi proje bırakmış, temmuzda başlayan ikinci aşamadaysa finale kalan yirmi proje arasından üç eşdeğer proje seçilip ödüle layık bulunmuş. 15, 16 ve 19 sıra numaralı projeler. Geriye bir tek bu üç eşdeğer projeden hangisinin Taksim Meydanı’na uygulanacağına karar vermek kalmış.

“Belediye kendi kabullerini şartnameye koymadığı zaman Topçu Kışlası’nın olduğu proje de yarışmaya gelir, üstgeçitlerin olduğu ya da Taksim’in ortasını delen proje de.”

Ve işte buna da biz İstanbullular bir halk oylamasıyla karar verecektik. “Taksim senin, karar senin” diyordu İBB bize. Mimar veya şehir plancısı gibi mesleklerden olmayan biz fanilerin projelere bakıp nereye ne yapmak istendiğini anlaması için 19 Ekim’den 12 Kasım’a kadar süre tanınmıştı. Sosyal medyadan veya yarışmanın internet sitesi istanbulsenin.org’dan proje çizimlerini inceleyebilir ve janjanlı videoları izleyebilirdik. Konuyla ilgili bilgilendirilmemiz için bu sitedeki tanıtıcı bilgiler, Taksim’de açılan bir sergi ve bir de pek katılımın olmadığı küçük bir forum yeterli bulunmuştu. Taksim’den başlayıp Gezi Parkı üzerinden geçirdiği yaya köprüsüyle bizi “göklere çıkaran” 15 numaralı proje, “Herkesin ve her şeyin meydanı” sloganını şiar edinmiş, ama daha çok “her ağacın meydanı” olduğu izlenimini veren 16 numaralı proje ve Taksim Meydanı’nın tam ortasına koca bir delik açıp bize yeraltında harikalar diyarı vaat eden 19 numaralı proje. Tatava yapmayıp bunlardan birine basıp geçecektik.

15 Sıra numaralı proje, Taksim Kolektifi

“Önümüze üç proje getiriliyor. Fakat herkesin o projeleri detaylı bir şekilde inceleme imkânı yok, çünkü herkesin sosyal medya, internet kullandığı varsayılamaz. Bu olanağı olmayanın oy hakkı da yok. Bu açıdan zaten gayet seçkinci bir yaklaşım İBB’ninki. Ayrıca, bir dördüncü şıkkın, D şıkkının da olması gerekiyordu sanki: Hiçbiri. ‘Yok ya, ben üçünü de beğenmedim, üçünü de seçmiyorum, bunların hiçbirini yakıştırmıyorum Taksim’e’ diyebilmeliydi insanlar. Ben hiçbirini tercih etmiyorum mesela. Birçok insanın da oy vermeyeceğini biliyorum” diyor yıllardır Taksim için mücadele eden, Beyoğlu Yurttaş Meclisi ve İstanbul Kent Savunması üyesi Deniz Özgür.

Katılımcı politika için halk oylaması yeterli mi?

Kimimiz üç projenin de Taksim Meydanı’nın dört bir tarafına ağaç dikecek olmasını sevinçle karşıladı. O denli hasret kalmıştık yeşile. Mimar arkadaşı olanlar hemen telefon açıp “Hangisini seçmeli?” diye akıl danıştı. Bu şanslı azınlığın üyesi olmayanlar belki bilgilenmek için medyaya başvurdu, ama Libya Savaşı’nın, ABD seçimlerinin sabahlara kadar konuşulduğu tartışma programlarında, Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması en alt seviyede bile gündeme giremiyordu. Muhalif medyada tek tük çıkan yazılar veya bir-iki televizyon programı dışında yorumlara, değerlendirmeye ulaşmak mümkün değildi. Pandemi zamanı fabrikalarda, marketlerde, inşaatlarda ve virüs dolu ofislerde çalışan birçok İstanbullu ise iktidarın yandaş medyasının ilgi göstermediği kentsel tasarım yarışmasından haberdar olmadı. Duyduysa bile, işsizlik, açlık, kıdem tazminatının gasp edilmek istenmesi, İzmir Depremi gibi dertlerle meşgul olduğu için yarışmaya beklenen ilgiyi gösteremedi. Ama işte İmamoğlu şu pandemi koşullarında bile seçim vaatlerinden birini yerine getiriyor ve katılımcı belediyecilik örneği uygulamıyor muydu? Hem de en büyük kentsel sorunumuz Taksim Meydanı için. Her şey çok güzel olacaktı. Daha ne istiyorduk?

“Yürürlükte olan imar planında Topçu Kışlası tescilli olarak duruyor. Mesela iktidar da Topçu Kışlası’nı oylarsa bunun sonucu ne olur? Halkımız bunu istedi, ne güzel mi diyeceğiz?”

“Kentsel tasarım için ihalelerle birtakım müteahhitlere iş vermek yerine yarışma süreçlerinin yeniden hatırlanması ve bu vesileyle Taksim’in yeniden tartışılmaya açılması yeni yönetimin değerli bir katkısı” diyerek söze başlıyor şehir plancısı ve akademisyen Pelin Pınar Giritlioğlu. Yarışma sürecinden dışlandıklarını düşünen “ilgili aktörler”, yani uzmanlar ve toplumun örgütlü güçleri yarışmayla başlayan tartışmanın faydaları hakkında hemfikir.

Pelin Pınar Giritlioğlu

Giritlioğlu da, sadece İstanbul’un değil, Türkiye’nin de en önemli meydanı için açılan tasarım yarışmasının organize ediliş biçiminden zamanlamasına, katılım sürecinden şartnamesindeki kabullere ve finale kalan eşdeğer projelere dair türlü eleştirilerini dile getirmeden önce İBB’nin bu konuda hakkını teslim edip söze devam ediyor: “Pandemi sürecinin hepimizi darmadağın ettiği bir zaman diliminde yarışmanın başlatılmış olması sorunlu. Katılım sürecinin göstermelik olduğunu düşünmüyorum, ama aceleci davranılmış ve iyi örgütlenmemiş. Bu sürecin doğru bilgilendirme yapılmadan ve yöntemi net bir şekilde ortaya konmadan organize edilmiş olması, katılım süreçlerinin sağlıklı zeminlerde yürümemesine, ilgili kesimlerin sürecin içinde doğru tanımlanmış bir şekilde yer alamamasına sebep oldu. Mesela ne odalar ne de sivil toplum kuruluşları olarak bu sürecin içinde olabildik. Anlıyorum, yapacak çok şey var, özlediğimiz şeyler var, bunların hepsi bir anda yapılmaya çalışılıyor, onlarca proje için aynı anda yarışma açılması da bu yüzden herhalde. Ama bunların bu kadar üst üste getirilmesini ve Taksim gibi bir yerin ilk adımlardan biri olmasını doğru bulmuyorum. Dolayısıyla bu yarışmalara katılım da çok düşük, o kadar mimarlık bürosu da yok zaten. Yarışma şartnamesinin doğru bir içerikle kurgulanmaması, belediyenin kendi kabullerini o şartnameye pek koymamış olması, yarışma ekiplerinin doğru tariflenmemesi, danışman ekiplerin çok az meslek disiplinini içeriyor olması gibi sorunlar var. Belediye kendi kabullerini ve kırmızı çizgilerini şartnameye koymadığı zaman Topçu Kışlası’nın olduğu proje de yarışmaya gelir, havadan dolaşan, ayaklarını meydana ve parka basan yaya yolları ya da Taksim’in ortasını delen proje de gelir.”

19 Sıra numaralı proje, Obruk

Ya Topçu Kışlası da oylanırsa?

Esin Köymen de, sürece erken bir aşamada dahil edilmiş olsalar halk oylaması yapılmadan önce meydanların amacı ve işlevi konusunda halkın yeterince bilgilendirilmesini talep edeceklerini belirtiyor: “Yarışmada finale kalan üç projeyle ilgili Taksim Meydanı’nda stantlar kuruldu. Projeleri incelemek için gittik tabii. Bazı gençler de merak edip gelmiş, en çok ağacın hangi projede olduğuna bakıyorlardı. ‘Bunda daha çok ağaç var, bunu seçelim’ diyorlardı. Süreç daha sağlıklı yürütülebilseydi, meydanın ne olduğu, meydanlara neden ihtiyaç duyduğumuz kent halkına yeterince ve doğru anlatılabilseydi, İstanbullular da bu projeleri daha sağlıklı değerlendirebilirdi. Hâlâ meydanla park arasındaki farkı ve ilişkiyi bilmeyen yurttaşlarımız var. Böyle bir durumda Mimarlar Odası olarak bizim de halk oylamasının sonucuna ilişkin tereddütlerimiz var elbette.”

Esin Köymen’e göre tereddütlerinin esas kaynağı ve Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlenmesiyle ilgili halk oylamasına başvurulmasındaki en büyük risk şöyle: “Yürürlükte olan bir imar planı var ve Gezi Parkı’na yapılmak istenen Topçu Kışlası tescilli olarak o planda duruyor. Yani Topçu Kışlası’nın Gezi Parkı’nda yeniden ihya edilmesiyle ilgili proje hâlâ yürürlükte. Siz Taksim Meydanı projesini oylarken iktidar da Topçu Kışlası’nı oylarsa bunun sonucu ne olur? Bu oylamanın sonucunda da, halkımız bunu istedi, ne güzel mi diyeceğiz? İktidar her an bunu yapabilir mi, yapamaz mı? Büyükşehir Belediyesi o zaman ne yapacak? Eyvah, şimdi ne yapayım mı diyecek?”

“Demokrasi sadece oylama demek değildir. Bu tür projelerin referandumla seçilmesi demokrasi demek değildir. Demokrasi, bütün kurum ve kurallarıyla sürecin doğru işletilmesidir. Zaten o zaman sonuç da tartışılmaz.”

Hayatını İstanbul’un kültür varlığının ve kentsel mirasının, ama en çok da Beyoğlu ve Taksim Meydanı’nın korunmasına adamış, Gezi Parkı için verdiği mücadele dolayısıyla ağır bedeller ödemiş Mücella Yapıcı yarışmadan 2020’nin başlarında haberdar olduğunu belirtiyor: “Şubat 2020’de Gezi Davası’nda ağırlaştırılmış müebbet ile yargılanıyordum ve bu davayla meşguldüm. Mart ayındaysa pandemi başladı. O dönemde bu yarışmayı belediyeden duymuştuk, ama açıkçası Taksim Meydanı diye duymadık. Meydanlar yarışmaya açılacak, yarışmalar düzenlenecek diye duyduk. Bu süreçte Mimarlar Odası’ndan sadece jüri üyesi istenmiştir. Jüri üyemiz gittiğindeyse şartnameler tamamlanmıştı. Süreci takip ederken Mimarlar Odası olarak endişelendik. Gördük ki, bu yarışmada katılım olarak ortaya atılan yöntem bir katılım modeli olamaz. Biz eleştirilerimizi baştan idareye ilettik. Çekincelerimiz olduğunu, ama bu sürece katkı koymak istediğimizi, bunun için de tartışmayı baştan başlatmak gerektiğini söyledik ve sürecin bu kadar aceleye getirilmemesini rica ettik. Ama şöyle bir cevap geldi: Biz bunların hepsini düşündük, her şeyi çok güzel yapıyoruz, sizi de bir toplantıya davet ediyoruz, buyurun gelin… O sırada genel kurulumuz ve salgın vardı, ertelenmesini talep ettik, ama ertelenmedi.

Taksim Meydanı gibi çok katmanlı bir yerde, oturup da bu projelere bakarak, ‘burası güzel olmuş’ diye seçim yapılamaz. Hani karaciğeriniz çalışmıyordur, bir doktora gidersiniz, doktor size ‘İlaç mı vereyim, ameliyat mı yapayım? Ameliyatı hangi yöntemle yapayım?’ diye sormaz, şikâyetinizi alır, inceler ve çözer. Halka neyi, nasıl anlatabilirsiniz? Halkın örgütlü güçleriyle, meslek odaları, sendikalar, sivil toplum örgütleri, oradaki mahalle örgütleriyle oturur konuşursunuz. Demokrasi sadece oylama demek değildir. Bu tür projelerin referandumla seçilmesi demokrasi demek değildir. Demokrasi bütün kurum ve kurallarıyla sürecin doğru işletilmesidir. Zaten o zaman sonuç da tartışılmaz.

1 Mayıs’ta 1 Mayıs alanında

Arzu Çerkezoğlu

Taksim Meydanı denince ilk akla gelen örgütlü yapılardan biri de herhalde DİSK. Konfederasyonun genel başkanı Arzu Çerkezoğlu 12 Eylül darbesi sonrasında İstanbul’da gençlik hareketi içindeki bir üniversite öğrencisi olarak, sonrasında da sendikal hareket içinde bir emekçi olarak 1 Mayıs’ın ve Taksim Meydanı’nın özgürleştirilmesi için 1987’den itibaren yıldan yıla, adım adım mücadele ettiğini anlatıyor. DİSK kurucu genel başkanı Kemal Türkler’in 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nı oradaki yüz binlerce işçiye sorarak ve onaylatarak 1 Mayıs Meydanı ilan ettiği günden bu yana, özellikle de o gün o meydanda 34 kişi katledildiği için, 1 Mayıs’ın ve Taksim’in özgürleştirilmesi mücadelelerini birbirinden ve Türkiye’deki işçi sınıfı ya da demokrasi mücadelesinden ayırmanın mümkün olmadığını vurguluyor. İşte bu yüzden de yarışma sürecinin başında İBB yönetimi kendileriyle temasa geçtiğinde, Taksim Meydanı’nın DİSK için anlamını ifade etmiş ve nasıl bir proje uygulanırsa uygulansın meydanın işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin, yani bu kentin gerçek sahiplerinin toplanabildiği geniş, açık bir alan olarak kalması gerektiğinin altını özellikle çizmişler. DİSK’in sürece katılımı da bu kadarla kalmışa benziyor. Fakat bu taleplerinin projelerdeki karşılığını yetersiz görmüş olacaklar ki, İstanbul Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası’nın kaleme aldığı eleştirel metne de imza vermişler: Sonuçta bir yarışma yapılmış ve üç proje finale kalmış, halk oylamasına sunuluyor. Bütün bu sürecin aslında DİSK ve mimar-mühendis odaları başta olmak üzere bütün kitle örgütlerinin, bütün iradelerin yer alacağı şekilde hayata geçirilmesi gerektiğini ifade ettik. Bu konuda bir ortak açıklama da oldu. Yarışma ve projeleri teknik yönleri açısından değerlendirmemiz mümkün değil, ama projelere genel anlamda bakabildim, o yüzden şunu söyleyebilirim: Hangi proje seçilirse seçilsin, uygulama aşamasında Taksim Meydanı’nın tarihsel ve sınıfsal anlamına uygun biçimde, meydan olarak kalmasını sağlayarak, yani bu kaygılarımızı giderecek biçimde hayata geçirilmesi önemlidir. Mesela meydanın kolay ulaşılabilir olması bizim için bir kriter, ama bunun yolu nedir, ben bilemem. Bunu şehir plancı, mimar arkadaşlarımızla oturur konuşuruz ve bunlar üzerinden bir karar verilir. Uygulama aşaması dediğim şey bu. Veya meydanın neresine ne kadar ağaç dikileceği, meydanın nasıl korunabileceği yönünde mutlaka bu konudaki uzman arkadaşlarımızın önerileri olacaktır, İBB’nin de projeleri bunları dikkate alarak uygulamaya geçirmesini bekliyoruz. Ümit ediyorum ki, bütün eleştirel yaklaşımların karşılığını bulmasıyla meydan yeniden düzenlenir ve önümüzdeki güzel günlerde hem Taksim Meydanı’nı hem de 1 Mayıs’ı hep birlikte özgürleştirebiliriz.

1 Mayıs 1977

Önce şartname, sonra katılım

Pandemi araya girmese ve şartname hazırlanmadan önce yarışma sürecine dahil olma fırsatı bulsalar, Mimarlar Odası olarak en başta yarışmanın konu edindiği yer hakkında derinlemesine bir tartışma yürütülmesini önereceklerini ifade ediyor Mücella Yapıcı: “Özellikle Taksim Meydanı söz konusu olduğunda, asıl şartname yazılmadan önce çok ciddi bir tartışma yürütmeniz gerekir. Hatta, Taksim Meydanı böyle bir yarışmaya konu edilmeli mi, edilmemeli mi, önce bunu tartışmalı. Hatırlarsanız, Topçu Kışlası tescil edilince, çok ciddi bir mücadele çıktı ortaya. Taksim Dayanışması da o tarihte, 2011’de o plan askıya çıkınca kurulmuştur. Biz o planı dava edince iktidar ‘referanduma gidelim’ demişti. Biz de hayır demiştik, bu denli katmanlı, bu denli teknik ve politik, üstelik geri dönüşü zor olacak meseleler referandum konusu edilemez. Hatta bu yönde Danıştay kararı da var. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı hakkındaki kamuoyu fikrini merak ediyorsanız dönüp 1 Mayıs’lara ve Gezi Direnişi’ne bakın. Türkiye halkı yıllardır bu konudaki fikrini çok açık beyan etmiştir zaten.

Bu tartışmalarda ve şimdiki yarışma şartnamesinde de hep atlanan bir şey var: Taksim Meydanı bir kentsel SİT alanı, yani koruma altında. Her şeyi bıraktım ama, bakın bir projede üstten bir yaya yolu yapılması öngörülmüş mesela. Yahu burası kentsel SİT alanı, bu yaya yolunun siluete etkisi tartışılacak bir şeydir. Ayrıca, hem parka hem meydana dikilen ağaçlar, açılan obruklar, inşa edilmek istenen Gezi Yolu ve onun temelleri ile parka verilen zararlar var. Finaldeki en az iki proje asla Anıtlar Kurulu’ndan geçemez ve bu haliyle uygulanamaz. Burada yarışmacıları suçlayabilir misiniz? Hayır! Bu yarışmanın şartnamesine kadar gelinen süreç yanlış işlemiştir.”

“Taksim Meydanı bir kentsel SİT alanı. Bir projede üstten bir yaya yolu yapılması öngörülmüş. Finaldeki en az iki proje asla Anıtlar Kurulu’ndan geçemez ve bu haliyle uygulanamaz.”

Şirket gibi yönetmek

Belli ki, İstanbul’un çiçeği burnunda yerel yönetimi dönüp dolaşıp yine aynı, artık iyi bildiğimiz o tuzağa düşmüş: belediyelerimizin göstermelik katılımdan bir türlü vazgeçememesi. İktidarda hangi siyasi parti olursa olsun “-mış gibi” katılım engeli kalkmıyor önümüzden. Tam bitiyor derken bir bakıyoruz, yine bir heyula gibi dikilmiş önümüze.

Yarışmayla ilgili olarak İstanbul Mimarlar ve Şehir Plancıları Odaları bir bildiri kaleme aldı ve DİSK, KESK, TTB İstanbul şubeleriyle birlikte birçok sivil toplum örgütü bu bildiriyi imzaladı. Böylece, halkla arasına koyduğu bu heyulayı çok geç olmadan kaldırması için İBB yönetimine çağrıda bulunuldu:

“Taksim Cumhuriyet Meydanı bir park değil, emek, mücadele ve demokrasi meydanıdır. Yapılan jüri değerlendirmeleri ve halk oylaması sonucunda elde edilecek herhangi bir projenin ve özellikle projenin uygulama sürecinin meydanın kimliğine ve hafızasına zarar verme riski, olası bir sorun olarak karşımızdadır. Hepimizin meydanı olan Taksim’in aceleye getirilemeyecek kadar değerli ve önemli bir meydan olduğu unutulmamalıdır. Gelinen aşamada, henüz çok geç olmadan, tüm bu sorunları birlikte değerlendirmek ve Taksim’de yapılacak olası uygulamalara ilişkin taleplerimizi aktarmak üzere İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle, ilgili tüm kurumlarla ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte, etkin, şeffaf ve kapsayıcı bir diyalog zeminini oluşturmanın önemi bir kez daha anlaşılmıştır…

16 Sıra numaralı proje ”Herkesin ve her şeyin meydanı’’
 

Meydanı delik deşik eden battı-çıktı tünellerden Galataport’a kadar bölgede işlenen birçok kent suçuna karşı mücadelede bulunmuş mimarlardan biri de Korhan Gümüş. Taksim Meydanı için açılan yarışmanın doğru bir fikir olduğunu düşündüğünden İBB’nin danışman jüri üyeliği teklifini kabul etmiş. Ancak, Türkiye’nin en önemli meydanı için açılan yarışmanın İstanbul Planlama Ajansı (İPA) gibi özel bir şirketin yönetimine bırakılmasını da eleştirmiş:

“Yarışma doğru fikir de olsa, ilk olarak bu fikri kamuoyuna sunalım ve farklı bir proje deneyimi üretelim dedik. Yani bunu İPA gibi özel bir şirket yapmasın, bir şehir enstitüsü kuralım, o yapsın, o zaman kapsayıcı ve katılımcı olur, özerk olur, siyasi iktidarla doğrudan örtüşmez dedik. Ama herkes oradan beslendiği, oradan rant yediği için maalesef Türkiye’de o konuda bir mutabakat var. Yaşatmıyorlar yeni filizlenen fikirleri. Mesela bizde kamu yöneticileri kamu-özel karışımı kurumlar içinde oldukları için, eleştirinin kamunun bir parçası olduğunun farkında değiller. Halbuki söylediklerimizi dinleseler kendileri başarılı olacak. Onun yerine düşmanlaştırıyorlar, zannediyorlar ki saldırıyoruz. Halbuki kamu ötekileştiremez. Seninki yanlış, benimki doğru diyemez kamu. Bizdeki en büyük hata, eleştiriyi yıkıcı bir faaliyet olarak algılamak. Ya sen kamusun, ne güzel, sana gönüllü bir katkı yapılıyor, gözden geçir, ‘hata mı yapıyoruz’ de. Ama hayır, sanki kendi fikrine saygısızlık yapılıyormuş gibi algılıyor. Bu da tabii, sadece zihniyetten kaynaklanmıyor, içinde bulundukları neoliberal sistemin dizayn ettiği mekanizmaların hem kamu hem de özel olmasından kaynaklanıyor, İPA gibi. Sen şirket olursan, bunu da sana ihaleyle vermiş olurlarsa, eleştirildiğinde karşındakini düşman gibi algılarsın tabii.”

Korhan Gümüş

Korhan Gümüş ayrıca Taksim Meydanı gibi Türkiye’nin en önemli kamusal alanlarından biri için açılan yarışmaya uluslararası mimarlık camiasının neden bu kadar az ilgi gösterdiğini de sorgulamamız gerektiğini düşünüyor:

“Uluslararası bir yarışma değil mi bu? Dünyadaki bütün mimarlık ofislerinin heyecanla bu yarışmayı konuşması, ona katılmaya hazırlanması lâzımdı. Ama hiç de öyle olmadı. Çok az uluslararası katılım var. Taksim gibi bir meydanın yeniden düzenlenmesi için açılmış bir yarışma, şu anda dünyanın yaşadığı neoliberal, popülist, otoriter yönetimler krizi içinde, bütün dünyanın ilgisini çekebilirdi. Nasıl Paris’teki Centre Pompidou 1977 yılında yapılırken büyük bir tartışma yaratmıştı, bizim Taksim de böyle bir tartışma yaratabilirdi. Hatta Taksim meselesi ondan bin kat daha önemli şu an dünyanın yaşadığı kriz açısından. Mesela 1994 yılında Selanik’in Aristoteles Meydanı için yarışma ilanı dünyanın bütün mimarlık dergilerinde yayınlandı. Neden bu yarışma da öyle yayınlanmadı, çok mu pahalı? O yarışmayı yönetenler dünyada çok ünlü, önemli, profesyonel bir kitleydi. Önce arkeolojik katmanları, hafızayı incelediler. O yarışmaya başvurduğumda bana kocaman bir koli gelmişti: içinde kitaplar, haritalar, arkeolojik katmanlar, tartışma metinleri, makaleler… Burada da öyle olması gerekirdi. İstanbul’un, Taksim Meydanı’nın hiç değilse en az Selanik kadar özeni hak ettiğini düşünüyorum. Bunlar 1994 yılında olmuştu, şimdi biz niye burada yapmadık böyle bir şeyi? Ne acelemiz var? Yıllardır Taksim’le uğraşıyoruz, bir türlü beceremiyoruz, her seferinde yapılan projeler, yer döşemeleri çöpe gidiyor…”

“Şartname daha iyi tartışılsaydı, belki o zaman önümüze Gezi Parkı’nın merdivenlerini kırıp üzerine havuz yapan ya da merdivenleri tamamen kaldıran türden, Taksim’in tarihine, SİT alanı olma özelliğine duyarsız projeler gelmezdi.”

Jüri ve karar süreçleri

Ulusal ve uluslararası uzmanların görüşlerine sırt çevirmek, kısıtlı bir çevreye bahşedilen adrese teslim ihaleler, halkın ihtiyaçlarını ve taleplerini hiçe sayan sermaye dostu projeler, bir dolu hukuksuz, kamu zararı yaratan, kent suçu proje ve şirketler eliyle şirket gibi yönetmeye çalışırken “ihanet edilen” bir kent… Bunlar geçmiş İBB yönetiminin alâmet-i farikaları arasındaydı. Sonunda İstanbullular tüm bu yapılanlara tepkilerini 2019 yerel seçimlerinde kentin yönetimine CHP adayı İmamoğlu’nu getirerek gösterdiler. Ancak yeni İBB yönetiminin de, bir özel ajans aracılığıyla İstanbul’un ve özellikle de Taksim’in geleceğine yön vermek istemesi gerçekten düşündürücü.

Sonunda Korhan Gümüş bu tür bir katılım modeli içinde faydalı olamayacağını anlamış ve danışman jüri üyeliğinden müsaadesini istemiş. Fakat asli jüri üyesi, mimar ve restorasyon uzmanı Prof. Ayşe Zeynep Ahunbay’ın da sürece ve projelere dair eleştirileri, bir şeylerin gerçekten yanlış gittiğinin ispatı gibi. Hummalı bir çalışmayla, gece gündüz mesai yaparak kısa bir sürede 146 projeyi incelediklerini anlatarak söze başlayan Ahunbay, yarışma sürecine dair şunları söylüyor:

Ayşe Zeynep Ahunbay

“Önümüze gelen projelere bakınca, katılım sürecinde meslek örgütlerinin ve odaların eksikliğini biz de hissettik. Yarışmayı düzenleyenler Mimarlar Odası’ndan jüri üyesi isteyince, TMMOB genel başkanı Eyüp Mıhçı beni aradı ve üye olmamı teklif etti. Ben de 1965’ten bu yana Taksim’de dolaşan, yaşayan bir İstanbullu olmanın sorumluluğuyla, İstanbul’un korunmasına ve gelişmesine katkıda bulunabilirim umuduyla bu teklifi kabul ettim. Sonuçta, Taksim Meydanı’nın çözülmesi gereken birçok sorunu var: AKM’nin yıkılması, Gezi Parkı’nın halen tescillenmemiş olması, Taksim’e adını veren Maksem’in yanına dikilen ve onu gölgede bırakan büyük cami inşaatı…

Ancak, ben Şubat 2020 ortası gibi jüriye katıldığımda, şartname büyük ölçüde yazılmıştı. Şartname daha iyi tartışılsaydı, belki o zaman önümüze Gezi Parkı’nın merdivenlerini kırıp üzerine havuz yapan ya da merdivenleri tamamen kaldıran türden, Taksim’in tarihine ve SİT alanı olma özelliğine duyarsız projeler gelmezdi.

Projelerde meydanın parklaştırılması çok dile getirilen bir sorun tabii. Taksim bu anlamda özel bir yer. Yanıbaşında Gezi var. Meydan ve Gezi Parkı iki ayrı alan ve öyle kalmalı. Taksim Meydanı bir toplanma alanı olarak korunmalı. Yarışmadan önce halk arasında bir anket yapılmış ve insanlara meydanla ilgili sorunları, orada en çok ne istedikleri sorulmuş. Yeşil eksikliği ve ağaç talebi geldiği için projeler de bu yönde uygulamalar öngörmüş. Yine de bu düzeltilebilecek, geri döndürülebilecek bir uygulama. Tüneller sorunu da sonradan trafik düzenlemesiyle çözülebilir. Ama geri döndürülemeyecek bazı uygulamaları öngören projeler de var. Mesela finale kalan projelerden biri Taksim’in merkezine kocaman, krater gibi bir oyuk açmak isteyen Obruk projesi. Uzaydan gelmiş bir peyzaj gibi. Taksim Meydanı’nın geçmişini ve meydan olma özelliğini bütünüyle yok sayıp kendilerine göre bir uygulama yapmışlar. Bu tür tartışmalı projeler var.”

Zeynep Ahunbay bu projeye şerh koymuş, ama diğer jüri üyeleri meydana bu denli radikal bir müdahalede sakınca görmemiş olacak ki, Obruk projesi finale kalmış.

“Cumhuriyet Caddesi’ndeki tünelin iptal edilmesi veya edilmemesi gibi bir konu nasıl bir yarışmacının inisiyatifine bırakılabilir? Ya yanlıştır ve geri dönüşünün yapılması gerekir. Ya da doğrudur, korunacaktır, şartnameye böyle yazılır.”

Planlama sorunu, sermaye baskısı

Mimar Dilek Şişman da Obruk projesinin meydanın bütünlüğünü bozan, radikal bir müdahale olduğunu, 15 numaralı Yaya Köprüsü projesinin ise Taksim Meydanı’nı sanki bomboş, sıfırdan yeni tasarlanacak bir banliyö yerleşimi gibi ele aldığını düşünüyor. Konuştuğumuz uzmanlar genelde bu iki projenin çok sorunlu ve uygulanamaz olduğunu iddia ediyorlar zaten. Geriye kalıyor 16 numaralı proje:

Dilek Şişman

Bu üç projeden sadece bir tanesini oy verilebilir buluyorum, o da 16 numaralı proje, çünkü meydana minimum müdahalede bulunuyor ve Cumhuriyet Caddesi altındaki tüneli kaldırıyor. Altına müze önermiş, müze olur olmaz, ayrı konu, ama ben olsam mimar olarak onun altına güzel bir spor kompleksi, kapalı bir yüzme havuzu yaptırırdım. İdeal bir mekân kapalı yüzme havuzu için. Şimdi düşünün, İBB Taksim’in ortasına halkın kullanımına açık bir spor kompleksi yapıyor. Dünyada ses getirecek bir halkçı belediyecilik uygulaması olur. İmamoğlu cumhurbaşkanlığına oynamak istiyorsa böyle bir şey yapması lâzım, halkın kullanacağı alanlar oluşturması lâzım.”

Tabii bunun için de önce yerel yönetimlerin sermaye baskısına boyun eğmemesi, kamu yararına aykırı projeleri bizi atlatarak uygulamaya çalışmamaları gerekiyor. Dilek Şişman, belediye yönetiminin de yarışmanın akademik danışman kurulunun da katılımcılığın gerçekte ne olduğunu bilmediklerine inanmıyor. Ona göre esas sorun ulusal ve uluslararası sermaye baskısına direnememeleri. “Geçenlerde bir kitapta okudum, ‘neoliberalizm yeni faşizmdir’, çok doğru bence” diyen Şişman semt derneği bünyesinde yaptığı çalışmalarla, AKP’li İBB yönetiminin Beyoğlu imar planlarında öngördüğü ve kültür varlıklarını, tarihi mirası talan eden, rant ve yağma odaklı birçok projesinin iptal edilmesinde çok emeği geçmiş bir mimar. Onun İBB yönetiminden talebi de önceliği kentsel tasarıma değil, kentsel planlamaya vermesi:

“Yerel yönetimler ve siyasetçiler aceleyle ve popülist yaklaşımlarla itibar yükseltecek işlere girişiyorlar. Kent planlama bir bilimdir, kentsel tasarımsa çok farklıdır. Bu adımların önce planlama, sonra tasarım şeklinde olması gerekir. Katılım konusu planlama aşamasında gerçekleşmelidir, çünkü esas olan katılımcı planlamadır. Planlama yapılmadan önce analiz çalışmaları yapılır: Bölgedeki sosyo-ekonomik yapı, ulaşım altyapısı, kültürel yapı, hepsi önceden bilimsel yöntemlerle analiz edilir ve bu analizin ışığında planlama yapılır. Yani koruma amaçlı planlama sadece fiziki planlama değildir. Taksim’in gerçekte neye ihtiyacı olduğu, nasıl bir ulaşım sistemine, ne kadar yeşil alana ihtiyacı olduğu da bu şekilde ortaya çıkar.”

“İyi niyetle bir şey yapılmaya çalışılıyor, ama ne yeterli bilgi ne de heves var. Oysa Taksim’le ilgili bir şey yapıldığında o hevesin kendiliğinden ortaya çıkması lâzımdı.”

Cihangir’de yaşadığı için yolu sürekli Taksim’den geçen Dilek Şişman, yeni Beyoğlu planlarında Taksim’le ilgili önceliğin, Cumhuriyet Caddesi’nin tünelle yeraltına alınması başta olmak üzere, tüm olumsuz müdahaleleri düzeltmeye verilmesi gerektiğini vurguluyor ve yarışma sürecindeki önemli bir çelişkiye de dikkat çekiyor:

“Beyoğlu planlarıyla ilgili mücadelemiz sonucunda birçok sakıncalı karar iptal edildi, ancak o planlar şu anda hâlâ yürürlükte. Ama şimdi, ortada yenilenmiş planlar yokken, Taksim Meydanı gibi Beyoğlu’nun, İstanbul’un en önemli alanı yarışmaya açılıyor. Cumhuriyet Caddesi’ndeki tünelin iptal edilmesi veya edilmemesi gibi bir konu nasıl bir yarışmacının inisiyatifine bırakılabilir? Ya yanlıştır ve geri dönüşünün yapılması gerekir, ki o zaman bu da şartnameye girmelidir. Ya da doğrudur, korunacaktır, şartnameye böyle yazılır. Yani katılımcılık adına yapılması gerekenlerin tamamının yarışmadan önce yapılması gerekirdi. Zaten şartnamede de öyle yazıyor: ‘Bu çalışmalar yarışmadan önce yapılacaktır.’ Ama maalesef öyle yapılmadığını görüyoruz.”

Katılımın örgütlenişi

Emek Sineması’nın yıkılmasından Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapılmasına kadar Beyoğlu’ndaki hemen her kent hakkı mücadelesinde yer almış, Beyoğlu Yurttaş Meclisi ve İstanbul Kent Savunması’na katkısı çok olan Deniz Özgür, Taksim Meydanı yarışmasından son âna kadar haberdar bile olmamış:

Deniz Özgür

“Taksim’de yarışmayla ilgili bir forum yapıldı. Bilgi edinmek için onun kaydını izledim. Gerçekten içler acısı, evlere şenlik bir forumdu. Foruma katılanların zaten yarısı İBB çalışanıydı, yarışmayı düzenleyenler, jüri üyeleri, danışmanlar falan. En fazla elli kişi vardı. Taksim’i konu edinen bir forum için çok az katılım. Oysa Gezi’den önce de, sonra da, kent meselelerinde sayısız forum düzenlemiş olan bizler İBB’nin bugünkü yönetimine çok uzak olan insanlar değiliz. Oradaki kadroların çok rahat ulaşabileceği, konuşabileceği geniş bir kesimiz ve daha da geniş bir tabanı harekete geçirebilme deneyimimiz, potansiyelimiz var. Bunun için çaba sarf edecek insanlar var bu çevrede, yıllardır biriktirilen kentsel-toplumsal hareket deneyimi var. Bir kere bu birikimin üzerine basılıp geçilmesi, sürecin eksik yürütülmesinin önemli bir ayağı oldu bence. Katkı sunabilecek birçok arkadaşın haberi olmadı. Oysa katılım dediğimiz şey sadece bir niyet beyanı olamaz. Bu bir politik tercihtir ve örgütlenmeye dahildir. Örgütlenmeden katılım olmaz. Böyle bir foruma geniş bir katılım olması isteniyorduysa bu çok daha önceden planlanır, örgütlenirdi, o zaman insanlar da olayı sahiplenirdi.

Şunu gördüm: İyi niyetle bir şey yapılmaya çalışılıyor, ama ne yeterli bilgi ne de heves var. Oysa Taksim’le ilgili bir şey yapıldığında o hevesin kendiliğinden ortaya çıkması lâzımdı. Bence İstanbul’un 39 ilçesinde en az 39 halk toplantısını hak ediyor bu meydan. En azından insanlara bilgi verirsiniz. Bunların hiçbiri yapılmadı.”

Şartname işin sorumluluğunu mimarlara bırakıyor. Mimarlar bir yarışmaya niye girer? Kazanmak için. O zaman mimarlar da halka oynar, çünkü kazananı halk seçiyor. Keza bu yarışmada da öyle olmuş.”

Gezi kitlesinin iktidara taşıdığı bir İBB yönetiminin Gezi’nin forumlarını bu kadar çabuk unutmuş olması, muhalefetin kamu gücüne kavuştuğunda girdiği genel bir eğiliminin işareti galiba. Hatta kendi siyasi partisindekileri bile unutabiliyor bu uğurda. 1977 1 Mayıs’ını Taksim Meydanı’nda yaşamış, katliamdan kıl payı kurtulmuş tıp doktoru Şahin Özdemir 1987’den beri CHP üyesi bir Beyoğlulu ve şu anki İBB yönetimini “Ben yaptım oldu” tavrından ötürü o da eleştiriyor:

Şahin Özdemir

“Gerek şehir plancıların gerek Mimarlar Odası’nın bu sürece dair haklı itirazları var. Düşünün, o bölgede yaşayan ve konuyla bu kadar ilgili olan, Taksim Meydanı hakkında bu kadar düşünen bir CHP’li olarak benim bile bu sürecin nasıl yaşandığına dair bilgim yok. Bu eleştirilerin hepsini toparlayıp 25 yıl sonra İBB seçimini kazanmış CHP’nin bir hataya düşmesini önlemek ve CHP olarak mimarlar, mühendisler, odalar, her türlü sivil platform ve onların duyarlılıklarıyla ortak bir zemin üretmek adına çalışma yapalım istedik. Her şeyden önce İBB’nin konuyu nasıl takip ettiği meselesi sıkıntı oldu. Bunu irdelemek gerek. İkincisi, ‘Ben yaptım oldu’ tavrıyla yapılacak bir iş değil bu. Biz belediyeyi alalı daha bir yıl oldu. Bu bir yılda ne zaman bu yarışmanın hazırlıklarını yaptık, ne zaman konuyu etraflıca tartıştık da yarışmaya çıktık? Göz boyamak adına böyle bir tavır doğru gelmiyor bana açıkçası.”

Refleks siyaseti ve yeşilin fetişleştirilmesi

Sadece halkın ve meslek örgütlerinin sürece katılımında değil sorun. Yarışmaya girmek isteyen bazı mimarlık ekipleri şartnameyi okuduklarında da sorunlar ortaya çıkmış. Hakkı Yırtıcı yarışmayı ilk duyduğunda heyecanlanan, katılmak için ekibini toplayan, ama yarışma şartnamesini okuduktan sonra heyecanını yitiren mimarlardan biri. Yırtıcı, üniversite yıllarında Türkiye’nin merkezinde olmak istediği için İstanbul’a, İstanbul’un merkezinde olmak istediği için de Taksim’e geldikten sonra, meydanla ilgili sayısız hatıra ve mimari tasavvur biriktirmiş. Ancak böyle bir şartnameyle tasavvurlarını var etme ihtimali olmadığını gördükleri için “Boşuna yormayalım kendimizi” diyerek yarışmaya katılmaktan vazgeçtiklerini anlatıyor:

Şartname son kertede işin sorumluluğunu mimarlara bırakıyor. Mimarlar bir yarışmaya niye girer? Kazanmak için. Bir halk oylaması var. O zaman mimarlar da halka oynar, çünkü kazananı halk seçiyor. Keza bu yarışmada da öyle olmuş. Yani aslında halka cevabı bilinen bir soru sorulmuş –herkesin yeşil istediği belliydi. Biraz yeşil fetişizmi oluştu ve bu fetişizmi meydan üzerinden yaşıyoruz. Bu yeşil isteği de şartnameye konmuş. Burada İmamoğlu bir refleks siyaseti yürütüyor. Ama bu refleks sadece bugüne yönelik; geçmişe ya da geleceğe dair bir şey söylemiyor. Bugün Türkiye toplumu, Türkiye halkları çok ciddi bir varoluşsal kriz yaşıyor ve biz kendi varoluşsal krizimiz içinde içimize kapanmış, âna kilitlenmiş iken maalesef gelecek tasavvurumuz çok erozyona uğradı. Üç eşdeğer projeyi seçen jüri de halka oynamış bence. Popülizm buradan başlıyor. Çünkü jüri ve mimarlar da bu toplumun bir parçası.”

“Taksim Meydanı olayların mekânı mı olacak, gösterilerin mekânı mı? Her ikisinin de olabilmesi gerekiyor. Bir kere meydanda boşluk şart. Taksim Meydanı’nı çok net tarif ederek sabitlememek, orada zamanı durdurmamak gerek.”

Zamanı durdurmayan, dinamik bir meydan tasavvuru

Peki tasavvurlarını var etme imkânı olsa nasıl bir meydan tasarımı yapardı Hakkı Yırtıcı? İşe meydanı doğru anlamaktan başlamak gerektiğinin altını çiziyor:

Eğer meydanı sadece gezinti, gösteri, yeme-içme mekânı olarak tarif ederseniz, devletin şu an meydan üstündeki sermaye odaklı tasarrufuyla çok uyumlu olma ihtimaliniz var. Meydan nedir peki? Türk dilinin etimolojisinde mekân, olayın geçtiği yer demektir. Yani boşluğu mekân yapan oradaki olaylardır. Olay da öngörülemeyen, aniden ortaya çıkan, ne kadar süreceği ve devam ettiği sürece ne olacağı bilinmeyen şeydir. Bir futbol maçını kazanıp hep beraber bir anda meydana çıkmak da, o meydanda hiç ummadığınız anda biriyle karşılaşıp âşık olmak da bir olaydır, Gezi Direnişi de. Ama gösteri öyle bir şey değil. Gösterilerin tarihi, saati, süresi önceden bellidir. Bir pop konserini düşünün. Gösteriler sizi izleyici yapar, olaylar ise içine dahil eder.

Hakkı Yırtıcı

Esas mesele şu: Taksim Meydanı olayların mekânı mı olacak, gösterilerin mekânı mı? Bence her ikisinin de olabilmesi gerekiyor. Ama mutlaka olaylara izin veren bir potansiyeli olmalı. İktidarların hiç hoşuna gitmeyen bir şey olsa da, biz toplum olarak bunu talep etmeliyiz. Bunun fiziksel karşılığı nedir diye sorarsanız, bir kere boşluk şart. Bir de Taksim Meydanı’nı çok net tarif ederek sabitlememek, orada zamanı durdurmamak gerek. O yüzden ben dinamik bir meydan olsun isterim, geçici birtakım hareketler ve yapılarla, önceden fazla tarif edilmemiş, toplumsal olarak belirlenen ve sürekli hareket eden bir meydan gerekiyor bize…

Başka Taksim Meydanı yok. Onunla boy ölçüşebilecek toplumsal, politik ve tarihi önemde başka bir modern kent meydanımız da yok. Ne İstanbul’da ne de Türkiye’de benzeri var. Toplasanız, dünyada bile onun gibi bir avuç meydan var zaten: Moskova’daki Kızıl Meydan, Atina’daki Syntagma, Londra’daki Trafalgar, Pekin’deki Tiennanmen Meydanı… İşte bu yüzden halkın örgütlü güçleri ve uzmanlar tüm birikimleriyle yarışma sürecine en başından dahil olmak istiyor. Ancak bu şekilde Taksim Meydanı meydan olarak tarihi ve politik kimliğini ve her sınıftan, kimlikten kentlinin erişimine açık bir toplanma, gösteri, protesto alanı olarak işlevini sürdürür. Ancak böyle bir katılım modeliyle Taksim çok-katmanlı hafızasını koruyarak gelecek kuşaklara aktarabilir ve aynı zamanda yeniye, öngörülemeyene, beklenmedik olana kucak açar. Ancak bu yolla Taksim Meydanı sermayenin ve iktidardaki siyasi eğilimin önceliklerine göre değil, İstanbul’u her gün yeniden üreten ve yaşatanların ihtiyaçlarına ve taleplerine göre yeniden düzenlenir. Bu yol da iyi niyet veya göstermelik katılım taşlarıyla değil, ancak gerçek katılım taşlarıyla döşenebilecek gibi görünüyor. Sivil ve siyasal toplum temsilcileri de, bundan sonraki süreçte İBB’nin yeni yönetiminin bu uyarıları dikkate alacağını umuyor.

^