HİPHOP’ÇU PERMA İLE MEMLEKETTEN YERALTI NOTLARI

Söyleşi: Anıl Olcan
29 Ocak 2023
SATIRBAŞLARI

“Hashtag Esenyurt”ta “Kurmanci Suri, Afgani benim, zencisi kirvem” diyorsun. Ne zamandan beri Esenyurt’tasın, nasıl bir yer Esenyurt?

Perma: 80’li yıllarda Türkiye’ye gelen Bulgaristan Türkleri Esenyurt’un ilk yerleşimcileri. 90’larda da Kars ve Ardahan’dan Kürt ve Alevi aileler göç etmiş. Biz Tokat Niksarlıyız, Aleviyiz. ‘90 doğumluyum. Doğduğumda Kumkapı’da eski bir Rum evinde yaşıyormuşuz. Çok rutubetli bir evdi. Küçük kardeşimin sağlığı bozulunca doktor “çocuğun kırsal bir yerde büyümesi daha iyi olur” demiş. Bunun üzerine, ailem Esenyurt’tan bir avuç arsa almış. Babam ‘93’te aldığı arsaya tek katlı bir ev inşa etmiş. Babam Milli Eğitim Bakanlığı’nın matbaasında çalışan bir işçiydi. Ek iş yaparak bizi büyüttü. 90’larda Esenyurt’ta çok az ev vardı, çoğu bahçe içindeydi. Her yer tarlaydı. İnek bile beslenirdi ahırlarda.Su yoktu. Kocaman mavi bidonlarla, ibriklerle mahalleli su tankerinin gelmesini beklerdi. Bazen dizime kadar çamurun içinde tankerin peşinde koşardım, bir çeşit oyun gibiydi. Çamurdan evler yapardım. Elektrik bazen var, bazen yoktu. Bir ara yola mıcır dökmüşlerdi, devrim gibiydi Esenyurt için. (gülüyor)

Esenyurt’ta sol siyaset, mahallenizde örgütlülük, dayanışma güçlü müydü?

Tabii. ‘89’da SHP’li Gürbüz Çapan Esenyurt belediye başkanı seçilmiş. Gürbüz Çapan eski Dev-Yol’cu; seveni de, sevmeyeni de çoktur. Belki biraz abartılı ama, Terzi Fikri’nin Fatsa’da yaptığını Esenyurt’ta yapmaya çalıştı. Esenyurt’ta yaşayan bütün kimlikleri birleştirici bir rolü vardı. Esenyurt’ta yaşayan Kürtlerin politik bilinci yüksekti. Genel olarak Esenyurt’un politik çizgisini Kürtler belirliyordu. Hâlâ da öyledir.

Suriyeli ve Afrikalıların gelişi ne zamanlara denk geliyor?

Suriye’de iç savaş başladıktan sonra Suriyeli göçmenler gelmeye başladı. İlk zamanlar, savaştan kaçıp geldikleri için insanlar Suriyelilere merhametle bakıyordu. Göçmenler hızla ucuz emek piyasasına dahil olunca işin rengi değişmeye başladı. Beş-on yıldır, baş ta Nijeryalılar olmak üzere, farklı Afrika ülkelerinden gelenler var. Çok büyük bir kısmı Türkiye’yi Avrupa’ya gitmek için geçiş olarak görüyor. Ama kolay değil. Türkiye’de bir yaşam kurmaya çalışıyorlar. Afrikalı öğrenciler çok tercih ediyor Türkiye’yi. Avrupa’daki üniversitelere kabul edilmeleri çok zor. Sermayesi olan Afrikalılar ticaret yapıyor, bazıları saat satıyor. Tekstil atölyelerinde, çikolata fabrikalarında, inşaatlarda çok düşük ücretlere, güvencesiz çalışan Afrikalılar var.

İçinde yaşadığım kaosu aktarıyorum. Bunu da didaktik bir şekilde yapmamaya çalışıyorum. Hisler de önemli. İnsanlara kanca atmak istiyorum. Eğer o kanca yara açıyorsa, neden yara açtığını düşündürecek şeyleri yazmaya çalışıyorum.

Son zamanlarda giderek yükselen göçmen karşıtı, ırkçı söylem, Zafer Partisi’nin çıkışları Esenyurt’ta hayatı etkiledi mi?

Esenyurt’ta sağlam bir sokak yaşantısı var, göçmenler yaşamın içinde. Suriyeli bir tamirci eşyanızı tamir eder, bakkalda bir Afrikalıyla karşılaşırsınız. Her şey mükemmel değilse de, ciddi bir çatışma yok. Ama Ümit Özdağ’ın söylemi insanların ruh halini etkiliyor. Özdağ Süleyman Soylu’yu sıkıştırdıkça Esenyurt sokaklarında bir şeyler fokurdamaya başladı. Son zamanlarda birçok göçmen, yasal olarak Türkiye’de bulunan öğrenciler bile, durup dururken gözaltına alınıp sınırdışı edildi. Mesela, beraber müzik yaptığım, ayrıca erkek arkadaşım Dodou da uzun bir gözaltı süreci yaşadı.

Nasıl alındı gözaltına?

Dodou Gambiyalı, iki yıldır yasal olarak Türkiye’de. Hep dolaştığımız Esenyurt Meydanı’ndan gözaltına alınmış. Dodou’ya bir hafta ulaşamadım. Tedirgin olmaya başladım. Çünkü Festus Okey cinayeti hafızamda. Bir hafta sonra Dodou bana ulaştı. Gözaltına aldıktan sonra Tuzla’ya götürmüşler. Ertesi gün Tokat’a götürülmüş. Üç-dört gün yağmur altında bir basketbol sahasında tutulmuşlar diğer göçmenlerle. Tokat’ta sınırdışı kararı çıkartıp Kayseri Geri Gönderme Merkezi’ne sevk etmişler.

Kayseri Geri Gönderme Merkezi’nin sicili bayağı kötü. Pek çok intihar vakası basına yansıdı. Dodou Kayseri’de ne yaşamış?

750 kişi kapasiteli mekâna iki bin kişi doluşmuşlar. Polisin, jandarmanın şiddetine maruz kalmış. 36 günlük toplam gözaltı süresinin otuz gününü Kayseri’de geçirdi. Deport kararının üçüncü gününde dava açtık, ama keyfi şekilde serbest bırakmadılar. Otuz günün sonunda Kayseri’ye gittim. “Nişanlısıyım” dememe rağmen Dodou’yla görüştürmediler. Konuyu gündemde tutmak için çok uğraştım, Twitter’da yazıp çizdim. Ben dışarda, Dodou da içerde direniyordu. Umudu kesip Kayseri’den tam döneceğim sırada, salındı. 

Adana’nın hiphop ortamına İncirlik üssüne gelen Afro-Amerikalıların katkısı olduğu söylenir. Esenyurt’taki göçmenlerin benzer bir etkisi var mı?

Tabii. Afrikalılar Türkiye’deki hiphop’u besliyor. Zaten Dodou’yla tanışmamız hiphop sayesinde oldu. Dodou’nun ve arkadaşlarının Beylikdüzü’nde bir müzik stüdyosu vardı, orada tanıştık. Dodou’yla müzik yapmaya başlayınca flow dizilimim, kullandığım altyapılar değişti. Afro sound’ları müziğime katmaya çalışıyorum. Dinamik vokaller denemeye başladım. Farklı bir hayat ve müzik kuruluyor, Dodou da dönüşüyor. Yaptığı bir düzenlemede kanun ve kaval kullandı. Dodou’yla füzyon yapıyoruz yani. Esenyurt füzyonu denebilir belki de! (gülüyor)

Peki bu füzyonun bileşenleri ne? Esenyurt’ta hiphop kültürü nasıl hayat buluyor?

Hiphop’la ilgilenmeye başladığımda 14 yaşındaydım. Esenyurt’ta hiphop kültürü yoktu. Herhangi bir varoş mahallede ne dinleniyorsa Esenyurt’ta da o dinlenirdi. İbrahim Tatlıses, Azer Bülbül gibi şarkıcılar dinlendiğinden arabesk ve rap birlikte düşünülürdü. Kürtler gizli gizli Şiwan Perver ve Ciwan Haco’nun kasetlerini birbirlerine verirdi. Esenyurt’un hiphop ortamının mazisi beş-altı yıllıktır. Gangsta ve drill rap yapılan bir ortam var. Ama o MC’ler Esenyurt’un çöplüğünden gelmiyor, çoğu “iyi aile çocukları”. Ben kentin ne olduğunu bilerek yapıyorum müziğimi. Bu bir tercih.

Senin için kent ne demek? Nasıl bir tercihten bahsediyorsun?

Yazdığım sözler şehrin gerçekliğinden bağımsız değil. Mesela Esenyurt’ta yaşayan biri Afrikalıya “zenci” dediğinde aşağılamak için söylemez, Afgan’la karşılaştığında “tecavüzcü” görmez. Steril mahallelerde yaşayan, Twitter’da politikleşen kitle için Esenyurt yaşanmayacak bir yer olabilir, ama aslında öyle değil. Esenyurt, habitatına uygun insanlar için güvenli bir yerdir. Bir kadın olarak elbette akşamları sokakta yürürken tedirgin oluyorum, ama Şişli’de de daha güvende hissetmiyorum ki.

Hiphop’u icra ederken en büyük derdim kendimi, hakikati ifade etmek. Mesela, istemediğim bir işte çalışıyorum. Bu da bir gerçeklik. Gerçeklikten uzak bir şey yazdığımda hissizleştiğimi düşünüyorum. Bu yüzden içinde yaşadığım kaosu aktarıyorum. Bunu da didaktik bir şekilde yapmamaya çalışıyorum. Hisler de önemli. İnsanlara kanca atmak istiyorum. Eğer o kanca yara açıyorsa, neden yara açtığını düşündürecek şeyleri yazmaya çalışıyorum.

Ne iş yapıyorsun? İşinde seni ne bu kadar rahatsız ediyor?

Beş senedir bankacıyım. Marmara Üniversitesi’nde Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri okudum. Üniversitedeyken Petrol-İş Sendikası’nda iki sene uzman yardımcısı olarak çalıştım. Akademisyen olmak istiyordum. Politik çizgimden kopmadan hayata karışmak istiyordum. Ama işler istediğim gibi gitmedi. Bir dönem sözleşmeli öğretmenlik yaptım, İngilizce dersleri veriyordum. Hayatınızı kazanmak için birçok şeye boyun eğmek durumunda kalıyorsunuz. Kendimi komünist olarak tanımlıyorum. Bankada çalışmak politik görüşlerime ters, “ne yapıyorum lan ben” diyorsunuz. Çok ağır geliyor. Bu sadece benim politik çizgime has bir şey de değil. Sistemin içinde olmaktan gocunmayan insanların da “ne yapıyorum lan ben” dediği bir iş bankacılık.

Ücretli çalışanların çoğu öfke hisseder. Koşullar sürekli seni kontrol ediyor. Öfkeden başka ne hissedilir ki? Bu psikolojik baskı çok ağır. Artık beyaz ve mavi yakalı ayrımı yok, herkes işçi. Beyaz yakalı hülyasına sahip olmak gerçeklikten kopmak, tepeden tırnağa bir yabancılaşma demek.

Bu çelişkinin ötesinde, ağır gelen ne?

Tahayyül ettiğim hayatı ezen bir iş bankacılık. İnsanları matematik kodu olarak görmek zor bir şey. Mesela bir kadın çocuğunun eğitimi için 100 bin lira kredi istiyor. Kadının gelirinin ne kadar olduğunu, krediyi öderken zorlanacağını biliyorum. Kadın krediyi alınca mutlu oluyor, ama “krediyi nasıl ödeyecek?” diye sormaktan kendimi alamıyorum.

Ne hissettiriyor bu?

Öfke! Ücretli çalışanların çoğu öfke hisseder. Her gün Esenyurt’tan Perpa’ya gidip geliyorum. Günün dört saati yollardayım. Koşullar sürekli seni kontrol ediyor. Öfkeden başka ne hissedilir ki? Beyaz yakalıların tutturması gereken hedefler var. Bu psikolojik baskı çok ağır. Artık beyaz ve mavi yakalı ayrımı yok, herkes işçi. Birçok beyaz yakalı bunun farkında. Beyaz yakalı hülyasına sahip olmak gerçeklikten kopmak, tepeden tırnağa bir yabancılaşma demek.

Sendikalı mısın?

Değilim. Sendikalı olmak, işsiz kalmak demek. Bu canımı sıkıyor, ama sendikaların bizim için mücadele etmeyeceğini biliyorum. Sistem bir bütün olarak kendimi var etmeme engel. Bana düşman bir sistemde kendimi ayrıca kadın olarak var etmeye çalışıyorum. Bazen erkek müşteriler asılır, cevap veremezsin. Adam argo konuşur, susmak zorundasındır. Sürekli tetikte olmak  yorucu.

Kıyamet”te sınıf sorunundan bahsederek “beyaz yaka değil o, beyaz bir kefen” diyorsun…

Hayatımı kazanmak için gerçekliğimi, politik duruşumu, duygularımı bastırmam gerekiyor. O duyguları kaybetmemem lâzım. Beylik bir laf var ya: “Yaşamak görevdir yangın yerinde, yaşamak insan kalarak” diye. Sistem bir yangın yeri. İstemediğiniz koşulların içinde ya kendinizi kaybedeceksiniz ya da koruyacaksınız. Kefen ölümü çağrıştırsa da, tam olarak ölümden de bahsetmiyorum. Canlanma umudu hep var. Gerçekliğimizi bir süreliğine halının altına süpürmek uyumlu olmak anlamına gelmiyor. Hakikat bu.

Hakikat demişken… Esenyurt’tan her gün Perpa’ya gittiğini söyledin. “Kıyamet”te de metrobüs kuyruğundan bahsediyorsun…

Şarkılarımın çoğunu metrobüste, yolda yazıyorum. Bu yüzden yeni şarkılarımda sıkça yol kelimesi geçiyor. İşçi bir babanın kızı olmak, Alevi olmak, kadın olmak… Bunları topladığınızda politik bir hayat kaçınılmaz. Sözler bu hakikatlerin içinden çıkıyor.

Politik olarak bilinçlenmen nasıl oldu?

Dedim ya, babam işçiydi diye! Korsan taksicilikten tut işportacılığa kadar bir sürü ek iş yapardı. Babamın hastalıklarının çoğu meslek hastalığıdır. Matbaada kimyevi maddelerin bulunduğu ortamda çalışırdı. Matbaada işçilerin zehirlenmemesi için süt verirlerdi. Babam sütü içmez, bize getirirdi. Bir haksızlık olduğunu görürdük. Babam bana hiçbir zaman siyaset empoze etmedi. Ama siyasetle ilgilenmem, matbaadan getirdiği kitaplarla haşır neşir olmam hoşuna giderdi sanıyorum.

Neler okurdun, seni en çok etkileyen kitaplar hangileriydi?

İlk arkadaşlarım kitaplardı. Babam matbaadan dünya klasiklerini getirirdi, onları “iyi kitap” olarak kodlamıştı. Bir gün eve Pugaçev İsyanının Tarihi adlı bir kitap getirmişti. Çocuğum, biraz baktım kitaba, etkileyici geldi, ama bir şey anlamadım. (gülüyor) Ortaokulda Rus, İngiliz ve Amerikan klasiklerini okurdum. O romanlarda açıktan sınıf propagandası yoktu, ama kafamda bir şeyleri kaynatıyordu. Esenyurt’ta zaten ortam politikti. Mahallede HADEP’li bir arkadaşım vardı, adı Gül. Bana Darağacında Üç Fidan kitabını vermişti. 1 Mayıs’ın, grevin ne olduğunu çocuklukta öğrenmiştim. Çocukken 1 Mayıs’lara giderdim, ama sınıf bilinciyle değil. Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ını 15 yaşındayken okudum. O yaştaki bir çocuk için zor bir kitap. Ama hikâye okur gibi okudum. İlerki yaşlarda da okudum Yeraltından Notlar’ı. Her yaşta farklı anlamlar çıkardım. Yeraltından Notlar yabancılaşma dediğimiz mevzuyu çok çarpıcı biçimde anlatıyor. Yabancılaşma bizi benliğimizden kopartıp götürüyor, kendi değerimizi hiçleştiriyor. Yeraltından Notlar’daki karakter kendiyle hesaplaşıp durur. Bir şeyleri kaybettiğinin farkında gibi.

Teorik olarak kendimi geliştirmem üniversitede oldu. Özgür Müftüoğlu’nun ve Berna Güler’in derslerinde sınıf kavramının teorik altyapısını öğrenmeye başladım. Yıllardır kafamda kaynayan şeyler hocalarımın yönlendirmesiyle teorik bir boyut kazandı. Grundrisse’leri, Ne Yapmalı’ları filan hep orada okudum. Marx’ın “yabancılaşma” kavramı beni aldı götürdü. Hâlâ iş hayatında politik bilincim ölmediyse, yabancılaşma kavramını bilmemden dolayıdır. Ürettiğim zenginliği neden göremediğimi hep bildim.

“Rölanti”nin videosundaki Lenin resmi böyle bir zemine dayanıyor yani, öyle mi?

Lenin somut dünyada bir şeyleri gerçekleştirmiş bir figür olarak önemli. “Rölanti” benim iç konuşmam, çelişkilerimi döktüğüm bir şarkı. Hani rüyada gördüğümüz şeyler anlamsız gelir, ama aslında bastırdığınız şeylerin yüzeye çıkışıdır ya, “Rölanti”deki Lenin resmi de öyle. Lenin’in mücadeleci tarafını, praksisini arzuluyorum belki de.

Nâzım Hikmet de var o klipte. Onun varlığı ne diyor bize?

“Rölanti”de bir noktada uzaydan bahsediyorum. Nâzım “Delikanlım” şiirinde “yıldızlar ve senin kafan kâinatın en mükemmel şeyidir” der. Bu dizeyi ben kendime söylerim. İnsan zihni dünyanın en sınırsız şeylerinden biri. Orada her dünyaya yer var. Dışarda seni hiçleştiren bir dünya var, ama içindeki uzay sonsuz.

Babanın eve getirdiği kitaplardan farklı bir edebiyat dünyasıyla nasıl haşır neşir oldun?

Üniversiteye doğru kendi damak zevkime göre kitaplar okumaya başladım. İhsan Oktay Anar’ın ağdalı dilini, kendiyle dalga geçer halini çok severim. Orhan Pamuk’u başarılı buluyorum. Hakan Günday gibi yazarları okuyamam, depresif geliyor bana. İkinci Yeni’yi çok severim, Edip Cansever’i mesela. Turgut Uyar’ı, İlhan Berk’i de severim. Akgün Akova’yı çok severim. Füruğ Ferruhzad, Nilgün Marmara keza…

Şiire meraklısın anlaşılan…

Şairlerin anlatış biçimleri beni etkiliyor. Turgut Uyar mesela… “Kırlardan geliyorlar, ellerinde sümbülteber, elbette kırlardan kırlardan gelecekler” diyor. Bir coşku var. “Kırlardan gelecekler, devrim yapacaklar” demiyor. Başka bir imgelem var. İlk başta anlamsız gibi görünen kelimelerden anlam yaratabiliyorlar…

Sen de “rölanti, yörünge, aynı rota…” diyorsun…

Rölanti motoru bozulunca araçlar düzgün çalışmaz. Yörünge… Yörüngenin içindeki şeyler sürekli aynı şekilde döner. Rota da aslında belirlenmiş bir yoldur. Bu döngü bir bilgelik de sağlayabilir… Ama bu süreç insanı yabancılaştırır, makineye dönüşürsün. Yörüngeden çıkmak lâzım, yoksa değişemezsin. Rölanti benim iç konuşmam. Kendime kendimi anlatıyorum.

Şarkılarımın çoğunu metrobüste, yolda yazıyorum. Bu yüzden yeni şarkılarımda sıkça yol kelimesi geçiyor. İşçi bir babanın kızı olmak, Alevi olmak, kadın olmak… Bunları topladığınızda politik bir hayat kaçınılmaz oluyor. Sözler bu hakikatlerin içinden çıkıyor.

Rap’le nasıl tanıştın?

Orta sondaydım. Sınavlara hazırlanmak için dershaneye gidiyordum. Dershanedeki bir arkadaşım Ceza’nın Rapstar albümünü vermişti. Ceza’yı dinleyerek başladım.

Seni etkileyen ne oldu?

Bilmiyorum. Bir his. Ceza bir alt kültürü temsil ediyordu, yakın hissettim galiba. Belki de ergenlik telaşından kendimi farklı kılmaya çalışıyordum. Ortamlarda Kadıköylü, Bakırköylü rap’çiler vardı. Ben diğer hiphop’çulardan daha farklı bir yerdeydim: Esenyurt’ta!

Nasıl aşılabildi bu mesafeler?

Sokakta müzik yapmak liseye geçtikten sonra mümkün oldu. Liseyi Avcılar’da okudum. Avcılar’da bize Esenyurt’tan geliyoruz diye “Es Engeles” derlerdi. Avcılar McDonald’s’ın önünde hiphop’çular toplanırdı. Zamanla onlarla arkadaş oldum. Onlar grafitti yapardı, ben de tag atardım. Esenyurt’tan Avcılar’a gitmek şehir dışına gitmek gibi hissettirirdi, kabuğundan çıkmak gibi. Avcılar’da okumak havalı bir durumdu. Ali diye bir arkadaşım vardı, onunla şarkılar yapardık. İlk şarkımı 2005’te kaydettim. Müzisyen bir eniştem var, türkücülük yapıyordu. Onun evinde kayıt almaya çalıştık, ama beceremedik. Sonra evde çubuk mikrofonla bir şeyler kaydetmeye çalıştım. Ergenlik isyanlarımı yazıyordum. Müziği açıp kaset üzerine şarkı kaydetmeye çalıştığımız dönemdi. Çubuk mikrofonla kayıt yapmak benim yaşımdaki her rap’çinin deneyimlediği bir şeydir. (gülüyor)

Kılığın kıyafetin farklı mıydı, Esenyurt’ta sana farklı bir gözle bakarlar mıydı?

Geniş pantolonlar giyerdim. Esenyurt’taki insanlar şehrin çeperinde oldukları için farklıydı. Bir komşumuz inançlı biriydi, şalvar giyerdi. Şalvar ve bol pantolon arasında çok fark yoktu. Belki de bu yüzden kötü bakmazlardı. (gülüyor)

Ouzey Duboiz (Dodou) ve Perma

Ev ortamında neler dinlenirdi?

CHP’li bir Alevi evinde ne çalıyorsa, o çalardı bizim evde de. Güler Duman, Sabahat Akkiraz, Arif Sağ, Erdal Erzincan filan dinlenirdi. Babam Musa Eroğlu hastasıydı. Sabah akşam Musa Eroğlu dinlerdi. Musa Eroğlu’nun müziğinde şiirsellik çok yoğun. Ondaki o yapmacık olmayan duyguyu verme hali beni etkiler. Sezen Aksu’yu çok severim, kalemi kuvvetli. Ajda Pekkan’ın “Sana Neler Edeceğim” şarkısını çok severim. Her ne kadar Kenan Evren destekçisi olsa da özgür kadın tavrının Ajda Pekkan’daki duruşu hoşuma gider. Hiphop değil ama, Nazan Öncel’in “deliliğini” severim. Nazan Öncel şehirli, anlamı şehirde arayan bir kadın. Gerçeklikten kopuk değil, ayağı yere basıyor. “Ben Sokak Kızıyım” çok iyi bir şarkı. “Geceler Kara Tren” de şahane şarkı değil mi? İlhan İrem’in “Ay Tozları” mesela… Cem Karaca, Fikret Kızılok, Erkin Koray her zaman farklı bir yerdedir bende. Erkin Koray’ı çok severim. Kızını okula göndermedi, sistemi reddetti. Bu keskinlik bana iyi geliyor. Progressive metal de çok severim. Müzik zevkim çorba gibi.

Ne çorbası?

Mercimek çorbası olmaz, yavan olur. Tarhana olur bak. Tarhanada emek var. Buğdayı kırarsın, yoğurdu ekşitirsin, serersin, kurutursun. Aşure de olabilir. Ama tam aşure de sayılmaz. (gülüyor)

Aşureden devam edelim öyleyse… Birçok kişi Aleviliğini gizlemek zorunda kalır, sen nasıl yaşıyorsun Aleviliği?

Babam Esenyurt Cemevi’nin kurucularından. Gündelik hayatlarında Alevilik pratiklerini pek sürdürmeseler de Aleviliğe bağlıdırlar. Aleviliğin Anadolu’da yıllarca gizlenmiş olmasından ve şehir yaşantısından dolayı gündelik hayatlarında Alevilik ritüelleri pek baskın değildir. Ama evimizde Hz. Ali ve 12 imamın resimleri vardır. Ben de Alevi olduğumu gizlemedim. Hatta ilk entelektüel araştırmalarım Alevilikle ilgiliydi. “Alevilik nedir?” sorusunun cevabını aradım durdum. Urfa semahındaki figürlerin anlamını, hubyar semahının hikâyesini, musahipliği, yol kardeşliğini, birlik kurbanını bilirim.

Bunların müziğinde etkisi var mıdır sence?

Doğrudan olmasa da bir şeyler katmıştır. Cem boyunca 12 hizmet yürütülür. Çerahı yakmaktan çerahın söndürülmesine kadar süpürgecilerin, değnekçilerin görevi vardır. Cem toplumun adaletli bir şekilde bir araya getirilmesini temsil ediyor, bir nevi halk meclisi. Üç süpürgeci kadın “Biz üç bacıydık, güruhu naciydik. Kırklar ceminde süpürgeciydik. Kör olsun Yezidi Mervan. Zuhur bulsun vakti sahibi zaman” diyerek tozu toprağı, pisliği söküp toplumdan atar. Alevi inancında kadın topluma dirliği düzeni getirir, önemli bir noktadadır yani. Semah da adaletli bir toplum kurma isteği gibi gelir bana.

Şarkılarının sözlerinde adalet öne çıkan temalardan biri…

Evet. “Elim Belimde”de Nevin Yıldırım’dan bahsediyorum. Nevin Yıldırım tecavüzcüsünün kellesini kopartıp köy meydanına attı. Böyle bir sistemde adaletin sükûnetle sağlanması mümkün değil. Devlete göre Nevin suçlu, ama Nevin’e sorsan masum. Neyin adaleti, kimin adaleti? Adaleti teslim etmek her zaman güllük gülistanlık olmuyor, olmayacak. Türkiye’de ataerkil zorbalık baskın, hikâyeler fırtınalı. Bu kadar saldırının içerisinde “medeni” yollardan bir şeyin çözülebileceğine inanmıyorum. Ben de tacize uğradım. Hukukla çözemedik mevzuyu.

Son yıllarda feminist hareket sokakta da, hukuk mücadelesinde de sesini yükseltiyor. Hiphop dünyasında da kadın MC’lerin öne çıktığını görebiliyoruz. İkisi arasında bir kesişim var mı?

Amerika’daki ilk örneklere baktığımızda Salt-N-Pepa diye bir kadın hiphop grubu var. Onlarda feminist isyanı görüyorsunuz. Türkiye’de kadın MC’ler doğrudan feminist bir tavırla başlamadı rap yapmaya. Örneğin, Ayben Nil Karaibrahimgil’le bir şarkı yapmıştı. Bu da kadınca bir çıkış, ama politik tarafı tartışmalı. “O beni prenses, peri sanıyor” lafında “pembe” bir kadın dayanışması teması var. Rinxlaya’nın davet ettiği Abis diye kuir kadınlarla dayanışan bir tayfa vardı. Onun dışında birkaç kadın arkadaş birbirimizi destekliyoruz. Harpya’yla çok iyi anlaştık, arkadaş olduk. Zeval ve Rinxlaya gibi kadın rap’çilerle de temasım var. Ankara’da Eva var. Henüz tanışmadık, ama müziğini beğeniyorum. Onların bilinçlerini seviyorum. Ama örgütsel anlamda hiphop ve feminizm arasında bir temas kurulmuş değil. Hiphop kitlesi politik bilinçten yoksun.

“Rap’in kimseye politik bir vaadi olmadı, ama hiphop kültürü antifaşisttir” diyorsun bir söyleşide…

Hiphop’un antifaşist tarafını zamanla öğrendim. Bronx’taki sokak partileri ayrıcalıklı beyaz dünyasına politik bir karşı çıkış. 2Pac’ın etrafındakilerin Afrikalı komünist partilerle ilişkisi vardı mesela. Artık hiphop âlemi de LGBTİ+’lara bakış ve cinsiyetçilik konusunda ciddi özeleştiriler veriyor. Buradan bakarsak, hiphop antifaşisttir. Ben de mesela söz yazarken cinsiyetçi küfürler kullanmamaya çalışıyorum. Hiphop’u küfürsüz düşünmek saçma, ama “sürtük” kelimesini kullanmamaya çalışıyorum. Bu bile feminist dille bir temas.

Feminist hareketle ilişkin, bağın var mı?

8 Mart’lardaki gece yürüyüşlerine, kitlesel eylemlere giderim. Ama bir kadın örgütü içinde değilim. Esenyurt’ta haşin bir dünyanın içinde yaşıyorum. Öldürülen kadınların kanlarını yerde gördüm. Hakikatlerimiz çok farklı. Benim sorunlarım sadece cinsel özgürlüklerle ilgili değil. Buradaki hayatı değiştiremeyecek bir örgütlülük bana anlamlı gelmiyor. Ama ne olursa olsun, her kadınla dayanışırım.

Bu siyasal ortamda kadın ve ayrıca hiphop’çu olmak nasıl bir şey?

Şarkılarımda ataerkiyle ilgili yardırıyorum. Beni “kitle seni dinlemez” deyip sahneye çıkarmazlar. “Elim Belimde”yi bir radyo programına yollamıştım. Programın editörü özür dileyerek “şarkıda ‘gelsin baba, gelsin devlet, gelsin cop’ diyor. Yayınlayamayız” dedi. Başka MC’ler şarkılarımı politik bulduğu için işbirliği yapmak istemez. Hiphop camiasında da ciddi bir baskı var. Ezhel Türkiye’ye giremiyor. Bir erkek bile bunları yaşıyorken kadınlar çok daha sert bir şekilde tepki görebilir.

Baskılarla nasıl başa çıkıyorsun?

Bilmiyorum. Geri gönderme merkezinde “genelde erkekler yabancı kadınlarla evleniyor, sizin Afrikalıyla ne işiniz var?” gibi sorular soruyorlardı. Sonuçta beyaz bir kadın olarak siyah bir erkekle birlikteyim. Bir noktadan sonra “ne olacaksa olsun” diyor herhalde insan. 32 yıldır hayattayım, yirmi yılını AKP ile geçirdim. Burjuva demokrasisinin bile işlemediği, haksızlığın normalleştiği bir dönemde yaşıyoruz. Açık bir şekilde bu kadar köşeye sıkıştırıldığımız, sindirildiğimiz başka bir dönem olmuş mudur, bilemiyorum. Erkekler her alanda ne yapmanız gerektiğini söylüyor. Bazı kadınlar da erkek ağzıyla söylüyor. Neyi nasıl yapmanızı söyleyen bir erkek aklı var her yerde. Bu akla karşı kendini var etme çabası yorucu.

Rap yapmaya başladığında nasıl baktılar sana?

Bana “erkek gibi rap yapıyorsun” derler. Sesimin tonu, tavırlarım insanların kafasındaki kadın profiline uymuyor. Beklemedikleri bir şey görüyorlar bende. Cüretkâr konuşuyorum. Harpya ile yaptığımız şarkıda “seni sik kafalı sefil” diyorum. Bu lafları duymak erkeklerin hoşuna gitmiyor. Kadın rap’çilere biçtikleri bir rol var, onu bekliyorlar benden. Kırılgan ve nazik olmamı istiyorlar. “Rölanti”nin videosunun altına adamın biri “bu sefer kadın gibi rap yapmışsın” yazmış. Sana ne birader! Ama tam tersi de var. Bazı erkekler “erkek” gibi rap yaptığımı düşünerek müziğimi seviyor. İki durumda da erkeklik korunup kollanıyor. Erkeklikle özdeşleştirdikleri hareketlere zeval gelmemesi için çırpınıp duruyorlar. Erkeklerin çoğu kadınlarla ilgili fikir belirtirken kendilerini sınırsız görüyor. Erkeklerin kendi aralarında sınırlar var, ama iş kadınlara gelince yok. Herifin biri diss’leşirken karşısındaki adamın eski karısının kiminle yatıp kalktığını anlatabiliyor mesela. Sana ne yahu, am bekçisi misin!

Express, sayı 181, Güz 2022

^