Ayşe, Hasret, İlknur, Yadigâr, Yasemin… Ve 115 Flormar işçisi daha. Anayasal haklarını kullanarak sendikalı olmak istediler, işten çıkarıldılar. Sermayenin ve devletin hikmetinden sual olunmaz demediler, direnişe başladılar. Flormar’ın reklam sloganı: “Kadınlar isterse her şeyi yapar.” Kadın işçilerin cevabı: “Flormar’a sendikayı sokacağız.” Gebze Organize Sanayi bölgesinden, Flormar direnişinin 16. gününden notlar, Express’in Haziran 2018 tarihli 164. sayısından naklen…
Yıllarca asgari ücretle günde en az on saat çalıştırılmışlar. Ne saat ücretlerine zam, ne fazla mesai, ne de gece vardiyası farkı. İşe makine operatörü olarak girseler bile kazan temizlemek dahil her işi yapmaya zorlanmış, iş kazası geçirdiklerinde hastaneye bile götürülmemişler. Zam istemek için utana sıkıla müdürün karşısına çıktıklarında müdür gülerek “50 liranın hesabını mı yapıyorsunuz?” diye dalga geçmiş.
Şeflerin baskısı, geçim sıkıntısı, kırılan gururları… Yıllarca hepsini çaresiz sineye çektikten sonra bir gün aslında bir çare olduğu fısıldanmış kulaklarına. Başka işyerlerinde çalışan işçilerin sendikalı oldukları için daha iyi, daha insanca koşullarda çalıştığını duyan gençler bunu fabrikadaki arkadaşlarına anlatmış. Sendikanın her işçi için anayasal bir hak olduğunu da. Bir umut: Sendika. Her biri bu umudu önce kendi makinesinde çalışanlara fısıldamış. Onlar da çay molalarında diğer bölümlerdeki arkadaşlarına. Patrona muhbirlik yapanların kulağına gitmesin diye gizli gizli örgütlenmişler.
Sonunda, yaklaşık altı ay önce, kozmetik bakım ürünleri imal eden Flormar fabrikasının çoğu kadın 350 işçisinden 170’i Petrol-İş Sendikası’na üye olmuş. Sendika, işyerinde çoğunluğu sağlayarak yetki belgesini almış almasına ama, fabrika yönetimi anayasa, hak hukuk dinlememiş. Sendikaya üye olan 115 işçiyi işten çıkartmışlar hemen. Yetmemiş, sendikalı arkadaşlarına alkışlarla destek veren işçileri de istifaya zorlamışlar. Flormar’ın yüzde 51 hissesini daha yeni Yves Rocher’ye satan patron bu işyerine sendika sokmamaya kararlıymış çünkü. Ama işçiler de sendikal haklarına sahip çıkmaya kararlıymış. Bu yüzden, yılgınlık içinde evlerine kapanmak yerine “Sendika hakkımız engellenemez!” diyerek fabrika önünde direnişe başlamışlar.
Ekmek ve güller
İşte şarkılı türkülü isyanı ve neşeli kararlılığı ile çoktan Türkiye emek hareketinin tarihine geçen Flormar direnişinin öyküsünü böyle anlatıyor direnişin kadın işçileri. Öyküleri, Ken Loach’un ünlü Ekmek ve Güller filmindeki sendikal hak mücadelesinin Türkiye uyarlaması adeta. Fabrika önünde toplanmış kalabalığın attığı sloganlara katılarak, lafı birbirlerinin ağızlarından alarak, heyecanla, gururla, özgüvenle anlatıyorlar yaşadıklarını:
“Yeri geldi, gecemizi gündüzümüze kattık. Sırf üretim adetimiz çıksın, rekor kıralım diye mola saatlerimizde bile üretimi durdurmadık. Ama her sene zam yapacağız dedikleri halde o vaatlerin hiçbir sonucu olmadı. 15 yıldan beri burada çalışıp asgari ücretin biraz üzerinde maaş alanlar var. Zam istemek için müdürün karşısına gittiğimizde bize gülüp dalga geçmesi çok zorumuza gitti. Anladık ki, işçiye hiç değer vermiyorlar, bizi asla dinlemeyecekler, hep dalga geçecekler. Bedavaya işçi çalıştırmaya alışmışlar, bizi enayi yerine koyuyorlar, ama artık gözümüz açıldı. Bundan sonra hakkımızı sendika savunsun, biz de bunlarla muhatap olmayalım diyoruz. Bu saatten sonra da sendikasız bir yerde asla çalışmayız, hakkımızı kimseye yedirmeyiz.”
Dört yıldır maskara bölümünde makine operatörü olarak çalışan Ayşe 32 yaşında, evli, bir çocuğu var. Diğerleri gibi onun da ilk direnişi, ilk hak mücadelesi bu. Eşi “İnceldiği yerden kopsun, hakkınızı arayın” diyerek sendikalı olmasına da, direnişine de destek vermiş. Ama aralarında boşanmanın eşiğine gelen, üzerine bıçakla yürünen, sadece fabrika yönetimine değil, eşine ve ailesine karşı direnmek zorunda kalan arkadaşları da var: “Direnişe başladıktan sonra hepimize baskı yaptılar. ‘Buraya kesinlikle sendika girmeyecek, hiçbir hakkınızı alamayacaksınız, hiçbirinize tazminat vermeyeceğiz’ dediler. Gerçekten de şu anda işten çıkartılan 120 işçiyiz, tazminatlarımızı alamadık. Çoğumuz 25. maddeden işten çıkartıldığımız için işsizlik maaşı bile alamıyoruz. 25. madde yüz karartıcı suç demek. Taciz, hırsızlık gibi suçları işleyenler için yani. Anayasal hakkımızı kullanmak yüz karartıcı suçmuş!”
Hasret 20 yaşında. Flormar’da 11 ay çalıştıktan sonra işten çıkarılmış. Üstelik 15 Şubat’ta geçirdiği iş kazasından sonra tedavisi yeni bitmişken: “İş kazası geçirmeden önce onları uyardım, ‘dayanamıyorum artık, alın beni bu bölümden’ diye. ‘Eleman yok, alamayız’ dediler. Gece vardiyasındaydık. Kazadan sonra hastaneye bile götürmediler, neredeyse kolumu kaybedecektim. Sonunda ailem gelip aldı beni. Onlar için çalışanların biri gelir, öbürü gider, önemli değil. Hiç kıymet vermiyorlar bize. Sendikaya üye olunca da ‘Niye sendikaya üye oldun, olmasaydın’ dediler. Sendikalı olursak patronlar sadece hak ettikleri kadarını kazanabilecek, fazlasını değil. O yüzden korkuyorlar sendikalı olmamızdan. Herkesin hakkını yiyerek ceplerini doldurmak istiyorlar çünkü.”
“Direniş gerçekten güzelleştiriyor. Bu mücadeleden de başarılı çıkacağız. Zaten fabrikanın yüzde 80’i kadın. Flormar’ın reklamı var ya, ‘Kadınlar isterse her şeyi yapar’ diye. Biz de istediğimizi yapıp Flormar’a sendikayı sokacağız.”
“Hapishane gibi”
Birçoğu sendikaya üye olabileceklerini ilk kez İlknur’dan duymuşlar. Sekiz yıldır Flormar’da çalışan İlknur da abisinden. Sendika olan işyerlerinde işçilerin maaşlarının daha yüksek olduğunu, 600 lira bayram parası, üç ayda bir ikramiye, ayakkabı, kömür yardımı aldıklarını, tüm sıkıntılarını sendika yardımıyla çözdüklerini öğrenmiş, sendikalı bir işyerinde çalışmaya başlayan abisinden: “İşçiler sendikanın anayasal hakları olduğunu veya faydalarını bilmedikleri için sendikalı işçi az. Bir de, patronlar istemediği için. Bu zamana kadar sömürmüşler işçileri. İşçiler de öne çıkıp haklarını korumamış, her deneni yapmışlar. Bunlar bizim de öyle olacağımızı düşündü ve bu düzeni devam ettirmeye çalıştı, ama biz gençler çok farklı düşünüyoruz, bu yüzden sendikayı fabrikaya getirmeyi istiyoruz.”
Daha önce sekiz yıl Eczacıbaşı Vitra’da sendikalı olarak çalışan 31 yaşındaki Yasemin ise sendika olan bir işyerinde işçilerin ne gibi haklardan yararlandığını iyi biliyor: “Sendikalı ve sendikasız işyeri arasında dağlar kadar fark var. Sendikalı işyerinde sosyal haklar var, iyi bir düzen var. Burada sadece baskı var. Arkadaşlar bana ‘sendikalı olmayı düşünüyoruz’ dediklerinde, ‘ben olurum, makinemdeki işçileri de yaparım’ dedim. Ama bölümdeki birkaç kişi patrona muhbirlik yaptığı için onlara söyleyemedim. Gizli gizli makinemdekileri örgütledim.”
Gördükleri tüm baskıya ve işten çıkarılmalarına rağmen hiçbiri sendikalı olduğuna pişman değil. Her sabah büyük bir hevesle erkenden kalkıp saat 7’yi geçirmeden fabrika önüne geliyorlar. Fabrikanın üretim birimi, deposu önünde çeşitli eylemler yapıp desteğe gelenlerle ve gazetecilerle konuşuyorlar. Mutlaka kazanacaklarına inandıkları için müthiş bir güç gelmiş hepsine. Gün nasıl geçiyor, anlamıyorlarmış bile. “Omuzumdan koca bir yük kalktı” diyor Ayşe. Yasemin ise, “İşsizim, ama gururlu ve onurluyum şu anda. Baksanıza orası hapishane gibi” diyor. Sadece üç aydır Flormar’da çalışan Yadigâr da durumundan hiç şikâyetçi değil:
“İyi ki çıkartılmışım diyorum. Bizi köle olarak görüyorlardı. Bu şartlarda daha uzun çalışsam daha fazla zorluk çekebilir, hatta kaza geçirebilirdim. En büyük sıkıntımız da o. İş kazaları çok oluyor burada çünkü. Bu üç ayda çok şey öğrendim: Siyaseti, dostluğu, direnmeyi, her şeyi. Daha önce iyi tanımadığım bazı arkadaşlarımla bu süreçte ne kadar yakınlaştığımızı, şimdi yanlarına geldiğimde gözlerindeki mutluluğu görüyorum. Evet, para, iş önemli, ama dostluk da çok önemli. Arkanızda duracak birilerinin olması mesela. Birlikte mücadele etmek güç veriyor, özgüven veriyor.”
“Kadınlar isterse her şeyi yapar”
Yadigâr henüz 19 yaşında, asgari ücretle çalışıyor, bekâr. Bir gün çay molasında fabrika dışında direnenleri izlerken kendisini evli arkadaşlarının yerine koymuş. Çocuğu olsa, bir de üstüne kira, doğalgaz, elektrik derken aldığı maaşın hiçbir ihtiyacını karşılamayacağını anlamış ve fabrika dışında direnen arkadaşlarına alkışla destek vermiş. Sen misin alkışlayan? Müdürü, yasadışı bir eyleme destek verdiği gerekçesiyle Yadigâr’ı istifaya zorlamış hemen. Ama o eninde sonunda bu fabrikaya sendika gireceğinden hiç şüphe duymuyor: “Bizim en büyük avantajımız kadın olmak. Çünkü kadınlar çok güçlü ve bu fabrika bunu iyi biliyor. Bu yüzden korkuyorlar bizden.”
Kadınların çalışmasının bile sorun olduğu bir ülkede direnmek kolay olmasa gerek. Mesela Yadigâr’ın babası çalışmasını istememiş. Ama Yadigâr hayatı öğrenmek istediği için çalışmak istiyormuş. Yani önce çalışabilmek için sıkı bir mücadele vermiş: “Buraya ulaşımım sorun oldu, onu çözdüm, tek başıma gelmeye başladım, insanlarla muhatap olmayı, kendimi savunmayı öğrendim. Hayatı evimden çok burada öğrendim. Kadınlar kesinlikle çalışmalı, çünkü hem özgüven kazanıyorlar hem de eşlerinin eline bakmıyorlar. Çok önemli bu. Hem kadınlar her şeyi yapar diyorlar, hem de hiçbir imkân vermiyorlar. Çocuk doğursun, yemek yapsın, kocasına baksın, başka bir şey yapmasın istiyorlar. Mesela üç çocuk deyip duruyorlar. Üç çocuğu doğurduktan sonra eşim alsa 1600 lira maaş, ben evde otursam, nasıl bakacağız o üç çocuğa?”
Üç çocuk lafı açılınca İlknur da sinirleniyor: “Biz artık at gözlüğüyle bakmıyoruz hayata. Her yerde kadınları özellikle sınırlıyorlar. Kadın hem çalışacak, hem evine bakacak, hem çocuk doğuracak. Nasıl yapacakmışız bütün bunları? Sömürü bu.”
Ayşe’nin çocuğu yetişkin. Ama bebekli, küçük çocuklu kadın işçilerin birçok fabrikada olduğu gibi Flormar’da da çok sıkıntı çektiğini anlatıyor: “Fabrikada kreş yok. Anneler çocuklarını ya belli bir ücret karşılığı komşulara, ya varsa kayınvalidelerine bırakıyor ya da dışarda kreşe veriyorlar.”
O sırada Ekmek ve Gül Kadın Dayanışma Derneği’nden kadınlar ellerinde “Flormar Değil Direniş Güzelleştirir” yazan kocaman bir pankartla direnişe desteğe geliyor. Kadın işçiler de, sloganlar ve alkışlarla karşılıyor onları. Ayşe kocaman bir gülümsemeyle, “Direniş gerçekten de insanı makyajdan daha çok güzelleştiriyor. Kadınlar olarak bu mücadeleden de başarılı çıkacağız. Zaten fabrikanın yüzde 80’i kadın. Flormar’ın reklamı var ya, ‘Kadınlar isterse her şeyi yapar’ diye. Biz de istediğimizi yapıp Flormar’a sendikayı sokacağız” diyor.
İki erkek kardeşiyle birlikte yaşayan Yasemin ilk kez bu direniş sayesinde deneyimlediği kadın dayanışmasından çok etkilenmiş: “Kadın dayanışması gerçekten varmış, bunu gördük. Kadın örgütleriyle ilk defa burada, direnişte tanıştım. Artık onlarla hep irtibat halinde olacağım. Bize her gün mesaj atıyorlar. Bundan sonra ben de onların etkinliklerine gider, ihtiyacı olanlara destek veririm. Zor duruma düştüğümüzde böyle bir dayanışma görmek bizi çok mutlu etti çünkü.”
Erik Dalı türküsü
Flormar Direnişi için uyarlanan Erik Dalı türküsü hoparlörlerden yükselince, hep birlikte türkü söyleyip dans etmek için sohbete kısa bir ara veriyoruz. Kalabalığa doğru birlikte yürürken Hasret, “Valla, ben evlensem de çalışmaya devam edeceğim. Seviyorum çalışmayı” diyor ışıl ışıl parlayan gözlerle.
“Gece gündüz çalıştık / Alın terimizi döktük / Üç kuruş para verdin / Gözün doymadı Flormar / Sendikalı olmak için bütün işçiler birleşti / Patron bunu öğrenince evlatlıktan reddedildik / Bütün işçiler yan yana / Haydi eller havaya / Bizi hafife alma / Sabrımızı taşırma / Tel örgüleri çeksen de / Brandaları gersen de / Bölemezsin bu işçiyi / Koca duvarlar örsen de…”
Kadınlar türkünün sözlerini artık iyice ezberlemiş, hep bir ağızdan, güle oynaya söylüyorlar. Bir yandan da pembe mavi pardösülerin uzun kolları, tişörtlü kadınların çıplak kollarıyla birlikte kalkıyor havaya. Petrol-İş’in mavi bayrakları, allı morlu başörtülerin ve siyah lepiska saçların arasında dalgalanıyor. Direnen işçilerin fabrikadakilerle irtibatını kesmek için parmaklıklara çekilmiş tel örgülerin ve brandaların ardında, üniformalı ve takım elbiseli birtakım erkekler kadınların coşkusunu izliyor. Onların suratları asık, elleri ceplerinde. Gebze Organize Sanayi bölgesindeyiz. Yoldan sık sık kamyonlar, servis otobüsleri, özel araçlar geçiyor. Birçoğu işçilerin direnişine destek olmak için korna çalıyor.
Halen fabrikada çalışan işçilerin çay molası başlıyor. Mavi önlüklü işçiler bahçeye çıkıp parmaklıkların biraz gerisinde toplanıyor. Parmaklıktaki tel örgüler ve branda yetmemiş, iki koca otobüs fabrikanın servis girişi önüne park edilmiş, bariyer niyetine. Ama tüm bu “aşırı önlemler” direnen kadınlara vız gelip tırıs gidiyor. Brandada çoktan delikler açılmış. Bu deliklerden içerideki arkadaşlarına el sallıyor, öpücük gönderiyor, Petrol-İş bayrakları uzatıyorlar. O sırada direnişin az sayıdaki erkek işçisi de arabaların üzerinde, ellerinde megafon bağırıyor: “Biliyoruz, içeride size baskı yapıyorlar, ama bizler dışarıda çelikten bir iradeyle direniyoruz. Kimse irademizi kıramaz. Petrol-İş’in mavi bayrağını mutlaka fabrikamıza dikeceğiz. Dayanın arkadaşlar, arkanızdayız. Flormar işçisi yalnız değildir!” Yani işten atılanlar, çalışanlara moral veriyor!
“OHAL bahanesiyle hem grevleri hem de bizim gibi direniş yapanları engelliyorlar. Ama OHAL’de seçim yapmasını biliyorlar! OHAL’de grev yasaksa seçim de yapılmamalı. Tüm düşüncelerim değişti. Eskiden başımızdaki giderse daha kötüsü gelebilir diye düşünüyordum. Anladım ki, mazlumun halinden hiç anlamıyorlar. Artık devam değil tamam diyorum.”
“Devlet patronların arkasında”
Peki ama patronlar, anayasal haklarını kullanarak sendikalı olan veya onları alkışla destekleyen işçileri işten çıkarma gücünü nereden alıyor? Sakin bir köşeye çekildiğimizde, bu soruya hepsi bir ağızdan cevap veriyor: “Devletten tabii!”
Hasret yüzünde acı bir gülümsemeyle ekliyor: “Devlet patronların arkasında olmasa bu Ramazan ayında 120 kişiyi kapının önüne koyamazlardı.”
Yadigâr giriyor araya: “Sendika hakkını devlet veriyor, ama bu hakkı almamızı engelleyen yine devlet. Bir de, OHAL yüzünden böyle davranabiliyorlar aslında. İşten atıldıktan sonra OHAL hakkındaki düşüncelerim de değişti. OHAL kötü bir şey. Haklarımız sınırlanıyor, özgürlüğümüz kısıtlanıyor. Önümüzdeki seçimlerden sonra OHAL kalkacak diyorlar, kalkmasını istiyorum.”
Ayşe atılıyor: “Tayyip Erdoğan, ‘bir işçi iki sendikaya üye olabilir’ diyor, ama sendikaya üye olduktan sonra OHAL bahanesiyle kendimizi kapının önünde bulduk. Hiçbir desteklerini görmedik. Her partiden gelen oldu buraya, AKP’den kimse gelmedi.” İlknur AKP’den söz edildiğini duyunca dudak büküyor: “Patronların tarafında oldukları için gelmediler. Para neredeyse onlar orada. Biz de bundan sonra işçinin yanında kim durursa ona göre hareket edeceğiz.”
İlknur da OHAL’in kalkmasını istiyor: “OHAL bizim durumumuzu çok etkiledi. OHAL olmasaydı belki şu anda içerde çalışıyor olabilirdik. Sendika anayasal hakkımız olduğu halde devlet arkamızda durmuyor. Ya bu hakkı anayasal olarak vermesin ya da arkamızda dursun.”
“Biz, işçiler, işçi sınıfı”
Bu yaşadıkları siyasi tercihlerini etkiledi mi acaba?
Daha önce hiç AKP’ye oy vermediğini gururla söyleyen Ayşe anlatıyor: “Kim seçilirse seçilsin, işçiye önem veren, işçinin emeğinin değerini anlayan, hakkını veren bir iktidar istiyorum. Daha iyi bir Türkiye istiyorum. İşsizlik had safhada. Gidişatı hiç iyi görmüyorum. Yakında daha çok sayıda işçi işten çıkartılmaya başlanacak. Kadınları hiç çalıştırmayacaklar belki de. Erkekler çalışsın diye kadınları işten çıkartacaklar.”
Daha önce AKP’ye oy veren İlknur’un siyasete bakışı ise, Petrol-İş’e üye olduktan sonra yaşadıkları yüzünden çok değişmiş:
“Dini bütün diye bu iktidara oy veriyorduk, ister istemez bu konudaki görüşümüz değişti. Ailem AKP’li. Ben de oy verdim. Ama şu andan itibaren çok farklı düşünüyorum. Biz kadınlar, işçiler olarak bunları yaşamak zorunda değiliz. Devletin her zaman işçinin yanında olması gerekiyor. Sermayeye o gücü veren, patronları yükselten biz işçileriz. Emek olmasa, onlar da olmaz. Artık hakkımızı savunan, bu süreçte bizim yanımızda olan hangisi olursa, bize kim güç verip arkamızda durursa, biz de ona destek veririz.”
Biz derken kimi kast ediyor? Hiç tereddüt etmeden cevap veriyor: “İşçileri. İşçi sınıfını.”
Yasemin de iktidarın işçiye hiç önem vermediğini anlamış. Oysa direniş öncesinde destekliyormuş onları: “OHAL bahanesiyle hem grevleri hem de bizim gibi direniş yapanları engelliyorlar. Ama OHAL’de seçim yapmasını biliyorlar! OHAL’de grev yasaksa seçim de yapılmamalı. Tüm düşüncelerim değişti. Eskiden kaç senedir başımızdalar, iyi kötü bir şeyler yapıyorlar, başımızdaki giderse daha kötüsü gelebilir diye düşünüyordum. Ama anladım ki, mazlumun halinden hiç anlamıyorlar, yoksa işçilerin hali böyle olmazdı. Artık devam değil tamam diyorum.”
Flormar direnişinin genç emekçi kadınları Türkiye’yi yönetenlerin erkek egemen zihniyetini ve devletin hikmetinden sual olunmazlığını sorgulamaya başlamışlar. Artık yıllardır bolca sömürülen dini kimliklerini değil, sınıf aidiyetlerini ve toplumsal cinsiyetlerini önceliyorlar. Direniş gerçekten güzelleştiriyor. Darısı Türkiye’nin başına.
Express, sayı 164, Haziran 2018