Louise Colet’ye
Croisset, 16 Ocak 1852, Cuma akşam
(…) Duygusal Eğitim’in bazı bölümlerinin seni bu kadar fazla heyecanlandırmasına şaşırdım sevgili dostum. O bölümler bence de iyi olmasına iyi, ama diğerlerinden senin dediğin kadar da üstün değil. (…)
Sana çarpıcı gelen sayfaları (Sanat vs. hakkında olanları) yazmak bana zor gelmiyor. Onları elden geçirmeyeceğim, ama sanırım daha iyi yazabilirdim. Coşkulu sayfalar, ancak pekâlâ daha iyi işlenmiş olabilirlerdi. O zamandan bu yana estetik alanında biraz ilerleme kaydettim ya da en azından vakt-i zamanında seçmiş olduğum ata artık daha sağlam bir şekilde oturduğumu söyleyebilirim. Neyin nasıl yapılacağını biliyorum. Tanrım! Zihnimde canlandırdığım üslûpla yazabilseydim ne müthiş bir yazar olurdum! (…)
İçimde, konu edebiyat olunca, birbirinden çok farklı iki adam peydahlanıyor: Biri gevezelik etmeye, lirizme kapılmaya, kartallar gibi yükseklerde uçmaya, cümlelerden yayılan her türlü sese ve zirvelerde gezinen düşüncelere bayılıyor; öbürüyse hakikati bütün gücüyle kazıp didikliyor, ufak tefek olguları da büyükleri kadar güçlü bir şekilde göstermeyi seviyor, suretini çıkardığı nesneleri neredeyse maddi olarak hissetmeni istiyor; gülmeyi seviyor ve insanın hayvaniliğinin tadını çıkarıyor. Duygusal Eğitim, ben bilincinde olmadan, zihnimdeki bu iki eğilimi kaynaştırmaya yönelik bir girişim oldu (insani tarafı bir kitapta, lirizmi başka bir kitapta yapmak daha kolay olurdu). Beceremedim. Böyle bir kitap, orasını burasını istediğin kadar düzelt (belki yaparım da böyle düzeltmeler), hep kusurlu kalacaktır; çok fazla şey eksik o kitapta ve bir kitabı zayıflatan şey her zaman bir eksikliktir. (…)
Duygusal Eğitim’in bir deney olduğunu söylemiştim sana. Ermiş Antonius da öyleydi. Bana –lirizm, duyarlılık ve aşırılık anlamında– sınırsız bir özgürlük tanıyan bir konu seçtiğim için kendimi çok rahat hissediyordum ve tek yapmam gereken yazmayı sürdürmekti. O on sekiz müthiş ay boyunca içimde o kitap sayesinde yaşadığım üslup çılgınlıklarının benzerini bir daha hiç yaşamayacağım. Nasıl da tüm kalbimle dizmiştim o değerli taşları kolyeme. Tek bir şeyi unutmuştum sadece: Kolyenin ipini. İşte ikinci teşebbüsüm buydu ve ilkinden de kötüydü. Şimdi üçüncü defa deniyorum. Artık ya başaracağım ya da kendimi camdan aşağı atacağım.
Bana güzel gelen, yazmak istediğim şey, hiçbir şey hakkında bir kitap; kendisi haricinde hiçbir yere bağlı olmayan, tıpkı herhangi bir destek olmadan havada duran dünya gibi bütünlüğünü kendi üslubunun içsel gücüyle koruyan bir kitap, konu namına neredeyse hiçbir şeyi olmayan ya da en azından konusu –mümkünse bu– neredeyse görünmez olan bir kitap. En güzel eserler, en az şey hakkında olanlardır; ifade düşünceye ne kadar yaklaşırsa, kelime düşünceye ne kadar güzel yerleşir ve onun içinde ne kadar eriyip giderse, eser de o kadar güzel olur. Bana öyle geliyor ki sanatın geleceğine bu yollardan gidilecek. (…)
İşte bu yüzden güzel ya da kötü konu diye bir şey yoktur ve Saf Sanat açısından bakarak şöyle bir aksiyomu kesin olarak ortaya koymamız mümkündür: Konu diye bir şey yoktur, zira üslup başlı başına şeyleri görmenin mutlak bir yoludur.
Ne kastettiğimi ayrıntılı bir şekilde açıklamak için koca bir kitap yazmam gerek. Yaşlılığımda, yapacak daha iyi bir şeyim kalmadığında, oturup hepsini yazacağım. Bu arada bütün gücümle romanıma çalışıyorum. O müthiş Ermiş Antonius günleri bir daha geri gelecek mi? Bu sefer sonuç farklı olsun, ne olur yüce Tanrım! Ağır ilerliyorum: Dört günde beş sayfa yazdım, ama şimdilik hoşuma gidiyor. Burada, Croisset’de huzuruma tekrar kavuştum. Hava berbat, nehir nehirden çok okyanusa benziyor, penceremin önünden kedi bile geçmiyor. Büyük bir ateş yakıyorum.
Çeviren: Emre Ayvaz, Kerem Eksen
Seslendiren: Erdem Şenocak