25 Nisan 2022’de, Türkiye tarihinde emsali görülmemiş anti-hukuk skandalı yaşandı. Gezi Parkı eylemleri gerekçe gösterilerek sekiz kişiye ağır hapis cezaları yağdırıldı. 2013’te, iktidarın tüm toplumsal itirazlara kulağını tıkayarak giriştiği kent katliamının ve bu hukuksuzluğun ardındaki otoriter siyasal zihniyetin, yurt sathında milyonlarca yurttaş tarafından protesto edildiği gösteriler “hükümetin devrilmesine teşebbüs” olarak karara bağlandı.
Bu teşebbüse yardım suçlamasıyla yargılanan Taksim Dayanışması üyeleri daha önce iki kez, 2015 ve 2020’de, Gezi Parkı davalarında beraat etmişti. Üçüncü yargılamada Can Atalay, Hakan Altınay, Yiğit Ekmekçi, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater, Mine Özerden ve Mücella Yapıcı’ya 18’er yıl hapis cezası verildi. İstinaf Mahkemesi kararı beklenmeden, “kaçmaları ihtimaline tedbiren” apar topar tutuklanarak cezaevine gönderildiler.
Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Osman Kavala’nın durumu ise ileride hukuk fakültelerinde örnek vaka diye okutulacak bir anti-hukuk şahikası: 18 Ekim 2017’de gözaltına alındıktan sonra, 2020’de Gezi Parkı davasından beraat etti. 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin suçlamalar devam ettiği için yeniden gözaltına alındı, Mart 2020’de bu suçlama kaldırıldı, ancak casusluk suçlaması devam etti. Kavala’nın büyük bölümü iddianame hazırlanmadan geçen dört buçuk yıllık tutukluluğunun ana gerekçesi olan casusluk suçlaması dünkü (22 Nisan 2022) duruşmada düşürüldü. Elde, daha önce beraat ettiği Gezi Davası kaldı ve “hükümeti düşürmeye teşebbüs” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.
Şimdi, milyonlarca insan soruyor: İki defa beraat kararı verilen bir dava niçin üçüncü defa görülür? İktidar partisinden milletvekili aday adayı olan bir yargıç nasıl mahkeme heyeti üyeleri arasında olabilir? İkiye bir alınan kararda, yargıç Kürşad Bektaş’ın düştüğü şerhe, “sanıkların üzerlerine atılı suçlardan cezalandırılmalarına yeter her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı”na ne demeli?
Bunlar bir yana, iki hafta boyunca, 80 ilde, milyonlarca kişinin katıldığı Gezi protestoları bir merkezden ve çoğunluğu mimar, şehir planlamacısı, hukukçu olan söz konusu sekiz isim tarafından nasıl organize edilmiş olabilir?
Bu da bir yana, iktidarların haksız, hukuksuz uygulamalarına karşı barışçıl protesto gösterileri düzenlemek temel bir anayasal hak ve dahası, bir yurttaşlık ödevi değil mi? İcraatlarının kamu zararına olduğu düşünülen hükümetlere karşı gösteri yapmak, onları istifaya davet etmek “hükümeti devirmeye teşebbüs” suçu olarak nasıl adlandırılabilir? O takdirde hükümet ortakları dışındaki bütün partileri kapatmak, siyaseti yasaklamak gerekir. Paşa gönüllerdeki aslan da o zaten, bütün partilere değilse de bazılarına, siyasetin tümüne değilse de işine gelmeyenlerine kilidi vurmak.
18 yıl ağır hapis cezası verilen Can Atalay’la Gezi günlerinde yaptığımız söyleşiyi şöyle sunmuştuk: “En başa saralım: Bu hareket nasıl başladı? Gezi Direnişi’nin ibret dolu bir evveliyatı var; Sulukule direnişi var, yoksul halk kesimlerinin yerlerinden edildiği Tarlabaşı, Gülsuyu, Fener-Balat direnişleri var. AKP iktidarının ‘kentsel dönüşüm’ adı altında yürüttüğü büyük rant vurgununun karşısına dikilen ‘üç beş çapulcu’ belki Tarlabaşı’nın ve Emek Sineması’nın yıkılmasını engelleyemedi, ama yüz binleri Taksim’e çıkarmayı başardı. ‘Direne direne kazanacağız’ sloganını hayata geçirenlerden Can Atalay’a bağlanıyoruz…”
Soma katliamından Aladağ öğrenci yurdunda yanarak can veren çocuklara, Hendek havai fişek fabrikası katliamından Çorlu tren faciasına, hukukçuluğunu toplumsal adalete hasreden avukat Can Atalay’la yeniden 2013 Haziran’ına, Gezi Parkı’na gidiyoruz. Gezi Parkı protestoları nasıl başladı, nasıl “organize edildi”, hükümetle, hükümetin devrilmesiyle ne ilgisi var? Can Atalay’ı dinliyoruz…
–1+1 Express
GEZİ NEDİR: CAN ATALAY ANLATIYOR
Gezi Parkı meselesi bu aşamaya nasıl evrildi?
Can Atalay: Bu mesele bütün bölgeyi dönüştürmeye yönelik 2009 tarihli 1/5000 ölçekli Beyoğlu nazım imar planıyla başladı. İstanbul’un bütünündeki kentsel dönüşüm uygulamalarında, yani Sulukule’de, Tarlabaşı, Gülsuyu, Fener-Balat’ta yaşananların bir başka biçimi de Beyoğlu’nda yaşandı. 2011’de, Taksim Meydanı ile ilgili Mete Caddesi – Gümüşsuyu aksı, Tarlabaşı – Cumhuriyet Caddesi aksı ve Sıraselviler Caddesi girişinde trafiği yeraltına almayı öngören yeni bir imar planı geldi. Bu planda öngörülen bir başka şey de, Gezi Parkı’nın ortasındaki bir yapılaşmaydı. Bu bölgenin dönüştürülmesiyle ilgili ilk adım Tarlabaşı’dır. Bedrettin mahallesiyle ilgili hazırlık biliniyor, Galataport ve Perşembe Pazarı biliniyor; bu liste böyle devam eder.
Hukuksuz ağaç yıkımı karşısında insanlar pozisyon aldı ve engel olmaya çalıştı. Tekrar yıkıma gelmeleri üzerine film koptu. Ondan sonrası, memleketteki tüm toplumsal kurtuluş taleplerinin Gezi Parkı’nın arkasına dizilmesinden ibarettir.
Olan bitene yönelik ilk önemli adımlardan biri, Mimarlar Odası’ndan Mücella Yapıcı’nın inisiyatifiyle, Mimarlar ve Şehir Plancıları Odası’nın çağrısıyla yapılan toplantıydı. Bu toplantıda yayınlanan bir deklarasyon metniyle talepler dile getirildi ve Taksim Dayanışması kuruldu. Burada, başta Mücella Yapıcı, şehir plancısı Akif Burak Atlar, Derya Karadağ, Peyzaj Mimarlar Odası’ndan Başak Özer’i isim isim anmak istiyorum; tırnaklarıyla kazıyarak bir buçuk yılda mücadeleyi bir yere kadar getirdiler. Sol kesim o âna kadar bu işi pek de önemsemedi. Ancak, bu davaya ilgi gösteren yurttaşlar da oldu, çok çeşitli eylemler yapıldı. Sonra bir anda, kış aylarında Cumhuriyet Caddesi tarafında paravanlar yükseldi. Bu başlı başına bir hukuksuzluktu, Büyükşehir Belediyesi’nin kiracıları hukuk ihlâl edilerek dükkânlarından çıkartıldı. Bir eylem yapılarak esnafların öncülüğünde barikatlar yıkıldı. O eylem sonrasında da nöbet tutulmaya başlandı. Çok yorucu olmasına rağmen nöbetleri bir dolu insan sırtlandı. Nöbetler devam ederken Taksim Dayanışma başka eylemler de yapmaya çalıştı.
Gel zaman git zaman, Divan Oteli tarafında, kendi hazırladıkları plan ve projede dahi yer almayan, “biz bunu bir gecede hallederiz” düşüncesiyle başladıkları hukuksuz ağaç yıkımı karşısında insanlar pozisyon aldı ve engel olmaya çalıştı. Salı (28 Mayıs) sabahı tekrar yıkıma gelmeleri üzerine, insanlar yine engel olmaya çalıştı ve sonra film koptu. Ondan sonrası, memleketteki tüm toplumsal kurtuluş taleplerinin Taksim Gezi Parkı’nın arkasına dizilmesinden ibarettir. Bu vesileyle insanlar tüm taleplerini sokaklarda haykırdılar ve hükümet derli toplu bir adım atmazsa, haykırmaya devam da edecekler. Hukuki olarak, belediyenin Divan Oteli tarafında yapmaya çalıştığı faaliyetin hiçbir dayanağı yoktu. İkincisi, cuma günü (31 Mayıs) ikinci saldırının hemen sonrasında Gezi Parkı’nın yurttaşlara kapatılma çabasının da hiçbir hukuki dayanağı yoktu. Polislere söylemiştim, onlar da bunun farkındaydı. Dolayısıyla, İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararı alması önemlidir, fakat ona bile gerek yoktu. Yürütmeyi durdurma kararı meseleyi rahatlatmak için hükümetin arkasına dizilebileceği, başbakanın yargının değil de kendi ağzından çıkmış söz gibi kullanabileceği bir imkândır. Ama başbakan onu da kullanmadı, yargıya fırça attı. Mimarlar ve Şehir Plancıları Odası’nın ve Peyzaj Mimarları Odası’nın açtığı bir dava var, meselenin bütününe ilişkin iptal kararı bekliyoruz.
Her görüşten insanın beraber durması çok sevindirici. Herkes çok sorumlu davrandı. Buradaki bütün siyasetlerin toplamından çok daha büyük bir durum var. Bir yurttaş hareketi var ortada, insanlar kendileri karar veriyor.
İlk itiraz eyleminin bu kadar büyümesini ve yayılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Burada her görüşten insanın beraber durması çok sevindirici. Hayatta konuşmayacağım siyasetlerle görüşmeler yaptım. Şu âna kadar herkes çok sorumlu davrandı. Buradaki bütün siyasetlerin toplamından çok daha büyük bir durum var. Kitleler kendi eylemleri sırasında öğreniyorlar, bu çok kıymetli. Yepyeni bir kuşak çıktı ortaya. Bu durumun devam edip etmemesi toplumsal muhalefetin alacağı pozisyonla ilgili. Ucuz radikalliklerden uzak durulması önemli. Bu mücadelenin bir ileri aşamaya taşınması, toplumsal muhalefetin meşruiyeti düzenin meşrebinde aramayıp kendi eyleminde ve fikrinde kurmasıyla mümkün olabilir.
Koordinasyonun bundan sonraki adımları ne olacak?
Mesele şu ki, barikatları devrimciler tuttu, insanlar arkalarına yığıştı. Koordinasyonun durumu da böyle. Evet, önemli işlevleri var koordinasyonun, ama olayların sadece bir kısmına şekil verebiliyor; yangın çıkmasına engel olabiliyor, insanlar AKM’ye çıkıp tepesinden düşmesin diye çalışıyor. Onun dışında, bir yurttaş hareketi var ortada, insanlar kendileri karar veriyor. Kitleler hakikaten kendi eylemlerinde öğreniyorlar. Solun bu meseleyi ciddi bir şekilde değerlendirmesi lâzım.
Express, sayı 136, Haziran 2013