MARDİN ŞAHMARAN KADIN PLATFORMU
Kadın yüzyılı kaçınılmaz
Gülizar İpek: Tıpkı Taksim gibi, Mardin’de gösteri yasağıyla girdik 25 Kasım’a. Yine de, şiddete, cinsiyetçiliğe, savaşa, yoksulluğa karşı eşitlik, adalet, barış ve özgürlük için isyanı büyütüyoruz. İranlı kızkardeşlerimiz gibi saçımızın teline, haklarımıza, özgürlüğümüze sahip çıkıyoruz. Tacize, tecavüze, LGBTİ+ bireylere yapılan saldırılara, kadın kırımına, savaşa, yoksulluğa, eril devlet şiddetine karşı isyandayız. Coğrafyamızdaki savaş ve direniş bugün bizlerin isyanını büyütüyor.
İran’ın başkenti Tahran’da, 22 yaşındaki Jina Mahsa Amini’nin sırf saç tellerinin görünmesi nedeniyle ahlâk polisi tarafından işkenceyle katledilmesi, artık halk için ve özellikle de kadınlar için son noktaydı. İran’da ve Rojhılat’ta başlayan halk isyanı, devrime doğru adım adım giden bir isyandır. İran’da yaşayan insanlar, özellikle de kadınlar, molla rejiminin tüm baskı aygıtlarını halk üzerinde kullanmasından, ahlâk polislerinin kadınlara sürekli baskı kurmalarından ve mevcut eril zihniyetin kadın bedeni üzerinde karar vermesinden bıkmış durumdalar. Kadınlar, alanlara dökülerek kadın devrimine doğru giden isyanı başlattı ve bu isyan büyüyerek tüm İran’a yayıldı. Herkes bir ağızdan “Jin, Jîyan, Azadî” sloganıyla, artık bu diktatör rejimi kabul etmediğini duyurdu. Kadınların öncülüğünde başlayan bu isyanın sloganı da Kürt kadınlarının her yerde haykırdığı “Jin, Jîyan, Azadî” idi. Bu slogan bir felsefeye dönüşerek tüm dünyaya yayıldı ve dünyanın birçok yerindeki kadınların sokaklara dökülerek veya saçını keserek verdiği destek, varolan direnişi daha da güçlendirdi. Kürt kadınlarının barbar IŞİD çetelerini yerle bir ettiği Rojava’da kadınlar, demokratik, ekolojik, özgür ve eşit bir yaşamı örmek için mücadele ediyorlar. İlerleyen süreç ve kadınların verdiği bu büyük mücadele, 21. yüzyılın “kadın yüzyılı” olacağının kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Kadınların bu değiştiren ve dönüştüren gücünün farkında olan hegemonik devletler de korkularından dolayı her fırsatta kadınlara saldırıyor. Çünkü kurdukları eril düzenin devam etmesi için kadınların özgürleşmemesi gerektiğini çok iyi biliyorlar. Nitekim Jineoloji Akademisi üyesi, yazar, gazeteci, kadının karanlıkta bırakılan hakikatini ortaya çıkarmak için sürekli araştırmalar yapan Nagihan Akarsel’in Süleymaniye’de bir suikast sonucu katledilmesi de bu korkunun sonucudur.
Kendi tanımladıkları aile yapısı devletin prototipidir: Erkek yöneten, kadın hizmet edendir. Bizler, aileyi yok sayan veya tamamıyla kutsallaştıran bir yerden yaklaşmıyoruz. Bilâkis özgür, eşit ve demokratik bir aile modelinin demokratik bir toplumun da gereği olduğunu belirtiyoruz.
İktidar bloku tarafında, Kürtleri statüsüz bırakmak için yapılan saldırılarla, yine kadınlar, çocuklar ve doğa katlediliyor; diğer taraftan savaşa aktarılan bütçe nedeniyle halk, özellikle de kadınlar, her geçen gün daha da yoksullaştırılıyor, dahası yoksulluk kadınlaştırılıyor. Kadınları sürekli ayrıştıran ve hiçleştiren kadın düşmanı politikalarla tüm kazanımlara saldırılıyor ve cezasızlık politikalarıyla bu saldırıları meşrulaştırmaya çalışıyorlar. İktidarın politikası, aile üzerinden kadını köleleştirmek ve eve hapsetmektir. Bunun içindir ki “kadın dediğin üç-beş çocuk doğurur”, “kadın dediğin eşine sürekli hizmet eder”, “kadın ve erkek hiç eşit olur mu” ve “kadının en kutsal görevi ve mesleği anneliktir” şeklinde söylemleri dillerinden düşürmezler. Kadınların dört duvar arasında şiddete daha fazla maruz kalmaları ve mücadeleden kopmaları amacıyla aileyi bu kadar ön planda tuttuklarını çok iyi biliyoruz. Çünkü, kendi tanımladıkları aile yapısı devletin prototipidir: Erkek yöneten, kadın hizmet edendir. Bizler, aileyi yok sayan veya tamamıyla kutsallaştıran bir yerden yaklaşmıyoruz. Bilâkis özgür, eşit ve demokratik bir aile modelinin demokratik bir toplumun da gereği olduğunu belirtiyoruz. İktidar ise, tanımladığı aile kavramı üzerinden, aile yapısına uygun olmadığı veya toplum ahlâkını bozduğu iddiasıyla üreten, mücadele eden kadınlara ve LGBTİ+’lere saldırarak ayrımcılığı daha da körüklüyor ve bu söylemleriyle kadın ve LGBTİ+’lerin daha fazla şiddete maruz kalmasına neden oluyor. Her gün en az üç kadının katledildiği, şüpheli kadın ölümlerinde, kadına yönelik taciz, tecavüz ve şiddette ciddi bir artışın olduğu böylesi bir dönemde, iktidar İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz bir şekilde çekildikten sonra, hâlâ çocuk cinsel istismarını düzenleyen TCK’nın 103. maddesini değiştirerek çocuklara yönelik taciz ve tecavüzü meşrulaştırmaya, 6284 sayılı yasayı uygulamayarak kadın katliamlarını artırmaya çalışıyorlar.
Biz kadınlar, kadınların kazanılmış haklarının gasp edilmesini, kadınların aile adı altında köleleştirilerek her türlü şiddete maruz bırakılmasını kabul etmeyeceğiz. 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Haftası’nda tek isteğimiz, şiddetsiz bir yaşam için gerekli politikaların uygulanmasıdır. Ancak, güç uğruna ülkeyi yerle bir eden bu iktidarla bu politikaların uygulanmasının mümkün olmadığı da aşikârdır. Bu iktidarın bir an önce demokratik yollarla gönderilmesi gerekiyor. Kadın mücadelesi, Mirabel kardeşlerden Mahsa’ya, kelebek etkisiyle İranlı kadınlardan tüm dünyaya büyüyerek devam ediyor ve kadınların örgütlenmesiyle daha da büyümeye devam edecektir. Özellikle de erkek devletin kendi iktidarını korumak ve ayakta kalmak amacıyla yürüttüğü savaş politikalarına karşı, kadınlar barış talebini daha da yükseltmeli.
ROSA KADIN DERNEĞİ
Cinskırıma karşı ortak mücadele
Adalet Kaya: “Jin Jiyan Azadî” dünyadaki pek çok kadının haykırdığı bir slogana dönüştü, kadın özgürlük mücadelesini tanımlamaya başladı. 8 Mart’larda bu sloganı alanlarda haykırdığı için yargılanan, haklarında iddianame hazırlanan ve cezaevine konan, sürgünde olan pek çok kadın var. Otuz yıldır bu coğrafyada bütün kadınların ortaklaştığı bir slogan bu ve dünyada kadın hareketine mâlolması, pek çok coğrafyada ifade edilmesi çok heyecan verici. Tabii ki duygusal bir tarafı da var, gözleri doluyor hepimizin. Kürt kadını Jina Mahsa Amini’nin katledilmesiyle alevlenen İran devrimi, İran’da başlayan kadın direnişinin de “Jin Jiyan Azadî” sloganıyla özdeşleşmesi, direnişin Kürt kentlerinde ve kadınlar öncülüğünde başlamış olması, bunların hepsi çok anlamlı ve kadınların o öncü, değiştiren, dönüştüren gücünü bir kere daha gösteriyor bize.
Tabii bunda o kelebek etkisinin de farkına varmak lâzım. Rojava’da kadınların IŞİD’le mücadelesi de, Latin Amerika’daki kadınların mücadelesi de çok etkili. Bu çok bütünlüklü ve ortak, bizim hem güç aldığımız hem de güç vermek istediğimiz bir mücadele. Sınırları aşan ve büyümesini istediğimiz bir devrimsel etki oluşacağını düşünüyoruz. İran’da kadınlar sokakta her türlü devlet şiddetiyle karşı karşıya. Onlara nasıl güç verebiliriz derken bizim de mücadeleyi büyütmemiz gerekiyor. Tam da şimdi başlayan bir savaş var. Özellikle Türkiye’de biz bu filmi daha önce izledik. Patlayan bombaların, sınır ötesi operasyonların amacını biliyoruz. Bu iktidar kendi varlığını sürdürmek için toplumsal barışı, komşuluk ilişkilerini, bunların hepsini kurban ediyor. Bütün sistem savaş politikaları üzerinden kendi varlığını sürdürmek üzerine kurgulanmış. Sınır ötesi operasyonlarla, içeride operasyonlarla, ırkçı, dinci, cinsiyetçi söylemlerle toplumda derin yarıklar açıyorlar ve bu yarıklarda kendilerini var etmeye çalışıyorlar. Bunları zaten biliyoruz ve kabul etmiyoruz.
Kelebek etkisinin de farkına varmak lâzım. Rojava’da kadınların IŞİD’le mücadelesi de, Latin Amerika’daki kadınların mücadelesi de çok etkili. Bu çok bütünlüklü ve ortak, bizim hem güç aldığımız hem de güç vermek istediğimiz bir mücadele.
Kadın ve barış mücadelesi bu coğrafyada iç içe geçmiş durumda. İkisini birbirinden ayıramazsınız. Savaşın olduğu coğrafyalarda kadına karşı şiddet, çocuk istismarı gibi pek çok konu zaten önlenemez bir şekilde artarak devam ediyor. Kadına karşı şiddetle mücadele etmek isteyen bir devlet savaş politikalarından arınmış olmalı. Aileyi kutsallaştırma, aile üzerinden LGBTİ+ düşmanlığını yaygınlaştırma meselesi var bir de. Eşit yurttaşlık hakkını ihlal etmekle kalmayıp yaşam hakkını tehdit altına alabilecek düzenlemeler yapmak istiyorlar. Aile içerisinde kadınların nasıl şiddet gördüğünü, çocuk istismarlarının nasıl gerçekleştiğini biliyoruz. Aile dediğimiz kurum tamamen iktidarın söylemleriyle şekillenen, kadınların içeriye hapsedildiği bir cezaevi kimi zaman. Derin yoksulluk meselesi var, kadınlar gerçekten artık çok çaresiz bir durumdalar. Kadınlar ve çocuklar ekonomik şiddete maruz kalıyorlar. Ne yazık ki şüpheli kadın ölümleri artıyor, kadın cinayetleri cinskırım boyutuna varıyor. Kadınları eve hapsetmeye, kamusal alandan koparmaya dönük saldırılar kadını şiddete açık hale getiriyor. Yasaların uygulanmadığını, 6284 sayılı yasanın kamu görevlileri tarafından uygulanmadığını zaten biliyoruz. İktidar kadınların hayatının her alanına savaş açtığını gösteriyor. Bu 25 Kasım’da korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız. Irkçı, milliyetçi, cinsiyetçi, dinci, militarist anlayışın hâkim olduğu bir süreçten geçiyoruz. Daha güçlü bir kadın mücadelesi, değiştiren, dönüştüren, öncülük eden bir mücadele oluşturmak gerekiyor. Şiddetsiz ve barış içerisinde yaşam hakkımızı savunuyor ve istiyoruz. Onurlu ve onarıcı barışın kadınlar eliyle gerçekleşeceğine, bunun bütün mekanizmalarını yine kadınların oluşturabileceğine inanıyoruz.