Manisa’da seçim havası nasıl? Neler yapıyorsunuz?
Gülsüm Çolak: Seçim için ilk çalışmamız Soma’da oldu. Çarşı pazar, köy köy gezdik. Sonra, Akhisar’da çalıştık, oranın köylerine gittik. Manisa’nın merkezinde de çalıştık. İnsanlar iyi karşılıyor. “Bizi sadece beş yılda bir hatırlamayın” diyorlar. Çiftçi kısmı ne EMEP’i ne Yeşil Sol Parti’yi tanıyor. İnsanların kulağına kar suyu kaçırıyoruz, öyle diyeyim. Sokakta umuda dair bir şey yok. İnsanların yüzündeki gülümseme gitmiş. Burası yıllardır sağ görüşlü insanların elinde. Oysa bir işçi kenti Manisa. Böyle bir yerin bu halde olması çok acı. Çünkü burada gerçekten acı var. Daha çok mücadele verilirse acılar iyileşir, umut da çoğalır. Ama şunu da söyleyeyim: Bundan önceki seçim olsa, biz bu kampanya çalışmasını burada yapamazdık.
Niye?
Saldırırlardı.
Bugün durum farklı mı?
Daha farklı. Bugün insanlar iktidardan umutlarını kaybetti. “Bizi kim doğru düzgün yönetebilir, kimsenin kimseyi ezmediği bir düzen nasıl oluşur” diye düşünüyorlar. AKP’den Mehmet Ali Özkan var, buranın milletvekili. Ne işçiye ne esnafa ne tarımda çalışana faydası var. Halk diyor ki, “Ankara’ya gidiyorlar, maaşları ceplerine koyuyorlar, bizi unutuyorlar, seçimden seçime geliyorlar”. İnsanlar beş yılda bir hatırlanmak istemiyor.
Soma halkı tarımla uğraşırdı. Lüks değildi yani insanlar. Şimdi şehirde farklı giyiniyoruz, ama borçlu yaşıyoruz. Nasıl desem, şehir hayatı veresiye bir hayat. Köyde üretir, karnını doyurursun. Ama artık köyler büyük oranda boşaldı. Biz şehre iner inmez araziler maden şirketlerine peşkeş çekildi.
Size dile getirilen dertlere, taleplere karşı nasıl önerileriniz ya da vaatleriniz oluyor?
İnsanlara “arazilerinizden, topraklarınızdan, köylerinizden kovulmayın” diyorum. Köyünü terk eden, toprağını satan bunu emeklilik hayaliyle, biraz daha iyi bir yaşam için yapıyor. Ama sistem öyle işlemiyor. Beşli çete gibilere peşkeş çekiliyor buralar. Halbuki hükümet çiftçiyi, köylüyü, tarımla uğraşanı desteklemeli, insanlara güvence vermeli. Mazot fiyatı düşük olmalı. “Hayvancılığını yap, asla emeğin karşılıksız kalmayacak, ben alacağım” demeli hükümet. Güvence olursa insanlar tarımdan kopmaz. Fabrikalarda çalışan kadınların çocuklarına kreş yapılması lâzım. Baştaki amir 60 bin lira alacağına 20 bin lira alsın, şirket o parayı kreşe harcasın. Güzel fikir, değil mi? Biz, az önce de dediğim gibi, insanların kulağına kar suyu kaçırıyoruz. Sömürüldüklerinin farkında bile değiller. “İş buldum, evime ekmek götürüyorum, yeter” diyorlar. Bu yüzden de kimin, nasıl, nereden vekil olacağı önemli.
Kendinizi seçmenlere kısaca nasıl tanıtırsınız?
1967 yılında Soma’nın Kozluören köyünde doğmuşum, ama babam üç yaşımı yemiş, 1970’te nüfusa geçirmiş beni. Kimliğimi de okula başlayınca almış. Babam madenciydi. Soma’da 60’larda kaçak madenler vardı. Babam kaçak madenlerde çalışırdı. Madenden kendini alamazdı, çok çalışırdı. Annem altı çocuğu yalnız büyüttü, hem de tarımla, hayvanlarla uğraşırdı. İneğimiz, keçimiz çoktu, tarlalar ekilirdi.
Siz de küçük yaşta mı başladınız tarımla uğraşmaya?
Evet, köy yerinde öyledir. Rahmetli abimle oğlakları gütmeye giderdim. Büyük abim de keçileri güderdi. Ablam tütünle ilgilenirdi. Annem bize yemek yapardı, peynir atardı. Herkesin bir işi vardı. Her işi kendin yapar, her ihtiyacını kendin yetiştirirsin. Hiçbir şeyin tadı kendi yetiştirdiğine benzemez. Taze soğanı kuru ekmekle yemek bile çok lezzetli olurdu.
Şimdi aynı lezzet yok mu?
Yok. Soma talan edildi. Havası suyu değişti. O eski tadı nasıl bulacaksın?
Arpanı, mısırını, baklanı kendin çıkarırdın. Kavun ekilirdi mesela. Kırkağaç’ın kavunu meşhurdur. Manisa patates üretimine de uygun. Ama hepsi yok oldu. Soma’ya yakın Kınık, Bergama, Poyracık’taki tarım tarlalarını yabancı şirketler aldı. Onlar da “Mısırdan çocuk maması üretilecek” diyerek bastılar ilacı.
Köyden şehre göçmeye nasıl karar verdiniz?
Büyük abim askerden geldikten sonra ailem “şehre inelim” dedi. O sıralarda beraber oğlak güttüğümüz abim de traktörün altında kalıp vefat etmişti. Böyle olunca şehre gittik. Şehirde okula gitmeye başladım. İlkokulu bitirdim. Bir komşumuz “Gülsüm’ü okutalım” diye babama çok ısrar etti. Abim öldükten sonra babamın kafası yerinde değildi. Beni okutma taraftarı olmadı. Okumak içimde ukde olarak kaldı. Yirmi yaşına gelince, ‘88 yılında İsmail abinizle evlendim. Senesine oğlum Uğur dünyaya geldi.
Köy yaşantısından şehre geçiş zor oldu mu sizin için?
Oldu, olmaz mı? Köy ve şehir birbirinden çok farklı. Başta şehirdekiler yadırgadı bizi. Zamanla insanlara sevgiyle yaklaşıp onlara dokununca alıştık birbirimize. Karşımızdaki evde yaşlı bir nine yaşardı. Annem “Ninenin evine süpürge çek, camını, kapısını sil” derdi. İlkokul çağımda o ninenin işlerini tutardım. Böyle böyle küçük yaşta sorumluluk kazandım.
Nasıl bir yerdi Soma?
Soma 70’lerde o kadar da büyük değildi. Şimdiki gibi apartmanlar yoktu. Tek katlı eski zaman evleriydi. Tam şehir gibi değildi, ama köye göre şehir gibiydi. Soma’nın halkı tarımla uğraşırdı. Lüks değildi yani insanlar. Şimdi şehirde farklı giyiniyoruz, ama borçlu yaşıyoruz. Nasıl desem, şehir hayatı veresiye bir hayat. Köyde üretir, karnını doyurursun. Ama artık köyler büyük oranda boşaldı. Biz şehre iner inmez maden şirketleri köyleri talan etti. Araziler maden şirketlerine peşkeş çekildi. Bakalım ilerde ekecek toprak bulabilecek miyiz?
Burada kadınların çoğu eşinin eline bakan kadınlardı. Ama bir anda eşleri madenlerde öldü. Ne yapacaklardı, ayaklarının üzerinde durmaları gerekiyordu. Adalet mücadelesi vermeye başladılar. Mahkemelerde, yürüyüşlerde, sokak mücadelesi veren kadınlara çok saldırıldı, “başka” gözle bakıldı. Ama kadınlar hayata dört elle sarıldı.
“Soma’da tütün ekilirdi” dediniz, başka ne ekilip biçilirdi?
Hayvancılık da çok iyiydi. Hayvanının besisini kendin çıkarıyordun. Arpanı, mısırını, baklanı kendin çıkarırdın. Kavun ekilirdi mesela. Kırkağaç’ın kavunu meşhurdur. Manisa patates üretimine de uygun. Ama hepsi yok oldu. Mısır tarlalarını özel sektöre kiraya verdiler. Soma’ya yakın Kınık, Bergama, Poyracık’taki tarım tarlalarını yabancı şirketler aldı. Onlar da “mısırdan çocuk maması üretilecek” diyerek bastılar ilacı. Bunun üzerine çok insan hastalandı. Çünkü suyun içinde püskül çektiriyorlar. Bunu yaptığın zaman yüzün gözün yara olur.
Siz hâlâ tarımda çalışıyor musunuz?
Bu sıralar gitmiyorum, ama yıllarca tarlalarda çalıştım. Bizde dayıbaşılık sistemi var. Tarla sahipleriyle işçi arasında köprüyü oluşturan bir sistem bu. Patronla anlaşıyor, sana cüzi bir miktar veriyor aracı. İçinden kendine pay alıyor. Patronun zamanı yok, gelecek de seni kamyonla alacak, tarlaya götürecek. O yüzden onlar götürür bizi tarım arazilerine. Keşke sigortam olsaydı, şu an emekli olurdum herhalde. Yevmiye üzerinden çalıştım. Yılda iki-üç ay boş kalırdım, onun dışında hep çalıştım. Küçücük bir bahçem var şimdi. Su çok pahalı, o yüzden pek sebze ekimi yapamıyorum. Ama soğan, sarmısak ektim. Malûm, soğan çok pahalı. Ispanak, marul da yapıyorum. Çok değil, kendimize yetecek kadar. İki kilo soğan tohumu aldım, 50 lira. Rabbim verirse inşallah, yirmi-otuz kilo olur herhalde.
Biraz önce Manisa’nın sağcı-muhafazakâr yanına değindiniz, şehrin toplumsal yapısı nasıl?
Madenler bu kadar popüler değilken, aileler çocuklarıyla birlikte tarımda çalışır, tütünü falan birlikte yapardı. Ev almaktan düğünlere her şey tütün hasadına göre planlanırdı. Ama tarıma kota konup halk tarımdan uzaklaştırılınca üretemez olduk. Bir nevi açlıkla terbiye edildi halk. İnsanlara “ekip biçme, sana dönüm başına bu parayı vereceğiz” dendi. Bu da cazip geldi. Ekilmeyen tarlalar kamulaştırılarak madenlere peşkeş çekildi. İnsanlar madene mecbur bırakıldı. Önceden komşuluk vardı, paylaşmak vardı, emeğin kıymeti vardı. Ama artık bu yok maalesef. İnsanlar sömürünün farkında olsa da ses çıkaramıyor. “Köyümden kovulmuşum, başımı sokacak bir ev alayım” diyor. Gidiyor, banka kredisiyle ev alıyor. On yıl boyunca köle oluyor. Erkekler madende, kadınlar eve kapatılmış, bastırılmış. Onlar da ses çıkaramıyor. “Kocam iyi kötü getiriyor” diyorlar. Burada kadınların da örgütlenmesi gerekiyor.
Her gün ağır şartlarda çalışan madenciler birer birer, ikişer ikişer ölüyor. İnsanın en çok canını acıtan da ne, biliyor musunuz? Sorumluların birinin bile ceza almaması. Hukuk sistemi hep sermayeyi mi koruyacak? Hiç ezilenleri savunmayacak mı bu hukuk sistemi? Hukukun terazisi eşitlense olmaz mı?
2014’teki katliam gibi maden “kazası” sonrasındaki adalet mücadelesiyle bir dönüşüm oldu ama herhalde, öyle değil mi?
Soma’da değil sadece, Türkiye genelinde kadına biçilen rol dizini kırıp evde oturması, ev işi yapması, çocuk doğurması. Ama bilmiyorlar ki bir kadın her şeyi başarır; çocuk da doğurur, parasını da kazanır, sokakta mücadelesini de verir. Soma’da kadınların çoğu evde yemek yapan, eşinin eline bakan kadınlardı. Ama bir anda eşleri madenlerde öldü. Sudan çıkmış balığa döndüler. Ne yapacaklardı, ayaklarının üzerinde durmaları gerekiyordu. Mahkemede, sokakta adalet mücadelesi vermeye başladılar. Somalı kadınlara mahkemelerde, yürüyüşlerde, sokak mücadelesi verdiklerinde çok saldırıldı, onlara “başka” gözle bakıldı. Ama birçok kadın “bu hayatta ben de varım, çocuklarımın bana ihtiyacı var” diyerek hayata dört elle sarıldı. Ama tabii ki insanlarda bazı şeyleri kırmak, empati kurmak gerek. Burada erkeklere de rol düşüyor, kadınlara destek olmaları gerekiyor.
Yeşil Sol Parti listesinden EMEP’in milletvekili adayı olmanız nasıl oldu, adaylık teklifi nasıl geldi?
Soma 301 Madenciler Sosyal Yardımlaşma Derneği’ne geldiler. Eşime teklif edildi önce, ama o hem sağlık sorunları olduğu için hem de derneğin başkanlığını yürüttüğünden kabul edemeyeceğini söyledi. Oğlumu önerdik. Oğlum hukukçu. Üç üniversite bitirdi. Ama “sen çok hak mücadelesi verdin anne, bu sana yakışıyor” diyerek geri çekildi. EMEP İzmir il başkanı Emine Uyar “Gülsüm ablayı Meclis’e sokuyoruz” dedi. Bir gecede oldu bitti. Apar topar Ankara’ya gittim. Öyle başladık.(gülüyor)
Neredeyse on yıldır sürdürdüğünüz hak mücadelesinin başlangıcına, bu mücadeleye nasıl girdiğinize biraz dönelim mi?
O gün, yani 13 Mayıs 2014 günü… İçimde bir sıkıntı vardı. Öyle bir sıkıntı ki, ağlamak istiyordum. Ama bilmiyorum niye, bir sebep yok. Eşimin ablası gelmişti. Öğleden sonra, akşama doğru, “Uğur geldi mi?” diye oğlumu sordu. Halasıyla Uğur atışırlardı hep. Uğur işten geldiğinde, işçi elbiselerinin kirini hortumla akıtır, makinaya öyle atardı. Baktım, çamaşırları kapının önüne koymamış. “Gelmemiş” dedim. “Madenlerin birinde patlama olmuş, Uğur’dan haber almaya çalış” dedi. Tepemden aşağı kaynar su iner gibi oldu. Uğur’u aradım, ulaşamadım. Patlamanın hangi maden ocağında olduğunu bilmiyoruz. Eşim tarlaya gitmişti. Komşumu arayıp “beni hastaneye kadar götürür müsün?” diye sordum. “Gülsüm abla, ben Uğurların madenindeyim, gelemem” dedi. Öyle deyince kaynar su tepemden indi. Hastaneye vardığımızda “ölü sayısı çok” diye bağırıyorlardı. Sürekli anonslar yapılıyordu, “Bilmem kim filan hastaneye, yangın ünitesine götürüldü” diye. Herkes bir şey söylüyordu… (konuşmayı sürdüremiyor)
Musa Piroğlu vekil maaşlarının asgari ücretle aynı olması için teklif vermişti… Hiç kimse bu teklifi kabul etmedi. Bu kadar yüksek maaş alan bir milletvekili halka dokunabilir mi? Vekilleri biz seçiyoruz, ama onlar halkın içinde değil. Halk sömürünün vekil maaşlarından başladığını biliyor.
Geçmiyor, geçmiyor gülüm. Onuncu yıla girdik. Geçmiyor. Aslında her gün ağır şartlarda çalışan madenciler birer birer, ikişer ikişer ölüyor. Bunları toplayın, bir ayda 301’i bulur. İnsanın en çok canını acıtan da ne, biliyor musunuz? Sorumluların birinin bile ceza almaması. Çocukları büyüdü oğlumun, ama sorumluların biri bile hâlâ ceza almadı. Hukuk sistemi hep sermayeyi mi koruyacak? Hiç ezilenleri savunmayacak mı bu hukuk sistemi? “Ezilmiş bir insan olarak insanlara ne kadar dokunabilirim, nasıl faydalı olabilirim? Meclis’te ne kadar ses getirebilirim?” diye düşünüp dururum. Hukukun terazisi eşitlense olmaz mı?
Tek başıma bile kalsam bu mücadeleyi devam ettiririm. Ama birlikte daha güçlü bir mücadele veremez miyiz? Ezilen insanlarla buluşup örgütlenmek, kim hak arıyorsa yan yana gelmek iyi olmaz mı? Ancak birbirimize ulaşırsak güç oluruz. Ben herkesle buluşmaya çalışıyorum. 15 Temmuz darbesini yaptığı iddiasıyla tutuklanan askeri öğrencilerin aileleriyle de konuşuyorum mesela. Benim gözümde onlar da hukuksuzluğa uğradı. O çocuklara yapılan işkenceleri annelerinden dinliyorum. Canım acıyor. Onlar da anne. Biz birbirimizi anlarız.
Soma davasının avukatlarından Selçuk Kozağaçlı ve Can Atalay’ın tutuklu olması bu mücadelede kendinizi yalnız hissetmenize neden oldu mu?
Canlar ölürken veya tutuklanırken insanların birbirinin acısını hissetmediğini düşünüyorum. Belki bu doğru değil, ama öyle hissediyorum.Selçuk’u, Can’ı, Mücella ablayı yanımda hissediyorum. Onlardan güç alıyorum. Ama öyle bir kalabalığın içindeyiz ki, kalabalıktaki insanlar seni görmüyor, sen de o kalabalıktakileri görmüyorsun belki.
Seçim çalışması yaparken de kalabalıklar içindesiniz. Adaylığınıza Somalılar nasıl bakıyor?
Sevdiğim saydığım bazı insanlar adaylığımı öğrenince “hayırlı olsun, Ankara’ya giderken yanında büyük sandık götür, maaşı koyacak yer bulamazsın” dediler. Meğer milletvekilleri yüksek maaş alıyormuş. (gülüyor) O arkadaşıma “Ben zaten o paraları az zıkkımlansınlar diye adayım. Kimsenin kimseyi sömürmediği bir sistemi kurmak için adayım, ezilenlerin adayıyım” dedim.Arkadaşım, “o zaman tamam, oyum sana” dedi. Belki hatırlarsınız, milletvekili Musa Piroğlu vekil maaşlarının asgari ücretle aynı olması için teklif vermişti… Hiç kimse bu teklife “evet, kabul ediyoruz” demedi. Bu kadar yüksek maaş alan bir milletvekili halka dokunabilir mi? Vekilleri biz seçiyoruz, ama onlar halkın içinde değil. Halk sömürünün vekil maaşlarından başladığını biliyor. Haklılar da.
Baskıcı sistem olmasın. Hiç sevmem baskıcılığı. Yoruldun mu uzanacaksın bir ağacın gölgesine, dinleneceksin, sonra kalkıp işine döneceksin. Meclis’e girersem bunları gerçekleştirmek isterim. Mümkün mü, bilmiyorum. Ama arkadaşlarım bana cesaret veriyor.
Sahada size kimler destek veriyor, kampanyanızı kimlerle yapıyorsunuz?
“Seçim çalışmasına gideceğiz” dediğimizde karınca kararınca herkes ortaya ne varsa koyuyor. Kumbara yaptık. Mazot alınıyor. Simidin, çayın parasını ortaklaşa çıkartıyoruz. Kimse “gidelim de bir lokantada karnımızı doyuralım” demiyor. Çeşitli dernekleri ziyaret ediyoruz. Tüzüğümüzü anlatıyoruz. “Hayırlı olsun” diyorlar, ama bu tam destek anlamına gelmez. Bir-iki sene önce seçim çalışması yapabileceğimi aklımdan bile geçiremezdim. Soma’da ilk defa böyle bir şey oluyor. Zincir kırılacak.
Bir videoda pazarcı bir kadınla konuşurken tarım işçisi olduğunuzu, bir kadın olarak onu temsil edeceğinizi söylemeniz üzerine, “oyumu sana vereceğim” diyor. Seçim çalışmaları sırasında sokakta karşılaştığınız yaklaşım genel olarak böyle olumlu mu?
Şu âna kadar hiç kötü tepki almadım. Mahallenin çarşısında eşimin bir arkadaşıyla karşılaştım. “Vekilim, biraz yalakalık yapayım sana, kapını ben açayım, poşetlerini ben taşıyayım” diyordu espriyle. “Git Allah aşkına, kafa bulma benimle” dedim. O da “bana bak, Ankara’ya gittiğinde ‘vekillere öyle dört yılda emeklilik yok’ diyeceksin, biz otuz yıl yeraltında sömürüldükten sonra emekli olabiliyoruz” dedi. Böyle tepkiler oluyor. Hangi partiden aday olduğun önemli değil; istekler ve talepler ortada, adalet ve eşitlik arayışı var. İnsanlar diyor ki, “bir vekil iki-üç yılda emekli oluyor, hem de benim otuz yıllık emeğimin katbekat fazlası maaşla”. Ben insanlara “sizden biriyim, sizin üstünüze basamam, siz benim üstüme basın, beni eleştirin” diyorum. Ben tarım işçisiyim, bir ev kadınıyım. Kendimi Meclis’te milletvekili olarak düşününce yadırgıyorum. Meclis’te hep topuklu ayakkabılı, takım elbiseli insanlar görüyorum. Ben insanların üzerine basan biri olmak istemiyorum. İnsanların üzerine basamam, ancak onlarla beraber yürürüm. Oraya gidince bu insanları hatırlamamak bana vicdan azabı verir. Soma faciasını düşünün. Patlamadan 21 gün önce Özgür Özel madenler denetlensin diye gensoru vermişti. Ne oldu? Bizim seçtiğimiz milletvekilleri orada olmadığı için, bu gensoru reddedildi. Meclis’e seçiliyorsan, orada olmak zorundasın. Kavgaysa kavga yapacaksın.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ortak listesinden, EMEP’ten aday olmanız çevrede nasıl karşılanıyor?
Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi, kardeşiz hepimiz. Güç birliği oluşturursak başarabiliriz ancak. Bütün adaylarımıza bir bakın, Alevi de var, Sünni de var, Çerkes de var. Rengârenk bir çiçek gibi. Hak, özgürlük, ekmek, insanın insanı sömürmediği, ezmediği bir sistem, kimsenin kimseyi ezerek yükselmediği bir düzen… Partinin programı bu. İnsanlar buna değer veriyor.
Manisa’da 2018’de HDP 67 bin oyla yüzde 7 civarında bir sonuç elde etti. 14 Mayıs’ta ne olur sizce?
Burada MHP kesenin ağzını açmış diye duydum. Yeşil Sol Parti’yle yarışacak diyorlar. Ama insanlar bir gecede kararını değiştirmezse, bence Yeşil Sol Parti Manisa’da vekil çıkaracak. Manisa’da sanayi, tarım, madencilik önemli. Yani, emeğiyle geçinen çok işçi var. Bu yüzden Manisa’dan emeğin hakkını verecek, işçinin hakkını savunacak bir vekilin seçilmesi çok önemli.
Vekil seçilirseniz ne yapmak istersiniz, bir hayaliniz var mı?
Çok hayalim var. İnsanların şehirlere değil de köylere yönlendirilmesini isterim; köylerinde dursunlar, güzel okullar açılsın. Köy okulları kapanınca insanlar koptu köyden. Taşımalı sistemle çocuklar yollarda heba oldu. İnsanlar hayvanlarına, tarlalarına bakabilsin isterim. Bunun için köydeki insanların üretebilmesi lâzım tabii. Devlet de bu ürünleri alacak. Mesela Manisa’nın orman köylerinde mantarcılık yapılabilir. Ben de mantarcılık yapmayı isterdim. Ama gücüm az, yoruluyorum.
Son söz?
Baskıcı sistem olmasın. Hiç sevmem ben baskıcılığı. Yoruldun mu uzanacaksın bir ağacın gölgesine, dinleneceksin, sonra kalkıp işine döneceksin. İnsanlar şehirlerde kendilerini yıpratıyor. Meclis’e girersem bunları gerçekleştirmek isterim. Mümkün mü bilmiyorum. Ama arkadaşlarım bana cesaret veriyor. İnsanlar emeğine sahip çıksın, ekmeğini çalanlardan hesap sorsun. Kendilerini korkusuzca ifade etsinler. Seçilirim ya da seçilmem, önemli değil. Meclis’e girecek çok güzel arkadaşlarımız var. Bütün kalbimle herkesin oyuna talibim. Oyları Yeşil Sol Parti’ye bekliyorum. Ben kazanamazsam arkadaşlarım kazanır.