AYŞE ÇETİNBAŞ VE ÇAYAN DEMİREL’LE “ARKADAŞIMIZ ÇAYAN”

Söyleşi: Anıl Olcan
23 Mart 2020
SATIRBAŞLARI

“38”, “Dr. Şivan”, “5 no’lu Cezaevi”, “Bakur” belgeselleriyle tanınan Çayan Demirel 2015’te geçirdiği kalp krizi nedeniyle yüzde 99 engelli durumda. Ama “düşman hukuku” “Bakur”a kestiği “terör propagandası” cezasını, 4 yıl 6 ayı çektirmeye hazırlanıyor. Demirel’in başındaki tek bela bu değil, malulen emeklilik hakkının gaspedilmesine karşı da ayrı bir hukuk mücadelesi içinde. Bütün bunlar olurken eşi Ayşe Çetinbaş ve sinemacı dostları “Çayan’ın bir gününü çekelim ve herkese anlatalım” dediler, ortaya “Arkadaşımız Çayan” adlı bir belgesel çıkardılar. Filmi aşağıda veya @cayanladayanis hesabının duyurusuyla kamuya açıldığı haliyle Youtube kanalında izleyebilirsiniz. Belgeseli ve 2015’ten beri yaşananları Ayşe Çetinbaş ve Çayan Demirel’den dinliyoruz. Express’in son sayısından naklen…


Arkadaşımız Çayan
nasıl ortaya çıktı?

Ayşe Çetinbaş: Batman 2. Ağır Ceza Mahkemesi 18 Temmuz 2019’da Çayan’a ve Ertuğrul Mavioğlu’na dört buçuk sene hapis cezası verdi. Bir gün öncesinde, davanın başından beri takip eden sinemacı arkadaşlarla bir toplantı yapmıştık. Mahkeme, üstelik avukatlarımızın yokluğunda, dört buçuk yıl hapis cezası verince şok geçirdik. “Ne yapabiliriz” diye toplantılara devam ettik. Çayan’ın sağlık durumuna ait raporlar dosyada olmasına rağmen dört buçuk yıl hapis cezası verilmesi avukatların deyimiyle “düşman hukuku” demekti. Çayan kalp krizi geçirdi ve düzeldi gibi düşünülüyordu. Toplantıların birinde “Çayan’ın bir gününü çekelim ve herkese anlatalım” dedi arkadaşlarımız. Bir kampanyanın parçası olarak ortaya çıktı Arkadaşımız Çayan. Filmde gündelik hayatımızın kısa bir bölümüne eşlik edildi. Arkadaşımız Koray Kesik Çayan’la dışarı çıktığında, Bajar’ın konserinde Berke Baş çekim yaptı. Evlerimizdeki çekimleri Koray yaptı. Almanya’dan bir yönetmen arkadaşım, Diana Naecke o sıralar bizde misafirdi, o da çekimler yaptı. Kurgucu arkadaşımız Burak Dal montajı üstlendi. Enis Köstepen, Berke Baş kurgu sürecine dahil oldu. Burak filmi son haline getirdi. Kolektivite doğal bir şekilde oluştu ve filmin adı kendiliğinden Arkadaşımız Çayan oldu.

Çayan nasıl karşıladı bu fikri?

Çok heyecanlandı. Çayan sınırlı koşullarda dışarıdaki hayatla bağ kurabiliyor. O bağı başka biri kurarsa hayatla ilişkisi daha da güçleniyor. Durumunun farkında. Ve hemen kabul etti. Ekiptekiler zaten yakın dostlarımız. Dolayısıyla, güven sorunu yaşamadım. “Onlar bunun doğru olduğunu düşünüyorsa, doğrudur” dedim.

 


Filmin kurgu sürecinde yer aldınız mı?

Çayan Demirel: Kurguya gittim. Bazı önerilerde bulundum. Ama öyle çok katkım olmadı.

Ayşe: Çayan ayrıca görme engelli. Ona sahneleri tek tek betimleyerek anlattık filmi: “Şu an şu var, sen şöyle yapıyorsun…” İlk versiyona “fena olmamış” dedi. Son halineyse “çok güzel olmuş” dedi. (gülüyor) Uzun uzun değerlendirme yapabilecek durumda değil, ama “fena olmamış”tan “çok güzel olmuş”a geldik.

Arkadaşımız Çayan ile Çayan Demirel’in gündelik rutinine tanıklık ediyoruz. Bunun dışında günleriniz nasıl geçiyor? Yapamadığınız neler var?

Çayan: Sesli kitapları dinliyorum. Yaşar Kemal’in Çakırcalı Efe’sini dinledim en son. Hafta içi her gün hastaneye gidiyorum, fizik tedaviye. Müzik dinliyorum. Konserlere gidiyorum. Bu süreçte Metin Kahraman’ın konserine gittim. Umut Altınçağ’ın konserine gittim. Van’a gitmek istiyorum. Van’da felçli arkadaşım var, Servet. Onu görmek istiyorum.

Ayşe: Galatasaray’daki eylemlere her şeyi bırakıp giderdi. Sadece eylemler de değil. Çayan çok sosyaldir. Kadıköy’de çaycıdan elektrikçiye, herkesle muhabbeti vardı. Onunla İstiklâl Caddesi’nde yürüyemezsiniz, hep bir tanıdıkla karşılaşır. Her hafta Cumartesi Anneleri’ne gitmek istiyor. Hep soruyor “hâlâ açılmadı mı Galatasaray Meydanı” diye.

Ayşe: Çayan eskiden sesli kitapları dinleyemiyordu. Kısa bir öyküye bile odaklanmakta zorluk çekiyordu. Bu kitabı bir hafta sonunda dinleyerek bitirdi. Gözle görünmeyen, ama yaşadıkça farkına vardığımız şeyler oluyor.

Tedavinin sonuç verdiğini söyleyebilir miyiz?

Çayan: Aynı şeyleri yapmaktan sıkılıyorum. Ama egzersizleri yaparken düzeldiğimi görüyorum. Sıkılıyorum, ama iyi geldiğini hissediyorum. İyi oluyorum. İyiye gittiğimi biliyorum. Yaşama inadım hâlâ devam ediyor. Hâlâ direniyorum. Sağlığıma kavuşacağım.

Bakur’a açılan dava için pek çok sefer Batman’a gittiniz. Mahkeme süreci nasıldı?

Ayşe: Bakur’un Batman’daki gösteriminden ötürü Ertuğrul Mavioğlu, Dicle Anter ve Çayan’a soruşturma açılmıştı. Dosyada bahsi geçen gösterim 5 Mayıs 2015’teydi. Çayan o günlerde komadaydı. O gösterimde “terör örgütü propagandası” yapıldığı iddiasıyla açılmış soruşturma. Soruşturma aşamasında ifadesini almak için polis eve geldi. İfade verebilecek durumda olmadığını anlattım, Çayan’ın sağlık raporlarını emniyete götürdüm. Raporlardan da anlaşılacağı üzere, Çayan yüzde 99 engelli. Yine de dava açtılar. Bir filmden dolayı ceza davası açmak, üstelik Çayan’ın durumundaki birine dava açmak çok acımasızca. Rahatsızlandıktan sonra Çayan’ı hiç hayattan koparmadık. Mahkemeye Çayan’ın katılması da bunun bir parçası, zaten bunu kendisi de talep etmişti.


Mahkemenin Çayan’ın durumunu gördüğündeki tepkisi nasıldı?

Ayşe: 18 Temmuz’da kısa karar, birkaç hafta sonra da 12 sayfadan oluşan gerekçeli karar açıklandı. Kararda hukuki açıdan sorunlu ve esastan bozulması gereken pek çok şey vardı. Avukatlar hemen itiraz etti. Avukatların itirazına cevaben “Mahkeme huzuruna çıktı ve gördüğümüz kadarıyla herhangi bir zihinsel ve fiziksel kusur gözlemlenmemiştir. İnfazı yerine getirmemesi için bir neden yoktur” gibi bir şey yazmışlar. Rezalet.

Çayan: Ben üzülmüyorum. Çünkü devlet var orada. Devletin ne olduğunu biliyorum. Bu yaşıma kadar direndim. Hâlâ mahkemede onların karşısında olmam bunun göstergesi. Onların karşısına çıkabilmek, onların karşısında hâlâ söz söyleyebilmek benim için yeterli.

Mahkeme kararını duyunca ne hissettiniz?

Ayşe: O celsede karar verilmesini beklemiyorduk. Avukatlarımızın aynı gün İstanbul’da başka duruşmaları vardı ve mahkemeye mazeret sunmuşlardı. Dolayısıyla son savunmalarını dahi yapmamışlardı. Bu yüzden erteleme bekliyorduk. 18 Temmuz perşembe gününe denk geliyordu, ertesi gün adli tatil başlayacaktı. Bir ceza çıkma olasılığının farkındaydık elbette. Ama bu kadarını beklemiyorduk. Nu Jin filminden ötürü aynı mahkeme Dicle Anter’e iki yıl bir ay, yönetmen Veysi Altay’a iki yıl altı ay ceza vermişti. Yaklaşık öyle bir ceza çıkmasını bekliyorduk. Ama Çayan’ın özgün koşuluna rağmen üst sınırdan dört buçuk yıl ceza çıkınca bir kasıt olduğunu düşündük.

Çayan: Sesli kitapları dinliyorum. Yaşar Kemal’in Çakırcalı Efe’sini dinledim en son. Müzik dinliyorum. Konserlere gidiyorum. Metin Kahraman’ın konserine gittim. Umut Altınçağ’ın konserine gittim. Van’a gitmek istiyorum. Van’da felçli arkadaşım var, Servet. Onu görmek istiyorum.

Çayan: Sağlığım yerinde olsa hapse girmek sorun değil. Ama orada da birilerine yük olacağım.

Cezanın infazı nasıl olacak, cezaevine girme olasılığı var mı?

Ayşe: Çayan’ın hapse girmesini bizim aklımız almasa da, maalesef Çayan’dan daha kötü durumdaki hastalar da cezaevlerinde tutulabiliyor. Mesela Metris R tipi cezaevinde hastabakıcıların gözetiminde hasta tutuklular kalıyormuş. Avukat arkadaşlarımızdan korkunç hikâyeler duyuyoruz. Siyasiler Metris’ten F tipi cezaevlerine nakil olmak istiyormuş, en azından yoldaşları tarafından bakılırlar diye. Şu an istinaf mahkemesinin kararı bekleniyor. Teorik olarak, dosya esastan bozulup yeniden yargılama süreci başlayabilir, ki doğrusu budur. Karar onanırsa, geçtiğimiz yıl yapılan yargı reformu kapsamında Yargıtay yolu açılır. Yargılama sürecinin daha uzun süre devam edecek olması çok yorucu ve saçma, ama Çayan’ın hemen hapse girmesini önleyebilecek bir durum da oluştu.

Mahkemeden bu kadar ağır bir ceza çıkmasının geçmişte yaptığınız politik belgesellerle bir ilgisi var mı sizce?

Çayan: 38’i de yasaklamışlardı. Eser işletme belgesi vermediler. Yurtdışında bile gösterime girdi, Dersim’de gösteremedik. Ama daha sonra Dersim’de herkes izledi.

Bakur’un çekimlerine başlarken başınıza gelecekleri öngörmüş müydünüz?

Çayan: Yok. Hiç. “Barış gelecek ve filmimizi rahat rahat yapacağız” diye düşünüyorduk. Maalesef öyle olmadı.

Ayşe: Çayan böyle diyor ama, Bakur gibi bir film yaparken başımıza gelebileceklerin de farkındaydık elbette. Doğal olarak her türlü sorumluluğu da alıyorsunuz böyle bir film yapmaya kalktığınızda. Ama her şeyin bu kadar sert bir biçimde değişeceğini açıkçası düşünmemiştik. Barış süreci için “Bakur’la başladı, Bakur’la bitti” demek istemem ama, filmin zamanlaması ilginç oldu. Tam biz galamıza hazırlanırken masalar devrildi ve her şey değişmeye başladı. Türkiye olarak yaşadığımız her şey filmin de yolculuğunu etkiledi.

Filmin festival yolculuğu nasıl oldu?

Ayşe: Bakur’un ilk gösterimini Berlinale’de yapmak istiyorduk, ama baştan yeşil ışık yakmalarına rağmen, son dakika ret mektubu aldık. B planı yapmamıştık, ama yurtdışından başka bir festivalde filmi açmayı düşünüyorduk. O sırada İstanbul Film Festivali’nden teklif geldi. Festival yetkilileri “Çayan’ın yeni filmini bizde açalım, çok önemli bir film, özel bir gösterim yapacağız” dediler. Filmin Türkiye’de gösterimi konusunda acelemiz yoktu. Yaptığımız filmin farkındaydık, bu yüzden yavaş yavaş girmek istiyorduk. Çayan ve Ertuğrul Mavioğlu filmin İstanbul Film Festivali’nde açılmasını istemiyordu. O konuda ben ısrarcı oldum ve onları ikna ettim. Sonrasında tabii pişmanlık duymadım değil.

Neden pişmansınız?

Ayşe: Filmin yapımcısı olarak, yönetmenleri tercih etmedikleri bir yola sokmuş oldum. Filmi yurtdışında büyük bir festivalde göstermenin Türkiye’deki gösterimlerine de olumlu katkısı olacağını düşünüyorduk. Yurtdışında ses getirmiş bir filme laf etmeleri daha zordu. O dönem böyle şeylere biraz daha dikkat ediyorlardı. Şimdi umurlarında olmaz, istersen Oscar al. Çayan’la Ertuğrul filmin kurgusuyla uğraşırken ben bu festival davetini kabul etmemiz gerektiğine onları ikna ettim. Sonrasında yaşadıklarımız o tartışmalar sırasında ifade ettikleri kaygılarında ne kadar haklı olduklarını düşündürdü. Bu kaygıları anlıyordum elbette, ama riski almayı tercih ettim o zaman. Pişmanlık demek doğru değil belki, riski aldık ve sonuçlarını yaşadık.

Ayşe: Çayan’ın hapse girmesini bizim aklımız almasa da, maalesef Çayan’dan daha kötü durumdaki hastalar da cezaevlerinde tutulabiliyor. Mesela Metris R tipi cezaevinde hastabakıcıların gözetiminde hasta tutuklular kalıyormuş. Avukat arkadaşlarımızdan korkunç hikâyeler duyuyoruz.

Bakur’un ilk gösterimi nasıldı?

Ayşe: İlk gösterimi Diyarbakır’da yapmak istiyorduk. Çayan’la birlikte o dönem Diyarbakır Büyükşehir eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı’yı ziyaret ettik. “Batı”dan insanları Diyarbakır’a götürüp büyük bir gala yapmak istiyorduk. Böyle bir hayalimiz vardı. Şu an kayyumun elinde olan Cegerxwin Kültür Merkezi’nde yapmayı arzu ediyorduk. Sonuçta, çok önemli bir tarihsel olay olan barış sürecinin bir parçası olan filmin galasıydı. Tarihi bir an! Filmi ithaf ettiğimiz Halil Dağ’ın ölüm yıldönümü olan 1 Nisan’da yapmak istiyorduk galayı. Bizim için manevi anlamda çok önemliydi.

Neden yapılamadı o gösterim?

Ayşe: Çünkü 18 Mart’ta Çayan’ın kalbi durdu.

O günü hatırlıyor musunuz?

Çayan: Hiç hatırlamıyorum.

Ayşe: İzmir’deydim. Önceki gece Çayan’a Bakur’un afişinin son tasarımlarını göndermiştim. Ertesi sabah Çayan’ın kalbi duruyor. Evimizin sokağında saat 11 civarı yığılıp kalıyor. İnsan Hakları Belgesellerini Geliştirme atölyesinde çalışıyordum, dersteydim. Araya çıkınca telefonuma bir baktım, 18 çağrı var. Oturduğumuz sokaktaki terzi aramış, sonra da “eşin sokakta bayıldı” diye mesaj atmış. Bayılmış dediği için, kalple ilgili bir sorun olduğunu düşünmemiştim. 112’yi aramışlar, ama ambülans erken gelmemiş. Tesadüfen geçen bir ambülans ilk müdahaleyi yapmış. Koray’ı aradım, telefonda ağlamaya başladı. Şok geçirdim onun ağladığını duyunca. Yarım saat boyunca ambülans hastaneye götürmemiş Çayan’ı. Meğer yarım saat boyunca kalp masajı yaparak hayata döndürmüş doktorlar Çayan’ı. Kalbi durmuş, tekrar çalışmış. Bekleyiş çok kötüydü. “Çayan öldü ve bana söylemiyorlar” diye düşünüyordum. İzmir’den apar topar hastaneye gittim. Hastanenin avlusu tıklım tıklımdı. Yoğun bakım ünitesine doğru yürüdüğüm ânı hatırlıyorum. Herkes endişeliydi, gözleri üzerimdeydi. İlginçtir, Haydar abiyi hatırlıyorum. Mis Sokak’ta bir çaycı vardır, Haydar abi işletir orayı. Başka bir yerde göremezsiniz onu. Hastaneye bir gittim ki, orada. “Haydar abi bile buradaysa, çok kötü bir şey oldu” diye düşündüm. “Çayan öldü herhalde” dedim. Yoğun bakımda, dokunduğumda buz gibiydi. Hasarın yayılmaması için hipotermi uygulamışlar. Bir süre sonra Çayan’ın göğüs kafesinin hareket ettiğini gördüm. “Tamam” dedim, “Çayan hayatta, gerisi hikâye”. Gerisini toparlarız.


Çayan’ın beyninde hasar meydana geldiği ne zaman belli oldu?

Ayşe: Yoğun bakımdaki ilk iki-üç gün çok kritikti. Kalbi duran bazı insanlar komadan hiçbir şey olmamış gibi uyanabiliyor. Ama Çayan’ın kalbi çok uzun süre durduğu için beynindeki hasar fazlaydı. Doktorlar kritik sürenin sonunda muayene ettiler. Yüzleri düşük bir şekilde odadan çıktılar. Beklediklerinden çok daha fazla bir hasar söz konusuydu anlaşılan. Sonra yavaş yavaş durumu anlattılar. Beyninin hasar gördüğünü, o an için etkileri konusunda net bir şey söyleyemeyeceklerini, ama beynin ön tarafında karakterimizi etkileyen bölgenin hasarlı olduğunu söylediler. Dolayısıyla, uyandığında kimseyi tanıyamama ve bambaşka bir insan olarak geri dönme ihtimali vardı.

Komadan çıkış nasıl oldu?

Ayşe: Tamamen komadayken tepki verdiği şeyler de oldu. Mesela arkadaşımız Aşkın Çevik ziyaretinde Çayan’la eski bir anısını anlattı ve Çayan aniden gülmeye başladı. (gülüyor) Çayan mucizevi şeyler başardı. Doktorların bize ilk anlattığı tabloyla şu anki Çayan’ın alâkası yok. Çayan’ın hafızasını geri getirmek için çok çaba verdik ve olumlu tepkiler gösterdi.

Gerisini toparlarız” tutumunu Arkadaşımız Çayan’da da görüyoruz. Bu nasıl bir duygu, nasıl bir bakış?

Ayşe: Çayan benim hayat arkadaşım. “Gerisini toparlarız” biraz benim karakterimle alâkalı sanırım. Bir sorun karşısında o an sıcağı sıcağına biraz daha olumlu tarafından bakmaya ve hemen çözüm üretmeye odaklanmaya meyilli biriyim. Genelde olayın sıcaklığı geçince duygularım işin içine girmeye başlıyor. Bu iyi, kötü veya öğrenilen bir şey değil, onun için yapısal bir şey diyorum. Bu durum karşısında da “ben ne yapacağım, vah vah” demedim. Ayrıca yalnız değilim. Çayan’ın ailesi İstanbul’da yaşıyor, başından beri hep birlikteyiz. Onun dışında Çayan’ın seveni de çok. Çayan geçmişte bütün düğünlere, cenazelere, eylemlere koşmuş. O nedenle herkes çocuğu veya aileden biri gibi görür Çayan’ı. Çayan’ın bu durumunu kabullenemeyen, hastanede ağlayan, üzülen çok kişi vardı.

Çayan: Elimden geldiğince Ayşe’nin moralini yüksek tutmaya çalışıyorum. Her şeyi yapabilirler, ama hayata ve Ayşe’ye olan sevgimi bitiremezler.

Çayan: Hayatın içinde olmak… Hayatta herkesle birlikte olmak… Herkesin yardımına koşardım. Ayrım yok hiç. Bütün çevrelerden arkadaşlarım var. Çevrem geniştir.

Haydar abiyle nasıl tanıştınız?

Çayan: O da Dersimli. Öyle tanıştık.

Ayşe: Haydar abinin çay ocağı var, ama tabureleri yoktu. Sokağın köşesindeki binanın alt katından esnaflara çay servisi yapıyormuş. Çayan orada çay içip bir taburede oturuyormuş. Çayan’ın eşi dostu çok olduğu için zamanla tabureler çoğalmış. Haydar abi “Çayan sayesinde burası böyle kalabalık bir yer oldu” diye anlatır. (gülüyor)

Arkadaşımız Çayan’ın ilk gösterimi oldukça kalabalıktı, neye bağlıyorsunuz bunu?

Çayan: Beni sevdikleri için. (gülüyor) Bende şeytan tüyü var.

Gösterimin sonunda yumruğunu kaldırdın havaya…

Çayan: Otomatik bir şekilde yumruğumu kaldırdım. Kurgulanmış bir şey değildi. Sol kolumu kaldıramadım. Sol kolum donuk. O yüzden sağ kolumu kaldırdım. Yoksa solcuyum… (gülüyor)

Ertuğrul Mavioğlu 20 Temmuz 2019’daki basın toplantısında “Bu haksızlığı ortadan kaldıracak bir mücadeleye ihtiyacımız var. Birbirimizin sıcaklığını hissettiğimiz bir mücadele hattı örmek esas olan” demişti. Bu dayanışmayı görüyor musunuz?

Çayan: Bunu hissediyorum, evet.

Ayşe: Politik olarak dayanışmayı çok önemsiyorum. İnsanlar hapse giriyor, işten çıkarılıyor, hayatta kalabilmek için çeşitli inisiyatifler kuruyor. Eğitim-Sen işten atılan KHK’lı öğretmenlere sahip çıkmaya çalışıyor. İşlerinden atılan akademisyenler bir mücadele sürdürüyor. Dayanışma son yılların en önemli kavramı. Bunlar çok kıymetli şeyler.

Şu dönemde kimlerin yanında olmak, dayanışma göstermek isterdiniz?

Çayan: Cumartesi Anneleri. Galatasaray Meydanı kapandığından beri gidemiyorum onlara. İHD’nin sokağına gidemiyorum.

Ayşe: Eskiden Galatasaray’daki eylemlere Çayan her şeyi bırakıp giderdi. (gülüyor) Sadece eylemler de değil. Çayan çok sosyaldir. Kadıköy’de çaycıdan elektrikçiye, herkesle muhabbeti vardı. Onunla İstiklâl Caddesi’nde yürüyemezsiniz, hep bir tanıdıkla karşılaşır. Her hafta Cumartesi Anneleri’ne gitmek istiyor. Hep soruyor “hâlâ açılmadı mı Galatasaray Meydanı” diye.

Bu süreç sizi nasıl dönüştürdü?

Ayşe: Hayatımı “şu işi yapacağım, şu zaman emekli olacağım” diye planlamıştım. Hiçbir şey planladığım gibi olmadı tabii. (gülüyor) Ama, her şeyin anlamsızlaşmasının aslında hiç de kötü bir şey olmadığını gördüm. Birçok şeye daha basit bakıyorum. Çayan sevdiğim kişi, ona ne gerekiyorsa yapacağım tabii ki. İnsanlar bana “güçlü kadın” diyor. Ama böyle değerlendirmek bana doğru gelmiyor. İnsan hayatta yaşadıklarına bir biçimde eşlik eder. Bazı şeyleri yaşadıkça insanın gücü ortaya çıkar. Başkasının durumuna bakıp “ben olsaydım böyle yapamazdım, şöyle olurdum” demek doğru gelmiyor. Ben demek zaten bu demekti. Çayan demek de bu demek.

Nasıl tanıştınız?

Çayan: Ayşe bir arkadaşımın arkadaşıydı. MKM’de (Mezopotamya Kültür Merkezi) gördüm. 38 belgeselini çekmiştim. İngilizce bilen birini arıyordum. Ayşe’ye sordum. Bahaneydi o. (gülüyor) İlk görüşte sevdim. Ayşe “olmaz” diyordu. Sonra ne olduysa oldu işte. (gülüyor)

Ayşe: Festivaller bitmiyordu. “Şu formu beraber doldurabilir miyiz” diyordu Çayan. Formlar hep aynıydı. Hep hikâyeymiş onlar. Sonradan öğrendim. (gülüyor)

Bu süreçte kendinizi nasıl iyileştiriyorsunuz?

Çayan: Elimden geldiğince Ayşe’nin moralini yüksek tutmaya çalışıyorum. Her şeyi yapabilirler, ama hayata ve Ayşe’ye olan sevgimi bitiremezler.

Ayşe: Bana hep “bu durumla nasıl başa çıkıyorsun?” diye soruyorlar. Çok basit: Çünkü Çayan var yanımda. Çayan bu kadar iyi olduğu için mücadele edebiliyorum. İnanılmaz hayat dolu ve yaşadığı tüm sıkıntılara rağmen hep ileriye bakan biri. Eskiden de böyleydi. Mücadeleciliği ve yaşamla kurduğu o sıcak bağ hiç değişmedi. Benim de öyle bir tarafım var. Sanırım öyle olunca ortaya böyle bir durum çıkıyor. Çayan dört gözle iyileşeceği günü bekliyor. “İyileşince yapacağım” dediği birçok proje var.

Ne tür projeler?

Ayşe: Son dönemlerde gastronomi okumak istiyor. (gülüyor) Bir dönem hukuk okumak istiyordu. “Çok fazla dava var etrafta, avukatlar yetişemiyor” diyordu. Bunları inanarak söylüyor.

Birlikte çekmek istediğiniz bir film var mı?

Ayşe: Çayan’ın yarım kalmış bir projesi var. Muzaffer Oruçoğlu’nun Tohum romanını çekmek istiyordu, aylarca kapanarak senaryosunu yazmıştı. Bazen bu filmi çekmek istediğini söylüyor. Cumartesi Anneleri’nin kayıplarından Hasan Ocak’la ilgili bir belgesel çekmeyi düşünüyor. Hastalığından önce de Hasan Ocak’ın filmi için ailesiyle görüşüyordu.

Express, sayı 172, Bahar 2020

 

^