KÜRESEL MEDYA GEZİNTİSİ

Ragıp Duran
28 Şubat 2021
SATIRBAŞLARI

Canlı varlıklar için oksijen neyse gazeteler için de bağımsızlık o. Her türlü fikir ve sanat faaliyetinin olmazsa olmazı o aslında. Bir de güçlü antenler tabii. Misal, David Bowie’ninkiler… Le Monde’un yüzünü okurlarına dönmesi, ABD’deki cereyanların Fransa’yı üşütmesi, David Bowie’nin şarkılarındaki edebiyat esinleri… Buyurun küresel medya gezintisine…

Küresel Medya Gezintisi geçtiğimiz hafta Express dergisi hazırlıkları nedeniyle gerçekleşmedi. 15 günde haliyle onlarca yazı ve konu birikti. Fazla dağıtmamak için bu hafta üç durakla sınırlayacağız gezintiyi: Le Monde’un okurlarına dönüşü, ABD-Fransa arasındaki ideolojik kapışma ve David Bowie’nin kitapları…

Okursuz olmaz tabii

Önce internetin getirdiği engeller, sonra reklam geliri ve okur sayısının azalması nedeniyle doğan mali kriz ve pis rekabet, son olarak da pandeminin yarattığı bunalıma karşı bütün gazeteler hayatta kalma mücadelesi veriyor. Le Monde da kayda değer bir girişimde bulundu, yüzünü okurlarına döndü.

Aslında nevi şahsına münhasır bir gazete Le Monde. Eşi, benzeri pek yok. Aksine başka birçok ülkede yayın hayatına atılan gazeteler Le Monde’a özenir, onu referans alır. Çünkü Le Monde’un kendisi referans gazetesidir. Yani her önemli siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel olayı ayrıntısı ve yorumlarıyla birlikte kayda düşer. Bir nevi tarih yazıcısıdır Le Monde, sıcak, yani anlık tarihi kaleme alır.

Etkisi, ağırlığı, prestiji ve güvenirliği o kadar büyüktür ki, Paris’te saat 14’te piyasaya çıktığında, bütün gazete, radyo ve TV haber merkezleriyle yazı işleri bayiden kaptıkları Le Monde’u satır satır tarar, projektöre bazen de pertavsıza dönüşen gözleriyle.

Şubat 2021’in başında, Le Monde ve Siz” başlığıyla açılan yeni köşede bugüne kadar yedi uzun yazı yayınlandı. Bu yazılarda Le Monde kendisini, tarihini tanıttı, geleceğini tasarladı. Bu bağlamda kilit alan olarak da okurlarını belirledi. Gazetecilik çok boyutlu, karmaşık bir mecra, bir meslek, bir mekanizma. Medya mülkiyeti, yani patron ve ticari çıkarlar, gazeteciler yani tüm çalışanlar, bir de okurlardan oluşuyor üçlü ayak. Ve bu üçlünün içinde belirleyici unsur, boyut tabii ki okur. Sinemada, tiyatroda izleyici ne ise gazetecilikte de okur o. Aslında her şey okur için yapılmakta. Bu son cümleyi okur dalkavukluğu perspektifiyle yorumlayıp uygularsanız popüler gazetecilik yaparsınız: “Okurlarımız çapında dev bir anket yaptık, sorduk onlara, ‘sabah gazetenizi elinize aldığınızda en çok ne görmek istersiniz’ diye, gelen cevaplar arasında en çok oyu ‘çıplak kadın memesi’ aldı. Biz de böylece ‘üçüncü sayfa sayfa kızları’nı yarattık.” (Önce Alman Bild, sonra İngiliz tabloid popüler gazeteleri bu yolun önde gelen yolcuları oldu.) 

Le Monde’un kâğıda basılı versiyonunun günlük 35 bin bayi satışı, 100 bin abonesi var. 15-20 sene önce bu sayı 400 bini geçerdi. Paralı internet abonesi halen 400 bin civarında. Ve son araştırmalara göre, Fransa’da en çok internet abonesi olan günlük gazete.

Yurttaşı bilinçlendirmek, demokrasiyi yeşertmek, kamu çıkarını savunmak gibi ilkeleriniz varsa, Le Monde gibi, editoryal bağımsızlığı ön planda tutan etik kurallar tüzüğünüzü bu yeni kampanya çerçevesinde bir daha yayınlarsınız.

Bağımsızlık Le Monde’un en fazla önem verdiği değer. Aslında her gazete için geçerli olması gereken bir tutum. Çünkü bir canlı varlık için oksijen ne ise bir gazete için de bağımsızlık o. Herhangi bir gazeteyi, reklam-ajitasyon-propaganda bültenlerinden ayırt eden en önemli kriter bağımsızlık.

Kendimi talihli sayarım: 1983 ya da 84’te, Paris’te CFPJ’de (Gazetecilik Eğitim ve Mükemmelleştirme Merkezi) stajyerken, Le Monde’un kurucusu Hubert Beuve-Méry ile bir söyleşi yapmıştım, Nokta dergisinde yayınlanmıştı. 

1. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, Nazi işgali döneminde yakılmış yıkılmış Fransa’nın ayağa kalkma döneminde, 1944’de yeni yönetime kaliteli kadrolar yetiştirme amacıyla General De Gaulle’un desteğiyle doğmuştu Le Monde. Ama Beuve-Méry zaman içinde Le Monde’un bağımsızlığını korumak için De Gaulle’le de kapışmayı göze almıştı.

Hubert Beuve-Méry

Le Monde şimdi okurlarla nikâh tazelerken bu geçmişi bir daha hatırlatıyor. Yetmemiş, Le Monde’un 77 yıllık tarihinde medya mülkiyetindeki değişiklikler, tüm genel yayın yönetmenleri geçit törenine katılmış. “Okurlarımızla diyaloğu güçlendirmek istiyoruz. Kendimizi tanıtmak, okurlarımızı daha iyi tanımak amacındayız. Gazetecilere ve medyaya güvensizliğin arttığı, komplo teorilerinin yaygınlaştığı, yalan haberlerin yoğunlaştığı bir dönemde okurlarımızla yazı işleri arasında güven bağını sağlamlaştırmak dileğindeyiz” diyor Le Monde.

Le Monde’un kâğıda basılı versiyonunun günlük 35 bin bayi satışı, 100 bin abonesi var. 15-20 sene önce bu sayı 400 bini geçerdi. Paralı internet abonesi halen 400 bin civarında. Ve son araştırmalara göre, Fransa’da en çok paralı internet abonesi olan günlük gazete. 

Le Monde aslında bir medya holdingi. Günlük gazetenin yanı sıra neo-liberal küreselleşme karşıtı aylık Le Monde Diplomatique, Katolik solcu La Vie gazetesi, global medyadan çeviriler yapan haftalık Le Courrier International, haftalık televizyon dergisi Télérama da grubun yayın organları arasında. Le Monde grubu bazı İtalyan ve İspanyol medya gruplarıyla da işbirliği içinde. 

Le Monde ve Siz” köşesi açıldığından bu yana, okurların soru ve yorumlarına yanıtlar veriliyor. Toplu chat’ler organize ediliyor. İlk başta gazete hakkındaki soru ve konular yoğunluktaydı, şimdiyse yavaş yavaş gündemdeki tüm konular tartışılıyor Le Monde’la okurları arasında. Bu köşenin önem ve değeri şu ki, bir gazete, yurttaşlara olup biteni doğru, çok-boyutlu, inanılır, güvenilir ve hızlı bir şekilde bildirmesinin yanı sıra kamusal tartışmalar düzenlemek, azınlık-çoğunluk demeden toplumdaki farklı fikirleri tartışmaya açmakla da görevli.

Le Monde’da halihazırda Fransa’da ve ülke dışında, gazeteci, teknisyen, idareci toplam yaklaşık 500 kişi çalışıyor. Beuve-Méry zamanında Le Monde’un iki önemli özelliği vardı: Le Monde’da sadece kendi dalının en iyi muhabir ve editörleri çalışabilirdi. Bu nedenle de Fransız basınında en yüksek maaşlar Le Monde’daydı. Genç ve tecrübesiz gazetecilerin istihdam edilmesi gündeme geldiğinde, Beuve-Méry “Burası gazetecilik okulu değil” diyerek kestirip atmıştı meseleyi.

Anglo-sakson tabirle, “serious paper”dır Le Monde, ciddi gazetedir yani. Öyle magazin, spor gibi “hafif” konulara pek yer vermez(di). En iyi, en zengin, en kaliteli bölümü herhalde dış haberlerdir. Gerçi son zamanlarda Le Monde da modaya uyup hafta sonu paralı “Magazine” ekiyle hafif konulara da dalış yaptı. Le Monde’u 30-40 yıldır takip eden okurlar da gazetenin kaçınılmaz olarak eski ciddiyetini, eski asaletini yitirdiğini söylüyor.

Bugünkü Le Monde tabii ki Beuve-Méry’nin Le Monde’u değil. Mülkiyeti çalışanların, gazetecilerin ve gazeteyi kuran ilk 12 kişinin elinden çıktığından beri, gazete neoliberal rüzgârlara boyun eğdi. 

Bugünkü Le Monde tabii ki Beuve-Méry’nin Le Monde’u değil. Mülkiyeti çalışanların, gazetecilerin ve gazeteyi kuran ilk 12 kişinin elinden çıktığından bu yana, gazete neoliberal rüzgârlara boyun eğdi. Ama yine de kurumun adı, geçmişi, gelenekleri, bir ölçüde de olsa Le Monde’u ciddiye almamızı gerektiriyor. Zaten gazete yönetimi de bunun farkında, bu nedenle okura ne kadar çok önem verdiğini göstermek zorunda hissetmiş kendini.

Yaşı müsait olan okurlar hatırlar: Türkiye’de de Hürriyet, Milliyet gibi popüler gazeteler 60’lı, 70’li yıllarda “Anadolu Kervanı”, “Okur Buluşması”, “Size Geliyoruz” gibi kampanyalarla yazar, muhabir ve yöneticileriyle İstanbul merkezinden ayrılıp çeşitli kentlerde geniş çaplı okur toplantıları düzenlerdi. Aslında bir gazete için çeşitli açılardan son derece yararlı olan bu tür etkinlikler artık mazide kaldı. Çünkü aşırı bilgili ve görgülü, üstelik de mevcut iktidarla bütünleşmiş bal gibi kötü, elit medya mensuplarının “cahil halk”la konuşacakları bir şey yok artık. Onları dinleyecek vakitleri de yok. Üstelik bu halkın bir kesimi de mevcut iktidarın ne kadar parlak ve başarılı olduğunu hâlâ anlamıyor, kabul etmiyor.

Solda ABD, sağda Fransa

ABD’den esen rüzgâr Fransa’ya ters

İlginç bir ters yüz olma durumu ABD ile Fransa arasında yaşanıyor bu aralar. Eskiden, herhalde 1789’dan bu yana, özellikle de 1968’den sonra, devrimci, ileri fikirler esas olarak Fransa’dan çıkıp dünyaya yayılırdı, özellikle akademik alanda. Amerikan akademyası Foucault’dan Bourdieu’ye, Baudrillard’dan Bachelard’a çok sayıda Fransız hocayı Amerikan kampüslerinde ağırladı, kitaplarını tercüme edip yayınladı, kısaca onlardan çok esinlendi.

Belki bu aralar Fransız kampüslerini Amerikalı hocalar doldurmuyor, ama Fransa’da üniversiteler, medya ve siyaset dünyası ABD’den esen bir rüzgâra karşı neredeyse milli seferberlik başlattı.

New York Times’da yayınlanan “ABD’den gelen fikirler Fransa’nın birliğini tehdit ediyor mu?” başlıklı yazıda, ABD akademyasında, medyasında ve genel olarak toplumunda son dönemlerde yaygınlık kazanan ırk, toplumsal cinsiyet ve sömürgecilik dönemi konusundaki fikirler ile Fransa’nın geleneksel-klasik değerleri arasındaki çelişkiler ele alınıyor. Aslında ihtilaf yeni değil. Çünkü ABD ile Fransa arasındaki önemli farklardan biri, eskiden beri gündemde olan genel anlamdaki Amerikan liberalizmi ile Fransız jakobenliği.

Derin tarihi kökleri olan bu farklılık bugün üç özel alanda daha net bir şekilde ortaya çıkıyor: Fransız resmi sistemi ırk konusuna tamamen kapalı. Resmi hiçbir işlemde ırk hesaba katılmadığı gibi, üniversitelerde de ırk bir araştırma alanı değil. Çünkü Fransız tipi cumhuriyetçilik yurttaşların ırksal ve etnik kökenini kesinlikle dikkate almıyor. Oysa ABD’de, Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi sayesinde ırk konusu toplumda, medyada ve akademide önemli bir araştırma ve tartışma konusu haline geldi. Keza toplumsal cinsiyet ABD’de feminist hareket ve son MeToo dalgası sayesinde toplumun bütün katmanlarında gündeme gelmişken, Fransa’da konu daha marjinal bir kesimde yankı bulabildi. Nihayet, sömürgeci geçmiş konusu. ABD’de yine Siyah Hayatlar Önemlidir hareketi sayesinde köleci ve sömürgeci ‘’ünlü’’ devlet adamlarının, bu arada ABD başkanlarının heykellerinin devrilmesini, isimlerinin alan, cadde ve binalardan kaldırılmasını sağladı. Fransa’da ise, ABD’den çok daha uzun ve çok daha yaygın bir sömürgeci geçmişe sahip olmasına rağmen, kitlesel/toplumsal anti-kolonyalist bir itiraz yükselmedi.

Fransa’da bu aralar Macron’un eğitim bakanı dahil, aralarında ünlü isimlerin de olduğu hatırı sayılır bir çevre, ABD kökenli fikirlerin Fransa’nın özgürlük-eşitlik-kardeşlik şiarına dayanan geleneksel cumhuriyetçi, birleşik ulusçu değerlerine meydan okuduğunu savunuyor.

“Ziggy Stardust” Otomatik Portakal romanından çıkmış. Alfred Döblin’in Berlin Alexandreplatz romanı Bowie’ye “Heroes” şarkısında eşlik etmiş. “Watch The Man” şarkısı ise Lautréamont’un Maldoror’un Şarkıları adlı şiirlerinden esinlenmiş.

Bowie okuyor, sonra da şarkı yazıyor

ABD ile Fransa kapışadursun biz İngiltere’ye uğrayalım. “Yüz kitapta David Bowie” başlıklı yazıda Libération David Bowie’yi en çok etkileyen kitaplardan yola çıkarak onun kitap-müzik ilişkisini nefis bir şekilde sergiliyor. Bowie okuduğu ve kendisini en çok etkileyen 100 kitabın listesini çıkarmış, arşivine koymuş. Gazeteci John O’Connell, ki hem edebiyattan hem de müzikten anlıyor, bu kitaplarla Bowie’nin şarkıları arasındaki ilişkileri, akrabalığı, esinlenmeleri anlatıyor.

Mesela “Ziggy Stardust” Anthony Burgess’in Otomatik Portakal romanından çıkmış bir şarkı. 2013’te Londra’da açılan David Bowie Is… sergisinde de bu kitaplarla şarkılar arasındaki paralelliği kanıtlayan el yazmaları ve objeler var. Alfred Döblin’in Berlin Alexandreplatz romanı Bowie’ye “Heroes” şarkısında eşlik etmiş. “Watch The Man” şarkısı ise Lautréamont’un Maldror’un Şarkıları adlı kitabından esinlenmiş.

Bowie Orwell’in 1984 romanını müzikal yapmak istemiş, ama telif sorunu çıkmış. Diamond Dogs albümünde 1984’ten kareler dinleyebilirsiniz. Nihayet, “Eight Line Poem” şarkısı aslında T.S. Eliot’un “İçi Boş Adamlar” şiirinden yola çıkmış… Müzik kitapları, kitaplar müziği besleyince daha bir zenginleşiyor kültürel ve entelektüel hayat.

Gezintimizin sonuna geldik. Şimdiden biriktirdim izliyorum: Haftaya Paris Komünü’nün 150. yıldönümüyle ilgili hazırlık ve gelişmeler, Uncut dergisinde yayınlanan Leonard Cohen özel dosyası, Bruce Springsteen’in Jeep reklamından Obama ile yaptığı podcast’a son etkinlikleri ve Fransa’da yeniden canlandırılmaya çalışılan edebi gazetecilik… 

^