“Boss” anlatmaya başlayınca her şey önem kaybeder. Çünkü anlattığı bizim hikâyemizdir, dil-tarih-coğrafya başka olsa da. Yeni albümü Sana Mektup “dönülmez akşamın ufku”yla iştigal ediyor, yitik zamanın peşine düşüyor. Buyurun Bruce Springsteen gezintisine…
Bu hafta Küresel Medya Gezintisi yok. Çünkü Bruce Springsteen’in yeni albümü Letter To You 23 Ekim günü çıktı. Dünyada bu aralar bundan daha önemli, daha değerli, daha müzikal ve duygusal bir şey olamayacağına göre, hafta boyunca tarayıp kopyaladığım konular haliyle elendi.
Cumartesi sabahı, Bruce Springsteen’in Sana Mektup albümü hakkında yayınlanmış yazıları 74 adet A4 kâğıda bastım, yeşil fosforlu kalemle yeni, önemli, ilginç bulduğum satırları çizdim. Sonra, internetten indirdiğim 12 parçayı sözlerini takip ederek dinledim. Toplam süre 58 dakika,17 saniye.
Ardından da albümün kayıt sahnelerini içeren belgeseli izledim.
Yazılacak, aktarılacak o kadar çok bilgi ve yorum var ki, nereden başlamalı?
Siyah burukluk, mor kırıklık
“Boss” lâkaplı Springsteen geçtiğimiz eylül ayında 71 yaşına bastı. Ama sanki hiç ihtiyarlamayacak gibi. Çok enerjik, çok dinamik hâlâ. 20. stüdyo albümünü dinlerken, kaçınılmaz olarak bu ihtiyar delikanlının pek gençleşemediğini de duymak/görmek zor değil. Okuduğum bütün yazılar Springsteen’i öve öve bitiremiyor. Bu eleştiri ve söyleşilerin bir başka ortak noktası da, Sana Mektup’un Bruce’ün tüm müzikal kariyerinin hep son, belki de sondan bir önceki merhalesi olarak değerlendirilmesi. Ölüm ve yaşlanma, albümün tematik ana direkleri. “Bu diziyi de bitirince kimse kalmadı hayatta.”
“Ölüm hakkında derin düşünceler” diye başlık atmış bir dergi. Abbas Kiarostami’nin 24 Kare filminde olduğu gibi.
Sadece capcanlı rock müziğiyle değil, belki de daha çok şarkı sözleriyle Springsteen galiba bir yandan kendi kendini tedavi ediyor bu iki temel tema konusunda. Bu arada bizimle de paylaşıyor duygularını. “Dışarıda sonsuz bir yağmur / Sevgilim, kanında yaralandım ben / Ve Kabil vurdu bana damgasını”.
Albüm çok kişisel, çok duygusal renklerde. Şarkı sözlerinde hem siyah bir burukluk hem mor bir kırıklık var: “Koca kara tren geliyor raylar üzerinden”. Nostalji desen tam değil, ama geçmişi anmak, kendisiyle hesaplaşmak tınıları güzel gülümsüyor.
Ne var ki, Sana Mektup daha önce hiç Springsteen dinlememiş insanlara pek bir anlamı olmayan bir albüm gibi gelebilir. Ashbury Park’tan (1973) Western Stars’a (2019) “Boss”un tüm eserleri içinde, ayrı/özel bir konumu var Sana Mektup’un.
Albüm çok kişisel, çok duygusal renklerde. Şarkı sözlerinde hem siyah bir burukluk hem mor bir kırıklık var: “Koca kara tren geliyor raylar üzerinden”. Nostalji desen tam değil, ama geçmişi anmak, kendisiyle hesaplaşmak tınıları güzel gülümsüyor. “Benim numaram sıfır/ Zaman da benim avcım / Beni iyileştirmeni istedim / Sense beni ateşe attın.”
Ölüm sözcüğü çok geçiyor dizelerde. “Bu ölüm kafesinden çıkar beni, al götür beni”. Ayrıca, yakın arkadaşlarının ölümü de çok etkilemiş Bruce’u. “Boss” buna rağmen gelecekten ümidini henüz tam olarak kesmemiş: “Ölüm bir son değildir.”
Organik albüm
Dünyadaki ve günlük hayattaki bütün olumsuzluklara rağmen, Springsteen hayattan, dostluktan ve özellikle de müzikten çok şey bekliyor ve bu umudunu yumuşak, ama heyecanlı bir şekilde aktarıyor.
Albümün kayıt öyküsü ilginç: New Jersey’nin yakışıklısı belki 50 yıllık müzisyen arkadaşlarından oluşan E Street Band’i, New Jersey’de Colts Neck çiftlik evindeki stüdyoya davet ediyor. 12 parçadan oluşan yeni albümün kaydını sadece beş günde gerçekleştiriyorlar.
“Boss”, üçü hariç, bütün albümün şarkılarını zaten bir hafta-on günde yazmış. E Street Band’in dokuz müzisyeni stüdyoya girince, Bruce onlara akustik gitarıyla bestelediği parçaları çalıyor. Her enstrümantalist kendi öneri ve katkılarını sunuyor. Dört-beş provadan sonra canlı kayda geçiyorlar. Albümde sonradan eklenen hiçbir ses yok. “Doğal, kendiliğinden ve organik bir albüm oldu.” Hiçbir şarkının demosunu çıkarıp üzerinde çalışmamışlar –kasıtlı olarak. Buna “eski usûl kayıt” deniyor.
Albümü dinlerken Springsteen’in hayatını da izliyoruz. Hissiyatını, fikriyatını ince ince yazmış şarkı sözlerine. Rock müzikle de cilasını çekmiş üstüne.
Gülün dikeni
“Bu albüm kime yazılmış bir mektup?” sorusunun birçok yanıtı var: Sevgilisine? Kendisine? Tanrıya? Hayranlarına? Meçhul birine? Belki de hepsine birden. Neden yazılmış sorusunun cevabını kendisi veriyor. “Gel buluşalım sevgilim Cumartesi akşamı / Biraderim, kız kardeşim nerede olursanız olun / Bin Gitar Evi’nde bir araya gelelim.”
Amerikan orta sınıf gençliğinin bütün hasletleri, rüyaları var albümde: Lise yıllarındaki ilk rock grubu Castelis (1965-68), otomobiller, yollar, ilk sevgili, küçük barlarda çalan müzisyenler, stadyumlarda konser veren büyük gruplar, sendika salonlarında çalan gençler…
“Bu albüm kime yazılmış bir mektup?” sorusunun birçok yanıtı var: Sevgilisine? Kendisine? Tanrıya? Hayranlarına? Meçhul birine? Belki de hepsine birden.
Haliyle benim çok hoşuma gitmez ama, gülün dikeni, “Boss” bu sefer Hazreti İsa’ya, Hazreti Meryem’e, İncil’e, cennete, dualara, öbür tarafa filan göndermeler yapmış son şarkılarında:
“Şimdi Hazreti İsa, şerif, ben de rahip olsaydım / Hanımım mirasçı, annem hırsız olsaydı / Babam da Fargo trenine silahla saldıran adam olsaydı / Yine de başka bir sürü kötü insan var / Hepsi de aynı şekilde iş tutan kötü insanlar…’’
1982 tarihli Nebraska albümünde zaten açıklamıştı: “Her şey ölür yavrum, bu bir gerçek / Ama ölen her şey belki de geri gelir bir gün.” Son albümünde de yine geçmişteki barış ve huzuru arıyor gibi.
Kim bilir, belki de Amerikan toplumunda çok yaygın olan “born again”e (öldükten sonra dirileceğini ya da ölümden sonra başka bir hayat olduğunu sanmak) inanıyor olabilir. Tanrı günahlarını affetsin!
Bu aralar sağlık sorunları yaşayan benim favori protest şansoncum Renaud da Springsteen hayranıdır, ama onda tanrı, kilise, din, papaz gibi sözcük ve kavramlar hep olumsuz hatta aşağılayıcı bir ton taşır. Sanki normal: Renaud Avrupalı, Eski Kıta’dan bir Fransız, Bruce ise Amerikalı, Yeni Kıta’dan.
“Cani palyaço”
Sana Mektup’ta doğrudan siyasi bir gönderme yok. Ama açık bir çağrışım var. “Rainmaker” şarkısında tasvir edilen kişinin Donald Trump’tan başkası olamayacağını yazıyor her uzman. “Ev yanıyor”, “namert mevsim” gibi betimlemeler, ayrıca “Bazen insanlar çok kötü bir şeye inanmaya muhtaçtır” dizesi var.
Bir de şu dizeler önemli: “Beyaza siyah, Siyaha beyaz der / Geceye gündüz, gündüze gece der.” Bruce’un bu konudaki açıklaması şöyle: “Galiba Bush başkanken yazmıştım bu şarkıyı. Ama Trump’a daha uygun, çünkü bir demagogu anlatıyo.”
“Bin Gitar Evi” şarkısındaki “Cani palyaço tahtı çaldı / Hiçbir zaman sahip olamayacağı tahtı” dizeleri de Trump’a çok uygun. Springsteen’in Beyaz Saray’ın eski ve yeni kiracılarıyla yıldızı zaten hiç barışmamıştı. Ronald Reagan izin almadan “Born in the USA” şarkısını seçim kampanyasında kullanınca mahkemelik oldular.
Cumhuriyetçi Parti 2016 seçimlerinde aynı hırsızlığı yapmaya kalkışınca, Bruce’un avukatları engelledi. Trump da zaten çok kızmış ki, “Seçim kazanmak için küçük Bruce Springsteen’e ihtiyacım yok” diye karşılık vermişti. Aslında “Boss”un yeni albümünü başkanlık seçimlerine sadece 10 gün kala yayınlanması da manidar. Daha önce yaptığı bir açıklamada da “Trump ikinci kez seçilirse Amerika’yı terk edeceğim” demişti.
Sana Mektup bir iç dünya çığlığı. Çok samimi, çok da somut. Ne var ki, albümün belgeseli siyah-beyaz, çok sık karlar içinde yürüyen bir adam görüntüleri var. Belgeselin tanıtım spotunda da kar yağıyor. Patron kışa giriyor sanki. Duysa cevap verecek: “Olabilir, ama kıştan sonra bahar gelir.”
Bruce’un üç büyük esin kaynağı: Bob Dylan, Johnny Cash, Tom Petty… Müzikal düzeyde en çok etkilendiği ise Phil Spector.
“Müzikal vasiyetname”
Albümün önemli temalarından biri de kayıplar: İnsanın sevdiklerini kaybetmesi, umudu kaybetmek… “Çocuklar babalarını arıyor, ama bütün babalar çekip gitmiş / Kayıp ruhlar bir kurtarıcı arıyor, ama kurtarıcılar pek uzun yaşamaz”.
E Street Band’in iki üyesini kaybetmiş olması çok dokunmuş Springsteen’e. Ama daha da büyük üzüntüsü, lisedeyken kurduğu ilk rock grubu Castiles’den bir tek “Boss” kalmış hayatta. “Hayattayım / Kemiklerimin arasında dolaşan kanı hissediyorum / Hayattayım ve tek başıma buradayım.”
Bruce’un üç büyük esin kaynağı olduğu yazılı: Bob Dylan, Johnny Cash, Tom Petty… Müzikal düzeyde en çok etkilendiği ise Phil Spector.
Bu albümün bir özelliği de ilk kez 1970’lerde yazdığı üç şarkıyı (“Rahip Olsaydım”, “Janey’nin Dürüst Bir Adama İhtiyacı Var” ve “Öksüz-Yetimler İçin Şarkı”) tozlanmış arşivinden çıkarıp bugün kaydetmesi. İlk gençliğinde yazmış olduğu bu üç şarkıyı neredeyse 50 yıl sonra yeni orkestrasıyla icra etmek, geçmişle gelecek arasında bir köprü gibi. Aslında bütün albüm boyunca geçmişi bugüne getirmek ya da geçmişi yeniymiş gibi sunmak diye bir derdi var Bruce’un. Albüme verilen sıfatlardan biri de, tesadüf olmasa gerek, “Hayatta kalmak için yazılmış müzikal vasiyetname.”
12 şarkının isimlerini sıkıştıralım bu araya:
- Bir Dakika Buradasın
- Sana Mektup
- Yanan tren
- Janey’nin Dürüst Bir Adama İhtiyacı Var
- Hayatta Kalan Son Adam
- Duanın Gücü
- Bin Gitar Evi
- Yağmur Yağdıran Sihirbaz
- Rahip olsaydım
- Hayaletler
- Öksüz-Yetimler İçin Şarkı
- Rüyalarımda Göreceğim Seni
Kesin bilgi
Bruce bir yandan kendi özyaşamöyküsünden sahneler anlatırken, kimi zaman gerçekçi kimi zaman hayalperest resimler çiziyor şarkı sözlerinde.
“Yol uzun ve sanki sonsuz / Rüyalarımda göreceğim seni / Rüyalarımda göreceğim seni bütün yazlar bittiğinde / Yeniden buluşacağız bir başka yörede.”
Sadece belgeselde değil, şarkı sözlerinde de Bruce’un görselliğe ne kadar önem verdiği ortaya çıkıyor. Zaten bir önceki albümü Western Stars için bir film çekmişti. 14 ay süren Springsteen on Broadway solo konser kayıtları Netflix’de yayınlanmıştı. Bu anlatı-konser “Boss”un aynı zamanda çok iyi bir öykü anlatıcısı olduğunu kanıtlamıştı. Sade, içten, doğal ve sıcak bir anlatım tarzı var “Patron”un. Daha önce yayınlanan Born to Run başlıklı özyaşamöyküsünde de bu özgün tarz satırlara yansımıştı.
Springsteen hayatı boyunca karşısındakine, yanındakine, yakınındakine ve uzaktakine bir şeyler anlatma ihtiyacı hissetmiş: “Gitar çalmaya başladım, çünkü konuşmak için ya da yazışmak için birilerini arıyordum.” İletişim onun için hayati bir mesele. “Çok yalnızım / Yavrum benim yavrum / Eve geliyorum” ya da “Uzun uzun çal düdüğünü / Bir dakika buradasın / Bir dakika sonra yoksun.”
Kulak-burun-boğaz uzmanlarının çözemediği bir sır var: Bruce 71 yaşına kadar nasıl oldu da ses tellerinde hiçbir hasar olmadan şarkı söyleyebildi, söyleyebiliyor?
Dinleyiciler ekim sonunda dinliyor bu albümü. Ama 12 şarkı da pandemiden önce yazılmış. Yine de kimi dizelerde salgının yarattığı sıkıntılara benzer sorunlar işlenmiş. “Boss” sanki “bizi terk etse bile hiçbir yere gitmeyecek bir adam.”
Kendisi ve ekibi daha çok gençlerin başarılı olduğu sosyal medya alanında da çok çalışkan. Yeni albüm çıkmadan önce hem “Boss” hem de E Street Band’in üyeleri Sana Mektup’u tanıtmak için onlarca söyleşi verdi. Ve bu metinlerden önemli paragraflar sosyal medyada hemen yaygınlaştırıldı.
Bruce Springsteen, kesin bilgi, artık bir klasik. 100 yıl sonra bile tıpkı Elvis Presley ya da Beatles gibi evrensel ve popüler bir müzisyen olarak yerleşecek belleklere.