Önce genel manzaraya bakıp koordinatlarımızı belirleyelim, sonra hem yakın zamanda küçük bir hafıza tazeleme yolculuğuna çıkalım hem de tek tek meselelere zoom yapalım istersen. Seçime bir hafta kala iktidar ve muhalefet açısından genel manzarayı nasıl görüyorsun? Uluslararası atmosfer, güç dengeleri, genel toplumsal hava bakımından 2018’e göre değişenler, değişmeyenler neler?
Haluk Ağabeyoğlu: 2018’de iktidarın seçim için sözünü kapı kapı evlere taşıyan bir kitlesi vardı. Şimdi bu, diyelim yüzde 20, yüzde 30 sadık çekirdek kitle yine var, ama kapı kapı çalışma şevkine sahip değil ve çalışmıyor. AKP de artık bu kitlelerinin heyecanından, şevkinden ilham alan, onlarla kendini anlamlandıran bir parti değil. Hatta bu anlamda bir “parti” değil; devletin hemen her veçhesini, imkânını içermiş, temellük etmiş, bozmuş, kendine yamamış, zincirleme çıkarlar yumağı bir topluluk. Hal böyle olunca, bu “partinin” seçim günü oylarını, güvenliğini emanet edeceği bir seçmenlerden oluşan görevli topluluğu yok. Esas gücü bu değil, onun yerine, atadığı hâkimlerden oluşturduğu il, ilçe seçim kurulları, bunların atayacağı sandık kurulu başkanı ve memur üyesi, sınıfın kapısında bunların emrine amade olduğu varsayılan kolluk gücü ve bildiğimiz lumpen silahlı çeteleri var.
Aylık araştırmalar seçimlerin adil olmayacağı düşüncesinin düzenli olarak yüzde 50’nin üzerinde olduğunu ortaya koyuyor. İktidardan memnun olmayanlar arasında bu endişe yüzde 70’lerin üzerine çıkabilir. Bu durum, seçim güvenliğinin sağlanacağı inancını doğuracak nitelikte işler yapılamadığına işaret eder.
Muhalefet açısından ise seçimin güvenliği artık örgütlenebildiği ölçüde halka emanet. Seçim gününün bu karşılıklı “güçler” konumlanması bu seçime mahsus önemli bir özellik. Ve eh, eğer biz örgütlenebilmiş isek, sırtımız yere gelmez! Çünkü, biliyoruz gerisini, “örgütlü bir halk yenilmez” meselesi. Ancak her şeyin bu determinizm içinde cereyan etmesinin koşulu var; söyledim işte, “örgütlenebilmiş bir halk isek eğer”…
Uluslararası atmosfer deyince ise hiç akıldan çıkmayan bir şey var, onu söylemek isterim: Ne büyük bir kayıptır bizim muhalefetin en önemli uluslararası meselelerden biri olan yerinden edilmişlik sorununda bütün âleme çıkıp göğsünü gererek şunu diyememesi: “Ey uluslararası âlem, ey Avrupa, çok korkuyorsunuz milyonlarca yerinden edilmişi kapı dışarı edip sizin topraklarınıza salmamızdan. Ama korkmayın, çünkü çaresi bizde. Suriye’nin altını üstüne getirip milyonları yerinden eden biziz; bizim Suriye’yi işgalimiz, savaş politikamız. İktidarı alınca ilk iş Suriye’den çekileceğiz. Barış yapacağız. Yerinden edilmişler dahil, her sorun böyle hal yoluna girmeye başlayacak.”
Bunu diyemediğimiz bir uluslararası atmosferde, o zaman karşımızda “acaba Türkiye’de seçimi muhalefet kazanırsa göçmen politikası nasıl olur” diye içi içini yiyen bir ülkeler topluluğuyla baş başa kalıyoruz. Ortaya konabilecek ezber bozan, güven verici bu çıkış yerine, şöyle ya da böyle kayda değer bir sözü olmayan, edilgen bir konumda kalmaktır ülkeye müstahak gördüğümüz şey.
2015’in mayıs ayında, 7 Haziran seçimlerinden kısa bir süre önce, bir üniversitenin yaptığı araştırmaya göre, yurttaşların yüzde 43’ü seçimlerin adil olmayacağını düşünüyordu. 2007’de bu oran yüzde 28’miş. Genel gözlemler 14 Mayıs 2023 seçimlerinin adil olmayacağını düşünenlerin oranının 2015’tekinden çok daha fazla olduğu izlenimi uyandırıyor. Bu konuda izlenimin, gözlemlerin nasıl? Konuya dair güvenilir bir araştırma biliyor musun?
Belki bir yıldan da uzun bir süredir farklı araştırma şirketleri aylık süreli araştırmalarında bunu soruyorlar. Her ay alınan sonuç seçimlerin adil olmayacağı düşüncesinin düzenli olarak yüzde 50’nin üzerinde olduğu. Toplumun iktidar yanlıları ve karşıtları olarak aşağı yukarı yarı yarıya ikiye bölündüğünü, seçimlerin adil olmayacağı endişesinin de ağırlıkla muhalif kesimde olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Bu anlamda iktidardan memnun olmayan, ondan kurtulmak isteyen yurttaşlar arasında bu endişe belki yüzde 70’lerin üzerine çıkabilir. Bu göstergeyi aylar boyunca dikkatle izlemeye çalıştım. Bu, şunun için önemliydi: 14 Mayıs seçimlerinin adil olmayacağına dair inancın zaman içinde yüksek seviyesini koruması, tedrici dahi olsa bir azalmaya uğramaması, toplumda seçim güvenliği için ortaya konan her ne çaba olduysa, bu çabanın tatmin edici bir görünürlük kazanamadığına, seçim güvenliğinin sağlanacağı inancını doğuracak nitelikte işler yapılamadığına işaret eder.
Yakın geçmişteki seçim tecrübelerimize tek tek bakarak ilerlesek… Neler olmuştu? Neler yapıldı? Neler yapılamadı? Neler yapılabilirdi?.. 30 Mart 2014 yerel seçimleriyle başlayalım. 30 Mart’ta, seçim akşamı 35 ilde elektrikler kesildi. Oy sayımı birçok yerde mum ışığında yapıldı, veriler sisteme aktarılamadı. Ve Enerji Bakanı Taner Yıldız’dan meşhur “açıklama” geldi: “Espri yapmıyorum, trafoya kedi girdi…” 2014 seçimlerinde ne oldu? Muhalefetin ve sivil toplumun sandık güvenliği açısından örgütlenmesi, imkânları nasıldı?
Peki, seçim tecrübelerimize tek tek bakarak ilerleyelim. Ama hepsinde muhalefetin şu zaafı on yıldır yaşanmış seçimlerin ortak noktası olarak gözlenir. O da seçim güvenliğine gereken önemin verilmemesi, işin her seçimden kısa ve tabiatıyla yetersiz bir süre önce başlatılan ve hakkı verilmeyen bir çalışma olarak ele alınması, ülke genelinde bütünlüklü ve muhalefet partileri arasında koordinasyona dayalı bir çalışma olmaması, özetle, seçim güvenliğinin “mış gibi yapılan” bir çalışma olarak ele alınmasıdır. Bir saymaya başlasak, yapısal ve pratik zafiyetler ve bunların sonuçları çok çeşitlenir.
Uluslararası uzman akademisyen gruplarınca, onlarca ülkede yapılan bütün seçimleri inceleyen ileri istatistik analizlerde, Rusya Federasyonu ile Türkiye ispatlanan seçim suçlarının yoğunluğu bakımından liderlikte yarışan iki ülke olarak öne çıkıyor.
2014 yerel yönetimler seçimine bakalım. Ülkenin başkentinde muhalefet tarafından kazanıldığı anlaşılan Büyükşehir Belediye Başkanlığı sandık güvenliği sağlanamadığı, ıslak imzalı sandık sonuçları tam olarak toplanamadığı için sayısal kanıtına kavuşturulamamış, bu eksiklikten ötürü iktidarın hilesine hukuki itiraz yapılamamış, iktidar gücünün okulları basıp sonuçları kaçırarak kendi lehine değiştirdiği kayıtlarla başkentin belediye başkanlığı kaybedilmiştir. Öne çıkan bu durumun yanında, Mart 2014 seçiminin içimizi acıtan bir özelliği daha var.
Gezi’nin onuncu yılının arifesindeyiz. Bu onuncu yılda bir muhasebeye gireceğimiz, kendimizi tarih önünde hesaba çekeceğimiz bir dönemin önümüze açılması beklenir, bu doğaldır. Bu değerlendirmede Mart 2014 seçimi Gezi tarihinin yazımında önemli yere sahip olacak. Şimdilik burada nerdeyse başlık koyma kısalığında bir değinmeyle yetinelim: 2014 yerel seçimi ufukta belirdiğinde isyanın enerjisi ülke genelinde mahalle forumlarında sürdürülüyordu. Forumların Gezicileri bu enerjiyi yaklaşan seçimlere taşımayı, İstanbul Büyükşehir ve ilçe belediye başkanlıkları için Gezi’nin bağımsız adaylarının ortaya çıkması için çalışmayı devrimci görevleri bildiler. Bu çabalarının önü meşhur ve “içine devlet aklı kaçmış” düşkün bir sloganla kesildi: “Gezi sandığa sığmaz.” Gezi’nin kendi içinden uğradığı son kırılma noktası budur; tarihine yazılacak.
2014’te isyanın enerjisiyle donanmış bir seçim sürecinde inşa edilebilecek, o güne dek ülkede görülmemiş bir sandık güvenliği hareketi de böylece doğamadan öldürüldü.
Bir yıl sonraki 2015 genel seçimlerine gelmeden önce 2017’ye, Anayasa’nın 18 önemli maddesinin değiştiği ve bugünkü rejime geçtiğimiz 16 Nisan 2017 halk oylamasına atlayalım… Oy verme işlemi devam ederken, sandıkların kapanmasına bir saatten biraz fazla bir süre varken, YSK mühürsüz oy pusulası ve zarfların geçerli sayılacağını ilan etti. Aynı akşam, Erdoğan Huber Köşkü önünde toplananlara yaptığı konuşmada muhalefete hitaben “Boşuna uğraşmayın, atı alan Üsküdar’ı geçti, haberiniz yok” dedi. Yüzde 51,41 ile referandum geçti… 2,5 milyon mühürsüz oy pusulasına CHP itiraz etti… 2017 referandumunda neler oldu?
2017 referandumunda fiilen “Hayır” iradesi kazandı. Yurt genelinde yapılan sistematik seçim hilesiyle, elde edilen sonuç “Evet”in kazanması olarak kaydedildi. Burada yapılan şey tutanaklar üzerinde keyfi bir kalem oynatma sahteciliği değil. Yapılan şey, gün boyunca sandığı keyfi olarak oy ile doldurmak ve seçmeni baskılamak yoluyla işlenen seçim suçlarının sandık sonuç tutanaklarına sayılar olarak işlenmesi, böylece hileyi içinde barındıran resmi kayıtların üretilmesi ve bu kayıtlara göre sonuç alınarak açıklanmasıdır.
7 Haziran ile 1 Kasım 2015 arasında, göreli bir rahatlama halinden, terörize edilerek kötülüğün ardına hizalanacak ölçüde bir savrulma yaşadık. Bu bir vakıa ise, tersi de niye ihtimal olmasın? Yani, gergin, huzursuz bir ortamdan barış ve huzur vaadiyle donanıp bir rahatlama haline doğru yollanmak niye mümkün olmasın?
Yapılan sistematik hileyi sandık bazında inceleyen Seçim Suçu İstatistik Analizleri ile ilk kez 2017 referandumunda tanıştık. Bunlar uluslararası ölçekte uzman akademisyen gruplarınca, onlarca ülkede yapılan hemen bütün seçimleri inceleyen ileri istatistik analizlerdi. Bu çalışmaların yapıldığı ülkeler arasında Rusya Federasyonu ile Türkiye, ispatlanan seçim suçlarının yoğunluğu bakımından liderlikte yarışan iki ülke olarak öne çıkıyordu.
2017 referandumu sandıklarının yüzde 11’inde “sandığın oy ile doldurulması” –oy kalpazanlığı– olasılığı istatistik anlamlılıkla ortaya kondu. Buna “seçmen baskılanması” analizinin de eklenmesiyle saptanan hilenin, gerçekleşen “Hayır” iradesini “Evet” olarak değiştirmeye yeter hacimde olduğu saptandı.
Sonuç şöyle de okunabilir: 47 milyon geçerli oy üzerinden “Evet” olarak açıklanan referandum sonucunun “Hayır” ile arasında yarı yarıya eşitliğin sağlanması için yer değiştirmesi gereken oy sayısı 690 bin ve bu da geçerli oy toplamının yüzde 1,5’i.
Analizde ortaya konan hile olasılığı hacmi, bu 690 bin oyun çok üzerinde. Bunun kuvvetli kanıtı, sadece yüzde 92’nin üzerinde seçime katılım anomalisine, yani sandığı keyfi olarak oy ile doldurma suçu şüphesine sahip 39 bin sandıkta kayıtlı 11 milyon seçmen olmasıdır.
Şimdi geriye, çok farklı yöntemlerin, şiddetin devreye girdiği 7 Haziran 2015 genel seçimlerine dönelim. Seçimden iki gün önce, 5 Haziran’da, HDP’nin Diyarbakır mitinginde, alanda aynı anda iki bomba patladı ve özellikle kürsüdekilerin soğukkanlı tutumu sayesinde büyük bir panik çıkmadı, ama beş kişi hayatını kaybetti, 400 kişi yaralandı. Faillerin maksadı hâsıl olmadı. Çöplerde bulunan oy pusulası çuvallarına, kaybolan tutanaklara rağmen, HDP’nin yüzde 13 oy aldığı seçimde, AKP o günkü toplam milletvekili sayısına göre çoğunluk için gereken 276 sandalyeye ulaşamadı… 7 Haziran seçimleri öncesinde ve seçim günü sonucu belirlemek için ne tür yöntemler denendi? Neler oldu?
HDP’nin 2015 seçimine parti olarak katılma kararı alması üzerine iktidarın yaşadığı endişe biliniyor. Bu korku ve endişenin eseri olarak seçimi bütünüyle berhava edebilecek vahamette ilk büyük provokasyonu, kampanya döneminin başında, 11 Nisan 2015’te Ağrı-Diyadin’de hazırlanan komployu anmak gerek. Bu tarihte, çözüm sürecinin gereği olarak saldırmazlık durumunda bulunan gerillanın üzerine gönderilen bir bölük askerin İçişleri Bakanlığı’yla TSK’nın ortak komplosu ile emniyetsiz bırakılarak gerilla tarafından yok edilmeleri amaçlandı. O sırada yaylaya çıkan bölge halkının provokasyonu fark edip gerillayı uyarması sonucunda bu asker katliamı önlendi. İçişleri Bakanı Efkan Ala ile Ağrı valisi arasında geçen telefon görüşmesinde gerillanın önüne sürülecek askerlerin hepsinin farklı Anadolu kentlerinden seçilmeleri, katliamın ertesinde cenazelerinin bu Anadolu kentlerine dağıtılması talimatının verildiği, böylece HDP’nin seçim kampanyası boyunca Anadolu’ya adıma atamayacak hale getirilmesinin amaçlandığı anlaşıldı. Bu örnek iktidarın seçimi kaybetme riski karşısında göze alabileceklerinin boyutuna işaret etmesi bakımından özellikle bugün için de önemlidir.
Bunun yanında, özellikle İstanbul gibi büyük coğrafyaya yayılmış metropollerde HDP seçmeninin seçim kütüklerinden silinmesi yoluyla binlerce seçmenin seyreltildiğini de gözledik.
Tüm bunlara rağmen, HDP’nin seçime parti olarak girme kararının yarattığı canlılıkla sokakta kurulan gönüllü grupları sadece İstanbul’da 40 bin gönüllüyü sandık gücüne katma başarısını gösterdi. Nihayet, yaratılan canlılığın sonuçlarına işaret eden bu örnek de bugün için çok önemli.
7 Haziran, aynı zamanda, “kaybetse de gitmez” endişesini “doğrulayan” bir uygulama oldu. Kaybettiği seçimin hemen ertesinde Erdoğan erken seçim kararı aldı, YSK seçim tarihi olarak 1 Kasım 2015’i belirledi. 1 Kasım’daki seçimde AKP yüzde 49,5 oyla sandalyelerin yüzde 57,45’ini alarak 317 milletvekili elde etti. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında neler yaşandı?
Yaklaşık beş aylık bu süreçte, göreli bir rahatlama halinden, terörize edilerek kötülüğün ardına hizalanacak ölçüde bir savrulmayı yaşadık. Bu bir vakıa ise, tersi de niye ihtimal olmasın? Yani, gergin, huzursuz bir ortamdan, barış ve huzur vaadiyle donanıp bir rahatlama haline doğru yollanmak da niye mümkün olmasın?
2015’te yaşadığımız karanlığı sonundan başına saracak moral dinamikleri sokakta, sandık başında birbirimize omuz hizamızdan dostça bakarak, birbirimizden güç alarak ortaya çıkarmak, bugün hayata karşı biricik sorumluluğumuz olarak önümüzde duruyor.
Geldik Kasım 2019’da yapılması gerekirken erken seçim kararıyla bir buçuk yıl kadar öne alınan, son milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimine, 24 Haziran 2018’e. CHP’nin oluşturduğunu söylediği paralel oy sayım sistemi işlemedi, Anadolu Ajansı dışında veri sunulacağı söylenmişti, sunulamadı… Henüz oy sayımı sürerken, gönüllüler oy pusulalarını korumak için binbir çaba harcarken cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin bir TV gazetecisi aracılığıyla canlı yayında “Adam kazandı” mesajı geldi. Beş adayın (Akşener, Demirtaş, Erdoğan, İnce, Karamollaoğlu) katıldığı seçimi Erdoğan ilk turda yüzde 52,59’la aldı. O seçimde ve sonrasında neler yaşandı?
Belirttiğin paralel oy sayım sistemi sadece CHP’nin değil, 24 Haziran seçiminden 51 gün önce kurulup ancak seçime kadar bu kısa süre boyunca çalışan Adil Seçim Platformu’nun (ASP) sayım sistemiydi.
ASP seçim sonuçlarını sayım başladığı andan itibaren yayınlayacağını ilan etmişti. Bu söz yerine getirilemedi. Sebebi şuydu: CHP ve HDP’nin seçim takip sistemleri aldıkları sandık sonuçlarını platformun Bilgi İşlem Merkezi’ne (BİM) gönderecek, veri burada birleştirilerek hızla açıklanacaktı. Burada HDP-BİM’e sonuçlar geliyor, ancak, bir kod yazım hatası nedeniyle görüntülenemiyor ve ASP-BİM’e aktarılamıyordu. Bu teknik hata yüzünden sonuçlar ülke geneline toplulaştırılamadı ve erken yayınlanması bu nedenle mümkün olmadı.
HDP 7 Haziran 2015’ten itibaren önceki üç seçimde bu sistemi başarıyla çalıştırabilmişti. Her üç seçimin de öncesinde sandık takip sisteminin karşılaşacağı veri akış yüküne dayanıklılığı, simülasyon yoluyla seçim öncesinde belirli bir günde sisteme eş-anlı olarak binlerce hayali sandık sonucunun yüklenmesiyle test edilmiş, sistemin çalıştığı bu şekilde anlaşılmış, onaylanmıştı.
Ancak, 24 Haziran 2018 seçiminin baskın seçim olması nedeniyle çalışma süresi yetmemiş, HDP bu testi yapabilme fırsatını bulamamıştı. Eğer bu test yapılabilmiş olsaydı, ekrana görüntü alamama hatası görülmüş olacak ve yazılım hatası düzeltilebilecekti. Zamana sıkışmış olmaktan ötürü ortaya çıkan bu talihsizlik ASP’nin seçim günü yetersizliği olarak kamuoyuna yansıdı.
2017 Referandumu ile 2018 Genel Seçimi’ni karşılaştırmalı olarak ele alan Uluslararası Seçim Suçu Analizi’nde “2017 ve 2018 seçimlerindeki suçların ‘parmak izlerinin’ birbirlerinden zorlukla ayırt edilebilecek ölçüde benzer oldukları, istatistik sonuçların sistematik sahtekârlık niteliğindeki seçim suçunu açığa çıkardıkları” belirtiliyordu.
Buradan çıkarılacak olan hissenin seçim güvenliği çalışmasının bütün yönleriyle ne kadar erken başlaması gerektiği olduğunu düşünebiliriz.
Muhalefet adayının gecenin daha ortasında “Adam kazandı” beyanına gelince: Resmi ve sivil kuruluşların topladığı sandık sonuç tutanaklarının birbirleriyle örtüşmeleri tabiidir. Bu kaçınılmaz örtüşme seçimin hilesiz olduğu anlamına gelmez. Bu anlamda CHP adayının gece 00:30 sularında whatsapp üzerinden “Tutanakları karşılaştırdım; aynılar, adam kazandı” açıklaması tutarsız ve geçersizdi. Varsa, gün boyunca oy verme süresi içinde yapılmış hile sandık sonuç tutanağının içeriğinde yerini alır. 2018 seçiminde de durum buydu. Yapılmış olan sistematik hilenin hacmi gerçekte ikinci tura kalan seçimi salt çoğunluk ile ilk turda sonuçlandıracak niceliğe ulaştı.
Daha önce 2017 referandumu için atıfta bulunduğum uluslararası seçim suçu analizlerinin Türkiye çalışmaları içinde, 2017 Referandumu ile 2018 Genel Seçimi’ni karşılaştırmalı olarak ele alan Seçim Suçu Analizi’nin özeti şöyle:
2018 seçimi analizlerinde “seçmen baskılanması” ve “sandığı oy ile doldurma” olasılıklarına sahip sandıkların oranı sırasıyla yüzde 15 ve yüzde 9 olarak bulundu.
Çalışmanın Sonuç bölümünde ise “2017 ve 2018 seçimlerindeki suçların ‘parmak izlerinin’ birbirlerinden zorlukla ayırt edilebilecek ölçüde benzer oldukları, bulunan istatistik sonuçların aynı yönde ve hacimde olduğu, sistematik sahtekârlık niteliğindeki seçim suçunu açığa çıkardıkları” belirtiliyordu.
En son seçim tecrübemizse 31 Mart 2019 yerel seçimleri ve İstanbul’da ikinci bir “kaybetmeyi kabullenmeme” vakası… Seçim sonucu YSK tarafından Ekrem İmamoğlu yüzde 48,7 (4.169.765) Binali Yıldırım yüzde 48,6 (4.156.036) olarak açıklanmıştı. Binali Yıldırım sayımlarda hile yapıldığını öne sürdü. AKP ve MHP’nin itirazı üzerine YSK, “kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkan ve üyelerinin seçimde görevlendirildiği” gerekçesiyle, Mayıs 2019’da 4’e karşı 7 oyla İBB Başkanı seçimini iptal etti, 23 Haziran 2019’da seçimin yenilenmesi kararı aldı. 23 Haziran seçimleri ise Ekrem İmamoğlu yüzde 54,2 (4.742.082), Binali Yıldırım yüzde 45,0 (3.936.068) olarak sonuçlandı. 31 Mart ve 23 Haziran tekrar seçimleri bugün bize ne söylüyor?
Seçim günü için güvenlik sorununu, birbirlerini tamamlayıcı ve belirleyici nitelikte iki boyutuyla ele almanın yerinde olacağını düşünebiliriz. Bu iki boyut “oy verme süresi” ve “oy verme sonrası”dır.
31 Mart 2019’da İstanbul yerel yönetim seçiminde özellikle Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin bıçak sırtı konumu, seçim güvenliğinin bu iki boyutunun birbirlerini tamamlayıcılık ve belirleyicilik niteliklerini oldukça önemli kılmıştı.
Muhalefetin ilan edilmemiş, ama geniş kapsamlı bir halde –kimi bileşenlerinin “bağrına taş basarak”– ortaklaşmış olması seçim güvenliğinin ilk aşamasında, oy verme süresi içindeki yetersizliklerinin bir ölçüde aşılmasına katkıda bulunmuştur. Ki bu yetersizlikler gün boyunca yapılabilecek hilelerin önlenebilmesinde karşılaşılabilecek yetersizliklerdi.
Ayrıca, genel seçim ile yerel seçimlerde oy verme sürecinin işleyişiyle sandıkların kontrol altında tutulabilmesi dinamiklerinin birbirinden oldukça farklı olması, yerel seçimde sandık güvenliğinin genele göre daha iyi sağlanabilmesini mümkün kılıyor. Bu birinci boyuttaki kısmi elverişli durum sandık sonrası boyutun iyi yönetilebilmesine önemli katkı sağladı.
Oy verme süresi sonrasında, 2018’de ASP’de karşılaşılan talihsizliğe uğramadan, sonuçların hızlı ve doğru biçimde izlenebilmesi ise bilgi temeli üzerinde sahip olunan özgüvenin eseridir. İktidarın bu başarıyı hazmedemeyip 23 Haziran tekrar seçiminde uğradığı hezimet ise konuşmanın başında değindiğimiz örgütlü, birleşmiş ve moralli bir halkı yenilmez kılan üç kıymetli niteliğe dikkatimizi çekiyor: Örgütlü olmak, birleşmiş olmak, moralli olmak.
Bugün seçime giderken ilgili kurumların/oluşumların yapısına bakarsak, başta Yüksek Seçim Kurulu (YSK), Anadolu Ajansı, medyalar, güvenlik güçleri… açısından nasıl bir tablonun içindeyiz?
YSK bütünüyle iktidarın güdümünde, şu âna kadar aldığı kararlarla yargı önünde hesap sorulacak bir yapı. Bunu muhalefet sözcüleri de sıkça dile getiriyor.
Anadolu Ajansı ve TRT de aynı durumdalar. İktidara bağımlı medya kuruluşları birer kurum olma niteliğinden uzak, iktidar aygıtlarına dönüştü. Güvenlik güçlerinin seçim günü iktidarın sopası olarak kullanılma niyeti seziliyor. Bütün bunlar devletin toplumda yaygın “halkın devleti olma” vasfını yerle bir eden olgular olarak karşımızda duruyor.
Halk ile adına artık halk diliyle “devlet” denilemeyecek bir tahakküm aygıtının karşı saflarda konumlandıkları bir ortamda olduğumuz apaçık.
14 Mayıs seçimlerinde toplam 64 milyon 113 bin seçmen oy kullanabilecek. Yurtdışında ise 3 milyon 416 bin kayıtlı seçmenin olduğu söyleniyor. 2018’de yurtdışında 60 seçim noktası varken, bu seçimde 15 ülke daha eklenmiş durumda. YSK kapatma davası nedeniyle HDP’nin yurtdışı sandık kurullarına üye veremeyeceğine, HDP yerine sandıklarda MHP’nin yer alacağına karar verdi. Yurtdışı oylarıyla ilgili ne gibi riskler olabilir, buna karşı ne yapılabilir?
2018’de 3 milyon kayıtlı yurtdışı seçmenin yüzde 13 artışla 3,4 milyona çıkmasında ilk bakışta sıradışı bir durum yok. 2018’de 60 ülkede, tamamı yabancı temsilcilik olan 123 merkezde sandık kuruldu. 14 Mayıs’ta 74 ülkede 177 merkezde oy kullanılacak. Dış temsilciliklerin yanında 40 başka yer de olacak.
2018’de yurtdışında seçime katılım 1,5 milyon oy ile yüzde 50 oranında gerçekleşti. Bu seçimde oy verme merkezlerindeki artışa da bağlı olarak katılımın yükselmesi beklenir. 177 merkezde de sandık kurullarında üye ve müşahitlerin etkin bir güvenlik sağlamaları gerekiyor.
Yurtdışı sandık kurullarında ilk üç partinin görev alması kuralına göre HDP’nin kurulda yer alması önemli bir güvenceyken bu seçimde partinin seçime ismiyle katılmaması sebebiyle kurula üye veremiyor, bu görev sandık müşahitleriyle yerine getiriliyor.
YSK bütünüyle iktidarın güdümünde, şu âna kadar aldığı kararlarla yargı önünde hesap sorulacak bir yapı. Anadolu Ajansı ve TRT de aynı durumda. Güvenlik güçlerinin seçim günü iktidarın sopası olarak kullanılma niyeti seziliyor. Halk ile adına artık halk diliyle “devlet” denemeyecek bir tahakküm aygıtının karşı saflarda konumlandıkları bir ortamda olduğumuz apaçık.
Yeşil Sol Parti’nin Türkiye içinde de sandık kurullarına görevli veremeyeceği, sadece müşahit bulundurabileceği açıklandı. Bu doğru mu, her seçim bölgesi için geçerli mi? Sandık görevlisi ile müşahidin sorumluluk ve yetkisi ne kadar farklı?
Yasaya göre, seçime ilk kez katılması sebebiyle Yeşil Sol Parti sandık kurullarına üye değil, müşahit verme hakkına sahip. Uygulamada ise birçok ilçe seçim kurulunun 7 kişilik sandık kurulu listelerini tamamlayabilmek için Yeşil Sol Parti’den de sandık kurulu üyesi istediği görülüyor. Sandık kurulu üyeliği ile müşahitlik arasında, birincilerin sandık sonuç tutanağını imzalamalarının dışında, oy verme ve kayıt sürecini izleme, uyarma, itiraz etme hakları ve görevleri aynı.
6 Şubat depremleri 9 milyona yakın seçmenin yaşadığı 11 ili sarstı. Açıklanan hiçbir sayısal verinin güven vermediği, ölü, ağır yaralı ve kayıpların tam sayılarının bilinmediği, büyük bir göçün yaşandığı bu bölgede seçim güvenliği nasıl sağlanacak, seçmenlerin hakları nasıl korunacak? Belirsizlikler hileye elverişli bir zemin sağlamıyor mu?
Hileye elverişli bir zeminin olup olmaması her yerde olduğu gibi deprem bölgesinde de seçim günü oy verme işlemi ile sayım ve kayıt süreci boyunca seçim güvenliğinin sağlanmasına bağlı bulunuyor.
Bunun için seçim alanında her sandığın başında hem görevli hem seçmenlerden oluşan bir insan gücünün birbirlerine duydukları güven ve birlik olma haliyle, sakin, ama kararlı bir güç olarak davranmaları gerekiyor.
Deprem sonrasında, gerçek manzaranın görülmesini ve iktidar aleyhine sesin yükselmesini engellemek amacıyla, binlerce insanın hayatı pahasına, internetin yavaşlatılmasına, sosyal medyanın kapatılmasına tanık olduk. Seçim günü de benzer uygulamalar bekliyor musun? Bu tür uygulamalar nasıl, ne kadar etkiler seçim sonuçlarını? Bunlara karşı ne yapılabilir?
Sandık güvenliğinin sağlanması için görevli ve seçmenlerden oluşan halk gücünün, gün ve gece boyunca sandık başında seçim alanlarında hiçbir söylentiye kulak asmadan, tehdide, zora boyun eğmeden kararlı ve soğukkanlı bir güç halinde bulunmaları gerekli koşul. Bu sağlandığı sürece, iletişim olanaklarının kısıtlanması etkili olamaz ve bütünüyle kısıtlanması da olanaksızdır. Kısıtlanan alternatif iletişim kanalları her zaman olacaktır. Nihayet, en sağlıklı ve engellenemez iletişim, halkın sokakta birbiriyle kuracağı iletişimdir. Halk sokakta oy hakkını gözetme, savunma halinde birlikte olacaktır.
Sandık güvenliği denince akla ilk gelen sivil inisiyatiflerden biri 2014’te kurulan Oy ve Ötesi. Oy ve Ötesi Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Hande Turan, 26 Nisan’da 14 Mayıs seçimleri için 38 bin gönüllü sayısına ulaştıklarını, 100 bin gönüllüyü hedeflediklerini söyledi. Bu kadar kısa bir sürede bu hedefe ulaşılabilir mi?
Ayrıca, yine Oy ve Ötesi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ertim Orkun, Optik Karakter Tanıma (OCR) teknolojisine dayanan bir aplikasyon geliştirdiklerini, sandıklarda görev alan gönüllülerin hazırlanacak tutanakları fotoğraflayarak sisteme yükleyeceğini, verilerin otomatik olarak sayısal hale getirileceğini, böylece sahadan gelen sandık verilerinin çok hızlı doğrulanabileceğini söyledi.
Toplam 200 bin kadar sandık olduğu biliniyor. Bu yöntem güvenilir, doğru sonuç almak için etkili olabilir mi? Herhangi bir seçim hilesinin önüne geçmeyi sağlayabilir mi?
İster optik karakter tanıma sisteminiz olsun, ister tutanakları parti ilçe örgütlerine götürün ve oradan merkeze aktarılsın, yurt genelinde her seçim alanında sandıkların biraz önce yinelediğim nitelikte bir halk gücüyle donanması halinde, iktidarın hilesi, bilgi karartması, provokasyon vb. girişimleri boşa çıkarılır. Bu mümkünün başarılması göreviyle karşı karşıyayız. Sonuçlar da bu şekilde tam olarak toplanır ve halkın bağımsız mecraları dışında hiçbir bilgi karartma girişimine itibar edilmeksizin açıklanır.
Seçim güvenliğinin sağlanması, sonucunun kamuoyuna sağlıklı olarak açıklanması ne bir derneğin ne de herhangi bir siyasi partinin tek başına başaracağı bir iştir.
Sandık güvenliğinin sağlanması için görevli ve seçmenlerden oluşan halk gücünün gün ve gece boyunca seçim alanlarında hiçbir söylentiye kulak asmadan, tehdide, zora boyun eğmeden kararlı ve soğukkanlı bir güç halinde bulunmaları gerekli koşul. Bu sağlandığı sürece, iletişim olanaklarının kısıtlanması etkili olamaz.
Amacı sandık güvenliğine katkıda bulunmak olan bir kuruluş seçime sayılı gün kala hedeflediği müşahit gücünün yarısına ulaşamamışsa bu işte bir geç kalmışlık var demektir. Ama burada kabahati sadece o kuruluşa da yükleyemeyiz. Seçim güvenliğinin asli unsuru olan siyasi partilerin bu konudaki yapısal “hak ettiği önemi vermeme” tutumlarının bir yansımasıdır bu geç kalmışlık.
Seçim güvenliği, seçim olsun olmasın, sürekli gündemde tutulması gereken, ufukta bir seçim belirdiği anda, en az bir yıl öncesinden itibaren işin asli unsuru siyasi partiler ile emek, meslek ve demokratik kitle örgütlerinin birlikteliğine, koordinasyonuna dayanan yoğun bir çalışmayla üstesinden gelinebilecek, ancak böyle hakkıyla başarılabilecek bir çalışmadır.
Oy ve Ötesi’nin iyi niyetle yaptığı tutanak karşılaştırması işine koyduğum şerhi ise Express’e (sayı 165, Temmuz 2018) yaptığım 2018 seçimi değerlendirmesinden aktarmak bir işe yarar mı, bilmem. O da şuydu: “Siz elinize gelen tutanağı YSK’dan gelenle karşılaştırırsınız, ikisi aynıdır, fark yoktur, hile yoktur! Bunları toplar, 180 bin sandık üzerinden rapor yazarsınız; fark devede kulak bile değildir. Ama hiç murat etmeden topluma şu algıyı vermiş olursunuz: ‘Demek ki hile yokmuş.’ Halbuki hile tutanağın içerisinde, öyle tecelli etmesindedir.
…Dünyanın hiçbir yerinde, yapılan bir seçimde, resmen açıklanan sandık sonuçları ile ıslak imzalı sandık tutanakları karşılaştırmasında, ikisi arasında anlamlı bir fark çıkmaz. Aradaki fark, araştırma dilinde ‘10 binde 1’ler’ olarak ifade edilen ‘ihmal edilebilir’ farktır. Bu da büyük ölçüde tutanaklarda sehven yapılan hatalardan kaynaklanır ve siyasi partiler tarafından yapılan itirazlarla çoğu düzeltilir.”
2021 sonunda kurulan pek çok sivil inisiyatifin yer aldığı Seçim Güvenliği Platformu (SGP) var bir de. Bu platform önümüzdeki seçimde nasıl bir işlev üstlenebilir?
Seçim Güvenliği Platformu bir yıl boyunca süren emek yoğun çabanın sonunda 1 Aralık 2021’de kuruldu. İyi Parti dışında muhalefet partileri de platformun tam ya da gözlemci katılımcısı oldular.
2018’de ASP’de yer alan emek, meslek örgütlerinin ve daha fazlasının platformda yer alması da önemliydi. Ancak, kuruluşundan kırk gün sonra platform, seçim güvenliğinin sokakta halkın kendisini özne hissedeceği bir hareket olarak örgütlenmesi düşüncesini kendi içinden tasfiye etti. Platformun varlık sebebi böylece berhava edilmiş oldu ve o günden bugüne platform, seçim güvenliğine yapabileceği hiçbir katkıyı yerine getirememiş sanal âlemde bir logo olmaktan öteye gidemedi.
Yaşanan tasfiye işleminde ana muhalefet partisinin platforma taşınan “sokak korkusunun” tayin edici etken olduğu anlaşıldı.
Muhalefet partilerinin, esas olarak CHP ve YSP’nin, seçim günü ve sonrasına dair örgütlenmesini, bu konuda sorumluluk alan ekiplerinin yeterliliğini, yöntemlerini, çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsun?
Seçim güvenliği için yapılan, insan kaynağı bulmaktan eğitime kadar bütün emek yoğun hazırlıkların hepsi nihayet seçim günü ve gecesinde oy hakkının savunulması içindir. Bu çalışmanın asli unsuru olan siyasi partilerin benimsemeleri beklenen, ilke niteliğindeki hususlara nasıl yaklaştıkları önemli. Bu çerçevede sorabiliriz; yaşadığımız son seçim sürecinde:
Seçim güvenliğini sağlamanın asli unsuru olan muhalefet partilerimiz, bunun için her şeyden önce, oy hakkını savunan bir “halk hareketi” yaratılmasının gerekli olduğu fikrini benimsediler mi?
Her birinin “seçim güvenliğinin önemini, kendilerinin buna ne kadar hazır olduklarını” belirttikleri tekil demeçler vermelerinin ötesinde bu hareketin çağrıcısı olmak sorumluluğunun kendilerinde olduğunun farkına vardılar mı?
Bu çağrının halka ümit verecek, harekete geçirecek bir etkiye sahip olmasının, aralarında hiçbir ideolojik, politik ayrım gözetmeksizin açık bir imece yapmalarına, çağrıları ile birlikte bunu da kamuoyuna duyurmalarına bağlı olduğunu gördüler mi?
Milyonları harekete geçirecek, bilgiyle donatacak, birbirleriyle tanıştıracak, yoldaş edecek bir halk hareketinin ne denli emek yoğun, devasa bir örgütlenme olduğunu kavradılar mı?
Bu halk hareketinin bir seçim güvenliği sağlama çabasının ötesinde, örgütlenmiş kötülüğü yenecek bir halk öz savunma gücünün yaratılması eylemi olacağını öngördüler mi?
Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçim güvenliğine dair bu sorulara, söyleminin ötesine geçen olumlu, kararlı bir cevabı, yaklaşımı olmadı. Bu tutumu birlikte davrandığı partiler için de belirleyici oldu.
Seçim Güvenliği Platformu, kuruluşundan kırk gün sonra, seçim güvenliğinin sokakta halkın kendisini özne hissedeceği bir hareket olarak örgütlenmesi düşüncesini tasfiye etti. Platformun varlık sebebi böylece berhava edildi. Tasfiyede ana muhalefet partisinin platforma taşınan “sokak korkusunun” tayin edici etken olduğu anlaşıldı.
Halkların Demokratik Partisi’nin ise, bu tutumdan farklı olarak, sürecin başından itibaren seçim güvenliğinin partiler, demokratik kuruluşlar ve halkın birlikteliğiyle sağlanması gereği üzerinde durduğunu gözledik. Nitekim, 21 Eylül 2021’de partinin 11 maddelik tutum belgesinin yayınlanmasını izleyen eş başkanların ziyaretlerinde muhalefet partileri heyetlerinin önüne koydukları görüşme gündemlerinden birinin seçim güvenliğinin birlikte sağlanması için partiler arası işbirliğinin sağlanması olduğunu da gözledik.
Geçen altı ay boyunca, partinin bu teklifi de merkezi bir karşılık bulmadı. Nihayet kalan sayılı gün içinde kimi yerellerde ilçe örgütlerinin kendi inisiyatifleriyle birbirleriyle iletişime geçtiklerini söyleyebiliriz.
2018 seçimi öncesinde kurulan Seçim Süreçleri Meclisleri’nin seçim güvenliğinin meşruluğu tartışılmaz bir halk hareketi olarak sokakta inşa edilmesi hedefiyle yaptıkları o zamanki Express’te yayınlanmıştı (sayı 162, Nisan 2018). Beş yıl önceki mütevazı çabanın bu seçimde ülke genelinde bir kasırga olarak esmesi halinde bugün seçim güvenliği konusunda eksiksiz, mükemmel bir örgütlenmeyi sağlamış olurduk. 15 Mayıs sabahına alınmış yurtdışına tek yön uçuşlar dolardı. Süreç böyle yaşanmadı.
Her şeye rağmen yine de bugün, halkın 21 yıllık bu zulüm düzeninden kurtulma iradesine, sokakta ortaya koyacağı birlik, dayanışma ve oy hakkını savunma kararlılığının “cehennemin kapısını kapatacağına” güveniyor, bunun için çalışıyoruz.
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) nisan sonunda Türkiye’de seçim güvenliğiyle ilgili hazırladığı raporu yayınladı. Raporda, AGİT’in önceki tavsiyelerinin önemli bir kısmının gözardı edildiği, ayrıca Türkiye’deki kurum ve kuruluşların da adil seçime dair taleplerinin dikkate alınmadığı belirtiliyor. AGİT 2023 genel seçimlerini değerlendirmek için bir Seçim Gözlem Misyonu kurulmasını öneriyor. Bu ve benzeri raporları nasıl değerlendiriyorsun? Uluslararası oluşumların ve gözlemcilerin seçim adaleti ve güvenliği konusunda bir etkisi, katkısı olabilir mi?
AGİT önceki seçimlerde olduğu gibi 14 Mayıs’ta da bağımsız gözlemci heyetiyle seçimi izleyecek. 300 dolayında gözlemci raportörü olması bekleniyor. Bunlar bulundukları bölgelerde oy verme süresi boyunca tek bir noktada değil, birçok seçim alanına giderek gözlem yapıyor. Seçim sonrasında hazırlanan AGİT raporları, gözlenen yanlış, kötü uygulama vakalarını örnekleyen uluslararası resmi belgeler olarak değer taşır. Bunun ötesinde, o gün boyunca seçim güvenliğini sağlayacak başkaca bir katkısı olması beklenemez. Türkiye’de Eşit Hakları İzleme Derneği (EŞHİD) ile İnsan Hakları Derneği de her seçimde YSK’ya bağımsız gözlemci statülerinin kabul edilmesi için başvuruda bulunuyor. Başvuruları keyfi olarak reddediliyor. 14 Mayıs için yapılan başvuruları da kabul edilmedi. Ancak iki kuruluş da, resmi onay olmamakla beraber, 300 dolayında gözlemci ekibiyle seçim alanlarında olacak. Gün boyunca gözlenen hak ihlalleri Bağımsız Seçim İzleme Platformu’nun twitter adresinde (@seçimizleme) ve sonrasında rapor olarak yayınlanacak.
Sandık gözlemcisi olmak için herhangi bir muhalefet partisinin müşahit kartını almamız hiç zor değil, bir ilçe örgütünün kapısını çalmamıza bakar. Bu olmasa da sadece seçmen olarak sandığa gidip oy kullandığımız andan itibaren, yasada yazılı hakkımız olarak artık o sandığın, o seçim alanının gözlemcisiyiz. Gün boyunca evimize dönmeyecek, seçim alanımızda, gerektiğinde yakın çevremizdeki alanlarda olacağız.
İçişleri Bakanı Soylu 28 Nisan’da şöyle bir tweet attı: “15 Temmuz, fiili darbe girişimiydi. 14 Mayıs 2023, Türkiye’yi tasfiye etmeye yönelik hazırlıkların her birini bir araya getirerek oluşturabilecek siyasi darbe girişimidir…”
Ardından, 1 Mayıs’ta cumhurbaşkanı başdanışmanı Mehmet Uçum, “2023 seçimlerinde iktidar değişikliği Türkiye’nin tam bağımsızlığına darbe olur” dedi.
Ve nihayet Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nu kastederek “Benim milletim Kandil’den aldığı destekle cumhurbaşkanı olana bu ülkeyi teslim etmez” diyerek hem seçim sonucunu tanımayacağını söylemiş oldu, hem de 15 Temmuz’da (2016) olduğu gibi “milleti” göreve çağırdı…
Bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsun?
Bunların seçim gününe dair korku iklimi yaratmaya dönük tehditler olduğu apaçık; üzerinde konuşan bütün muhalefet sözcüleri de bunu belirtiyor.
Ama konuşmamızın başına, aslında insanlık tarihi boyunca defalarca ispatlanmış kadim gerçeğe bir kez daha dönelim; halkın gücünün üzerinde, onu yenebilecek güç yoktur. Dayanışma ezilenlerin inceliğidir. 21 yıl boyunca bu iktidar tarafından ezilenler 14 Mayıs gününde, gecesinde ve ertesinde bir arada birbirleriyle dayanışma içinde olacaklar.
Bunu nasıl yapacaklar? Çok açık; kalan günler içinde sandık gözlemcisi olmak için herhangi bir muhalefet partisinin müşahit kartını almamız hiç zor değil; bir ilçe örgütünün kapısını çalmamıza bakar. Bu olmasa da sadece seçmen olarak sandığa gidip oy kullandığımız andan itibaren, doğal olarak ve yasada yazılı hakkımız olarak artık o sandığın, o seçim alanının, o okulun gözlemcisiyiz. Gün boyunca evimize dönmeyecek, kendi seçim alanımızda, gerektiği zaman yakın çevremizdeki alanlarda olacağız. Gün boyunca sokakta hareket halinde, birbirimizle selamlaşan, haberleşen, çayını, simidini bölüşen, sayım aşaması için sözleşen, aramızda görev, yer paylaşımı yapan, dayanışan yurttaşlar olacağız. Gün boyunca, ister sandık başında ister çevresinde karşılaşmamız, tanık olmamız muhtemel anlaşmazlıklarda, sandık görevlilerimizin yanında sakin bir güç olarak bulunacağız, oy hakkımızı koruyan görevlilere varlığımızı hissettirecek, onlara güç vereceğiz; durumu dikkatle izleyen, gerektiği anda sözcülerimizi destekleyen yurttaşlar olacağız.
Halkın gücü budur; birlik, özgüven ve dayanışma içinde sokakta olmaktır. Örneklerini verdiğin içi boş tehditleri savuranların korkusu da bu. 14 Mayıs’ta insanların dostça, güven, birlik ve dayanışma içinde sokakta olmasından, halkın oy hakkını sandığının başında sokakta savunmasından korkuyorlar. Karşılarında bu savunma sathını görünce niyet edecekleri kışkırtma, zorbalık, saldırganlık girişimlerine cesaret edemeyecekler. Böyle girişimler olursa geriye adım atmayacağız, birlikte ileri fırlayacağız, çünkü haklı ve güçlü olacağız.
Son olarak, seçime bir hafta kala, uyarı, öneri ve tavsiyelerin neler?
Kazanılmış olan moral üstünlüğü korumak ve büyütmenin peşinde olmak. Bunun için güvenli, sakin, aynı zamanda canlı, hareketli, koşulsuz dost olmak.
Olası her kötülüğü hesaba katmak, hazır olmak, kötülüğü küçümsememek.
Moral bozma amaçlı sonuç açıklamalarına, yalanlara aldırmamak, bunları teşhir etmek.
Sokak, mahalle, seçim alanı yerellerinde iletişim grupları kurulması, tanışma toplantıları yapılması için talep eden, çağırıcı olmak, bunun için çalışmak.