“Özgürlük, bazen kendi adından başka adlar altında görünür. Sanırım 1968 yılı, özgürlüğün bilincine varıldığı, ama sonradan yitirildiği bir an olmuştu. Fakat bu an, önemli ve güzel, gerçeküstü ve gerçekti. Bu öyle bir eylemdi ki, kolektif özgürlüğün tüm bireysel özgürlüklerin bir araya gelmesinden daha başka bir şey olduğunun bilincine varıldı. 1968’in anlamı bu oldu işte. Bu tür anlar tarihte sıkça ortaya çıkmıştı. Paris Komünü de böyle bir şeydir…” Woodstock’un otuzuncu yıldönümünde, Roll’daki anmaya Sartre’ın bu cümleleriyle başlamış, sözü 1969’un o büyülü üç buçuk gününe getirmiştik: “Otuz yıl önce bugünlerde, özgürlüğün adı Woodstock’tu. Önemli ve güzel, gerçeküstü ve gerçekti. 15-16-17-18 Ağustos’ta olup bitenler, bir konserin, bir festivalin ötesinde bir şeydi.” Aradan yirmi yıl daha geçti, Woodstock yarım asrı devirdi. Hâlâ önemli ve güzel, gerçek ve gerçeküstü. Elli yıl öncesine uzanıyor, o benzersiz hadisenin kilometre taşlarını ve isimli, isimsiz kahramanlarının tanıklıklarını huzurlarınıza getiriyoruz. Roll’un Woodstock sayısındaki “O yeşil papağan” başlıklı derlemeden naklen…
17 Ağustos 1969’da, sahneden indikten birkaç saat sonra, Jimi Hendrix bir radyo istasyonuna verdiği mülâkatta şöyle demişti: “Woodstock’ın barışçıllığını ve çok, çok, çok iyi müziğini sevdim. ‘İyi müzik’ten kastım hakiki müzik, çok uzun zamandır hasretle bu müziği bekleyen insanlar vardı. İnsanlar çamurda yattılar, yağmurda ıslandılar, şuna maruz kaldılar, buna maruz kaldılar, ama neticede galip geldiler. Bence başarılı bir festivaldi… İnsanlar sokak çetelerinden, militan gruplardan, Başkan’ın palavralarından usandılar… Başka türlü bir şey, başka bir yön, başka bir istikamet arıyorlar. Ve doğru kulvarda koştuklarını, doğru şarkıyı söylediklerini biliyorlar… Fakat, nereden çıktı bu insanlar?”
Albüm (ve Roll) kapağındaki çift
“Kız arkadaşımla (şimdi karım) Woodstock’a gitmekle kalmadık, Woodstock albümüne kapak olduk. Her şey radyoda rastladığım bir reklamla başladı. Katılan müzisyenleri duyunca gitmem gerektiğine kani oldum. Satılan 60 bin biletten ikisini ben aldım, 36 dolara… Sonradan 300 binin üzerinde insanın içeri biletsiz alındığını okudum. Otobüsle gittik; iyi fikirmiş. Woodstock’a vasıl olduğumuzda hayretten donakaldık. O kadar kalabalıktı ki… Yeterli su yoktu, tuvalet yoktu. Ama müzik dünya güzeliydi. Cumadan pazartesiye kadar oradaydık. Tarih yaptığımızı, konserin ortalarında bir yerde, sahnede New York Times’ın birinci sayfası okunduğunda fark ettim…”
Jerry Garcia’nın yüzüne baktığımda yanaklarımdan gözyaşları süzülmüştü. Herkes ve her şey o kadar güzeldi ki, birdenbire yok olacağından korkuyordum. Sonradan anladım ki, Woodstock hep yaşayacak. Dead hep hayatta kalacak. YAĞMUR BULUTU
“Mavi portakal”
20 Temmuz 1969’da bütün dünya “insanoğlunun aya ayak basması”nı konuşuyordu. İnsanoğlu, ilk kez dünyaya uzaydan bakıyordu. “Mavi bir portakala benziyor.” Neil Armstrong, “aya ayak basan ilk insan” sıfatıyla, böyle demişti. Aynı gün, “mavi portakal”ın Bethel adlı köşesinde hararetle tartışılan başka bir konuydu: “Woodstock Hippi Festivali”. Sokaklarda, “Süt içmeyin, Max’ın hippi festivalini protesto edin” afişleri dikkat çekiyordu.
50’lerin beatnikleri, 60’ların astronotları…
Kendi halinde bir süt üreticisi olan Max Vasgur, arazisini “Woodstock Ventures” adlı bir şirkete kiralamışta, orada üç gün üç gece sürecek bir “hippi festivali” düzenlenecekti. “Hippi” lafı daha yeni çıkmıştı, ilk defa iki yıl önce, 1967’de. Rampart adlı radikal sol bir dergi tarafından kullanılmıştı: “1960’ların hippileri, 1950’lerin beatnikleridir, tıpkı bugünün astronotlarının I. Dünya Savaşı’nın pilotları olması gibi…”
1 Ocak 1966: “Purple Haze”
“Woodstock” kuşağı “beat kuşağı”nın varisiydi, ama yalnız beat’lerin değil, 1960’ların başındaki insan hakları mücadelesinin siyasal eylemliliğini de miras almıştı. 60’ların başındaki “teach-in”, “sit-in” gibi bilinç yükseltme toplantıları “be-in”lere dönüşmüştü.
Woodstock bence devrimci bir eylemdi. İçeri biletsiz girmeye kararlıydık, çünkü biz “Halk Ordusu”yduk. Kapitalizmle aram iyi olmadı hiç. Woodstock kâhinlere özgü bir öngörü gibiydi. Ta o günlerden bugünlere bir mesaj ulaştırıldı. BILLY VAN HOUTEN
Woodstock, en kalabalık “be-in”di, ilk be-in şerefi ise 1966’nın yılbaşında, San Francisco’da düzenlenen “Human Be-in”e aitti. “Human Be-in”de söz, şiir ve müzik içiçeydi. Ve o zamanlar asit serbestti, 1968’e dek yasal bir “kafa açıcı”ydı. Woodstock kuşağı ilk tekmelerini sallıyordu. Guguk Kuşu’nun yazarı Ken Kesey ve “ekibi” The Merry Pranksters… “Purple Haze” ile “Orange Sunshine” adlı asitlerin mucidi Owsley adlı bir kimyager… Psikedelik müzik yapan The Grateful Dead adlı topluluk… “Yeni bilinç”in Pasifik kıyısındaki öncüleriydi.
1966 yazında, bir golf sahasında…
John Roberts Wall Street’te bir aracı kurumda broker’lık yapıyordu, Joel Rosenman ise çiçeği burnunda bir avukattı. New York’un mutena semti Huntington’daki golf sahasında tanıştılar, birbirlerine hemen ısındılar, kısa zamanda can ciğer oldular, aynı evi paylaşmaya başladılar. John Roberts 23 yaşındaydı, 21’indeyken ünlü bir ecza firmasının kurucusu olan dedesinden 250 bin dolar miras kalmıştı. Joel Rosenman ise 25’indeydi, tanınmış bir hukukçunun oğluydu, önce Princeton’da İngiliz Edebiyatı, sonra da Yale’de hukuk okumuştu. Ama, rock şarkıcısı olmak istiyordu, bir-iki girişimde de bulunmuş, sukutu hayale uğramıştı.
İki kafadar broker’lığı, avukatlığı boşlayıp TV kanallarına komedi dizileri yazmaya koyuldular. İlk projeleri, sınırsız sermayeye sahip iki mankafanın maceralarıydı. Ama bunu sosyal-gerçekçi temellere oturtmak istiyorlardı. Mart 1967’de, Wall Street Journal ve New York Times’a bir ilan verdiler: “Sınırsız sermayeye sahip genç işadamları parlak fikirler arıyor…” Adres gösterdikleri posta kutusuna gönderilen cevabi mektupların sayısı 7 bindi. Aslında ilandaki tarif tıpatıp olmasa da kendilerine uyuyordu.
1967 Paskalyası: “It’s A Beautiful Day”
Öteki kıyıda ise, New York’un ünlü Greenwich’inde, East Village’ında, aşağı Manhattan’ında, “flower power” yeşermeye başlamıştı. Nisan 1967’de, Paskalya’da, birkaç bin uzun saçlı genç, Central Park’ta toplanmış, Sangria şarabı eşliğinde çalıp söylemişti, ve tarihin tekerlekleri, ağır ağır Woodstock’a doğru dönmeye başlamıştı. Yaz geldiğinde New York belediyesi, Richie Havens, Grateful Dead gibi toplulukların sahneye çıktığı ücretsiz gençlik konserleri düzenleyecek, 4 Temmuz 1967’de, “Bağımsızlık Günü”ndeki konser, polisle hippiler arasındaki ilk çatışmaya sahne olacaktı. Bu çatışma, 1968 yazında, Demokrat Parti’nin ünlü Chicago kurultayında çıkan olayların –polisin yüzlerce uzun saçlı gencin üzerine yürüyüp coplamasının– habercisiydi. Sonradan Crosby Stills Nash & Young’ın “Chicago” şarkısına konu olan olayların…
Biletlerimi ve Sgt. Peppers blucinimi hâlâ saklıyorum. Uyurken, yüzerken, sevişirken hep o blucin vardı üzerimde. 25. yıldönümüne gitmedim, hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum. LARRY T.
Ağustos, 1968: Bir Viking komünü
Olaylı Chicago kurultayında, sahneye çıkan yegâne grup MC5’dı. MC5, Woodstock’ta yoktu, ama onların öyküleri, 1968 yazında Amerika’nın göbeğinde esen rüzgârın yönünü imliyordu. Elektra Plakları’nın “company freak”i Danny Fields görgü tanığıydı:
“East Village Other adlı underground dergide, MC5 şöyle anlatılıyordu: ‘Orta Batı’da plakları yok satıyor, sadece bir grup değiller, bir hayat tarzı onlar…’ MC5’la 1968’in ağustosunda tanıştım. Beni havaalanında karşılayıp evlerine götürdüler. Dilim tutuldu. Bir Viking komünü gibiydi. Bodrumda bir matbaa vardı; bildiriler, posterler basılıyordu. Her tarafta kızıl kitaplar vardı, Mao’nun kızıl kitabı. 60’larda gördüğüm en seksi grup onlardı…”
Capitol Records’da, bir çift kâğıtlının eşliğinde
1968 kışıydı; Roberts ve Rosenman’ın gazete ilanıyla aradıkları parlak fikir, Manhattan’daki Capitol Records binasında filizleniyordu. Capitol’ün “company freak”i Artie Kornfeld, gündelik mesaisindeydi. Ayaklarını masasına uzatmış, marijuana’sını tüttürüyor, kafasında tilkileri dolaştırıyordu ki, içeri Mike Lang girdi. Yanında menajerliğini yaptığı Diesel adlı grup vardı. Bir çift kâğıtlının himmetiyle hemen kaynaştılar. Mike Lang, yoksul görünmeyi beceren varlıklı bir gençti, liseden terkti, Florida’da bir underground gazete çıkarmış, daha sonra New York’a yerleşip rock gruplarının menajerliğine soyunmuştu. 23 yaşındaydı. Artie Kornfeld ise 25’indeydi, meteliğe kurşun atıyordu. Bir gece Kornfeld’in evinde oturmuş “Sarı Kolombiya’nın keyfini sürerken, Mike Lang ne zamandır kafasında gezinen fikri Kornfeld’e açtı. Bir kayıt stüdyosu kurmayı düşündüğünü, bu stüdyonun Woodstock’ta olmasını istediğini, çünkü Bob Dylan, Van Morrison, Janis Joplin, Blood Sweat and Tears gibi rock’ın kalburüstü isimlerinin Woodstock’u kendilerine mekân tuttuklarını anlattı. Fikir, Kornfeld’in de aklına yattı, geriye üç nal ve bir at bulmak kalmıştı.
1969 benim hayatımda dönüm noktasıydı. 18 yaşındaydım ve özgür olmak istiyordum. İçki, esrar gibi alışkanlıklarım hiç olmadı. Hep ayıktım. Ne zaman filmi seyretsem gözyaşlarımı tutamıyorum. Dünyayı değiştirmek istiyorduk, bunu yapabileceğimize inanıyorduk. STEVE DOWS
6 Şubat 1969: Duvarda Frank Sinatra, pikapta sitar ve “voli”
Lang ve Kornfeld, Challenge International Ltd.’in kapısını çaldılar. Şirket limiteddi, ama sermaye limitsizdi. Golf oynarken tanışan Roberts ve Rosenman artık iş ortağıydı, “Voli” için her şey hazırdı, o tek “nal” hariç. Kornfeld’in stüdyo projesi Roberts ve Rosenman’a cazip gelmedi ama, laf arasında geçen “stüdyonun promosyonu için Bob Dylan’ın konser vereceği bir basın toplantısı”, ne zamandır aradıkları parlak fikre ilham kaynağı oldu: “Neden stüdyoyu boşverip dev bir konser düzenlemiyoruz? Büyük voli vururuz.”
Birkaç gün sonra, Kornfeld’in Capitol Records’daki odasında buluştular. Duvarda Frank Sinatra’nın çerçevelenmiş resmi, pikapta sitar, yere bağdaş kurup oturdular, “strateji”yi planlamaya koyuldular. Woodstock, bir alâmet-i farika, bir “marka” haline getirilecek ve bu müseccel marka festivalin lokomotifi olacak, bir arsa alınacak, oraya bir stüdyoya kurulacak, Woodstock İşletmeleri, ayrıca Woodstock Plakları ve Woodstock Yayınları olarak faaliyet gösterecekti. Bu ilk toplantıda alınan karara göre, Woodstock Ventures’ın kuruluş sermayesi olan 150 bin doları Roberts ve Rosenman koyacak, çeşitli masrafları karşılamak için biletler çok önceden satışa çıkarılacak, müzisyenlerle anlaşmak, festivali planlamak, tanıtımını yapmak ve gerçekleştirmek Kornfeld’le Lang’a düşecek, kâr yarı yarıya bölüşülecekti. Festival için 200 bin dolarlık bir masraf öngörülüyordu ve eğer 75 bin kişi gelecek olursa, adam başı 6 dolardan 450 bin dolar demekti, “temizinden bir 250 bin kafa da Woodstock Ventures’a kalacaktı”. Woodstock festivali, 15 Ağustos cuma günü başlayacak ve 17’sine, pazar gecesine kadar kesintisiz sürecekti.
’69 yazında Vosvos minibüsümüzle New Jersey’den kalkıp California’ya gitmiştik. Woodstock’ı duyunca, gerisin geriye döndük… Woodstock’ta asit tribindeyken sigarayı bıraktım. BOBBI
Mart, 1969: Hayati bir soru
Mart sonuna doğru WalIkill denilen yerde 20 hektarlık bir arazi kiralandı ve faaliyet başladı. Bütün ihtiyaçlar için para vardı, hem de bol miktarda. Mike Lang artık Porche’ye terfi etmişti. Düzgün kılığı, efendi görünüşü ve dilbazlığı sayesinde WalIkill kasabasının belediye meclisinin gönlünü kazanmıştı. WalIkill sakinleri, kasabalarının bir “sanat fuarı”na sahne olacağını düşünüyorlardı. Festivalin resmi adı Woodstock Müzik ve Sanat Panayırı’ydı. Uyuşturucu meselesiyle ilgili soruları, şüpheleri Lang ustalıkla savuşturmuştu: “Sayın baylar, bayanlar, bildiğiniz gibi uyuşturucu maddeler yasadışıdır. Bizim düzenlediğimiz festivale katılacak insanların yasadışı faaliyetlerle herhangi bir biçimde ilişkili olabilecekleri düşünülemez.” Gelgelelim, o ana kadar kimsenin aklına gelmeyen, belediye meclisi üyelerinden birinin aklına gelmişti: “Peki, kanalizasyon konusunda ne gibi önlemler aldınız?”
Mike Lang kem demiş, küm demiş, lafı boğuntuya getirmişti. En azından öyle sanmıştı.
Haziran 1969: Tommy, can you hear me?
Kuzey yarımküre haziran başında piyasaya çıkan “rock operası”nı, Tommy’yi konuşuyordu. Woodstock’çular da Who’nun menajerinin peşine düşmüşlerdi. Who onlar için çok önemliydi, ama vazgeçemeyecekleri tek isim Hendrix’ti: “Jimi o yaz California’daki bir konserde 150 bin dolar almıştı, menejeri bizden de aynı parayı istiyordu. Bizim tavanımız ise 15 bindi ve Woodstock’un lokomotifi Jimi’den başkası olamazdı. Sonunda 32 bin dolara anlaştık. Diğer müzisyenlere de ‘Jimi iki kere sahne alacak’ dedik. Halbuki bir kere çıkacak, festival onunla kapanacaktı, ama eğer böyle demeseydik Jefferson Airplane 12 bin dolara razı olmazdı…” Lang’ın Woodstock’a getiremediği tek idolü Dylan’dı: “Araya yakın bir arkadaşını koydum, beraber evine gittik, birkaç saat konuştuk, onu çok istediğimizi anlattım. Fakat nedense kabul etmedi…”
Her yıl ağustos ayında toplanıp Woodstock’a gidiyoruz, o günleri yâd ediyoruz. Ama Jerry Garcia’nın ölümünden beri gitmiyorum. WAYNE GRASSFIELD
2 Temmuz 1969: Kara haber ve talih kuşu
2 Temmuz akşamı, Roberts ve Rosenman Manhattan’ın ünlü Four Seasons lokantasında kız arkadaşlarıyla birlikte yemek yerken kara haberi aldılar. “Walkill’in Sorumlu Sakinleri” adlı bir sivil inisiyatifin girişimi üzerine, belediye meclisi Woodstock’a izin vermekten vazgeçmiş, ayrıca savcılığa duyuruda bulunmuştu. Özetle, Woodstock’a yeni bir yer bulunması gerekiyordu. Ağustosa bir şey kalmamıştı ve 50 bin kişinin üç gün boyunca ikamet edeceği bir arazi bulmak kolay iş değildi. Aslında, söz konusu rakam 50 binin çok üstündeydi. “Açıkçası manipülatif davrandık” diyecekti Lang, “milleti ürkütmemek için 50 bin diyorduk, yoksa bizim beklediğimiz onun beş katıydı, 500-600 filan aklımızın ucundan geçmemişti, ama 250 bin kişinin geleceğine kaniydik…” Öte yandan, bu kötü haber, Woodstock’çıların başına konan talih kuşuydu. Woodstock, basında “haber”di artık. Gazeteler davayla ilgili sütunlarca yazı yayınladı, “izin verilsin mi, verilmesin mi” diye hararetli tartışmalar yapıldı ve Woodstock, konserden bir buçuk ay önce “olay” oldu. Bedavadan reklam kampanyası büyük düşeşti, ama vakit daralıyor ve Woodstock için alan bulunamıyordu. Helikopterler kiralandı ve arazi avına başlandı. Woodstock’çılar iyiden iyiye demoralize olmaya başlamışlardı ki, sahneye Elliott Tilber çıktı.
18 Temmuz 1969: “Arkadaşım Max Yasgur”
Tilber’ın White Lake diye bilinen yerde, seksen odalı bir oteli vardı. Ama El Monaco sinek avlıyor, Tilber de hızla iflasa doğru sürükleniyordu. Gazetede Woodstock hikâyesini okuyunca, beyninde bir ampül yandı: “Vaktiyle, belediyeden bir konser ruhsatı almıştım, 12 dolar mıydı neydi, otele müşteri çekmek için bir oda müziği kuartetiyle anlaşmıştım, hafta sonlarında 150 müşteri oluyordu.”
Tilber, hemen Woodstock’çuları aradı, Michael Lang hemen atlayıp geldi, baktı. “Küçük” dedi. Arazi 15 hektardı. Tilber, “o zaman gidip arkadaşım Max Yasgur’un arazisine bakalım” dedi. “Mac yıllardır bana süt ve peynir satıyordu, Bethel’da büyük bir çiflik arazisi vardı.” Tilber ve Lang soluğu Max’ın yanında aldılar. “Araziyi görür görmez vuruldum, mükemmeldi, nefis bir eğimi vardı, sahne için idealdi, arkada da göl… Hemen orada anlaştık. El sıkıştığımızda, elinde sadece üç parmak olduğunu farkettim. Bütün o araziyi elleriyle temizlemişti.”
Yasgur, çevrede sözünün eri olarak bilinirdi. New York Üniversitesi’nde hukuk okumuş, sonra da köyüne dönüp ailesinin toprağında bir çiftlik kurmuş, zamanla bölgenin bir numaralı süt ve süt ürünleri üreticisi olmuştu. Yasgur’a 75 bin dolar toka edilerek 600 hektarlık alan kiralanmıştı. Fakat, kanalizasyon sorunu devam ediyordu. Aynı soruyu şimdi de White Lake belediye meclisi soruyordu. 2 bin adet portatif tuvalet ısmarlanmıştı. Ama, sorun burada bitmiyordu. Kanalizasyon ne olacaktı? Woodstock’çular, bilirkişiyi bir Ukrayna lokantasında ağırladılar ve “hiçbir sağlık sakıncası yoktur” raporunu ceplerine koydular.
14 yaşında bir kızdım, abimle gitmiştim. Benim için unutulmaz bir hayat tecrübesi oldu. Çamurda ayakkabılarımı kaybetmiştim. Bir oğlan çıkarıp makosenlerini vermişti bana. DEBRA
Yippiler: Enternasyonal Gençlik Partisi
Bu arada, Abbie Hoffman’la 10 bin dolarlık bir sorun yaşanmıştı. Hoffman “Youth International Party” ya da kısaca Yippiler diye bilinen radikal sol hareketin önderiydi. Temmuz başında, Rosenman’ı ofisine çağırdı. Rosenman yanına Lang’ı alıp “davet”e icabet etti. Hoffman’ın ofisi bir daktilo ve iki telefondan ibaretti. Rosenman, aslında aynı fikirleri savunageldiklerini anlatmaya başlayarak girdi söze. Hoffman kesti: “Sizin platformunuz da, gündeminiz de, bizi yanınızda görmek istemeniz de umurumuzda değil. Eğer 10 bin dolar sökülmezseniz, orayı tepenize yıkarız.” Rosenman duymamış gibi yaparak konuşmasını sürdürmeye kalktı ama, Hoffman tepesine dikilip “duymadınız galiba, 10 bin dolar” deyince yelkenleri indirdi, “peki” dedi. Hoffman parayı kendisi için istemiyordu, çeşitli toplumsal projeler için istiyordu. New York’taki evsizler için kurdukları yurtların yanısıra, savunmalarını üstlendikleri siyasal suçluların mahkeme masrafları söz konusuydu.
11 Ağustos: Hippi polisleri olay mahallinde
Temmuz sonuna doğru, Amerika’nın önde gelen alternatif cemaatleri Woodstock’ta üslenmeye başlamışlardı. Ken Kesey ve Merry Pranksters… Abbie Hoffmann ve Yippi’leri… Ve Hog Farmers… Hog Farmers, California’da kurulmuş bir komündü. Daha sonra New Mexico’da, Hopi kızılderililerinin rezervasyon kampını satın almışlardı. Liderleri, 50’lerin beatnik’i, 60’ların hippisi, “Easy Rider”daki Stranger’ı anımsatan bir eski tüfekti: Kafa kâğıdındaki ismi Hugh Romney’di, ama seçtiği isim Wawy Gravy’ydi, Hog Farmers teşkilatındaki unvanı ise “Konuşma Bakanı”ydı. Hog Farmers, Woodstock’un temel taşlarından biriydi. Zira, güvenliğin koordinasyonundan yiyecek-içeçek organizasyonuna, temizlikten bad trip’ler için acil sıhhi servise bir dizi sorumluluk üstlenmişlerdi… Woodstock’çular Hog Farmers’ı angaje etme sebeplerini söyle anlatıyorlardı: “Gelen insanlara örnek olabilecek, yol yordam gösterecek birilerini istiyorduk. Açıkhavada, yıldızların altında uyumanın birçok insana çok cazip geleceği belliydi. Ama bu insanlar çok tecrübesizdi.” Ezcümle, Woodstock’çular kalabalığın “dağıtması”ndan çekiniyordu, dağıtanları toplama ve festivalin düzgün yürümesini sağlama işi Hog Farmers üyelerine havale edilmişti, günlüğü 170 dolara…
Woodstock, müzikten, uyuşturucudan, eğlenceden daha fazla bir şeydi. O üç gün boyunca, hâkim duygu kardeşlik ve dayanışmaydı. KURT PFEIFER
11 Ağustos’ta, New York’un Kennedy Havaalanı’ndaki manzara o güne kadar görülmüş şey değildi. New Mexico’dan gelen uçaktan yalınayak, uzun saçlı, tuhaf giysili bir kafile çıkmıştı. Etraftakilere şaşkınlık içinde “kim bunlar?” dedirten topluluk, 15’i Hopi kızılderilisi olmak üzere toplam 100 kişilik Hog Farmers kafilesiydi. Basın olaydan haberliydi, muhabirler Wavy Gravy’nin çevresini sardı, “konuşma bakanı” resmi açıklamayı yaptı: “Biz hippi polisiyiz…”
13 Ağustos: Warner Brothers Woodstock’ta
Tuvaletler, ilkyardım, su tankları, yiyecek-içecek standları, sahne… Hemen her şey hazırdı. Ve 13 Ağustos itibarıyla 100 bin kişi Woodstock’ta toplanmıştı. Bu arada, Hog Farmers’la Merry Spanksters kendi alternatif sahnelerini kurmuşlardı. Yippi’ler de boş durmamışlar, sahneye yaklaşık bir kilometre mesafede “Movement City” (eylem kenti) diye devasa bir çadır kurmuşlar, günlerdir teksir makinesiyle bildiri basıp dağıtıyorlardı. Yaptıkları “kuşlama”larda değişmeyen bir çağrı vardı: “Konser için para ödemeyin.” Festivale iki gün kalmıştı ve Warner Brothers reddedilemeyecek bir teklifle karşı karşıyaydı. Woodstock’çular film sözleşmesi öneriyorlardı, istedikleri yalnızca 100 bin dolardı. Oyuncular, ışıklandırma, senaryo, soundtrack, konu; her şey hazırdı. Michael Wadleigh ve Martin Scorsese Warner Bros.’u temsilen Woodstock’a geldiler, Artie Kornfeld’le görüştüler: “Yüz binlerce insan gelecek buraya, 100 bin dolar verip milyarlar kazanacaksınız. Eğer bir hadise, bir isyan çıkarsa da gelmiş geçmiş en iyi belgeseli yapmış olacaksınız.” Komfeld’in sözlerinin tartışılacak bir tarafı yoktu. Warner Bros. derhal sözleşmeyi imzaladı.
15 Ağustos sabahı: Hayırlı bir emrivaki
15 Ağustos cuma sabahı. Woodstock’çuların merkez üssüne üç otobüs yanaştı, içinden 100’e yakın polis çıktı. Bizzat Woodstock’çular tarafından özenle seçilmiş, düzgün, yumuşak başlı, efendiden tipler… 50 dolar yevmiye sözü verilmişti: “New York Emniyet Müdürlüğü bir tamim yayınladı ve Woodstock’ta görev alacak polislere disiplin cezası verileceğini duyurdu. Ama polislerin çoğu tamimi iplemedi, günde 50 dolar kazanmak daha çok işlerine geldi, sahte isimlerle görev aldılar. Bordromuzda sekiz-dokuz tane Mickey Mouse vardı.” Bu arada, Woodstock’ta toplanan insanların sayısı 500 bine ulaşmıştı. Trafik tamamen felç olmuş, kilometrelerce uzanıyordu. Ve Wavy Gravy ile Merry Pranksters’ın lideri Babbs, tarihi bir rol daha oynadılar: “Güvenlik görevlilerinden biri, ‘bu kalabalıkta bilet kontrolü yapamayız’ dedi. ‘Ne biletinden bahsediyorsun’ dedim, ha 200 bin, ha 400 bin. Ne farkeder? Bu insanlara bilet kesmeye kalkarsak burada harp çıkar; geçmiş olsun. Babbs’la birlikte çitleri söktük attık. Ve bir insan seli akmaya başladı…” Lang’ın itiraz edecek hali yoktu: “Woodstock’u hiçbir zaman ücretsiz bir konser olarak düşünmemiştik, ama bu durum karşısında ‘biletlerini alanlar aldı, almayanların canı sağolsun, giriş serbest’ anonsunu yapmak zorunda kaldık…”
27 yaşındaydım ve hayatımın hippi evresindeydim. Woodstock bir yer, bir konser değildim. Zihinsel bir durumdu. CHRIS S.
Saatler 17:07’yi gösterirken
Konserin resmi başlangıç vakti 16:00 diye duyurulmuştu. Ama, kilometrelerce uzanan otomobil konvoyu nedeniyle müzisyenlerin çoğu kaldıkları otellerde mahsur kalmışlardı. Sahneye ilk kim çıkacaktı? “En çabuk kim çıkabilecekse o çıkacaktı. Tim Hardin zomdu, Richie Havens ise hazır gibi görünüyordu. Zaten başka da seçeneğimiz yoktu…” Cuma 17:07’de Richie Havens sahneye çıktı ve Woodstock başladı.
Richie Havens: “Aslında Woodstock diye bir şey olamayacaktı, çünkü hiçbirimiz oraya gidemeyecektik. Alana yedi mil ötede bir otele yerleşmiştik. Yol tıkalıydı, karadan ulaşmamıza imkân yoktu. Organizatörler ortalıkta deli gibi koşuşturuyorlardı. Sonuçta dandik bir helikopter kiraladılar, bizi içine tıkıştırdılar, iki de konga davul… Bir renk denizinin üzerinden geçerek –80 bin kişinin geleceği düşünülüyordu, 850 bin kişi gelmişti– sahneye indik. Harikulâdeydi. Gözüme ilk çarpan görüntü şuydu: Tim Hardin sahnenin altında oturmuş, gitar çatlıyordu. Organizatörler, bir saatten fazla onu sahneye çıkmaya ikna etmeye çalıştılar. Tim, nuh diyor, peygamber demiyordu. Bu sefer bana yalvarmaya başladılar, lütfen Richie, hadi Richie.. ve kendimi sahnede buldum: İki saat kırkbeş dakika kaldım. Çünkü sahneye çıkacak başka kimse yoktu. Tam altı sefer sahneden indim, altı seferinde de beni sahneye geri gönderdiler. Harika bir olaydı.”
Country Joe McDonald: “Hiç hazır değildim. ‘Gitarım yok’ deyip işin içinden sıyrılırım diye düşünüyordum. Hemen koşturup ucuz bir gitar alıp getirdiler. ‘Gitar kayışım yok’ dedim. Hemen bir ip bulup buluşturdular, gitarı boynuma astılar. ‘Mızrapım yok’ dedim. Hemen bir kibrit kutusu kapağını mızrap haline getirdiler. Homurdana homurdana sahneye çıktım. Fakat çok rahattım. Çünkü kimse sahnede ne olup bittiğini iplemiyordu. Seyirciler kendi aralarında sohbet ediyor, frizbi filan oynuyorlardı. Bir saat sonra filan kendi kendime dedim ki, ‘dur şunlara bir Fish tezahüratı yaptırayım, nasıl olsa kimsenin bir şeyi taktığı yok’… Ve birden bağırdım: ‘F… Hep beraber efff…’ Kalabalık sustu ve hep bir ağızdan haykırdı: Efff… ‘Aman allahım’ dedim, ‘artık dönüşü yok, olay başlıyor’… ve ardından ‘fuck’ın diğer harflerini anons ettim: – ‘U’-Yuuu-‘C’ -Siii-‘K’-Keyyy-Kelime ne?-Siktiiirrrr… Gerisi, tarih… Aynı anda hem ünlü hem de bednam olmuştum. Bu olay hâlâ bir kilometre taşıdır. Filmin ‘Siktir’ tezahüratlı bölümü, Güney Afrika, Yunanistan ve bazı Latin Amerika ülkelerinde makaslandı.”
Kızım Siouxsie’ye orada hamile kaldım. Kimden, onu bilmiyorum. Jimi Hendrix harika biriydi. Onunla birkaç sefer içtik. Ben bir groupie’ydim! MS. ROWBOTHAM
Barry Melton: (Country Joe & The Fish’in gitaristi) “Filmde ‘no rain, no rain, no rain’ diye bağıran adam benim. Yağmur bastırdığında, içimden ‘eyvah’ demiştim, ‘bu kadar insan geldi ve müzik olmayacak’. İşte o anda, ‘No rain, no rain’ diye bağırmaya başladım. Davulcumuz hemen olaya girdi ve ortalık ‘no rain’ diye inlemeye başladı. Birkaç saat sürdü bu. Kadınlar giysilerini parçalıyor, kalabalığın üzerine sıcak yağmur boşanıyordu. Festivalin sonu geldi diye düşünüyorduk. Bu arada enstrümanlarımız da ıslanıyordu. Yeniden çalmaya başladığımızda, üç saattir sahnedeydik!..”
Ario Guthrie: “İki aynasızın aralarında geçen bir konuşmaya tanık oldum. – Şurada marijuana içiyorlar galiba. – Olabilir, ama onları enselemeye niyetim yok. – Evet, çok kalabalıklar, yapacak bir şey yok… İşte o anda, ‘oh’ dedim, ‘nihayet’… Nihayet onlardan kalabalıktık. İlk defa onlardan daha çoktuk. Ve hiçbir şey yapamıyorlardı. Olay, tamamen onların kontrolünün dışındaydı. Cihana bedel bir duyguydu bu.”
Melanie: “Festivali düzenleyenlerle aynı apartmanda oturuyordum. Saf saf ‘ben de katılabilir miyim?’ diye sormuştum. ‘Tabii’ demişlerdi. Gitarımı ve annemi alıp gittim. Fakat trafiğe saplandık kaldık. Kıpırdıyamıyorduk. Beni bir helikoptere tıkıştırdılar, bir tarlanın ortasına indirdiler, küçük bir çadıra soktular. Kafamdaki tek düşünce, ‘bu kadar insana şarkı söyleyeceğim ve aralarında adımı duymuş hiç kimse yok’. Tam sahneye çıkmak üzereydim, yağmur başladı. ‘Oh, yırttım’ diye sevinirken ‘hadi sahneye’ dediler. Heyecandan titremeye başladım. Filmi görmedim. Albümü de hiç dinlemedim. Korkudan! Sesim öyle titriyordu ki, yankısına bile katlanamıyordum.”
Mary Sanderson: (hemşire) “Aslında cumartesi sabahı diye anlaşmıştık, fakat cuma gecesi geç vakitlerde apar topar helikopterle Woodstock’a getirildim. Birçok acil vakanın olduğunu söylüyorlardı. Beni derhal sıhhiye çadırına götürdüler. Çadırın önünde, adamın biri ‘1 dolara meskalin, 1 dolara meskalin’ diye bağırıyordu. Yeni bir ilaç zannetmiştim.”
“Bad trip” tedavisi… “Örümcekler!..” Bad trip’e girenler için özel olarak hazırlanmış “Freak Out” çadırının ilk misafiri örümceklerden muzdaripti. Hemşire Sanderson ise hayali örümceklere karşı ne yapacağını bilemiyordu. Bunun için Hog Farmers’cılardan feyz alması gerekiyordu. Bad trip’e girenlerin sırtını okşamak ve yumuşak sözcükler söylemek gerekiyordu. Ama en çok rastlanan vaka asit yanığı değil, göz yanığıydı. Kafayı bulup güneşe bakıyorlardı, gözlerini öyle dikip bakıyorlardı.
16 Ağustos Cumartesi
Miller Andersen: (Keef Hartley Band’in solisti) “ ‘San Fransisco’dan yeni bir grup’ diye anons edilen gruptan sonra sahneye çıkacaktık. Fakat, ‘San Fransisco’dan yeni bir grup’ feleğimizi şaşırttı. ‘Onlardan sonra çıkmamız şart mı?’ diye sorduk birbirimize. ‘Onlar’, Santana’ymış. Neyse ki, John Sebastian’ı ikna ettik, o sahne aldı, aşk ve barış muhabbeti yaptı, sonra biz çıktık. Santana’nın aletlerini kullanmak zorundaydık. O güne kadar hiç görmediğim akustik ampflikatörler kullanıyorlardı, bir sürü düğme vardı ve Santana kullanma talimatlarını sökmüştü. Ne yapacağımı bilemiyordum. Önümdeki 16 düğmeye ve karşımdaki 600 bin insana bakıyordum. Ne yapmalı acaba? Çok ağır bir baladla başladık. Berbattı.”
Carlos Santana: “Sahne arkasında herkes ayrı telden çalıyordu. Jerry Garcia’ya göre her şey yolundaydı, uçağı kaçıranlara veya limuzin servisinden mahrum kalanlara sorarsanız, rezaletti. Kimileri öfke küpüydü, kimilerine göre ise mevzu ‘üç günlük eğlence, müzik, yağmur, üzümlü havuç salatası’ydı ve kıyak muhabbetti. Böyle bir kalabalığa çalmak çok acayip bir şey. Çünkü elinden çıkan ses ampflikatörlerden, monitörlerden, hoparlörlerden geçiyor, karşıdaki tepeye çarpıyor –gerçek bir tepeydi; göz, saç ve etten oluşan bir okyanusa benziyordu–, sonra sana geri dönüyordu. Unutulur şey değil.”
Santana’yı unutamıyorum. Kimsenin tanımadığı bir gruptu. Woodstock’tan sonra ilk albümlerini merakla beklemeye başladım. Hayak kırıklığına uğratmadılar. Woodstock’a gittiğim için işimden kovulmuştum. JEFF GERSTEN
Rose Simpson: (The Incredible String Band) “Cuma gecesi sahneye çıkamadık, çünkü yağmur vardı ve elektrik çarpmasından tırsıyorduk. Geceyi bir çadırda, John Sebastian ve Melanie’yle birlikte geçirdik. Ortalıkta bir sürü rivayet vardı, sarılık, veba filan… Atmosfer berbattı. Hatta, sahneye çıkıp çıkmamak üzerine tartışılıyordu. Fakat Pete Townshend herkesi kendine getiren bir konuşma yaptı. Who sahneye çıkacaktı, aksi düşünülemezdi. ‘Oradaki insanlar sırılsıklam ıslanmış bizi bekliyorlar, hangi hakla sahneye çıkmamazlık yapabiliriz?’ Woodstock kimin ne olduğunu çok güzel gösterdi. John Sebastian büyük bir boşluğu doldurdu, cuma gecesi parlayan bir kıvılcımdı, harika bir nefes, bir ruhtu. Öte yandan, Joan Baez bencil, ego trip’li bir prima donnaydı. Çok elitistti ve kendi avanesinden başka kimseye dostluk göstermiyordu.”
Leslie West: (Mountain) “Mountain olarak kariyerimizin üçüncü konseriydi. Helikopterle indik alana. Cumartesi gecesi saat sekiz sularında sahne aldık, yağmurdan sonra… Janis Joplin’i hatırlıyorum, en güzel kızı o kapmıştı. Uzun boylu, sülün gibiydi. Kuliste herkes ona asılıyordu, ama o Janis’le takılıyordu…”
Bob Weir: (Grateful Dead) “Herkes dev bir konser olacağını söylüyordu ama, sanırım kimse inanmıyordu. Dead olarak baskı altındaydık, çünkü kariyerimizin dönüm noktasıydı, iyi çalarsak yırtacaktık, iyi çalamazsak silinip gidecektik. Sahneden yarım mil ötede bir çadırda kalıyordum. Pisti. Çamurluydu. Ne yeterli yiyecek vardı, ne de ihtiyaç giderecek tesis. Ama kimse hayatından şikâyetçi değildi. Madem oradaydık, tadını çıkaracaktık. Biz çalarken bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Kâbustu. Enstrümanıma her dokunuşumda çarpılıyordum. Sahne sırılsıklamdı ve ben iletkendim! Beyzbol topu iriliğinde mavi bir kıvılcım çıktı, ayaklarım yerden kesildi ve üç metre yana savruldum. Belki de en kötü performansımızdı. Kimileri Woodstock’la şöhrete ulaştılar. Biz ise Woodstock’u yirmi yılda telafi edebildik.”
Biletli olduğum halde gidemiyordum, çünkü trafik gitmiyordu. Ama, hippi felsefemi çocuklarıma da aktardım. Harika iki delikanlı oldular. Ne var ki, etraftaki genç insanları görünce içim cız ediyor. RACHAEL CORNETTA
17 Ağustos Pazar
Pete Townshend: (The Who) “Her saniyesinden nefret ettim. İğrenç, bayağı, iki yüzlü bir olaydı. Her konuda müthiş bir ticarilik vardı. Tam 11 saat sahneye çıkmak için bekledik. Bana içinde LSD olan bir kahve vermişlerdi. Çok kuvvetli bir ilaçtı. Bir sürü Amerikalı yanıma gelip ‘bu yeni bir hayatın başlangıcı, ne harika di mi’ deyip duruyordu.”
Roger Daltrey: (The Who) “Woodstock bir kâbustu. Her şey karmakarışıktı. Nal gibiydim. Nerede olduğumu, hangi gruptan olduğumu bilmiyordum. Ama Holiday Inn harikaydı. Herkes oradaydı: Jefferson Airplane, Gracie Slick, Dead, Joe (Cocker), Jimi. Herkes havuzun etrafına toplanmış çalıp söylüyordu. Sonra, sırası gelen gidiyordu. Sahne arkasında menejerler, ajanlar, reklamcılar itişip kakışıyordu. Evet, bavul dolusu para aldık. 12.500 dolar. Büyük para. Hayatımızda gördüğümüz en çok para. Ama, oraya gitmek için evlerimizi ipotek etmiştik. Woodstock’a Volkswagen’imle gitmiştim; karım, annem, babam, dördümüz… Film çok iyi iş yaptı.
Ve bu arada biz de tanınmış olduk. Sahne çok yüksek ve uzaktı. Kalabalık kilometrelerce uzakta gibi geliyordu. Dahası, monitör yoktu. Çaldığımızı duyamıyorduk. Sonra, Abbie Hofmann olayı oldu, sahneye çıkıp bir nutuk atmaya başladı. ‘Siz burada eğlenirken, insanlar hapiste çile çekiyor’ mealinde bir şey. Tamam, önemli bir meseleyi dile getiriyordu, ama bunu biz sahnedeyken yapmasına müsaade edemezdik. Pete, gitarını Hoffman’ın kafasına indirdi. İngiliz şiddetinden bir numune. Bizi kurtaran güneş oldu. Tam ‘See Me, Feel Me’yi söylerken kalabalığın arkasında güneş belirdi. Olabilecek en güzel ışık gösterisiydi. Olağanüstü. Müthiş, devasa bir New York ağustosu güneşi tepenin üzerinden süzüldü, ışıldamaya başladı. Adeta tanrının armağanı gibiydi. Kültürel anlamda da kendimizi farklı hissettik. İngiliz olmanın avantajını yaşıyorduk, bizi askere alıp Vietnam’a gönderen yoktu. Bu bir lükstü. Bir lükstü, çünkü o çocuklar gerçekten ızdırap çekiyordu.”
Paul Kanter: (Jefferson Airplane) “Şafak sökerken çıkabildik. Hani dedeler anlatır ya, ‘biz okula gitmek için on kilometre yürürdük’ diye, tam öyle bir şey. Hiç şikâyetçi değildik. Herkes eğleniyordu. Evet, yeterli yiyecek, tuvalet vs. yoktu. Ne gam. Normal bir hippi dozu LSD almıştım. Sahne arkasında yemek için bulabildiklerim bir tabak rokfor peyniri ve 12 adet üzümdü. Hiç canlı bir rokfor peyniri gördünüz mü? Rokfor peyniriyle bir nevi sohbet ediyordum, ayaklarım sanki toprağa kök salmıştı. Milim kıpırdamıyordum. Sahne menajerleri, ‘biraz hareket etmeniz lâzım’ dediklerinde, ‘kusura bakmayın’ dedim, ‘mümkünü yok’.”
Creedence’ın “Green River”ını unutmam mümkün değil. O sıralarda liste başıydı. Santana’nın sihrini de unutamam. BARBARA KELLOGG
Joe Cocker: “Helikopterle alana indim ve ânında kendimi sahnede buldum. Grup oradaydı, hemen çalmaya başladılar, ben de söylemeye. Sanırım sahneye çıkmaya hazır başka kimse yoktu. O gün canımı sıkan tek şey, sonradan Chris’in (Stainton – klavyeci) söyledikleriydi: Meğer bütün grup asit atmışlar. Bir tek ben ayıktım. Başlangıçta zorlandım. Fakat ‘A Little Help From My Friends’e gelince açıldım. Basında çıkan şeyler şaşırtıcıydı. Mesela, kalabalığın üzerine bir bomba atılacağı yolunda bir rivayet vardı, güya tek bir hamlede bütün hippilerden kurtulunacaktı. Bu türden bir sürü zırva vardı gazetelerde.”
Alvin Lee: (Ten Years After) “Yağmur bastırınca yedi saat kimse sahneye çıkamadı. Çok saçma bir durumdu. Kimsenin gidecek bir yeri yoktu, herkes oturduğu yerde oturdu ve sırılsıklam ıslandı. Sonuçta, gece olunca sahneye çıktık ve ışıkların avantajından yararlandık. ‘Şimdi çıkamazsınız’ demişlerdi, ‘çarpılırsınız’. Çünkü yağmur hâlâ devam ediyordu. ‘Boşversenize’ dedim; ‘Woodstock’ta elektrik çarparsa milyonlarca plak satarız’. Orada kaç kişi olduğunu söylemek mümkün değil. Birkaç metre sonra görüntü bir kafalar denizine dönüşüyor ve ufukta kayboluyordu. Film piyasaya çıktıktan sonra, kariyerimiz jet hızıyla yükseldi. 2 bin kişilik salonlardan 20 binlik stadyumlara terfi ettik. Fakat bu, sonun başlangıcıydı aslında.”
Çok dar kafalı, çok maddiyatçı bir çevrede büyüdüm. İnsanlar banka hesaplarıyla, mülkleriyle, iş hayatındaki başarılarıyla değerlendirilirdi. Woodstock’ta bambaşka bir dünyanın mümkün olduğunu anladım. O konser benim için uyanıştı. L. SACKS
Robbie Robertson: (The Band) “Woodstock’la ilgili karışık duygular içindeyim. Zira, festivale katılanlar arasında, sadece biz Woodstock’ta yaşıyorduk. Festivalin çok iyi niyetlerle düzenlendiğine kuşku yok. Hakikaten müzik adına ve insanların bir araya gelip kendilerini ifade etmeleri adına düzenlenmişti. Çok uzun zaman hatırlanacak bir olaydı. Woodstock’taki halet-i ruhiye çok sihirli bir şeydi. Biraz ürkütücüydü de… Bir panik çıkarsa… İnsanlar hep birlikte aynı yönde hareket etmeye başlarsa… Böyle çılgın şeyler geçiyordu zihnimden.”
Bobby Colomby: (Blood Sweat and Tears’ın davulcusu) “Woodstock’ta üç as vardı, biri bizdik. Joplin, Jimi ve biz. O zamanlar, çok güçlü bir cazibe merkeziydik ve biz katılmayı kabul edince, Woodstock, müzik endüstrisinin gözünde ciddiyet kazandı. Olayın çapı hakkında bir bilgimiz yoktu, sanıyorum kimsenin yoktu. İki saatlik bir gecikmeyle sahneye çıkmıştık. ‘Kusura bakmayın, bu gece monitör yok’ dediler bize. Ben de ‘o zaman çalmıyorum’ dedim. Bunun üzerine, 500 bin kişiye yönelmesi gereken monitörü getirip kulağımın dibine koydular –ses çıkış ayarını yapmadan. Mikrofonda nefesimi duyabiliyordum. Davula dokununca, vurunca değil, dokununca, ‘buuummm’ ediyordu. Yarım milyon insan da ‘ahhh’ diyordu. ‘Just One Smile’ı çalmaya başladığımda –bum, çik, bum, bum– kulağımda bir bum patladı ki, sormayın. David (Clayton Thomas, grubun solisti) ‘harika bir aranjman’ dedi. İçimden ‘eyvah’ dedim, ‘kimbilir ne içti!..’ ”
David Crosby: (Crosby, Stills, Nash and Young) “Christine, kız arkadaşım, çok mutsuzdu, çünkü süslenip püslenip gelmişti ve biz çamur deryasının ortasında bir çadırın içindeydik. Sahneye çıkmaya ödümüz kopuyordu. Cool diye bellediğimiz bütün müzisyenler ampfilikatörlerin arkasında daire olmuş sıralarını bekliyorlardı: Dead, Airplane, Hendrix, Sly, Country Joe… Kimse bizi sahnede görmemişti o güne kadar. Neyse ki iyiydik.”
18 Ağustos Pazartesi
John Marcellino: (Sha Na Na’nın davulcusu) “18 yaşındaydım. Santana’nın davulcusuyla birlikte, Woodstock’ın en genciydim. Yedinci konserimizdi. 300 dolar ödediler, çekleri karşılıksız çıktı. Filmde yer aldığımız için de birer dolar aldık. Aslında bizi filme koymayacaklardı, fakat o kadar görseldik ki, makaslayamadılar. Bizi sahneye çıkardıklarında pazartesi olmuştu. Şafak sökerken çalmaya başladık, sondan bir önceki konser bizimkiydi, Jimi’den önce…”
Woodstock’a vardığımızda yarım milyardı gücümüz
(seyirciler anlatıyor) “Felaket bir tripteydim. Bir sürü insan yardımcı olmaya çalışıyordu ama, nafile. Jimi Hendrix sahneden indiğinde, sahne arkasında bir yerlerdeydim. Burun buruna geldik. ‘Neyin var senin?’ dedi. Hayatımın en bet tribinde olduğumu söyledim. ‘Dur bir dakika’ dedi, ‘çaresini biliyorum’. Islak çarşafa sarınmalıymışım. Fakat, allah kahretsin, su yoktu. Sonuçta, Jimi benimle saatlerce konuştu, kendime gelene kadar… Brad Collins
16 yaşındaydım. Jimi’yle tanışmıştım. Çok cool’du. Kimsenin lafıyla hareket etmememi söylemişti. “Ben Jimi’yim, sen de sensin” demişti. Aaron F.
16 yaşındaydım, abim Josh’la birlikte gitmiştik. İlk joint’imi, ilk biramı orada içtim. Ve ilk defa bir erkekle seviştim, abimin arkadaşı Brian’la. Ve hamile kaldım. Lisedeydim, ama doğurdum. Liseyi bitirdiğim yıl Brian’la evlendik. Dört çocuğumuz var, en büyüğünün adı Jerry, Jerry Garcia’dan ötürü. Woodstock sadece hayatımı değiştirmedi, anlamlı kıldı. Allayna Kayne
Woodstock güzel bir eğlenceydi. O günlerde Vietnam savaşı temel meseleydi, ama o hafta sonunda kendimize izin vermiştik, sadece eğleniyorduk. Polisler ve askerler de bunun farkındaydı, dolayısıyla bize elleşmediler. Zaten Kent State olaylarında ölü vermiştik, Chicago olaylarında da kafamızı gözümüzü yarmışlardı. Kimse yeni bir olay çıksın istemiyordu. Ne biz, ne onlar. Michael Pridemore
18 yaşında bir hippiydim ve ilk çocuğuma hamileydim. Woodstock unutulabilir bir şey değil. Ömür boyu kalıcı bir iz bıraktı üzerimde. Neil Young’la tanışmış, sohbet etmiştim. Çok cool bir herifti. Kathy Popple
Hayatımda ilk defa toplum içinde çırılçıplak soyunmuştum. İnsanın aklını başından alan bir atmosferdi. 69’da 32 yaşındaydım. İki oğlum, üç kızım, 22 torunum var. Hepsini Woodstock ruhuyla yetiştirdim. C.H. Crowder
Henry Diltz: (fotoğrafçı) “Pazartesi öğleye doğru Woodstock bir muharebe meydanına benziyordu. Ordular çekilmiş, geriye çamur içinde ıssız bir alan ve gökyüzü kalmıştı. Orada burada dumanlar tütüyordu. Orduların giderken arkada bıraktıkları eşyalar ortalığa saçılmıştı. Her yer çerçöp içindeydi.”
Başlangıcın sonu
Ama Hog Farmers hâlâ oradaydı. Woodstock’u temizliyorlardı. Komünlerine dönüşleri başka bir festivaldi. Uçakta asit partisi vardı. Hostesler Hog Farmers’ın kadın üyeleriyle kıyafet değiştirmeye başlayınca, kaptan pilot vaziyetin tekin olmadığına hükmetmiş, uçağı otomatik pilota bağlayıp kabinine çekilmişti ki, gözleri yuvalarından fırladı. Dev bir yeşil papağan gökyüzünde kanat çırpıyordu.
Roll, sayı 34, Ağustos 1999