İran halkının bir kısmı 18 Haziran’da sandık başına gitti ve ülke tarihinin en düşük seçmen katılımıyla İbrahim Reisi yeni cumhurbaşkanı olmaya hak kazandı. Seçime katılım neden bu kadar düşüktü, Reisi siyasal tabloda hangi pozisyonu temsil ediyor, bu görev değişiminin Ortadoğu’ya etkisi ne olur? İran’ın yeni dönemine yakın plan…
İran İslâm Cumhuriyeti’nin sekizinci cumhurbaşkanı heyecansız, sessiz sedasız bir seçimle belirlendi. Halkın katılımının düşük olacağı çok önceden de öngörülen bu seçimlerde, İran İslâm Cumhuriyeti’nin usûlcüler (ilkeciler) olarak anılan geleneksel muhafazakâr cenahından İbrahim Reisi yeni cumhurbaşkanı olarak seçildi. Aslında seçimin sonucu çok önceden belliydi diyebiliriz; daha adaylar belli olmadan önce bile halk arasında “bu sefer de İbrahim Reisi’yi getirmek istiyorlar” sözleri dolaşıyordu.
Resmi açıklamalara göre, halkın seçimlere katılımı yüzde 48 civarında, bu da bir önceki seçime göre yaklaşık yüzde 25 oranında bir düşüş olduğunu gösteriyor (son seçimlere katılım İran’ın resmi kaynaklarına göre yüzde 73 olarak ilan edilmişti). Dört milyonu aşan iptal edilmiş oylar dikkate alınmadığında gerçek katılımın yüzde 42 olduğu ortaya çıkıyor. İlan edilen resmi katılım oranına göre bile bu seçimler, İran İslâm Cumhuriyeti’nde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin en düşük katılımlısı olarak tarihe geçti.
Büyük şehirlerdeki seçimlere katılım oranının genel katılım oranından daha düşük olması bu seçimlerin ne kadar sönük geçtiğinin bir başka göstergesi. Şimdilik resmi açıklamalara göre, büyük şehirler arasında Tahran’daki katılım yüzde 26 (il bazında yüzde 34), Tebriz’deki katılım yüzde 30 (il bazında yüzde 44) olarak ortalamanın çok altında görünüyor. Küçük şehirlerdeki katılım oranının görece yüksek olmasının bir nedeni, yerel seçimlerin cumhurbaşkanlığı seçimleriyle birlikte gerçekleşmesi. Yerel seçimler genelde küçük şehirlerde büyük şehirlere kıyasla daha fazla önem taşıdığından bu seçimlere katılanlar doğrudan cumhurbaşkanlığı seçimlerine de katılım sağladı, yoksa genel katılım oranı daha da düşük olabilirmiş.
Seçimlere katılımın düşük olmasının nedeni, sonucun öngörülür olmasından ziyade, geçtiğimiz yıllarda İran’daki ekonomik sıkıntıların derinleşmesiyle ilgili. Ocak 2018 ile Kasım 2019 tarihlerinde İran’ı sallayan gösteriler halkın geçim sıkıntılarından dolayı ortaya çıktı. Bu gösteriler güvenlik güçleri tarafından çok sert bir biçimde bastırıldı. İddialara göre, 2019 yılındaki halk isyanında en az 1500 kişi sokaklarda İslâm Cumhuriyeti’nin silahlı güçleri tarafından katledildi, binlerce kişi tutuklandı.
Halk, genel seçim adı altında bir usûlcünün yerine bir reformistin, sonra da o reformistin yerine tekrar bir usûlcünün getirilmesi döngüsünün bir yararını da henüz görmedi. Seçim kampanyaları başlamadan önce bile halkın seçimlere rağbet göstermeyeceği açıkça belliydi.
Bu katliamın üzerinden daha iki yıl geçmedi, doğal olarak halkın yarası çok taze, geçim sıkıntıları hâlâ eskisi gibi devam ediyor. Halk, genel seçim adı altında bir usûlcünün yerine bir reformistin, sonra da o reformistin yerine tekrar bir usûlcünün getirilmesi döngüsünün bir yararını da henüz görmedi. Bu yüzden seçim kampanyaları başlamadan önce bile halkın seçimlere rağbet göstermeyeceği açıkça belliydi.
İran uzun zamandır ekonomik krizlerle boğuşuyor. Bu sorunların bir kısmı İran’a uygulanan ambargolardan kaynaklansa da, büyük bir kısmının sebebi İslâm Cumhuriyeti organlarının yapısal meseleleri. Bu yapı içinde gerçekleşen yolsuzluklar, hırsızlıklar, kolay yoldan büyük kâr etme çabaları, Devrim Muhafızları Ordusu’nun üretim ve ticaret alanını kendi çıkarları yönünde düzenlemesi İran ekonomisini felç etmiş durumda.
Ruhani hükümeti sözde bu sorunları çözmek için gelmişti. Fakat devlet yetkilileri kötü ekonominin nedenini İslâm Cumhuriyeti’nin organlarının yapısal sorunlarında değil, sadece Batı emperyalizmiyle olan ilişkisinde görmekteydi. Genel kanı, Ahmedinejad döneminde büyüyen nükleer krizden çıkılmasıyla birlikte ekonomik sıkıntıların çözüleceği yönündeydi. Bu düşünceye göre, ambargoların kaldırılması ticaret yollarını açacak, petrol ihracatını normalleştirecekti. Böylece anlaşma sayesinde İslâm Cumhuriyeti eskimiş ve yıpranmış petrol çıkarma tesislerini yenileme olanağına sahip olacaktı veya bu amaçla büyük uluslararası şirketlerle anlaşacaktı. Nihayetinde duran endüstrinin çarkını tekrar döndürmeye başlayacaktı.
Nükleer anlaşma Ruhani hükümetinin çabalarıyla gerçekleşti, fakat bunun sonuçlarını görmeden ABD’de Trump’ın başkan olarak seçilmesi İran İslâm Cumhuriyeti’nin hesaplarını bozdu. Yapısal sorunların çözülmesi için adım atılmayınca halkın geçim sorunları daha da arttı. Ekonomik durgunluk devam etti, büyük ve küçük sanayinin çöküşü sürdü, işsizlik giderek arttı ve yoksulluk daha da yaygınlaştı. Böyle olunca da halk taleplerini sokakta dile getirdi. Devlet halkın isteklerine şiddetle karşılık verince bu itirazlar isyana dönüştü. İsyanın şiddetle bastırılması da halkı İslâm Cumhuriyeti’nden daha çok uzaklaştırdı, sonuç olarak bu mesafe de seçimlere yansıdı.
İslâm Cumhuriyeti’ni seçimle terbiye etmek
Bu seferkinde de olduğu gibi, İran’da seçimler halkın siyasi iradesinin somutlaşması için değil, düzenin ayakta kalmasını sağlayacak araçları bir seçim sonucu gibi sunmak için gerçekleşir. Şah diktatörlüğünü yıkmış İran halkları için özgürce seçme ve seçilme hakkı 1979 devriminin bir kazanımıydı. Ne yazık ki devrimin başka kazanımları gibi bu hak da seçimlerde aday onay sisteminin[1] getirilmesiyle kısa süre içinde Humeyni önderliğindeki İslâmcılar tarafından gasp edildi.
Böylelikle, rejimin onayladığı grup ve şahıslar dışında kimse bu haktan yararlanamadı. Halkın siyasete katılımını sağlayan tüm kuruluşlar yasadışı ilan edilip kapatıldı. Siyasi örgütler ve partiler, işçi sendikaları, sivil toplum kuruluşları ve benzeri kurumlar ortadan kaldırıldı. Roller paylaşıldı; seçilme hakkı istibdat rejiminin mensuplarına, seçme hakkı ise gönül ferahlığıyla halka verildi. Bu yüzden genelde seçimlere “demokrasi nümayişi” gözüyle bakmanın bir sakıncası yok.
Fakat İslâm Cumhuriyeti halkın seçimlere katılımının yüksek tutulmasına özen gösterir. Yüksek halk katılımı, düzenin kitlelerce herhangi bir meşruiyet sorunu yaşamadığını dünyaya ilan etmek için kullanılır. Bu yüzden halkın katılım sağlaması için çeşitli düzenlemeler yapılır.
Yapısal sorunların çözülmesi için adım atılmayınca halkın geçim sorunları daha da arttı. Halk taleplerini sokakta dile getirdi. İsyanın şiddetle bastırılması halkı İslâm Cumhuriyeti’nden daha çok uzaklaştırdı, bu mesafe seçimlere yansıdı.
Dini istibdadın ilk yıllarında seçim nümayişinde yer almak istemeyenler, eğitim ve benzeri başka haklarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıya kalıyordu. Daha sonraları rejim içi değişim umudu, sandığı halk için çekici hale getirdi. Böylece rejim, yıllar boyunca meşruiyetinin temeli olarak yansıtılan halk desteğini tehdit ve hilelerle almayı başardı. Bu yüzden de İran’da seçimlere gidildiğinde, özellikle toplumsal muhalefet arasında en çok tartışılan konu seçimleri boykot edip etmemek olur. Son yıllarda halk bu oyunlardan yorulmuş olmalı ki, hem son meclis hem de son cumhurbaşkanlığı seçimi çok düşük katılımla gerçekleşti.
Ruhani’nin son dönemi İslâm Cumhuriyeti’ni seçimle terbiye etme umudunun son durağıydı. Halk, özellikle 2018 ve 2019’da dile getirdiği ekonomik taleplerinin şiddetle bastırıldığına şahit olunca artık ne usûlcüsüne ne de reformistine umut bağlayabileyeceğini gördü. Temsiliyet ve kitlelere ulaşabilme imkânlarından yoksun olan toplumsal muhalefet ve radikal veya reformist bağımsız siyaset, “İslâm Cumhuriyeti’ne hayır” çatısı altında sosyal medyadan seçimleri boykot kampanyası düzenledi. Fakat kitleleri harekete geçirme gücünden yoksun, hatta halka ulaşmaktan belli bir oranda mahrum ve aktif siyaset yapması kesinlikle olanaksız olan bir muhalefetin bu boykot çağrısının etkilerini ölçmek kolay değil.
İslâm Cumhuriyeti, halkı sandığa götüremeyeceğini anladığından olsa gerek, bu yönde en küçük bir çaba bile göstermedi. Hatta Reisi yüksek bir oy oranı ile tartışmasız bir biçimde kazansın diye Anayasa Koruyucu Konseyi[2] (AKK) pek çok adaylık başvurusunu reddetti. Aday adayları içinde İran’ın dini lideri Hamaney’e yakınlığıyla bilinen, fakat Reisi’ye ciddi rakip olabilecek eski meclis başkanı Ali Laricani bile AKK’nın eleğinden geçemedi. Böyle olunca da rakipsiz Reisi yaklaşık 18 milyon oy (toplam oyun yüzde 72’si) toplayarak İran’ın bir sonraki cumhurbaşkanı olarak seçilirken iptal edilen oyların sayısı Reisi’nin en yakın rakibinin oylarından bile daha fazla oldu.
İbrahim Reisi kimdir?
İbrahim Reisi aşırı muhafazakâr bir din adamı. 1979 devrimi sonrası genellikle İslâm Cumhuriyeti’nin yargı erkinde önemli görevler almış, adım adım yükselmiş, en sonunda 2019 yılında Hamaney tarafından bu erkin başkanı olarak atanmıştı. Yargıç olarak çalıştığı dönemde İslâm Cumhuriyeti’nin muhaliflerini bastırmakta önemli payı olmuştu.
En belirgin rolünü de Humeyni’nin doğrudan emriyle 1988 yılında yaz boyunca hapishanelerde gerçekleşen toplu idamlar sürecinde oynamıştı. Sayıları tam bilinmese de 3500-6500 arasında olduğu tahmin edilen, çoğu halkın mücahitleri ile sosyalist örgütlerin üyesi olan siyasi tutukluların bir dakikalık mahkemeler sonucunda idama çarptırılıp infaz edilme sürecinde yargıç olarak yer almış, o katliamların dört önemli failinden biri olmuştu.
Bu katliam sürecindeki rolü cumhurbaşkanı adayı olduğu bir önceki seçimlerde çok tartışma yaratmış[3], toplumsal muhalefet tarafından Reisi’ye Katliam Ayetullahı lâkabı takılmıştı. Aday olduğu bir önceki seçimleri açık ara Ruhani’ye kaybettikten sonra Reisi, bu tartışmalara bakmayan Hamaney tarafından yargı erkinin başına getirilmişti.
Hamaney’e yakın, hatta zaman zaman bazı çevrelerce onun veliahtı olarak gösterilen, daha önce İran’ın en zengin müessesesi Astan-i Gods-i Rezevi’nin de başında bulunan, kitlelerce tanınmasa da güçlü bir din adamı olan Reisi, kaybedeceğini bildiği halde geçen dönem Ruhani’nin karşısında cumhurbaşkanı adayı olmuştu. O seçimler Reisi’nin hanesine kayıp olarak yazılsa da, aslında büyük bir kazanımdı. Kitlelerce tanınmayan bir yargıç olmaktan bir anda 15,5 milyon oy alabilecek, usûlcüleri arkasına toplayabilecek güçlü bir siyasi figüre dönüştü. Usûlcülerin seçim sonrası tepkisi de bunu kanıtladı.
Reisi en belirgin rolünü de Humeyni’nin doğrudan emriyle 1988 yılında, yaz boyunca hapishanelerde gerçekleşen toplu idamlar sürecinde oynamıştı. Toplumsal muhalefet tarafından Reisi’ye Katliam Ayetullahı lâkabı takılmıştı.
Yapılan açıklamalara göre, Reisi o seçimlerde siyasi tecrübe kazandı ve “devrimin” geleceği olarak takdir gördü. Sonuçta, İslâm Cumhuriyeti bu dönem için herhangi suni bir yarışa bile izin vermedi, geniş aday reddi ile Reisi’nin sıkıntısız bir biçimde kazanabileceği bir ortam yarattı. Böylece, yargılanması gereken bir katliam sorumlusu cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmuş oldu.
Hamaney’den sonra
İslâm Cumhuriyeti giderek en hassas olduğu dönemlerden birine yaklaşıyor. Sağlık durumu yaygın söylentilere konu olan 82 yaşındaki lider Hamaney’in olası ölümü, düzen içi siyasal çatışmalara neden olabilir. İslâm Cumhuriyeti’nin farklı kanatlarının yavaş yavaş o günler için hazırlık yaptığı söylenebilir. Şimdilik Hamaney sonrası için herhangi bir aday üzerinde geniş bir mutabakatın olmadığı düşünülüyor. Hamaney de bu konuda herhangi bir ipucu bırakmış değil. Zaman zaman oğlu Mücteba Hamaney’in adı, zaman zaman Reisi gibi başka aşırı muhafazakârlar veliaht olarak geçiyor. Bir sonraki dini lideri seçecek olan Uzmanlar Meclisi’nin üye dağılımına bakılacak olursa, Reisi’nin cumhurbaşkanı olarak seçilmesiyle birlikte usûlculerin aşırı muhafazakâr kanadının bu olası yarışta bir adım önde olduğu görülebilir.
Reisi’nin gelişinin ardından İran’ın dış siyasetinde büyük bir değişiklik olacağı sanılmıyor. İran Ortadoğu’da eskisi gibi hem siyasi hem de fiziki varlığını aktif olarak sürdürmek isteyecektir. Fakat Reisi koltuğuna oturup kabinesini oluşturunca İran’ın dış siyasetinin genel hatlarını belirleyen Ulusal Güvenlik Konseyi de yeni üyelerini bulmuş olacak. O zaman bu siyasetin ne yönde gideceği hakkında daha iyi fikir yürütme olanağı doğabilir.