SURİYE’DEKİ KATLİAMLAR VE TÜRKİYE ALEVİLERİ

Ayfer Karakaya-Stump
11 Mart 2025
SATIRBAŞLARI

Bu satırları yazarken Suriye’nin Lazkiye ve Tartus bölgelerinden Alevilere yönelik kan dondurucu katliam haberleri yoğun bir şekilde gelmeye devam ediyor. Son iki günde (6-8 Mart), “eski rejim kalıntılarını temizliyoruz” bahanesiyle, muhaliflerin kurduğu Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) rakamlarına göre, yüzlerce, yerelden gelen daha gerçekçi haberlere göre ise binlerce erkek, kadın ve çocuk 8 Aralık 2024’de yönetimi ele geçiren eski el-Kaideci Colani’nin liderliğindeki HTŞ militanları tarafından katledildi ve an itibarıyla da bu kıyım devam ediyor.

Sosyal medyada paylaşılan dehşet verici videolar –ki çoğunu bizzat HTŞ militanlarının kendileri çekmiş— konuya uzak insanların bile ruh sağlığını bozacak nitelikte. İnsanı dehşete düşüren sadece yapılan katliam değil, bu katliamları yaparken HTŞ militanlarının yaşadığı hastalıklı mutluluk ve keyif. Evet, “her zaman bir yerlerde zulüm oluyor” diyebiliriz, ama bunu saklama gereği bile duymadan, gururla, zevkle ve açıktan yapmak gerçekten de kötülüğün en son noktası olsa gerek.

Yaşanan son katliamların da hem ulusal hem uluslararası medyada –ki buna demokrat, sol olarak bilinenleri de dahil– “Esad taraftarları ile Suriye hükümet güçleri arasında bir çatışma” olarak sunulması bilinçli veya bilinçsiz körlüğün ve vurdumduymazlığın en çarpıcı göstergesi oldu.

Aslında bu felâket göstere göstere geldi. Son üç-dört aydır HTŞ’nin Alevilere karşı yaptığı taciz ve infazlara dikkat çekip uyaran bilhassa Alevilerin ve Suriye’deki diğer azınlık mensuplarının korktukları felâket senaryosu tam da buydu. Ama ne anaakım medya ne uluslararası kuruluşlar ne de devletler nezdinde, “münferittir, sistemli değildir” gerekçesiyle bu yaşananlar dikkate alınmadı. Zira hepsi, “HTŞ’ye ve Colani’ye bir şans verilmeli” gibi sorumsuz bir söylemle, başta Aleviler olmak üzere Suriye’deki azınlıkların kanıyla kumar oynamaya fazlasıyla teşneydi ve ne yazık ki halen de bu tavırları büyük oranda devam ediyor.

Nitekim, yaşanan son katliamların da hem ulusal hem uluslararası medyada –ki buna demokrat, sol olarak bilinenleri de dahil– “Esad taraftarları ile Suriye hükümet güçleri arasında bir çatışma” olarak sunulması bu bilinçli veya bilinçsiz körlüğün ve vurdumduymazlığın en çarpıcı göstergesi oldu.

Alevi Kültür Dernekleri ve İnsan Hakları Derneği’nin Aydın’daki protesto eylemi, 10 Mart 2025

Sivas 1993 ve Suriye 2025

Suriye’de yaşanmakta olan bu vahşet, Türkiye’de sadece Arap Alevilerini değil, tüm Alevileri çok derinden etkiliyor. Birçok yönden bugün yaşanan travma 1993’teki Sivas katliamında yaşanan travma ile benzerlik gösteriyor. Bu ikisi arasındaki belki de en önemli benzerlik, her iki durumda da Alevilerin “artık böyle şeyler olmaz, katliamlar yaşanmaz” hissinin yerle yeksan edilmiş olması.

Bununla birlikte, mevcut sarsıntıyı 1993’tekinden çok daha şiddetli kılan hususlar var. Öncelikle, Türkiye içindeki HTŞ sempatizanı kişilerin hem geleneksel medya hem sosyal medya üzerinden yapılan katliamları açıktan onaylamaları, hatta kutlamaları ve bu meyanda Alevilere yönelik aleni nefret söylemlerinin yayılması ciddi tepki ve endişe yaratıyor.

Ayrıca, bütün bu süreç boyunca Aleviler çaresizlik hissiyle birlikte, siyaseten ve demokratik değerler itibarıyla yan yana durduklarını düşündükleri kurum ve kişiler tarafından terkedilmişlik duygusunun yarattığı derin bir hayal kırıklığı yaşıyor.

Bu travma ve yalnızlık duygusunun orta ve uzun vadedeki en önemli sonuçlarından biri, Alevilerin örgütlenme modellerini ve siyasi konumlanışlarını yeniden düşünmek olacak. Sivas katliamının en önemli etkilerinden biri, Alevilerin tarihleri boyunca ilk kez modern anlamda bir örgütlenmeye gitmeleri ve bu meyanda hem yurt içinde hem yurt dışında Alevi derneklerinin ve cem evlerinin yaygınlaşması olmuştu.

Suriye’deki katliamlar sürecinde yaşanmakta olan terkedilmişlik ve sahipsizlik duygusu Alevileri geleneksel siyasi bağlılıklarını köklü bir şekilde yeniden düşünmeye itecek gibi görünüyor. Bilhassa CHP ve daha soldaki partilere olan kayıtsız desteğin sorgulanması, hatta belli oranda bu partilerle bir yol ayrımına gidilmesi güçlü bir ihtimal.

Ancak, geldiğimiz noktada, Suriye’de yaşanan vahşet ve bu vahşetin tüm bölgeye yayılabileceği endişesi, Alevilere sadece yaşadıkları ülkelerin ulusal düzlemlerinde değil, uluslararası düzlemde de siyaset yapmaları gerektiğini ve bu yöndeki büyük eksikliklerini acı bir şekilde göstermiş bulunuyor. Bununla birlikte, Anadolu Alevilerinde gittikçe güçlenen –2011 yılına kadar pek farkında bile olmadıkları– Arap Alevileri ile dayanışma isteği ve iradesi ve bu dayanışmanın hem yurtiçinde hem de BM gibi uluslararası platformlarda birlikte hareket etme şeklindeki tezahürleri bu eksikliklerin düşe kalka da olsa giderilmesi yönünde bir gayretin varlığını ortaya koyuyor.

Buna ilaveten, yine Sivas katliamından farklı olarak, Suriye’deki katliamlar sürecinde yaşanmakta olan terkedilmişlik ve sahipsizlik duygusu Alevileri geleneksel siyasi bağlılıklarını köklü bir şekilde yeniden düşünmeye de itecek gibi görünüyor. Bu açıdan, bilhassa seküler-ulusalcı çizgideki CHP ve daha soldaki siyasi partilere olan kayıtsız desteğin sorgulanması, hatta belli oranda bu partilerle bir yol ayrımına gidilmesi güçlü bir ihtimal olarak karşımızda duruyor. Bu hususu irdelemek için geriye doğru birtakım gözlem ve tespitler yapmak yerinde olacak.

Antakya Emek ve Demokrasi Platformu’nun Suriye’deki katliamı protestosu, 10 Mart 2025

Aleviler, ulusalcı/milliyetçi ideolojiler ve sol

Türkiye Alevileri, aynen Suriye’deki Arap Aleviler gibi, yaşadıkları coğrafyalarda ulus devletlerin kuruluşu ile birlikte siyasi tercihlerini hemen her zaman seküler ideolojiler ve partilerden yana yapmıştır. Bu meyanda Alevilerin kahir ekseriyeti kendilerini Türkiye’de ulusalcı CHP çizgisi ile özdeşleştirmiştir, aynen Suriye’de Alevilerin kendilerini seküler Arap milliyetçisi Baas çizigisi ile özdeşleştirdikleri gibi.

1960’lar ve 70’lerde, güçlenen sol-sosyalist hareketlerin etkisiyle, Alevilerin, bilhassa da Alevi gençlerin kısmen daha soldaki siyasi hareketlere ve partilere meylettiği ve buralarda nüfuslarına oranla yüksek bir temsiliyete ulaştıkları da bir vakıa. Bu, Türkiye özelinde iyi bilinen bir durum. Nitekim, buna binaen Türkiye’de sağ siyaset sol ideolojileri Sünni çoğunluğun gözünde itibarsızlaştırmak için komünizm ile Kızılbaşlık (ve Kürtlük) arasında organik bir bağ kurmaya çalışmış ve bu yönde her zaman açıktan veya dolaylı propaganda yapmıştır.

Daha az bilinmesine rağmen, aslında Suriye’de de benzer bir durum söz konusuydu. Örnek vermek gerekirse, Suriye’de Baas ideolojisinin en sert eleştirenlerinden Komünist Parti’de Alevilerin her zaman yoğun bir temsiliyeti bulunmuştur. Nitekim, her iki ülkede de daha solda konumlanıp ulusalcı/milliyetçi ideolojileri eleştiren ve bu yüzden baskı gören çok sayıda Alevi aktivist olmuştur.

8 Mart günü, Alevi örgütlerinden birinde yönetici olan bir Alevi bireyin sosyal medyada yaptığı paylaşım bugünlerde Alevilerin geneline hâkim olan duyguyu kısa ve öz bir şekilde yansıtıyor: “Alevilerin oy verdiği partiler bugün susuyor. Alevilerin okuduğu gazeteler bugün yazmıyor. Alevilerin izleyip reyting verdiği kanallar bugün konuşmuyor.

Alevilerin –inanç ve öğretilerinin olası etkisi bir yana– siyasi tercihlerini seküler ve sol partilerden yana yapmalarının rasyonalitesini anlamak elbette zor değil. Zira, ancak bu ideolojiler aracılığıyla yüzyıllarca yaşadıkları dini baskılardan ve dışlanmışlıktan kurtulabileceklerini ve toplumun geneli ile entegre olabileceklerini düşünmüşlerdir. 

Bu meyanda, bir yandan şehirleşmenin ve modernleşmenin etkisiyle, öte yandan da toplumun geri kalanıyla entegrasyonun bir tür bedeli olarak, Aleviler inançsal ve kültürel kimliklerini ikinci plana atmaya, hatta neredeyse tümüyle unutmaya hazır hale gelmişlerdir. Hatta, bilhassa sol-seküler ideolojileri benimsemiş eğitimli orta sınıflar için Alevi kimliğinin ifadesi bile bir gericilik olarak görülmeye başlanmıştır.

Dolayısıyla, Alevi toplumu bugüne kadar kimlikler üzerinden siyaset yapmaktan titizlikle kaçınmış, hatta inanç özgürlüğüne dair, mesela zorunlu din derslerinin kaldırılması gibi son derece hayati bir konuda bile kollektif haklar için mücadele etmekten adeta çekinmiştir.

Ancak, Alevilerin seküler ve sol ideolojilerin güvenlik ve entegrasyon için bir yol olabileceğine dair beklentileri aslında hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmemiştir. Dahası, kısmi kazanımlarının bile tehdit altında olabileceğini onlara hatırlatan travmatik olaylar hep yaşanmıştır. 1993’teki Sivas katliamı Türkiye’deki Aleviler için tam da böyle bir andır.

Akabinde, 90’larda yaşanan Gazi Mahallesi olayları gibi Alevilere yönelik diğer saldırılar da bu travmayı perçinlemiştir. Nitekim, Alevi örgütlenmesinin ivme kazanması ve daha önce sol gruplarda siyaset yapmış birçok Alevi kökenli kişinin Alevi derneklerinde aktif hale gelmelerini tetikleyen de –küresel anlamda sol siyasetin zayıflamasına ilaveten– 90’larda yaşanan bu olaylardır.

Ancak, Aleviler 2002 yılında iktidara gelen ve o günden beri de iktidarda olan İslâmcı AKP’den duydukları endişe nedeniyle, en azından varolduğu kadarıyla da olsa laikliği korumak adına, CHP’ye olan desteklerini devam ettirmiş hatta perçinlemişlerdir. CHP’nin AKP tarafından uygulanan tepeden dinselleştirme / Sünnileştirme siyasetine ciddi bir muhalefet geliştirememesine ve Alevilerin eşit vatandaşlık mücadelesine açıktan ve dişe dokunur bir destek vermemesine rağmen, Alevi toplumunun büyük çoğunluğunun CHP’ye desteği sürmüştür.

Kürt hareketine yakın duran Alevilerin, Kemalist ideolojiye ve cumhuriyetin tek tipleştirici siyasetine karşı sert eleştirileri de bu meyanda Alevilerin kahir ekseriyeti tarafından dikkate alınmamıştır.

İstanbul Emek Barış ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla Kadıköy İskele Meydanı’nda düzenlenen protesto gösterisi, 10 Mart 2025

Kılıçdaroğlu vakası ve ilk yaygın duygusal kopuş

Mayıs 2023 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iktidarı değiştirmeyi başaramamış olması Türkiye’deki tüm muhalif kesimlerde çok derin bir hayal kırıklığı yarattı. Burada kaybedilen sadece bir seçim değil, her geçen gün daha da otoriterleşen bir sağ siyaset altında ezilen ülke için daha demokratik, daha kucaklayıcı ve daha barışçıl bir gelecek tasavvuruydu. Zira, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu seçimlerde iki büyük hedefi vardı. Birincisi, farklı partileri bir araya getirerek sağ-sol, dindar-laik kutuplaşmasını yumuşatmak, ikincisi, kendi cumhurbaşkanlığı ile mezhepsel ve etnik önyargıları törpülemek.

Nitekim, ekonomik önermelerini bir yana koyarsak, tüm siyasi söylemi, bu çoğulcu ve kucaklayıcı toplumsal modeli, makbul vatandaşlık tanımı içine girmeyenlere karşı dışlayıcı olan mevcut modele bir alternatif olarak sunmak üzerine kurgulanmıştı. Ama maalesef bu hedeflerin her ikisi de, deyim yerindeyse, Kılıçdaroğlu’nun elinde patladı.

Ancak, son cumhurbaşkanlığı seçimi ve sonrasında yaşananlar, kendisini büyük oranda Atatürkçü ve seküler olarak tanımlayan ve düzenli olarak CHP’ye oy veren Aleviler için muhalefetin geneli için olduğundan çok daha acıtıcı bir süreç oldu. “Alevi aday olur mu?” tartışmasıyla başlayan bu süreç, özellikle seçim sonrasında CHP’nin bir “Alevi partisi” olduğuna dair, daha önceleri sağ siyasetin kullandığı bir komplo teorisinin, “partiyi Dersimli bir çete kontrol ediyor” veya “Aleviler partiyi işgal etti” gibi, CHP’li Alevileri hedefe koyan bir nefret söylemine dönüşmesiyle doruğa ulaştı.

Buna tepki gösteren Aleviler, özellikle sosyal medyada –eşitlik isteyen siyahileri ırkçılıkla suçlama tadında bir ironiyle– mezhepçi olmakla ve hizipçilik yapmakla itham edildi, militan İslâmcı gruplara benzetildi, hatta geçmişte yaşanan Alevi katliamlarına referanslar vererek onlara hadlerini bildiren, üstelik de binlerce beğeni alan paylaşımlar yapıldı.

Suriye’de yaşanan mezhepçi katliamlar ve en azından formel olarak tek laik Müslüman çoğunluklu ülke olan Türkiye’nin bile bu katliamlara karşı duyarsızlığı ve hatta desteği, Ortadoğu coğrafyasında hem sol hem seküler ulusalcı/milliyetçi ideolojilerin mezhepçi ve dinci ideolojiler karşısındaki yenilgisinin net ve acı bir işareti oldu.

Kendilerine yönelik nefret söyleminin bu derece alenileşmesi, her zaman aynı derecede görünür olmasa da Türkiye toplumunda aslında hep varolmuş Alevi karşıtlığı ve nefreti gerçeğini, Sivas katliamından sonra belki de ilk kez Alevilerin bu kadar yoğun hissetmesine neden oldu, hem de travmaya çarpan etkisi yapan şöyle önemli bir farkla: Bu kez bu Alevifobik söylemlerin bayraktarlığını yapanlar kendisine Müslüman değil, Kemalist ve laik diyen kişilerdi ve çoğu, en azından kendi iddialarına göre, CHP’liydi.

Bu durum ve CHP’nin kurumsal olarak Kılıçdaroğlu bahane edilerek Alevilere yöneltilen nefret söylemlerine açıktan karşı durup kınamaması, özellikle CHP’li Alevilerde partiye karşı yaygın bir duygusal kopuş yarattı. Her ne kadar AKP korkusuyla ve “ehveni-i şer” mantığıyla bu duygusal kopuş bir sonraki yerel seçimlerde sadece küçük oranlarda sandığa yansımış olsa da, Alevilerin büyük bir kısmının ağzında kötü bir tat bıraktığına şüphe yok.

Suriye’deki katliamlar

Suriye’deki katliamlar Atatürkçü/ulusalcı çizgiye ve o çizgiyi temsil eden CHP’ye karşı son cumhurbaşkanlığı seçiminde yaşanan bu yaygın duygusal kopuşun üzerine geldi. İçinden geçtiğimiz şu günlerde, kendisini cumhuriyetle ve CHP ile bütünleşmiş hisseden milyonlarca Alevi, laiklik ve demokrasi ortak paydasında ortaklaştıklarını düşündükleri ve en yakın siyasi ve toplumsal müttefikleri olarak gördükleri kişi ve kurumlar tarafından bile yalnız bırakıldıkları hissini yaşıyor.

Bu durumun Alevilerde yarattığı şok ve derin hayal kırıklığını tetikleyen en sembolik olaylardan biri, Cumhuriyet, Sözcü, Birgün, Halk TV ve T24 gibi seküler ve sol kanadın sesi olmak iddiasındaki medyada bile, yaşanan son katliamların, Batı medyasından yapılan bire bir çevirilerle “Esad milisleri ile yaşanan çatışmalar” şeklinde sunulmak suretiyle adeta meşrulaştırılmalarıydı.

Dersim Emek ve Demokrasi Platformu’nun basın açıklaması, 11 Mart 2025

Aynı medya zaten aylardır Suriye’deki Arap Alevilerinin yaşadığı baskı ve infazları “münferittir, sistematik değildir” diye görmezden gelmekteydi, ancak binlerce sivilin Selefi Cihatçı militanlarca göstere göstere katledilmesi karşısında bile gereken vicdani ve demokrat tavrı almamaları, Aleviler için hem şaşırtıcı hem de sarsıcı oldu. 8 Mart günü, Alevi örgütlerinden birinde yönetici olan ve siyaseten CHP’ye yakın bilinen bir Alevi bireyin sosyal medyada yaptığı şu paylaşım bugünlerde Alevilerin geneline hâkim olan duyguyu kısa ve öz bir şekilde yansıtıyor: “Alevilerin oy verdiği partiler bugün susuyor. Alevilerin abone olup okuduğu gazeteler bugün yazmıyor. Alevilerin izleyip reyting verdiği kanallar bugün konuşmuyor.

Suriye’deki katliamların Türkiye’deki Aleviler üzerindeki etkisi sadece inançsal yakınlık gibi yüzeysel bir yaklaşımla açıklanamaz. Kaldı ki, zaten Arap Alevileri ile Anadolu Alevileri yakın zamanlara kadar birbirinden haberi bile olmayan, birbirleriyle irtibatsız iki farklı inanç topluluğuydu. Bununla birlikte, Anadolu Alevileri, Selefi Cihatçıların Arap Alevileri ile ilgili sürekli gündeme getirdikleri “katli vaciptir” fetvalarının kendileri için de geçerli olduğunun ve fırsat buldukları takdirde Türkiye’deki Cihatçı uzantılarının onlara da aynı muameleyi yapacaklarının bilincindeler.

Aslında bu farkındalık ve endişe her zaman vardı. Türkiye Alevileri için yeni olan bu değil. Yeni olan kendilerine sığınak olarak seçtikleri seküler-ulusalcı ve sol ideolojilerin onları korumadığını, koruyamadığını açık ve net bir şekilde görmeleriydi.

Bu açıdan bakıldığında, Suriye’de kendisini onlarca yıldır seküler Arap milliyetçiliği ile özdeşleştirmiş olan, başta Arap Alevileri olmak üzere, tüm azınlıkların yaşadıklarının aslında bir istisna olmadığının görülmesi ve bu meyanda Ortadoğu’da mezhepçi ve dinci ideolojilerin halen ne kadar güçlü olduğunun bir kez daha hatırlatılması yaşanan sarsıntı ve travmanın asıl nedenidir.

Bundan sonrası

Alevilerin oy verme davranışlarının bu yaşananlardan kısa vadede ne kadar etkileneceği, bilhassa AKP korkusu gözönüne alındığında tartışılabilir. Bununla birlikte, bu tecrübe edilen son sarsıntının uzun vadede Alevilerin örgütlenme biçimlerini ve siyasi konumlanışlarını yeniden düşünmeye yol açması, bilhassa da seküler-ulusalcı çizgiye bağladıkları umutları sorgulamaları kuvvetle muhtemel görünüyor.

Aslında bu sadece Kemalist/Türk ulusalcılığı çizgisindeki Aleviler için geçerli değil, zira benzeri paradoksların Kürt hareketi içinde, Alevi kimliğini bugüne kadar ikinci plana atarak siyaset yapanları için de geçerli olduğunu düşünüyorum, hele hele de Kürt hareketiyle yürütülen halihazırdaki ikinci barış süreci de ilkinde olduğu gibi kendisine “İslâm bayrağı”nı referans alırsa.

Türkiye dışında, tüm Ortadoğu coğrafyası için de Suriye’de yaşanan son kanlı olayların büyük önemi ve anlamı olduğu ve olacağı açık. Zira, Suriye’de yaşanan mezhepçi katliamlar ve en azından formel olarak tek laik Müslüman çoğunluklu ülke olan Türkiye’nin bile bu katliamlara karşı duyarsızlığı ve hatta desteği, Ortadoğu coğrafyasında hem sol hem seküler ulusalcı/milliyetçi ideolojilerin mezhepçi ve dinci ideolojiler karşısındaki yenilgisinin net ve acı bir işareti oldu. Bu durumda, Alevilerin de toplumun geneliyle entegrasyon beklentisiyle bağlandıkları siyasi ideolojilerle, çok kısa vadede olmasa bile, orta ve uzun vadede bir yol ayrımı yaşamaları ve sosyal ve siyasi olarak daha çok kendi içine kapanmaları yüksek bir olasılık. Nitekim, yukarıda bir sosyal medya paylaşımından alıntı yaptığımız Alevi dernek yöneticisinin aynı paylaşımını şu şekilde bitirmiş olması bu açıdan manidar: “Bu da gösteriyor ki, Aleviler önce kendi medyasını ve örgütünü kurmalı. Ancak o zaman seslerini duyurabilir, haklarını savunabilir ve geleceklerini güvence altına alabilirler.”

^