Soma’da kurulan Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nın 1. Olağan Genel Kurulu’nun ardından, bu yeni sendikanın yaklaşımına, bölgedeki emekçilerin yaşam koşullarına, sahip oldukları iki akla ve yürüttükleri mücadeleye yakın plan yapıyoruz.
Ekmeğini kazanmak için akıllı olmalısın. Bu, üstlerine itaat etmek anlamına gelebilir. Başka tür bir akıl da bütün bu üst-ast sistemini alaşağı etmeni gerektirebilir. Fakat bu ikinciyi becerebilmek için de birinci tür akla ihtiyacın var. Çünkü her şeyden önce karnını doyurman gerekir.
–Bertolt Brecht [1]
16 Aralık 2018’de, Soma’nın çarşısında içi henüz yenilenmiş bir işhanının küçük bir odasında Bağımsız Maden İşçileri Sendikası’nın[2] 1. Olağan Genel Kurulu yapıldı. Bağımsız Maden-İş şimdilik yaklaşık 50 üyesi olan, ama her siyasi görüşten insanı barındıran bir girişim. Belki bir gün, bu yeni ve bağımsız madenci sendikası sayesinde, 16 Aralık 2018 tarihi bir güne dönüşecek.
Bugünlerde Fransa’nın gündeminde Sarı Yelekler ve bir kısım solun bu hareketi horgörüşü var. Genç yazar Edouard Louis, Sarı Yelekler’in medyaya akseden görüntülerindeki bedenleri tanıdığını söylüyor. Çalışmaktan, yorgunluktan, kötü beslenmekten, egemenlerin aşağılamasından, sosyal ve coğrafi dışlanmışlıktan “bitap düşmüş bedenler”de, babasını, teyzesini, çocukluğunu geçirdiği köydeki insanların yoklukla yoğrulmuş bedenlerini gördüğünü anlatıyor. “Onlara edilen her küfür babama ediliyor” diyor. Bu horgörü Türkiye için de çok tanıdık.
17 Mayıs 2014’te, Soma faciasının hemen sonrasında, Boğaziçi Üniversitesi’nden bir grup mezun ve öğrenci olarak bölgeye taziyeye geldiğimizde, aramızdan biri Kınık kasaba meydanında bize korkunç çalışma koşullarını anlatan madenciye “O zaman niye hâlâ AKP’ye oy veriyorsunuz?” diye sormuştu. Doktora araştırmam için beni bu bölgeye sürükleyen şey bu soruya ve onu soran zihniyete duyduğum öfke oldu.
İki tür akıl ve tatlı dille sendikacılık
Bağımsız Maden-İş’in güler yüzü, tatlı dili ve umuduyla insanı mahcup eden başkanı Tahir Çetin, kendi koşullarına ve etrafındakilerin koşullarına dair bu soruyu yöneltenlerin sahip olmadığı bir farkındalık taşıyor. Kınıklı ve “mujik” tabir edilen yarı köylü-çiftçi-hayvancı, yarı madenci bir aileden geliyor. Uzun yıllardır madenci olarak çalışıyor, ailesi tarımla ve hayvancılıkla uğraşmaya devam ediyor. Coşku Çelik, bölgedeki tütün ve pamuk ağırlıklı tarımın 1980 darbesinden sonra Avrupa Birliği ve IMF politikalarıyla yavaş yavaş nasıl azaltıldığını ve erkek çiftçilerin nasıl işçileştiğini detaylı anlatmıştı.[3] En son Çiftçi-Sen Genel Sekreteri Ali Bülent Erdem 1+1 Forum’da son durumu yeniden ifade etti.
Tahir Çetin, biraz çiftçi, biraz hayvancı, biraz madenci olmanın Brecht’in iki tür aklına sahip olmasını sağladığının farkında. Bu farkındalığın madende amirleri tarafından tanınan ve saygı duyulan, bağımsız sendikacılık girişimleri bilinmesine rağmen dokunulmayan bir işçi olmasını sağladığını düşünüyor. 1. Olağan Genel Kurul yapılırken konuştuğum madencilere göre haklı da.
Görünen o ki, amirleri ve patronları Tahir Çetin’e ve bugün sendikanın bir parçası olan işçilere dokunursa arkalarında her kesimden çok fazla insan olacak. Bir iş arkadaşı “İnan ki bugün gelmeyecektim, ama bunun şu tatlı dili yok mu!” diyor. Tahir Çetin, son otuz-kırk yıl içinde, en çok da 1990’larda kendileri ya da aileleri Çorum’dan, Kütahya’dan, Ordu’dan, Zonguldak’tan, Sivas’tan, Diyarbakır’dan Soma’ya, Savaştepe’ye ve diğer çevre kasabalara göçmüş, tarımla hiçbir ilişkisi, güvenecek feodal ağları, senenin dokuz ayı tarlada çalışan eşleri ve kız çocukları, baba evi olmayan iş arkadaşlarına göre ayrıcalıklı olduğunu biliyor. Bu iş arkadaşlarının neden korktuğunu, tedirgin olduğunu ve bazılarının neden hükümeti desteklediğini anlıyor. Brecht’in sözünü ettiği iki tür aklı kullanabildiğini görüyor. Arkadaşlarını bu farkındalıkla ve en önemlisi tatlı diliyle ikna ediyor.
Tahir Çetin açılış konuşmasında sömürüye kardeşlikle ve dayanışmayla karşı duracaklarını vurguladı: “301’den sonra mezhep, din, cins ayrımı yapıldı. Bizde bu yok. Her mezhepten, her siyasetten buradayız.”
Soma faciasından altı ay sonra bir anda işten çıkarılan toplam işçi sayısı 2831. Bağımsız Maden-İş’in ilk mücadelelerinden biri bu işçilerin beş senedir alamadıkları tazminatlarını almaları olacak. Onur Yıldırım ve Uğur Şahin Umman’ın söylediği gibi, Kınıklıların hepsi değilse de çoğu madenlerde işe alınmıyor, çünkü büyük patronlar da Tahir Çetin’in farkında olduğu koşulların farkında. Çünkü Çorumlu, Sivaslı, Zonguldaklı, Diyarbakırlı işçinin tek geçim kaynağı aylık ücreti. Çoğunun eşi ve çocukları tarım işçisi olarak çalışmıyor. İkinci tür bir akla sahip olmadıkları için değil, onu kullanmadıkları için patronların onları mecbur ettiği, sözde bedava dağıtılan yıllık kömürden daha fazla aidat alan sarı sendikaya üyeler. Fakat sömürüye ve horgörüye karşı iki tür aklını ve tatlı dilini ortaya koyan işçiler oldukça diğerlerinin de onlara katılması muhtemel. Tahir Çetin’in açılış konuşmasından sonra yaşanan kısa sessizliği genç madenci bir arkadaş şöyle bozdu: “Arkadaşlar burada suskun, ama içeride gayet aktif. Güneşi sevmiyorlar. Karanlığı hissetmek istiyorlar.” “Allah’tan başka kimseden korkmayacağız” diye ekledi bir diğeri.
Soma faciasından altı ay sonra bir anda işten çıkarılan toplam işçi sayısı 2831. Bağımsız Maden-İş’in ilk mücadelelerinden biri bu işçilerin beş senedir alamadıkları tazminatlarını almaları olacak. Çorumlu, Sivaslı, Zonguldaklı, Diyarbakırlı işçinin tek geçim kaynağı aylık ücreti. Çoğunun eşi ve çocukları tarım işçisi olarak çalışmıyor.
Yoklukla terbiye ve horgörü
Partilerde ve iki-üç gazetede köşe tutmakla meşgul bazı demokratlar, hor gördükleri madenci ve kadın emekçilerin koşullarını ve neden ikinci tür akıllarını kullanmadıklarını anlayamıyor, anlamak istemiyor. Büyük patronlarsa anlıyor ve belli ki 1980’lerden beri buna göre strateji geliştiriyorlar. Üç-dört aydır görüştüğüm işçilere göre, ‘80’lerden beri sermayeyle arası iyi şahıslar –tarımdan devşirme bir tabirle dayıbaşı da deniyor– ve 2003’ten beri İş ve İşçi Bulma Kurumu aracılığıyla İç Anadolu’nun ve Karadeniz’in en yoksul ve feodal dayanışmadan mahrum kesimlerinden maden işçisi topluyor.
“Soma’da neden hükümete destek bu kadar büyük?” diye soran çok, ama gerçekten merak edene cevap da çok. Bağımsız Maden-İş örgütlenme uzmanları Başaran Aksu ve Kâmil Kartal’ın işçilere de, işçileri hor gören Somalılara da sık sık söylediği gibi, işçilere ancak örgütsüz oldukları sürece gerizekâlı muamelesi yapılabiliyor. Hükümetin sadece Sünnilik, neoliberal popülist söylemler ve işçilerin cahilliği sayesinde ayakta durabildiğini sananların aksine, büyük patronlar işçilerin gerizekâlı ya da cahil olmadığını biliyor. İşçileri açlıkla, uykusuzlukla, fıtıkla ve bazı uzuvlarını koparıp alarak “terbiye” ediyorlar.
İş güvenliği sağlanmadığı için kömür topanı ya da madendeki tahkimatın tonlarca ağırlıktaki parçalarının düşmesiyle ya da bu parçaları taşırken kaza geçirmiş binlerce işçi var.[4] Emekli bir madenci, “Ben de çok kazalandım, herkes öyle. Çoğu madenci bunları söylemez bile” demişti, kırılan omzunun soğukta hâlâ sızladığını söylemişti. Bunlar on tırnağının onu da yenilenmiş, eli avucunun orta yerinden neredeyse kopmuş ve geri dikilmiş, omuriliğinin boynuna bağlanan kısmı kırılmış, parmağı kopmuş ya da parmak eklemlerini kaybetmiş, bel ve boyun ağrılarını bira, ağrı kesici ve eşlerine ve çocuklarına şiddet uygulayarak rahatlatmaya çalışan, fıtık ameliyatı geçirmiş, akciğerleri bitmek üzere olan ya da KOAH’a (kronik obstruktif akciğer hastalığı)[5] yakalandığı anlaşıldığı an tazminatı verilerek işten çıkarılmış madenciler.
Burada kimse gerizekâlı değil. Bu insanlar yoklukla terbiye edilen işçiler, cahil demokratların hor gördüğü madenciler. Bugün buradaki madencilerin bir kısmı, ayrıcalıklarıyla yerinde oturan herkese inat, sömürüye ve horgörüye karşı iki tür akıl ve tatlı dille mücadele etmeye karar verdi.
Hükümetin sadece Sünnilik, neoliberal popülist söylemler ve işçilerin cahilliği sayesinde ayakta durabildiğini sananların aksine, büyük patronlar işçilerin gerizekâlı ya da cahil olmadığını biliyor. İşçileri açlıkla, uykusuzlukla, fıtıkla ve bazı uzuvlarını koparıp alarak “terbiye” ediyorlar.
Ele geçirilememiş umutlar, arzular
Bir madenci “sence nasıl değişecek bu düzen?” diye sormuştu bana. Tanıştığım bazı kadınlar ve yaşça büyük kız çocukları sayesinde bu soruya tek bir tavsiyeyle cevap verebilirim. Kadınların keskin içgörüleri ve kişisel anlatıları, her yerde olduğu gibi, Soma ve çevresinde de madenci erkeklerin kadınlardan öğreneceği çok şey olduğunu söylüyor.
Bu kadınlar, tarlayla ev arasına sıkışmış, en ufak sosyalleşmesi dedikodu ve baskı kaynağı olan, her gün eşlerine, eşlerinin ailelerine ve çocuklarına on dakika aralıksız oturmadan hizmet eden emekçiler. Alkole düşmüş kocalarına, sayısı giderek artan kumarhanelerle tefecilere, kredi borçlarına ve kocalarının işyerinde gördüğü şiddete rağmen ve bunlarla birlikte sebze, meyve ve yeni insanlar yetiştiriyorlar. Bir kısmı tarladan aldığı günlük 65 liralık –dayıbaşılar 25 lirasını kestiği için– yevmiyeyle yılın sekiz-dokuz ayı tek başına ev geçindiriyor. Daha az baskı görerek yaşam üretmeye devam edebilmek için binbir tür akıl kullanıyor ve kocaman aileleri hayatta tutuyorlar.
Bu bölgenin, ABD’nin sağlıklı gıdadan mahrum bırakılmış Apalaş (Appalachia) bölgesinde sadece çekirdek aileleriyle madenin yanındaki toplu konutlarda yaşayan ya da Güney Afrika’da ailelerini köylerinde bırakıp kamplarda kalan madenci topluluklarından büyük bir farkı var: Bu kalabalık “mujik” ailelerin bazı kadınlarının ve daha iyi bir gelecek arzusuyla yetiştirdikleri çocukların dayanıklılığı, umutları ve arzuları. Dünyanın her yerinde sağ hükümetler, alt-orta, orta ve üst sınıfların farklı, ama benzer arzularını çok iyi yönetiyor. Fakat sermayeyle, devletle ve sendikalarla birebir muhatap olmayan yoksul kadınların ve çocukların televizyonla yönetilmeye çalışılan, ama tamamıyla ele geçirilememiş cüretkâr umutları ve arzuları var.
Bunlar bazı erkeklere bulaşmış durumda. Daha fazla madencinin ve işçinin eşlerinden ve çocuklarından cesaret, dayanıklılık ve tatlı dillilik öğrenmesi ve bunları örgütlenme yollarına dönüştürmesi de umut sebebi. Umulur ki, şu an bazı evlerde başka madenciler de Ev İçi Emeğin Ücretlendirilmesi (Wages for Housework) kampanyasının kurucularından Selma James’in dediği gibi, ölüme yatırım yapanlara ve horgörüye inat yaşatmaya yatırım yapmaya[6] karar veriyor ve Bağımsız Maden-İş’e evet diyor.
Dünyanın her yerinde sağ hükümetler, alt-orta, orta ve üst sınıfların farklı, ama benzer arzularını çok iyi yönetiyor. Fakat sermayeyle, devletle ve sendikalarla birebir muhatap olmayan yoksul kadınların ve çocukların televizyonla yönetilmeye çalışılan, ama tamamıyla ele geçirilememiş cüretkâr umutları ve arzuları var.
Herkes için daha iyi bir dünya isteme lüksü
Güney Afrikalı, Xhosa kökenli ve 1994’ten önce siyahi ve melezlerin sıkıştırıldığı “township” denen “teneke mahalleler”de doğan komedyen Loyiso Gola bir gösterisinde şöyle diyor: “Eğer yoksulsanız, küresel ısınmayı g*tünüze takmazsınız. Neymiş, ‘eğer dünyayı kurtarmazsak 200 yıl sonra ölebilirmişiz’! Evet, ben de hemen şimdi yemek yemezsem haftaya gebermiş olacağım.”
British Petrol’ün Haziran 2018 tarihli istatistiki raporuna göre, kömür üretimi yaklaşık beş-on yıldır görece azalıyorken bu yıl yeniden yükselişte. Soma’da ve Kınık’ta da yeni kömür madenleri açılıyor ve ikinci bir termik santralin temelleri atılıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü’nün kasım ayında çıkan son iklim değişikliği raporuna göre, insanlık olarak iklim değişikliği konusunda bir şeyler yapmak için sadece 12 yılımız kaldı.[7] Ama tarihsel olarak dünyadaki insanların büyük çoğunluğu o sözde kapsayıcı “insanlık”ın dışında bırakıldı. Zenginler ve güçlüler kendilerini her zaman kurtarır, beyaz dünyadan lüks sığınak inşası haberleri geliyor. Geri kalan çoğunluğun tümünün herkes için daha iyi bir dünya isteme lüksü yok. Bu yüzden kömür üretimine karşı dururken kömür madencilerine ve hem sömürülüp hem hor görülürken sesini yükseltme cesaretini gösteren tüm emekçilere destek olmak, herkes için ya da sadece torunları için zengin sığınaklarının ve su savaşlarının olmadığı bir dünya isteyebilenlere düşüyor.