Kadına yönelik şiddet istatistikleri feci. Her yıl yaklaşık 145 bin kadın şiddete maruz kaldığına dair şikâyette bulunuyor, çok daha fazla vakanınsa üstünün örtüldüğünü biliyoruz. Sayılar tüyler ürpertiyor. Ama her sayının gerisinde bir hayat, “adı olan bir kadın” var. Duygu bu kadınlardan biri. Başına gelen “uç” bir örnek değil, bıçaklama, kurşunlama, kan revan yok. Her gün, her an onlarcası yaşanan, haber değeri taşımayan bir vaka-i adiye. Sokak ortasında uğradığı saldırıyı ve sonrasını Duygu’nun ağzından dinliyoruz.
Kurucularından olduğun Kirpi Spor kolektifiyle ilgili yaptığımız söyleşide, seni savunma sporu yapmaya yöneltenin uğradığın bir cinsel saldırı olduğunu söylemiştin. Ne olmuştu, başına ne geldi?
Duygu Gündoğdu: 2017 yılının ocak ayında bir iş çıkışı, Gebze’de oturan bir arkadaşıma gidiyordum. Saat yedi-yedi buçuk gibi Gebze’ye varmıştım. Hava karlı ve çok soğuktu. Arkadaşımın evinin yakınından geçen minibüse binmeyi tercih etmeme rağmen, ne olduysa minibüs şoförü güzergâhını değiştirdi ve indikten sonra yürümem gereken yol uzadı. Gebze’deki Develi üstgeçidinden geçtim, aşağı indikten sonra, daha aydınlık bir yere ulaşmam için çıkmam gereken dört basamaklık bir merdiven daha vardı. Yani sadece dört adımlık bir yolum kalmıştı. Köprünün ayağında biri bekliyormuş anlaşılan; bir anda, arkamdan kollarımı kullanamayacağım şekilde kıstırarak sırtımdan sarıldı. Hiçbir şekilde kollarımı kullanamıyordum. Sadece ayaklarımı yere sıkı sıkıya basıp güçlü durmaya çalışarak direnmeye çalıştım. Beni sürükledi. Köprünün altına çekti. Yüzüstü düştüm, o da sırtımda. Yerdeyiz. Fermuarımı açmaya çalıştı, cinsel organımı okşamaya başladı. Bu sırada yapabildiğim tek şey bağırmak oldu. Kıskıvrak kapana sıkışmıştım. Onu üzerimden atamadım. O an kafam çalışmıyor. Panik halindeyim. Öyle bir panik ki, şoka girebilirsin. Düşündüğüm tek şey sanırım, sesimi kısmak için cebinden bir çakı çıkarır, bıçaklar ve biter. Var gücümle nasıl bağırmışsam, sesim bir hafta yerine gelmedi. Sesim onu korkuttu herhalde, bedenimi de yüzüstü çevirmeyi başaramadığından olsa gerek kaçtı. Yüzünü göremedim. Hep arkamdaydı. Başımı çevirdiğimde sadece gözlerini ve kaşını gördüm. Gençti.
Saldırgan sana hiçbir şey söyledi mi?
Ne yaklaştığının ayak sesini duydum ne de başka bir ses. Hiçbir ses, hiçbir koku, ne nefes, hiç…
Canhıraş bir şekilde bağırmana, akşamın erken bir saati olmasına rağmen, etraftan yardıma gelen kimse olmadı mı?
Hayır, hiç kimse gelmedi, o anda kimse müdahale etmedi. Saldırıya uğradığım noktada zaten kimse yoktu. Ama, sonuçta yerleşim yeri. Üstgeçidin ayağındaki merdivenleri çıktım. Oradan kurtuldum. İnsanlara ulaşıp “yardım edin” dediğimde bana cüzzamlı gibi baktılar. Bir apartmanın balkonunda üç kadın vardı. Beni evlerine çağırdılar, “İçeri gir, kendine gel” dediler. Evin girişini tarif etmek için uğraştılar. Fakat o panik haliyle evin girişini bulamadım. Evin duvarının dibine çöküp sanırım ağlamaya başladım ya da bağırmaya devam ettim. Hatırlamıyorum. O üç kadından birinin balkondan “Sen ana caddeye doğru kaç, biz polis çağırdık, geliyor” dediğini hatırlıyorum. Caddeye ulaşmaya çalışırken yanımdan geçen araçları durdurmaya çabaladım, fakat hiçbiri durmadı. O an görünmez olduğumu falan düşündüm. Ya da gerçeklik dışı bir şey yaşıyorum da kimse fark etmiyor hissine kapıldım. Kar yağıyordu. Caddeye ulaştığımda balkondan bana seslenen üç kadının arkamdan terliklerle, tişörtlerle evlerinden çıkıp geldiklerini gördüm. Hatta yaşça daha olgun olan kadın bana sarıldı ve sakinleştirmeye çalıştı. Kadınların polisi aramalarına rağmen polis gelmedi. Sonra ben aradım polisi. Polis adres bilgilerini istedi. Adresi verdim, hatta emin olmak için orada bulunan bir arkadaşa telefonu verdim ve daha net bir şekilde polise tarif etmesini istedim. Adresi vermiş olmama rağmen, polis yine gelmedi. O sırada, devriye aracı görebileceğim bir mesafeden geçiyordu, başımdaki bereyi çıkarıp salladım, seslendim. Fakat sesimi devriye aracındaki polislere duyuramadım.
Bir anda, arkamdan kollarımı kullanamayacağım şekilde kıstırarak sırtımdan sarıldı. Ayaklarımı yere sıkı sıkıya basıp güçlü durmaya çalışarak direnmeye çalıştım. Beni sürükledi. Köprünün altına çekti. Yüzüstü düştüm, o da sırtımda. Yerdeyiz. Fermuarımı açmaya çalıştı. Tek yapabildiğim bağırmak. Öyle bir panik ki, şoka girebilirsin. Düşündüğüm tek şey, sesimi kısmak için cebinden bir çakı çıkarır, bıçaklar ve biter.
Sonra arkadaşının evine mi gittin?
Arkadaşımı arayıp beni almaya gelmesini söyledim. Doğrudan eve geleceğimi düşündüğünden neden onu çağırdığımı anlayamadı. Sebebi söyleyebilecek durumda değildim. O gece dosdoğru yatağa girdim ve uyumaya çalıştım. Arkadaşıma bile durumu yarım yamalak anlattığımı hatırlıyorum. Yaşadığım şeyin gerçekliğini, eğer gerçekse nasıl kurtulduğumu anlamam epey zaman aldı. Hatta dünyadan öyle kopmuşum ki, üstümün başımın çamur içinde olduğunu ertesi gün işe gideceğim sırada farkettim. Uyumaya çalışırken düşündüğüm tek şey, nasıl bir şey yaşadım ve bundan sonra ne yapacağım soruları oldu.
Polise gittin mi?
Ertesi gün karakola gittim, neden gelmediklerini sormak için. İnanın ifade falan umurumda değil, nasılsa bulamayacaklar. Dediler ki, “Devriye değişim saatiydi, aracımız yoktu. Olan tek araç bıçaklı yaralama olayındaydı”. Şikâyette bulundum. Polis memurları hakkında soruşturma açıldı. Ama sonucu bana bildirmediler. Polislerin tepkileri gayet normaldi kendilerince. Hatta ben ifade verirken, 20’lerinin başında genç bir polis memurunun gözlerinin dolduğuna şahit odum. Fakat karakoldaki şikâyetlerimi, sorularımı, ses tonumu, kendilerince belki de tehditvari yorumladıkları konuşmalarımı duyan komiser ifade odasına geldi. On dakika içerisinde bu bilgiye nasıl ulaştı bilmiyorum ama, savcıyla görüştüğünü, gerekenin yapılacağını belirtti. Araç gönderdiklerini, ama benim olay yerinde bulunmadığımı söyledi. Ben de olay yerinde beklediğimi, olay yerine geldiyseler dahi neden gece boyu beni aramadıklarını sordum.
Hiç kimse müdahale etmedi. Yanımdan geçen araçları durdurmaya çabaladım, hiçbiri durmadı. O an görünmez olduğumu düşündüm. Ya da gerçeklik dışı bir şey yaşıyorum da kimse fark etmiyor hissine kapıldım.
Saldırgan hakkındaki şikâyetin ne oldu?
O dönem gönüllü bir avukat bana ulaşmıştı. Saldırganın yakalanacağından hiç umudum olmasa da avukat şikâyette bulundu. Fakat pek öyle bir beklentiye girmememi tembih etti. Akabinde, savcılık tarafından bana koruma kararı çıkartıldı. Bu kararı reddettiğimi belirttim asayişte. Çünkü bir nevi sus payı ya da ağzıma bir parmak bal çalıyorlarmış gibi geldi. Belki de hataydı reddetmek. Fakat o an öyle olması gerektiğini düşündüm. Sonuçta, saldırgan Gebze’de, ben İstanbul’daydım ve beni tanımıyordu, koruma kararına ihtiyacım yoktu. İhtiyacım olan tek şey saldırganın tespitiydi. Bugünkü aklım olsa, sanırım koruma kararını reddetmezdim. Şu an davamla ilgilenen avukatımı ise kardeşimin aracılığıyla buldum. Güvenebileceğimiz, kadına şiddete duyarlı bir avukat olmasını tercih ettim. Avukatım, somut delil olarak, saldırıya uğradığım yer ve civarına ait kamera kayıtlarını, telefon sinyal eşleşmesini istedi. Ama iki sene geçmesine rağmen, hâlâ bunların hiçbirini elde edemedik. Tek gelişme, olaydan bir ay sonra, aynı yerde birini yakalıyorlar, genç bir adam. Teşhise gittim. Ama teşhis edebilmem mümkün değil, çünkü sadece gözlerini gördüm. Fakat, aynı yerde benzer şekilde saldırıya uğrayan dördüncü vakaymışım ben. Benden önce üç kadın arkadaş daha aynı şekilde, aynı yerde saldırıya uğramış. Bu saldırıların hepsi bilinmesine rağmen, orada ne bir ışıklandırma yapılıyor, ne bir polis memuru görevlendiriliyor, hiçbir şey yok. Hakkımı aramak için karakola gidiyorum, şikâyetçi oluyorum, BİMER’e (Başbakanlık İletişim Merkezi) şikâyetler ediyorum… Bir ay sonra, polis birini yakalıyor. Yakalanan genç bana saldıran mı, değil mi, bilmiyorum. Benim gibi saldırıya uğrayanlardan iki kadın arkadaş onu tespit ediyor. Bir ay kadar sonra, bir gün, ailesiyle birlikte, nereden bulduysa, evime kadar geliyor. Neyse ki o anda işteydim. Komşularım bana haber verdi “birileri sizi arıyor” diye. Bu arada, diğer üç kadına da gitmiş. Yalnız yaşıyordum o zamanlar. Sonra beni telefonla da aradılar, “Gelin bir çay içelim, bizim çocuğumuz öyle bir şey yapmaz” dediler. Ailesi “Bizim oğlumuz böyle bir şey yapmaz, bir daha düşünün” diyor. Avukatım kendileriyle görüştü, “Bir daha iletişime geçmeyin, bir daha yaklaşırsanız cezalandırılacaksınız” dedi. Çünkü kendileriyle yaptığım telefon görüşmesinden hemen sonra uzaklaştırma kararı çıkarttım. Uzaklaştırma kararı iki kere uzatıldı. O sürenin sonunda, tekrar uzatma talebimizde, uzatmadılar. Şu an, saldırgan o mu değil mi, bilmiyorum. Elimizde kamera görüntüsü, telefon sinyal eşleşmesi yok. Bu arada savcı değişti. O gerekçeyle dava dosyası açmadılar. İki-üç ay önce, BİMER’e şikâyet dilekçesi yazdım, daha yeni dava dosyası açıldı.
Polis memuru diyor ki, “Aracımız yok, arkadaşlarımızın bir kısmı cezaevinde, bir kısmı yurtdışına gitti, sayımız yetersiz, yeni polisler toy…” Hayattayım ya, sanki hiçbir şey olmamış, yeterli olan buymuş gibi davrandılar.
Ama saldırıya uğrayan diğer iki kadın seni arayan, evine gelen kişinin kendilerine saldıran kişi olduğunu teşhis ediyor. Bunun üzerine bir gelişme olmadı mı?
İki kadın yüzde yüz teşhis ediyor, çünkü onlar gündüz saatlerinde saldırıya uğruyor. Ben ve diğer kadın arkadaş, bize saldıran aynı kişi mi, bilmiyoruz. O kişi değilse, kim? Nerede? O kişiyse neden serbest?
Saldırı yerine en yakın karakoldaki polislerle ilgili görevi ihmalden dava açtın mı?
BİMER’e yaptığım şikâyet üzerinden soruşturma başlatıldı. Ama, Asayiş Emniyet’teki müdür yardımcısı soruşturmanın sonucunun bana bildirilmeyeceğini söyledi. Bana “arkadaşlarımız olay yerine gelmiş, siz yokmuşsunuz” dediler. Ben de dedim ki, “Saldırıya uğradım diye kendi telefonumdan aradım sizi. Tüm bilgilerim var elinizde, neredeysem ulaşabilirsiniz. İsteseniz şeceremi çıkarırsınız. Bana ulaşmadınız, çünkü gelmediniz”. Her şey bir yana, diyelim ki, ben korkuyla, panikle olay yerinden uzaklaştıktan sonra gelmiş olsalar, beni aramaları gerekmez mi? Öldüm mü? Kaçırıldım mı? Tecavüze uğrayıp bir yere mi atıldım? Yaralı mıyım? “Beni neden aramıyorsunuz?” Müdür yardımcısı olay akşamı polisle yapmış olduğum telefon konuşma kaydının yazılı dökümünü sesli olarak bana okudu. “Bu konuşma doğru mu?” “Evet, doğru.” Hatta ertesi gün karakolda bana yapılan açıklamayı söyledim. “Sizin memur arkadaşınız devriye değişim saati olduğunu, araç olmadığı için gelemediklerini söyledi” dedim. Müdür yardımcısı “Vatandaşa söylememesi gereken bir şey söylemiş” dedi.
Polisin davranışı, üslûbu nasıldı? Seni suçlayan bir tavırları var mıydı?
Hayır, öyle bir tavırları yoktu. Gayet iyi davrandılar, çaylar kahveler… Ama kendi ihmallerini kamufle etmek için yaptılar bunu. Çalışma koşullarından dert yandılar. Sanki mağdur kendileri. Avukatımla gitmişim, polis memuru diyor ki, “Aracımız yok, arkadaşlarımızın bir kısmı cezaevinde, bir kısmı yurtdışına gitti, sayımız yetersiz, yeni polisler toy…” Hayattayım ya, sanki hiçbir şey olmamış, yeterli olan buymuş gibi davrandılar. “Yeterli elemanımız yok, devriye aracımız yok, buyrun kahve için…” dediler. Bu arada, Gebze’de sadece iki adet kapanmamış dosya olduğundan bahsedildi. Çünkü önemli olan dosyaların kapanmasıydı. O dosyaların içeriğinin pek bir önemi yoktu onlar için. Ne olursa olsun o dosyalar kapanmalı. Biri benim de içinde bulunduğum dosya, diğeri başka bir saldırı vakası.
Bir ay boyunca, bir elimde biber gazı, bir elimde sopayla uyudum. Ben tek başına yaşayan, tek başına sokağa çıkan, çalışan bir kadınım. O olaydan sonra çok uzun süre hava karardığında tek başıma bir yere gidemedim. Çok korkunçtu.
Saldırıya uğrayan diğer iki kadının yüzde yüz teşhis ettiği bu adam sizlerin telefon numaralarınızı, adreslerinizi nasıl bilebilir?
Hatta dedesi bana telefonda “Sen öğretmenmişsin, bak ben de öğretmen emeklisiyim. Bizim çocuğumuz böyle şey yapmaz” dedi. Mesleğimi, nerede çalıştığımı, her şeyi biliyorlar. İşyerime geleceklerdi, avukatım aradı, engelledi. Polis ya da avukatları vermediyse, bütün bu bilgileri nasıl edindiler? Olumlu sonuçlanacağına hiç umudum olmadığı halde açtım davayı. Çok net. Bir şey çıkmayacak. Hiçbir somut delili savcıya vermedi polis. Olayın üzerinden iki sene geçtikten sonra da verilebilecek bir delil olacağını düşünmüyorum. Sadece gidebildiğim yere kadar gitmek istedim. Kamera kaydı yok, telefon sinyallerine bakılmamış. Tanık yok. Sadece yardım çığlıklarımı duyan ve sonradan yardıma gelen insanlar var. Bir de caddeye çıktığımda, bir beyefendi “kapüşonlu ya da bereli biri beni kadın zannetti, bana da yanaştı, erkek olduğumu anlayınca uzaklaştı” dedi. O gün, önüme çıkan herkese “Lütfen yardım edin” dedim, kimse ilgilenmedi, terlikleriyle karda peşimden gelen üç kadın arkadaş dışında… Kadının kadından başka dostu yokmuş, o zaman anladım.
Diğer üç kadın dava açtı mı?
Bilmiyorum. Biri çok genç, 18 yaşında. Saldırgan evlerine gittiğinde, “Ben yanlış anlamışım, panikle teşhis ettim” demiş. Kız belki ailesine de açıklayamıyor. Korkuyor olabilir. Tanımıyorum kadınları. Bir diğeri de İstanbul’da yine genç bir öğretmenmiş. Hepsi genç yetişkinler.
Kimseye “karanlık sokaktan geçme” denemez. Geçeceksin. Kadın olman karanlık sokaktan geçmene engel olamaz. Başından böyle bir şey geçmiş biri olarak, bir savunma sporuyla uğraşmayı kesinlikle tavsiye ediyorum. Bağırmana, çığlık atmana rağmen polis gelmiyorsa, halk yardım etmiyorsa, kendi başınasın. İçimizdeki gücü açığa çıkartmak zorundayız.
Arkadaşlarının, ailenin, işyerindekilerin olayla ilgili tepkileri, tavırları nasıldı?
Ailemden hâlâ bu saldırıdan haberi olmayanlar var. Hatta aile içinden sadece kardeşim haberdar diyebilirim. Aile büyükleri için bu durum çok anlaşılabilir gelmedi bana açıkçası. Aynı zamanda, İstanbul’da yalnız yaşadığım için akıllarının bende kalmasını istemedim. Eminim ki, haberdar olsalar tüm güçleriyle destek olurlardı. Fakat tedirgin olmalarını, üzülmelerini tercih etmedim. Bu anlatmak istemediğim şeklinde anlaşılmasın. Arkadaşlarımın bir kısmı her şekilde destek oldu. Manevi olarak yanımda oldular, akıl fikir verdiler, gelip gittiler. Bir kısmı ise sanırım olayı yaşanmamış saymak istedi. “Böyle bir olay mı olmuş, tamam geçer, nasıl olsa eylem gerçekleşmemiş, önemli olan da bu” şeklinde yaklaşanlar da oldu. Olmadı dersem, yalan söylemiş olurum. Tabii bu arada, “Duygu hanım, siz sıklıkla mini etek, şort gibi şeyler giyiyorsunuz, acaba saldırıyı bu tetiklemiş olabilir mi?” diyenler de olmadı değil. Tüm yaklaşımlar içerisinde en anlam veremediğim bu oldu açıkçası. Saldırı günü üzerimde kot pantolonum vardı. Ama mini eteğim ya da şortum dahi olsa bu saldırıya uğramama sebep gösterilemez, lafı bile edilemez diye düşünüyorum.
Saldırı seni nasıl etkiledi, gündelik hayatın nasıl etkilendi?
Saldırı sonrasında evime, özel alanıma gelmeleri beni saldırının kendisinden daha kötü etkiledi. Saldırı Gebze’de oldu, saldırgan Gebze’de, ben İstanbul’dayım, ama evime geldiği an asıl bunalım başladı. Bir ay boyunca, bir elimde biber gazı, bir elimde sopayla uyudum. Ben tek başına yaşayan, tek başına sokağa çıkan, çalışan bir kadınım. O olaydan sonra çok uzun süre hava karardığında tek başıma bir yere gidemedim. Çok korkunçtu. Kendimi sorgulamaya başladım: Nereye kadar? Ne yapıyorsun? Sen bu değilsin!
Sarkıntılık, taciz, tecavüz, saldırı tanıdıkların arasında, arkadaş çevrende başkalarının da başına geldiğini duyduğun olaylar mı?
Kesinlikle duyuyorum. Hatta bildiğimden, tahmin ettiğimden de daha çok yaşanıyormuş. Uğradığım saldırıdan sonra, arkadaşlarımdan “benim de başıma şu zaman şöyle bir şey gelmişti” diye çok duydum, duyuyorum. Bence kadınlar genelde birbirlerine de anlatmıyorlar, anlatmakta zorlanıyorlar. Arkadaş çevremdekiler daha rahat anlatıyor, ama kadınların çoğunun anlatamadığını sanıyorum. Annemi düşünüyorum mesela, annem eşinden şiddet görse, tutup da “Eşim bana bunları yaptı, cinsel saldırıda bulundu, bana vurdu” diyemez, utanır. Bakıyorum bazı arkadaşlara, evet, onlar da diyemez. Kadınlar kuşaktan kuşağa o kadar baskılanmış ki. Kadınsan her zaman sen kabahatlisin gibi bir anlayış var. Bir kadın kocası tarafından tecavüze uğruyorsa bunu kime anlatabilir? “Kocasıdır, olabilir” algısı var. Böyle yetiştirilmedi mi kadınlar? Başına gelen bir tacizi, tecavüzü söylerse kendisinin suçlanacağından çekiniyor kadın. Zaten öyle de oluyor. “Kısa giymeseydin, dar giymeseydin, saçını boyamasaydın…” deniyor. Bence kadın arkadaşlar en çok bundan çekiniyor. İşyerlerinde de taciz çok sık oluyor. Çeşitli ilişkilere zorlanıyor kadınlar. Ama kimseye söylemiyor kadın. Söylese ya işinden olacak ya da “sen çok samimi davrandın, senin yüzünden” diyecekler. Hata hep kadınlarda. Saldırıya uğradığımda, yardım istiyorum, bana deliymişim gibi bakıyorlar. Yürüyemiyordum bile. “Kardeşim, evladım ne oldu?” diyen yok.
Saldırıdan sonra kendince birtakım tedbirler aldın mı?
Bir süre sonra Muay Thai’ye başladım. Başıma bir daha bir şey gelirse, faydası olur mu, bilmiyorum. Ama bana yitirdiğim özgüveni kazandırdı. Mesela dolmuşta giderken aklımdan geçiriyorum, arkamda şüphelendiğim biri varsa ya da biri saldırmaya çalışırsa ne yaparım diye kafamda kombinasyonlar kuruyorum. Gerçekten bir saldırı olursa, o an yapabilir miyim yapamaz mıyım, bilmiyorum. Ama kendime “Duygu, sen öğrendin bunları, biliyorsun, halledersin” diyorum.
Saldırıdan önce sokakta tedirginlik yaşar mıydın, dikkatli davranmaya gayret eder miydin?
Hayır, öyle olsaydı daha tetikte olurdum, belki o saldırıya uğramazdım. Evet, insanları, bakışlarını, hareketlerini gözlemliyordum. Ama demek ki reflekslerim ve dikkatim şimdiki kadar güçlü değilmiş.
Saldırgan da bir mağdur aslında. Ne yaşadığını bilmiyoruz. Kendisi de mi saldırıya maruz kaldı? Madde kullanmaya mı itildi? Çok mu baskılandı? Erkekler kadınları gerçekten kendileriyle eşit görse, böyle saldırılar herhalde çok daha az yaşanır.
O saldırıdan sonra yapmaktan vazgeçtiğin şeyler, sokakta tedbir olarak uyguladığın bazı taktikler oldu mu?
Yaşam tarzımı değiştirmemeye çalışıyorum. Mesela, kimseye “karanlık sokaktan geçme” denemez. Geçeceksin. Kadın olman karanlık sokaktan geçmene engel olamaz. İnsansın. Gideceğin yere ulaşmak için yolunu 500 metre uzatacak mısın? Ama, başından böyle bir şey geçmiş biri olarak, bir savunma sporuyla uğraşmayı özgüven açısından kesinlikle tavsiye ediyorum. Savunma sporuyla ilgilenmiyor olsaydım, nasıl bir önlem alırdım? Bağırmana, çığlık atmana rağmen polis gelmiyorsa, halk yardım etmiyorsa, kendi başınasın. O an kimi arayacaksın. Arayabilsen ne olacak? Kimse yanına ışınlanmayacak ki. Dolayısıyla, kendi içimizdeki gücü açığa çıkartmak zorundayız.
Bir süre bir elinde biber gazı, bir elinde sopayla uyuduğunu söylemiştin. Biber gazı, bayıltıcı sprey, çakı taşımak gibi şeyler düşündün mü?
Çok yakın bir kadın arkadaşımın annesi bana ve kızına biber gazı hediye etti. Öyle bir haldeydim ki, sürekli biber gazıyla dolaşıyordum. Ama biber gazı taşımak yasak, hiçbir yere üzerinde o spreyle giremiyorsun. O dönem başka çarem yoktu. Sonra savunma sporuna başlayınca taşımayı bıraktım.
Saldırının etkisini üzerinden attığını söyleyebilir misin, izlerin silinmesi mümkün mü?
Sanırım ben biraz güçlüyüm. Ama içimdeki buhran o kişi yakalanana kadar geçmeyecek. O kişi ve onun gibi kişiler yakalanana kadar sanırım mutsuz olacağım. Aslında, “yakalanana kadar” demeyeyim. İnsanların, erkeklerin o hale getirilmemesi gerekiyor. Keşke o insanın o saldırgana dönüşmemesi için çabalansa. Bilinçle, eğitimle, psikolojik destekle… O saldırgan da bir mağdur aslında. Ne yaşadığını bilmiyoruz. Kendisi de mi saldırıya maruz kaldı? Madde kullanmaya mı itildi? Çok mu baskılandı? Erkekler kadınları gerçekten kendileriyle eşit görse, böyle saldırılar herhalde çok daha az yaşanır. Saldırının ilk günlerdeki etkisi azaldı tabii, ama kısmen devam ediyor. Yok diyemem. Çünkü herhangi bir neticeye ulaşamadım. Defter kapanmadı, açık. Kapandığında da muhtemelen beklediğimiz gibi kapanmayacak. Ama o döneme göre özgüvenim çok daha yerinde, eski hayatıma döndüm. Yine tek başıma yaşıyorum, tek başıma gece sokağa çıkıyorum ve bu bana rahatsızlık vermiyor. Sadece artık daha gözüm açık, dikkatimi sürekli uyanık tutmaya, her an tetikte olmaya çalışıyorum. Her an, her yerde başıma bir şey gelebilirmiş gibi yaşıyorum. Yaşadığım bu şiddeti rahatlıkla anlatabiliyorum, çünkü her kadının bunu yapması gerektiğini biliyorum. Susmamamız gerektiğine inanıyorum. İzi elbette silinecek gibi değil, mümkün olduğunca hafifletmeye çabalıyorum.