15 Ocak 1919’da, sadece Almanya’nın değil dünya devrimci hareketinin iki öncü ismi, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht hunharca katledildi, ama hafızalarda bıraktıkları iz silinmemekle kalmadı, her kritik dönemeçte tazelendi. Bıraktıkları Spartakist miras önünde saygıyla eğiliyoruz.
Burada Rosa Luxemburg gömülü
Polonyalı bir Yahudi kadın
Alman işçilerinin öncü savaşçısı
Alman sömürücülerinin emriyle öldürüldü
Ezilenler, gömün ayrılıklarınızı!
Bertolt Brecht
15 Ocak 1919, Berlin… Mannheimer Strasse No. 43 adresinde bulunan Marcussohn’un evinin zili saat 21’de çaldığında o gece olacakları katillerden başka kimse tahmin etmiyordu. Spartakistlerin liderlerinden Rosa Luxemburg, Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck’i saklayan Marcussohn, kapıyı açmadan önce Rosa Luxemburg giyindi, Goethe’nin Faust‘unu çantasına koyarak beklemeye koyuldu.
Bomba ve silah sesleri, geçen on gün ardından yoldaşlarının öldürüldüğü katliamın sona ermesiyle susmuştu. Artık gitmeye hazırdı… Gelen dört milis arasında otomobile bindirildi. Otomobil Eden Oteli’ne doğru yola çıktı. Karl Liebknecht ve Wilhelm Pieck de diğer otomobillerle otele götürülüyordu…
Elzbieta Ettinger’in Bir Yaşam Rosa Luxemburg isimli kitabından o gece olanları birlikte okuyalım:
“Berlin’in merkezindeki Eden Oteli’nde, Garde-Kavalleire-Schützen-Division’un (Süvari ve Piyade Tümeni) geçici karargâh kurmuştu. Otel iyi ışıklandırılmıştı ve askerler girişte dolanıyorlardı. Ağır silahlıydılar, dudaklarının kenarında sigaraları ve kopuk düğmeleriyle düzenli birliklere hiç benzemiyorlardı. Artık çatışmalar sona erdiğinden restoranda akşam yemeği yiyen sivillere, otel müşterilerine ya da patronlara pek aldırış etmiyorlardı. Ama siyah otomobil durduğunda, aniden alarma geçen askerler gelip geçeni engellemek amacıyla koridor oluşturdular. Her iki tarafında bir miliste Rosa Luxemburg yürüdü ve binaya girdi. (…)
BZ am Mittag gazetesi önceden hazırlanmış olan haberi şöyle verecekti: “Liebknecht kaçarken vuruldu, Rosa Luxemburg kalabalık tarafından linç edildi.” Liebknecht’in cinayeti senaryoya uygun şekilde işlenmiş, ancak planda nasıl bir aksama olduysa, Luxemburg’u linç edecek kalabalık ve Rosa’nın cansız bedeni ortada yoktu.
Kurmay Yüzbaşı Pabst onu bürosunda bekliyordu. Kimlik tespiti fazla uzun sürmedi. ‘Siz Frau Rosa Luxemburg musunuz?’ diye sordu. Rosa bakışlarını kaçırdı. Hemen ‘kimlik tespiti sizin işiniz’ diye cevap verdi. Pabst, ‘Fotoğrafa bakılırsa, siz olmalısınız’ dedi. Rosa hâlâ subayın arkasındaki duvara bakıyordu. ‘Öyle diyorsanız’ diye cevabı yapıştırdı.
Yüzbaşı, Teğmen Vogel’i içeri çağırdı ve ona Luxemburg’u aşağıya indirmesini emretti. Rosa’ya doğrudan otomobile binip Moabit cezaevine teslim edeceklerini söylediler. Mantosunu ilikledi, valizini aldı ve tek kelime etmeden yüzbaşının odasından çıktı.
Bu arada, lobideki kalabalık artmış ve çığırından çıkmıştı. Kızıl Rosa’nın binada olduğu haberleri hızla yayılmış ve bazı müşteri ve çalışanlar da askerlerin arasına karışmıştı. Luxemburg kılı kıpırdamadan merdivenlerden indi ve çıkışa doğru yürüdü. Döner kapıya ulaşmadan, bir asker kalabalıktan sıyrılıp, tüfeğinin dipçiğiyle kafasına vurdu. Rosa hiç ses çıkarmadan halıyla kaplı tabana düştü. Er Runge bir kez daha dipçikledi, bu kez şakağına vurmuştu. Bir daha vurmak için tüfeğini kaldırdığında, bir arkadaşı uyardı: ‘Dur, bu kadar yeter.’ Ağzından ve burnundan kan sızan Luxemburg yerden kaldırıldı. Ayakkabısının teki ayağından düşmüştü, bunu bir asker hatıra olarak aldı. Sivillerin uzaklaştırıldığı caddede bekleyen taksiye taşındı ve iki askerin arasında arka koltuğa kondu. Şoför motoru çalıştırdı ve hareket etti.”
Spartaküs Birliği’nin önderleri
O akşam saatlerinde sorguya alınan Spartaküs Birliği’nin üç liderinden biri olan Wilhelm Pieck, Eden Otel’den kaçmayı başararak hayatta kalacaktı. Karl Liebknecht, ağır işkencelerden sonra otel dışına çıkarılarak kafasından vurularak, öldürüldü. Katiller, Liebknecht’in cansız bedenini “kimliği belirsiz kişi” olarak morga bıraktılar. Aynı akıbet Rosa Luxemburg’u beklemekteydi. Moabit Hapishanesi’ne nakledileceği yalanı ile otelden katilleri tarafından Teğmen Kurt Vogel komutasındaki otomobile bindirilen Rosa, Denizci Teğmen Hermann W. Souchon tarafından vurularak öldürüldü. Luxemburg’u Landwehr Kanalına atan katiller olay yerinden uzaklaştılar. Olaydan sonra gece bir birahanede buluşan katiller zaferlerini kutladılar.
Edward Hallett Carr, Devrim Okumaları kitabında cinayetleri şu cümle ile anlatır: “Rosa Luxemburg ve Liebknecht kovuşturulmuşlar ve ‘kaçmaya çalışırlarken vurulmuşlardı’ –bu ünlü deyiş, siyasi muhalefete karşı devlet tarafından düzenlenen suikastlar için daha sonra da defalarca kullanıldı.”
Ertesi gün, BZ am Mittag gazetesi önceden hazırlanmış olan haberi şöyle verecekti: “Liebknecht kaçarken vuruldu, Rosa Luxemburg kalabalık tarafından linç edildi.” Liebknecht’in cinayeti senaryoya uygun şekilde işlenmiş, ancak planda nasıl bir aksama olduysa, Luxemburg’u linç edecek kalabalık ve Rosa’nın cansız bedeni ortada yoktu. Ama ne gam, sonuçta devrimin, Spartaküs Birliği’nin en önemli iki önderi yok edilmişti ya…
Bütün bunlar tanıdık gelmiyor mu? Yüz yıl boyunca çokça örneğini gördüğümüz benzer cinayetler, “faili meçhul” olarak nitelendirilen ve hepimizin “faillerini” bildiğimiz, tozlu raflara kaldırılan dosyalar… Hepsi belleklerimizde; silinmediler, silinmeyecekler.
“Kanlı Hafta”
Tarihçi Edward Hallett Carr, Devrim Okumaları kitabında cinayetleri şu cümle ile anlatır: “Noske savaş bakanı olmuş, Berlin’de asayişi sağlamak için Reichswehr’i [İmparatorluk Orduları] kullanma hakkını eline almıştı. Rosa Luxemburg ve Liebknecht kovuşturulmuşlar ve ‘kaçmaya çalışırlarken vurulmuşlardı’ –bu ünlü deyiş, siyasi muhalefete karşı devlet tarafından düzenlenen suikastlar için daha sonra da defalarca kullanıldı.”
Karl Liebknecht’in cenazesi 25 Ocak 1919 Cumartesi günü Berlin’de büyük bir törenle, o günlerde sokak çatışmalarında, duvar diplerinde kurşuna dizilerek öldürülen 31 yoldaşı ile birlikte toprağa verilir. Binlerce kişinin katıldığı törenden beş ay sonra Landwehr Kanalı’nda, Freiarchen Köprüsü yakınında bir ceset bulunur. Rosa’nın bedeni en yakın arkadaşlarından biri olan ve 1943’te Theresienstadt ölüm kampında Naziler tarafından öldürülecek olan Mathilde Jacob tarafından teşhis edilir. “Kızıl Rosa”, 13 Haziran 1919’da on binlerce kişinin katıldığı cenaze töreni ile toprağa verilir.
Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in cinayetleri önceden yazılan bir senaryoya bağlı olarak işlenmişti. Weimar Cumhuriyeti’ne bağlı askerler, 6 Aralık 1918’de Spartakistlerin gösterisine ateş açarak on altı devrimciyi ölürdüler. 1 Ocak 1919 tarihinde Spartaküs Birliği, Almanya Komünist Partisi (KPD) olarak yeniden örgütlendiler. 1919 yılının ilk günlerinden başlayarak KPD’nin lider isimleri Luxemburg ve Liebknecht’i hedef gösteren yayınlar, sokaklara asılan “Liderlerini öldürün! Liebknecht ve Luxemburg’u öldürün! O zaman barışa kavuşacak, iş ve ekmek sahibi olacaksınız.” yazılı afişler karşı devrimcileri kışkırtmaya yetip de artmıştı. Bu azgın sürünün söylemine sosyal demokratların katılımıyla istenen ortam hazırlanmıştı. Almanya’da 10 Ocak-17 Ocak 1919 haftası yaşananlar nedeniyle sonradan “Kanlı Hafta” olarak anılacaktı.
9 Kasım 1918’de kurulan Weimar Cumhuriyeti’nin Savunma Bakanı sosyal demokrat Gustav Noske, KPD’yi, ayaklanan Spartakistleri durdurmak için savaştan dönen askerlerle, anti-komünist milisler tarafından oluşturulan ve Noske tarafından finans edilen Freikorps’u devreye soktu. 11 Ocak 1919’da saldırıya geçti. KPD büroları basıldı, devrimciler sokaklarda, duvar diplerinde idam mangaları tarafından kurşuna dizildi. 13 Ocak’ta Berlin’e hakim olan hükümet son darbeyi vurmak için 15 Ocak 1919’u bekledi.
“Burjuva diktatörlüğü”
Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) iktidarında proto-faşistlerce yargısız infazlarla öldürülmesi sosyalizm tarihinin kara sayfalarında yer aldı. Gerçi Alman sosyal demokratlarının ilk ihaneti bu değildi. Daha Birinci Dünya Savaşı başlangıcında SPD, parlamentoda savaş kredilerini onaylarken Alman solunun bölünmesine neden olmuştu. Karl Liebknecht, parlamentoda savaşa karşı oy kullanan tek kişi olduğundan anti-militarist düşünce ve eylemleri nedeniyle hapis cezasına çarpıtılmıştı.
15 Ocak 1919’de Die Rote Fahne’de yayınlanan son yazısında Karl Liebknecht şöyle diyordu: “Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik… Çünkü Spartaküs ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf-bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir.”
“Karl Liebknecht ve Rosa Luxemburg’un katillerine ne oldu?” sorusunun cevabı onlardan sonra işlenen cinayetlerin katilerinin akıbeti ile aynıdır: “Ceza almadılar”. Göstermelik yargılamalar ile geçiştirilen davalar, Hitler’in iktidarında yok edilir. Hatta sanıklara tazminat bile ödenir. Katiller, Hitler faşizmine hizmet ederek yaşamlarına devam eder.
Lenin, III. Enternasyonal’in kuruluş kongresinde, 4 Mart 1919’da yaptığı konuşmada bu konuda şunları söyleyecekti:
“Eğer tutuklanan, yani devlet otoritesinin himayesi altında bulunan kişiler, sosyal-yurtsever bir hükümet işbaşındayken zabitler ve kapitalistler tarafından öldürülebiliyorsa ve bu cinayet cezasız kalabiliyorsa, bu, böyle şeylerin meydana gelebildiği demokratik bir cumhuriyetin burjuva diktatörlüğü olduğunu göstermektedir. (…)
Dünyanın en özgür ve en ileri cumhuriyetlerinden birinde, yani Alman Cumhuriyeti’nde özgürlük, proletaryanın tutuklu önderlerini öldürme ve bundan dolayı cezalandırılmama özgürlüğüdür. Kapitalizm var olduğu sürece, bunun dışında bir şey de olamaz, çünkü demokrasinin gelişimi, savaşın ve onun sonuçlarının etkisiyle kaynama noktasına gelmiş bulunan sınıf mücadelesini köreltmez, tersine keskinleştirir.”
Türkiye’nin Spartakistleri
Almanya’da devrimin başarısızlığa uğraması, Spartakistlerin yenilgisi, işlenen cinayetler, katliamlar bütün dünyada yankılanır. Spartakist hareket yenilmiş, ancak düşüncesi yaşamaya devam etmektedir.
Almanya’da 1918’de gerçekleşen devrim, Spartakistler ülkemizde de yakından izlenir, haberleri dönemin önde gelen gazeteleri olan Vakit, İkdam, Alemdar gibi gazetelerde yer alır.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türkiye’den Almanya’ya eğitim için öğrenci, ustabaşı ve çıraklar gönderilir. Savaşın sonunda bu öğrencilerin ve işçilerin bir kısmı sosyal demokrat, sosyalist hareketlerden etkilenirler. Aralarında Hilmi Hakkı, Ethem Nejat gibi sosyalistlerin bulunduğu bir grup tarafından Berlin’de 1919’un başlarında Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi (TİÇSP) ve Türkiye İşçi Derneği kurulur. 1 Mayıs 1919’da Berlin’de Kurtuluş dergisinin ilk sayısı yayınlanır.
1921’de Nâzım Hikmet ile Vâlâ Nureddin, Ankara’ya geçmek üzere Yeni Dünya vapuru ile İstanbul’dan yola çıkarlar. Önce Zonguldak’a, oradan da İnebolu’ya geçerler. Nâzım 18, Vâlâ 19 yaşındadır. İki arkadaş, Nâzım ile Vâlâ burada kendileri gibi Ankara’dan onay bekleyen Almanya’dan gelen Türk Spartakistleri ile karşılaşırlar.
Ethem Nejat ve Hilmi oğlu İsmail Hakkı, 10-16 Eylül 1920’de Bakü’de yapılan Doğu Hakları Kurultayı ve Türkiye Komünist Partisi (TKP) Kuruluş Kongresi’ne katılırlar. Erden Akbulut ve Mete Tunçay’ın İstanbul Komünist Grubu’ndan (Aydınlık Çevresi) Türkiye Komünist Partisi’ne 1919-1926 isimli kitabından İsmail Hakkı’nın Türk Spartakistleri anlattığı bölümü aktaralım:
“Tahsil için Avrupa’nın muhtelif memleketlerine ve muhtelif fabrikalarına gönderilen genç Türk amelesi, Avrupa amele hareketlerinde ümit verici roller oynamışlardır. 1918-1919 inkılâbına iştirak eden hakiki Spartakistlerle beraber büyük cidalde [mücadelede] can veren birçok komünistlerimiz vardır. (…) büyük ideale bağlı saf ve civanmert genç inkılâpçılarınız Liebknecht ve Rosa Luxemburg etrafında Spartaküs harekâtına bilfiil iştirak ettiler. Bu genç yoldaşların cihan inkılâbına doğru attıkları bu kat’i ve kahraman adım, bize beynelmilel teşkilâtların kuvvetlendirilmesi lüzumunu hissettirmişti. Spartaküs vukuatı esnasında birkaç genç ihtilâlci arkadaşımızın şan ve ideal meydanında can verdiklerini gördük ve onların mezarları önünde onların gittikleri yoldan dönmeyeceğimize ahd ü misak ettik.”
Ertesi yıl, 1 Ocak 1921’de dört şair; Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû), Faruk Nafiz ve Yusuf Ziya Anadolu’ya, Ankara’ya geçmek üzere Yeni Dünya vapuru ile İstanbul’dan yola çıkarlar. Önce Zonguldak’a oradan da İnebolu’ya geçerler. Nâzım 18, Vâlâ 19 yaşındadır. İki arkadaş, Nâzım ile Vâlâ burada kendileri gibi Ankara’dan onay bekleyen Almanya’dan gelen Türk Spartakistleri ile karşılaşırlar. Aralarında sonraki yıllarda CHP milletvekili olan eğitimci Nafi Atuf Kansu, iktisat profesörü ve CHP milletvekili olan Vehbi Sarıdal, sosyoloji profesörü olan Servet Berkin ve ismini Mehmet Eti olarak değiştirip CHP milletvekili olan hukukçu Sadık Ahı’nın da bulunduğu grupla zaman geçirir, sosyalizm düşüncesiyle tanışırlar.
Bu Dünyadan Nâzım Geçti isimli kitabında Vâlâ Nureddin, İnebolu günlerini anlatır: “İskelenin yanındaki büyük kahveye gittik. Orada, İnebolu’ya gelir gelmez karşılaştığımız fakat o güne kadar dört kişilik bir grubumuz olduğu için kendileriyle pek kaynaşmak lüzumunu duymadığımız Spartakist ağabeyleri bulduk.
İşte bu ağabeylerden birisi mi desem, ikisi mi desem, fakat muhakkak ki biri Nâzım’ı çok etkiledi. (…) Bu zat, Sadık Ahi idi. İlerde Mehmet Eti ismini alarak Cumhuriyet Halk Partisi milletvekili olmuş bir garip politikacı.
Sadık Ahi ile posbıyıklı ustabaşı, Almanya’daki Spartakist hareketlerine elde mitralyöz, pencereden pencereye ateş etmek suretiyle katılmışlar. Karl Liebknecht’in, Rose Luxemburg’un hayranıydılar. Hep bu konulardan söz açıyorlardı.”
“Sesler Geliyor”
Nâzım Hikmet, 1932’de yayınlanan Gece Gelen Telgraf kitabında yer alan “Sesler Geliyor” şiirinde Spartakistleri ve Karl Liebknecht’i anacaktır:
(…)
Kurtuluşun kırmızı eli
dolaşıyor üstünde Almanyanın.
Dışarı fırlamak için tepiniyor
amele mahallelerinde tanklar.
Berlinin caddeleri kulak asıyor yine
Spartaküslerin ayak sesine.
Göbeğinden çatlıyacak Avrupa.
Avrupanın çatlıyacak göbeği…
(…)
Söyle Berlin…
Söyle…
Elleri bombalı mavi gömleklilerin
bekliyecek mi yine
Unter den Linden caddesinde nöbet?
Alevden bayrakların üstünde
yeniden can bulacak mı Karl Liebknecht?
Aradan yıllar geçer, 1968’de dünyayı saran isyan günlerinde gençlerin ellerindeki pankartlarda, dövizlerde görülür Rosa Luxemburg… Ülkemizde de 1968’den başlayarak, 1978 ve sonraki kuşaklar Rosa Luxemburg’un eserlerini Marksist klasikler arasında okuyarak, onu ve düşüncelerini anlamayı, anlatmayı sürdürdüler, sürdürüyorlar.
“Yenilgiler ve geleceğin tohumları”
1871’de doğan ve henüz 48 yaşında iken yaşamlarını yitiren Karl ve Rosa, sadece Almanya devrimci hareketinin değil, yaşamları boyunca savundukları barış, demokrasi ve devrim düşüncesinin mücadelesini veren dünyanın dört bir yanından devrimcilerine mücadeleleri ve düşünceleri ile yol göstermeye devam ediyor.
Öldürüldüğü gün, 15 Ocak 1919’de, Die Rote Fahne’de yayınlanan son yazısında Karl Liebknecht, yaşamını verdiği düşünce ve eylemlerini şu sözlerle anlatıyordu: “Sıkı durun. Kaçmadık. Yenilmedik… Çünkü Spartaküs – ateş ve ruh demektir, yürek ve can demektir, proleter devrimin iradesi ve eylemi demektir. Çünkü Spartaküs zafer özlemini, sınıf-bilinçli proletaryanın mücadele azmini temsil etmektedir… bunlar elde edildiği zaman, biz ister yaşayalım, ister yaşamayalım, programımız yaşayacaktır ve kurtulan halkların dünyasına egemen olacaktır. Her şeye rağmen!”
Düşünce ve eylemleri ile yaşadığı yüzyılı yorumlayan, değiştirmek için yoldaşı ve hayat arkadaşı Karl gibi yaşamını veren Rosa Luxemburg, ölümünden önce, 14 Ocak 1919’da Die Rote Fahne’de yayınlanan son yazısında devrime olan inancını şöyle dile getirmişti:
“Tarihi deneyler ve bilgi edindiğimiz, güç kazandığımız ve bize idealistlik aşılayan bu ‘yenilgiler’ olmasaydı, bugün nerelerde olurduk! Bugün, doğrudan doğruya proleter sınıf mücadelesinin en sonuncu kavgasının eşiğinde bulunurken, bu yenilgilere dayandığımızı söyleyebiliriz; bu yenilgilerin tekinden bile kaçınamazdık ve bunların her biri gücümüzün ve hedefimizdeki açıklığın bir parçasıdır. (…)
Önderlik işlemedi. Ama önderlik kitleler tarafından yeniden yaratılabilir ve yaratılmalıdır. Belirleyici unsur, kitlelerdir, bir kaya gibidir onlar, devrimin nihai zaferi onlara dayanarak kurulacaktır. Kitleler formundaydı; uluslararası sosyalizmin güç ve gurur kaynağı olan tarihi yenilgilerden biri haline getirdiler bu son ‘yenilgiyi’. Ve bu yenilginin gelecekteki zaferin tohumlarını taşımasının nedeni de budur. ·
‘Berlin’de düzen hüküm sürüyor!’ Sizi budala zaptiyeler! Kum üzerine kurulu sizin ‘düzeniniz’. Devrim daha yarın olmadan, ‘Zincir şakırtıları içinde yine doğrulacaktır!’ ve sizleri dehşet içinde bırakıp, trampet sesleri arasında şunu bildirecektir: Vardım, Varım, Var olacağım!”
Rosa Luxemburg’un sesi yüzyıl ötesinden hâlâ yankılanıyor. Yoldaşı Leibknecht ile birlikte hayatlarını adadıkları devrimci mücadele vardı, var, hep var olacak.