KORONA GÜNLERİNDE YAŞÇILIK VE 65+ MANİFESTOSU

Söyleşi: Bekir Avcı
2 Eylül 2020
SATIRBAŞLARI

Türkiye’de 7,5 milyon kişi 65 yaş ve üstü. Mart ayında salgın başladığında bu yaş grubu tam 71 gün evlere kapatıldı. Bu yasaklar zamanla gevşetilse de kimi kısıtlamalar sürüyor. 22 Temmuz’da “Pandemi önlemlerinde yaş ayrımcılığına son verilmelidir!” başlıklı bir açıklama yapan Türk Tabipleri Birliği, 65 yaş ve üzerine getirilen kısıtlamaların ölçüsüz, eşitsiz ve tutarsız olduğunu, uygulamanın sonuçlarını gösteren epidemiyolojik bir rapor da yayınlanmadığını belirtti. Başka hiçbir ülkede akla gelmeyen bu “tedbir”in Türkiye’nin önceliği olması neye delâlet? Nasıl oldu da ırkçılığa ve cinsiyetçiliğe bir de yaşçılık eklendi? Salgın sürecinde hükümet eliyle yürürlüğe konan yaş ayrımcılığı toplumda nasıl bir yarık açıyor? Bu yeni ayrımcılığa karşı örgütlenen ve bir manifesto yayınlayan 30 bin üyeli 65 Yaş Üstü Sosyal Medya Grubu’nun yöneticisi, emekli sosyal hizmetler uzmanı ve çocuk romanları yazarı Kadriye Bakşi’yi dinliyoruz…

65 Yaş Üstü Sosyal Medya Grubu’yla başlayalım…

Kadriye Bakşi: Grubu oluşturan kişi Gün Zileli. Bir arkadaşımın davetiyle dahil oldum. Yönetim rotasyonla oluyor, şu an bende, eylül ortasında bir başka arkadaşımız devralacak. Günden güne büyüyen grubumuzun şu anda 30 bine yakın üyesi var. Her gün ortalama 300 ile 500 arasında yeni üye katılıyor. Gündemimiz 65 yaş ve üstüne yönelik yasaklar, ayrımcılıklar. Türkiye’deki ekonomik ve politik gelişmeler de konuşuluyor. Tüm bunların yanında sosyalleşme aracı olarak da kullanılıyor grup.

Kadriye Bakşi

Yaş ayrımcılığına dair tartışmalar nasıl yürütülüyor?

Şunu fark ediyorum, insanların çoğu yaş ayrımcılığı ya da yaşçılıktan şikâyet etse de işin ardındaki siyasi ya da sosyal nedenlere dair bir soruşturma yürütmüyor. Daha çok bir kıyaslama var. “Gençler daha kötü, onlar bulaştırıyor, biz cezasını çekiyoruz” deniyor mesela. Yani insanlar siyasi bilinci oranında konuya katılıyor. Büyük bir kısmı sosyalleşmek için grupta. Yaşlıların konumuyla ilgili politik bir kapak açılmıyor. Bunu sol da açmadı zaten. Yaş ayrımcılığını hissediyorlar, ama bunu dile getirecek bir dağarcık oluşmamış. Hiç kimse “burada bir eşitsizlik, insan hakkı ihlâli var” demiyor. Çünkü yaşçılık sorgulanmıyor, çok doğalmış gibi bir algı yaratılıyor. Bir zamanlar cinsiyetçilik öyleydi, şimdi artık kadın hareketi biraz dişini gösterdiği için tartışılabilir bir fenomen oldu. Yaşçılığın da böyle olması gerekiyor. Bu yüzden bu kapağın açılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Aslında gruba da bu yüzden dahil oldum.

Sadece 65 yaş ve üstü için yasakların konmasını sindiremedim. Karşı çıkılmamasını da yadırgadım. Salgın sürerken 65 yaşıma girdim. 65’e basmadan evvelki “yasaksız” dönemim koşturmakla geçti, bazı arkadaşlarımın ihtiyaçlarını karşılamak gibi görevler edindim. Yasaklar esnetildiğindeyse artık 65 yaşındaydım. “Evden hiç çıkmayın” yasağına takılmadım, ama saat 20’den sonra çıkmama, izin alma gibi kısıtlamalara takıldım. Kimden izin alacağım, neden izin isteyeceğim? Bu benim onurumu kırıyor. Oturuyoruz mesela geçen gün arkadaşlarımızla, çay içiyoruz sahilde, kolluk kuvvetleri gelip masa masa kimlik sormaya başladı. Saat 20’ye kadar virüs bulaşmıyor, o saatten sonra bulaşıyor, öyle mi? Kimlikle de bu ifşa oluyor! Virüse karşı önlem bu mu, kimlik sormak mı? Kimlik kontrolü başladığında birçok insanın dağılarak, kaçarak evlerine gittiğini gördüm, sanki suç işlemişler gibi. Sadece 65 yaşını geçtikleri için buna maruz kalıyorlar. İnanılmaz öfkelendim, toplumsal sorumluluğun öfkesiydi bu. Yaş almış olmanın polis takibine maruz kalacak bir suç haline getirilmesi gibi bir duyguyla yaşıyoruz.

Hiç kimse “burada bir eşitsizlik, insan hakkı ihlâli var” demiyor. Çünkü yaşçılık sorgulanmıyor, çok doğalmış gibi bir algı yaratılıyor. Bir zamanlar cinsiyetçilik öyleydi, şimdi artık kadın hareketi biraz dişini gösterdiği için tartışılabilir bir fenomen oldu. Yaşçılığın da böyle olması gerekiyor.

Türkiye’de 7,5 milyon insan 65 yaş ve üstü. Bunun sadece bir milyonu tek başına, geri kalan 6,5 milyonu aileleriyle yaşıyor. Bu verilere bakınca, evde tutulmak yaşlıları koruyor mu gerçekten?

Asla korumuyor. Eğer bilim dışı ve kör cahillik değilse, bunun adı “dostlar alışverişte görsün” tedbiridir. “Bakın, bir şey yapıyoruz, 65 yaş ve üstüne şu uygulamayı getirdik” diyorlar kendilerince. Biz ne zaman “tedbir alın, salgın büyüyor” desek, siyasi iktidar 65 yaş ve üstüne “tedbir” alıyor. Bunun hiçbir faydası olmadı, bugün sayılar açıklanıyor zaten, görüyoruz, olamaz da. Evimin içindeki herkes haldır huldur dışarılarda gezecek, beni temiz hava almaya bile çıkartmayacaksınız, e zaten beni tek başına bu durum hasta eder. Sabah 10’a kadar dışarıya çıkmak yasak, Türkiye’nin neresinde insan bu sıcakta 10’dan sonra yürüyüşe çıkar? Tam akşam serinliği başlıyor, bu kez de 20’den önce evde olma şartı var, yine yasak. Dolayısıyla hapis durumundayız. Oysa diğerleri işe gidiyor, geziyor, eve geliyor ve bana zaten bulaştırıyor virüsü. Benim bir temiz havaya çıkıp, kurtulma şansım bile yok. 65 yaş ve üstünün evde tutulması bulaşı daha da güçlendiriyor şu haliyle.

Salgını kontrol etmedeki başarısızlığın faturası sizlere mi kesiliyor? Buradan bu sonucu mu çıkarmalıyız?

Bizim üzerimizden bir başarı destanı yazmaya çalışıyorlar. Uzağı, ufku göremeyen bir siyasi yapı görüyorum ben. “Yaşlılar ölüyor, bunları dışarı çıkarmayalım, o zaman ölmezler, bizim sayılar da açığa çıkmaz” dediler başlangıçta. Dolayısıyla evet, 65 yaş ve üstünün sırtından bir başarı destanı yazmaya çalıştılar, bunun iyi bir fırsat olduğunu sandılar. Ama zaman içinde gördüler ki, böyle olmuyor, evde kaldıkları halde yine hastalanıyor ve ölüyorlar. Oysa insanlar bugün zatürreden ya da aklınıza gelen herhangi bir hastalıktan ölse, yine yaşlılar çok daha fazla ölür, işin doğası bu. Fakat siyasi iktidar kısa yoldan, sanki çok akıllı bir buluşmuş gibi, dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan saçmalıkları devreye koydu. Unutmayalım, bugün sağlık sistemi artık sadece varsıllar için var. Buyurun, test bile parayla. Sağlık sisteminin acele kamulaştırılması ve ücretsiz olması gerekiyor. Aksi takdirde, genç ya da yaşlı, bu ülkenin yoksulları patır patır ölür. Esas sorun da bu bence. 

Fotoğraf: Didier Carluccio

Oysa gençliğin yaşam, yaşlılığın ölümle özdeşleştirildiği oluyor…

Yaşlılara yapılan ayrımcılığın arkasında da sınıfsal bir mesele var, neresinden bakarsak bakalım, zengin ve fakirin çelişkisi var. Bütün sorunların arkasında zenginin konumunu muhafaza etme, fakire kıyma kavgası yok mu? Sağlık sisteminde de bu böyle işliyor. Oysa esas sorun, bu can kayıplarının yaşlılarla sınırlı kalmayacağı. Bakın işte, İngiltere’de de ABD’de de yoksullar ölüyor. Yaşlı zenginler değil, yoksul yaşlılar ve yoksul gençler ölüyor. Bu salgının sadece yaşlılara zarar vereceğini düşünmüyorum, bütün yoksullara zarar vereceğini düşünüyorum. Yaşlı=hasta, genç=sağlıklı diye bir formül yok. Bunlar klişe. Tabii ki yaşlılar hastalıklara daha açık, ama 1+1 değil bu durum.

Manifestonuzda vurguladığınız gibi, karar alıcılar da yaş almış kişiler. Bu otoritelerin akranlarına karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bana şunu söylüyor, diyor ki, “ben zaten ayrıcalıklı bir insanım, benim için böyle bir yasak yok”. Liranın değeri düştüğü zaman da onlara bir şey olmuyor zaten, olan bize oluyor. Yaşadıkları ayrıcalığı o kadar içselleştirmişler ki, utanmadan bunu benim için uygulayıp, kendilerini bundan muaf tutabiliyorlar. Ama bunun içine birçok muhalefet politikacılarını da katmalıyız. Neden CHP Genel Başkanı hiçbir şey demiyor? Kaç yaşında olmasına rağmen haldır haldır ortalıkta geziyor. Ben ondan daha değersiz bir iş mi yapıyorum, komşum ondan daha mı değersiz? Neymiş, onlar işlerini yapıyormuş. Biz de işimizi yapıyoruz. Burada aylarca çocuk görmüyorum. İzlemem bile yetiyor, ama yürüyüş yapamazsam, temiz hava almazsam, çocukları görmezsem işimi nasıl yapabilirim? Onların işi iş, bizimki değil. Belirli siyasetçilerin dışında gazeteciler falan da aynı ayrıcalığa sahip. Mesela, adam oturmuş, babam yaşında, daha uzun ömürleri de olsun tabii, ama ağzını açıp yaş ayrımcılığına dair bir şey demiyor. “Olur mu arkadaşlar, insanlara esaret yaşatıyoruz, toplumda ayrımcılık derinleşiyor, biz bütünüz, toplum yaşlı-genç diye ayrılır mı” demiyorlar. Her insanın doğumdan ölüme kadar, nefes aldığı sürece, doğmuş bir bebekle yaşamının değeri eşittir. Bütün yaşamlar eşit değerdedir, biri yaşlı biri genç diye bir şey olur mu?

Sabah 10’a kadar dışarıya çıkmak yasak, Türkiye’nin neresinde insan bu sıcakta 10’dan sonra yürüyüşe çıkar? Tam akşam serinliği başlıyor, bu kez de 20’den önce evde olma şartı var, yine yasak. Dolayısıyla hapis durumundayız. Oysa diğerleri işe gidiyor, geziyor, eve geliyor ve bana zaten bulaştırıyor virüsü.

İktidar ve muhalefetin tutumundan bahsettiniz. Diğer tarafta “yaşlı avına” çıkan gençleri de gördük, yaşlılarla dayanışmaya çıkanları da. Bu süreçte gençlerin tutumunu nasıl görüyorsunuz?

Nasıl “yaşlılar” diye homojen bir grup yoksa ve olamazsa, “gençler” diye de bir homojen grubun üzerine konuşmak istemem. O ayrımcılığı yapanlar büyük ihtimalle yaşlandıklarında başka türlü ayrımcılıklar yapacaklardır. Bu tutum onların genç ya da yaşlı olmalarından kaynaklanmıyor, insan olarak nerede durduklarından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Ben çok gençken işçi miydim ki işçilerin hakları için başıma gelmeyen kalmadı. O yüzden sosyal zekâ, toplumsal sorumluluk gibi şeylerin gelişmiş olması gerekiyor. Bu da tabii gökten zembille düşmüyor, toplumun buna uygun olarak eğitilmesi gerekiyor.

“Yaşçılık” olarak kavramsallaştırdığınız durumu açar mısınız?

Yaşlılara tavır hep böyle değildi. Kapitalizm öncesi toplumlarda bilgeliğinden dolayı onlara ihtiyaç olduğu için yaşlılar üstün görülüyordu. Öyle olması iyi miydi, hayır değildi, ama toplumun ihtiyacıydı. Şimdi kapitalizm insanları işine yarayanlar ve yaramayanlar olarak ayırıyor. Bizi artık sömüremiyor, üzerimizden kâr elde edemiyor, çünkü emekliyiz. O yüzden bizi toplumun dışına atmak, biz yokmuşuz gibi davranmak, bize para harcamamak, bizi her durumda topun ağzına sürmek, bize düşmanlık etmek gibi bir durum var. Bu ideolojiyle öbür taraftan bir pazar da kuruyor. Gençlik çılgınlığı var. Bizi genç yapmak için paramızı alıyor. Herkesin değer görebilmesi için genç olması lâzım gibi bir olgu yaratıyor ve bundan da çok para kazanıyor. Mesela dikkat ediyorum, benim genç kızlığımda kimse kimsenin kilosuyla ilgilenmezdi, ama şimdi bu bir çılgınlık durumuna gelmiş. Yani bunun bir endüstrisi var. Hepsinin arkasında kapitalizmin bilerek yarattığı gençlik çılgınlığı, yaşçılık ideolojisi yatıyor. Hem onları dışlıyor hem de genç olma üzerinden para kazanıyor, üzerine bir de toplumu ayırıyor. Kapitalizmin yan efekti olarak görüyorum bu durumu.

Koronanın etkili olduğu diğer ülkelerde yaşlılara karşı tutum nasıl?

Almanya’nın eski savunma bakanı Ursula von der Leyen salgın ilk patladığında “yaşlı insanlarımızı karantinaya alalım bir süre” dedi, herkes ayağı kalktı. Çünkü yaşlılar örgütlü, kendi dernekleri var. Örgütlü oldukları için ve belki Avrupa toplumunda yaşlılık Türkiye’ye göre daha fazla tartışılan bir konu olduğu için insanlar bunu çok yadırgadı ve eleştirdi. Türkiye’de yaşlılar örgütlü olmadıkları, yaşçılık diye bir konu henüz demokratik düşünen solcu ve muhalif kesimlerin lûgatına girmediği için ayrımcılık burada hiçbir tepkiyle karşılanmıyor. Salgın döneminde insanlar paniğe düşüyor, bir hedef gösterilince rahatlıyorlar. Burada hedef 65 yaş ve üstü oldu. “Onlar bulaştırıyor, onlara bulaşıyor, bu onların sorunu” algısı oluştu. O anki gerginliği atabilecekleri bir çare ve çözüm bulunmuş gibi bir rahatlama oluşturuldu toplumun genç kısmında. “Onlar içerde dursun, bizim hayatımız devam ediyor, ölmeyeceğiz” gibi bir heyûlâ yaratıldı.

Gelinen aşamada bunun gerçekçi olmadığı anlaşılıyor mu sizce?

Anlaşılıyor mu, emin değilim. Valilerin birbiri ardına açıklamaları var. Bu açıklamaların hepsi sadece 65 yaş ve üzeriyle ilgili yasaklar. “65 yaş ve üzeri düğüne gitmesin” diyorlar. Eğer bu virüs düğünde bulaşıyorsa düğünü yasaklayacaksınız. 65 yaş ve üzeri düğüne gitmesin demekle kimi koruyorsunuz? Gençler gidecek düğüne, akşama eve gelecekler, bulaştıracaklar zaten. Bu kadar olmaz! Ama ne oluyor, valilik yaptığı açıklamayla sözüm ona tedbir almış oluyor. “65 yaş ve üzeri vatandaşlarımız Covid-19’dan daha çok öldükleri için, onları dışarı çıkarmayarak tedbir alıyoruz” diyorlar. Yani dostlar alışverişte görüyor.

Yasakların şimdiye kadar bir fayda sağlamadığını düşünüyorum. Bu uygulamalarla bize “neden ölürseniz ölün kardeşim, ama Covid-19’dan ölmeyin, sayılarımı yükseltmeyin” dendiğini anlıyorum. “65 yaş ve üstü ölüyor, onları içeri alalım belki ölümleri azaltırız, bir de bir şey yapmış gibi gözükürüz” diyorlar. Ben Datça’dayım, buraya Rusya’dan birçok turist geliyor. Beni saat 20’den sonra çıkartmıyorsun, ama turistler burada. Rusya salgının en yaygın olduğu ülkelerin başında geliyor. Önlem bu mu? Yapılacak en büyük yanlışları yaptılar, salgını hiç iyi yönetemediler, bunun hesabını da yaşlılara kesiyorlar.

Yaşlı zenginler değil, yoksul yaşlılar ve yoksul gençler ölüyor. Bu salgının sadece yaşlılara zarar vereceğini düşünmüyorum, bütün yoksullara zarar vereceğini düşünüyorum. Yaşlı=hasta, genç=sağlıklı diye bir formül yok. Bunlar klişe. Tabii ki yaşlılar hastalıklara daha açık, ama 1+1 değil bu durum.

Huzurevlerindeki duruma dair bilginiz var mı?

Sayfamızda huzurevinde yaşayan arkadaşlarımız var ve durumlarının gündeme gelmesini istiyorlar. Huzurevlerinin kapalı cezaevlerine döndüğünü söylüyorlar. Salgınla beraber huzurevlerinde çalışan sayısı azaldı, bazıları işi bıraktı, kimisi hasta olduğu için işe gelmiyor ve bu nedenle yeterli çalışan yok. Az sayıda olan çalışanların çok gergin olduğu için kendilerine kötü davrandığını söyleyen arkadaşlarımız var. Fiziki ve psikolojik şiddetin arttığını söylüyorlar. Bir de hapis kalmaktan şikâyetçiler. Huzurevlerindeki birçok arkadaşımız ölüyor, intihar ediyor ya da ağır hastalıklara yakalanıyor. Onlar pandemide hiç çıkmadı ve hâlâ da çıkamıyorlar dışarı. Kapalı birer hapishane huzurevleri. Oralarda yedi aydır süren bir yasaktan söz ediyoruz. Birisi çıksın ve desin ki, “bu insanlar bu suçu işlediği için biz bunları kapalı cezaevinde tutuyoruz.” Koruma falan demesinler, çünkü orada insanlar ölüyor.

İstanbul sokaklarında gençlerin tacizine uğrayan 65 yaş üstü bir yurttaş (24 Mart 2020)

 

Bir manifestonuz var, taleplerinizi de sıralıyorsunuz. Biraz onlardan bahseder misiniz?

Öncelikle yaşlılar örgütlenmeli. Emekliler Sendikası gibi yerlerde değişik başlıklar altında yaşlıların örgütlenmesi lâzım. En başından topluma şunu anlatmak gerekiyor; Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde nüfusun üçte biri 60 yaş ve üzeri. Ömür ortalaması giderek de yükseliyor. Almanya’da 84 yaş oldu. Türkiye de bu yola doğru gidiyor, yaş ortalaması giderek yukarı doğru çıkıyor. Bu toplumun yaşlandığını ve daha da yaşlanacağını bilerek ona uygun yaşanmalı, toplum ona uygun kurulmalı. Yaşlı insanlar âtıl değil, öğreniyorlar, bu bilimsel bir şey. Beş tane halı saha açacağına iki tane aç, bir tane de yaşlılara eğitim veren bir yer aç. Avrupa’da ölene kadar eğitim programları var. Mahallelerde belediyelere yaşlıların buluşabileceği yerler açtırmak için baskı yapılmalı. Buralarda ucuz çay ve kahve olmalı, sosyalleşmenin imkânları yaratılmalı. Muhalif demokrat kesimlerin de tıpkı ırkçılık ve cinsiyetçilik gibi yaş ayrımcılığını konu etmeleri, bunun üzerine kafa yormaları gerekiyor. Bir de emeklilik maaşları var. Bizi koruyacaklarını söyleyeceklerine maaşlarımızı asgari ücrete çıkarsınlar, kendimizi koruruz biz. Biz zaten birçok gençten çok daha iyi biliyoruz virüsün nerede bulaşacağını, kendimizi nasıl sakınmamız gerektiğini. Tedbir alacakları en yanlış kesime tedbir alıyorlar.

 Yaşçılık korona sonrasında bize nasıl bir miras bırakacak sizce?

Pandemi sürecinde Avrupa’daki birçok ülkede yaşlılar özel bir ayrımcılığa uğramadıkları için o toplumlarda yaşçılığın derinleşeceğini söyleyemem, ama Türkiye’de bu derinleşti ve daha da derinleşecek. Bizim gibi toplumlarda otoriter eğitim aile içinde baskındır, dolayısıyla ebeveyn ile çocuk arasında zıtlaşma olur. Ama bu doğal jenerasyon çatışması Türkiye’de “bunlar işe yaramaz”a dönüşüyor. Gençler önyargılar içinde. Nesilleri birbirine yaklaştırmamız gerekiyor. Yaşlılar ve gençlerin bir arada yaşaması güzel bir şey. Yaşlıları toplumsal ve sosyal hayattan ayırmamamız gerekiyor.

Pandemi sürecinde bizim tarafımızda hiç kimse durmayınca fark ettim ki, gençler ve yaşlılar arasında geniş bir makas açılmış. Bu arayı hep beraber kapatmamız gerekiyor. Biz bütünüz; çocuk, genç, yaşlı hepimiz bir arada olursak toplumuzdur. Birçok çıkarımız ortak aslında. Siyasi iktidar “ayırmayı” çok seviyor, ama gençler ve yaşlılar bu ayrımcılığın ortadan kalkması için çaba göstermeli. Her yerde karşı çıkmak lâzım ayrımcılığa. Mülteci düşmanlığı, Kürtlere dönük ayrımcılık, dini azınlıklara karşı ayrımcı tutum konusunda nasıl hassassak, aynı hassasiyeti yaşlıların dışlanması konusunda da göstermeliyiz. Herkese çağrım, yaşlılarla gençler arasında bu pandemi sürecinde uygulanan ayrımcılığı aşmaları.

65 YAŞ ÜSTÜ SOSYAL MEDYA GRUBU MANİFESTOSU

Yeter! Görüyorsunuz ki, salgın bize ayrımcılık yaparak göğüslenemiyor

Ne kadar süreceği kestirilemeyen salgına karşı sürdürülebilir, herkese eşit, bilimsel ve akılcı tedbirler istiyoruz. Hemen şimdi! “Normalleşme” dediniz, salgın yeniden ve tehlikeli bir boyutta yaygınlaşıyor. 65 yaş üstü vatandaşlar hâlâ çağdışı, ne işe yaradığı belirsiz yasaklar, polis ve ceza tehdidi altında yaşıyor. “Tedbir” dediğiniz bu ayrımcı uygulamalar, toplumu yaşlılar ve gençler olarak ikiye böldü, yaşlılara nefreti derinleştirdi, 7,5 milyon insanın eşit vatandaş olarak yaşama hakkını ve insan haklarını çiğnedi. Virüsün bulaşma nedeninin yaş almış insanlar olduğu algısını yarattı, bizi yaşamdan soyutladı ve tarifi imkânsız rencide etti.

Bu kararları alanlara (ki, kendileri de çoğunlukla yaş almış kişiler) ve ülkede demokrasi mücadelesi verdiğini iddia edenler dahil, bu kararlar karşısında susanlara soruyoruz: aylarca en mahrem ihtiyaçlarınızı karşılamak için bile kolluk kuvvetlerine muhtaç bırakılmak; pazardan sebze meyvenizi, fırından ekmeğinizi almanızın yasaklanması nasıl bir şey biliyor musunuz? Hapsedildiğiniz daracık evde yürüyememekten kaslarınızın erimesini seyrettiniz mi, kalp krizi, felç ve daha birçok hastalık tehdidi altında bitmeyen günleri saydınız mı hiç?

Kapısında 65 yaş üzeri giremez tabelası asılan dükkânların önünde kalmak, çay bahçelerine sokulmamak, sabah ve akşam serinliğinde bir yürüyüş yapamamak, yemek yediği restorandan saatiniz geçti diye polis zoruyla kaldırılmak, binmek istediği taşıttan zorla indirilmek, saati ve kolluk güçlerini kollayarak yaşamak; üstelik bütün bunları salgın bulaşmasın endişesinin yanı sıra yaşamak reva mıdır? Reva mıdır, nasıl yaşayacağımızı valilerin keyfiyetine bırakmak, hangi şehirde hangi yasağa tabi olduğumuzu bile kestirememek, herkese tatil kredileri dağıtılırken atacağımız her adımda izine tabi olmak?

Evet, salgında en çok biz ölüyoruz, başka hastalıklarda da en çok biz ölüyoruz. Çünkü yoksulluk gibi, hastalık gibi, yaşlanmak da bağışıklık sistemini zayıflatır. Hem bu salgında hem de başka hastalıklarda yaş almış kişilerin gençlere göre daha fazla ölmesi doğaldır. Herkes bunu bilir. Ama yaşarken ölü muamelesi görmek istemiyoruz. Medeni haklarımızı kullanma yetisine sahip değilmişiz gibi vesayet altında tutulmaya hayır diyoruz. Bu “dostlar alışverişte görsün” politikasından derhal vazgeçin! Salgına etkin önlem alın!

  • Bulaşmanın tüm dünyada yüzde seksen oranında evlerde, kapalı ve kalabalık ortamlarda olduğunu artık herkes biliyor. Acilen tedbirleri buna yönelik almaya; düğün, nişan, taziye, mevlit, dua benzeri toplanmaları kısıtlamaya ve daha sıkı denetlemeye çağırıyoruz.
  • İşyerlerinde maske, hijyen ve mesafe kurallarını daha sıkı denetlemeye, işe gidiş ve dönüş saatlerinde taşıtlardaki yoğunluğu önleyecek girişimlerde bulunmaya çağırıyoruz.
  • Derslikler çoğalmalı, sınıflardaki öğrenci sayısı azaltılmalıdır.
  • Sağlık çalışanlarımızın çalışma ve yaşam koşulları derhal düzeltilmelidir.
  • Salgın ile ilintili tüm bilgi ve testlerin kimlere yapıldığı ayrıntılarıyla kamuoyu ile paylaşılmalı, başta sağlık çalışanları ve temas yoğunluğu olan tüm vatandaşlara düzenli test yapılmalıdır.
  • Gerekli olacak tüm tedbir ve kısıtlamalar bütün vatandaşlara eşit şekilde uygulanmalı ve sürdürülebilir olmalıdır. Biz 65 yaş üstü vatandaşlar, sizin “saygıdeğer ve korunmaya muhtaç büyükleriniz” değil, ülkenin eşit, reşit ve tecrübeli vatandaşlarıyız. Ayrımcılık bizi korumadı, koruyamaz. Bizi korumak isteyenlere önerilerimiz şunlar:
  • En düşük emeklilik maaşını derhal asgari ücret düzeyine çıkarın;
  • Önleyici sağlık hizmetlerini mahallemize taşıyın, sağlık hizmetlerini ulaşılabilir ve parasız yapın;
  • Mahallelerimizde sosyalleşebileceğimiz, bilgi ve yeteneklerimizi geliştirebileceğimiz, danışma hizmeti görebileceğimiz merkezler açın. Yaş almış insanların üretkenliğini köreltmeyin, destekleyin. Tüm ileri toplumlarda ve ülkemizde giderek yaş almış insanlar nüfusun önemli ve aktif bir çoğunluğunu oluşturuyor. Ömür boyu eğitim programları hazırlayın;
  • Huzurevleri kapalı hapishanelere döndü. Akıl almaz yasakları kaldırıp hem çalışan hem de kalanların yaşam koşullarını düzeltin. Unutmayın bu yasakçı zihniyetin failleri yarın aynı zihniyetin kurbanları olacak.

Hepinize uzun ve sağlıklı yaşam dileklerimizle

^