Dünya Bankası’na göre, 2020’de küresel ekonomi en az yüzde 5,2 küçülecek. ABD’de oran yüzde 6,1, AB’de ise yüzde 9,1 tahmin ediliyor. Çin kırk yıl aradan sonra eksi değerlere düşebilir. Öte yandan, 2008 krizinin ardından, 2015’ten itibaren dünya genelinde GSYH oranları artıya geçse de gelir eşitsizliği hızla tırmanmaya devam etti. Oxfam raporuna göre, dünyanın en zengin yüzde biri, 6,9 milyar insanın gelirinin iki katından fazlasına sahip. 2019 itibarıyla, hemen hepsi kadınların üstlendiği ücretsiz bakım emeği 10,8 trilyon dolarlık bir ekonomiye tekabül ediyor. Medya ve siyaset yatıp kalkıp GSYH oranlarını konuşuyor. Peki, GSYH gerçekte toplumun refah düzeyini ölçmeye uygun bir gösterge mi? Yoksa gerçekliğin üstünü örten bir perde mi? Alternatifler neler olabilir? Dayanışmacı ekonomi kuramcısı Jordi Garcia Jané’yi dinliyoruz.
Gün geçmiyor ki medyada ve siyaset çevrelerinde GSYH’da (Gayrisafi Yurtiçi Hasıla) gerçekleşecek “feci” düşüşün yüzde 9 mu, yoksa yüzde 10 mu olacağına dair bir tartışma dönmesin. En önemli kaygı GSYH’ymış gibi gözüküyor. Bunun doğal olduğunu, GSYH’nın ekonomik gelişmenin ölçütü, dolayısıyla bir ülkenin refahının göstergesi olduğunu iddia edenler çıkacaktır.
Ancak, GSYH bir göstergeden ibaret, dolayısıyla azalıp artmasına bakmadan önce gerçeği yansıtıp yansıtmadığı, dolayısıyla bir ölçüt olarak uygunluğu, eğer değilse yeni bir göstergeye başvurmamız gerekip gerekmediği üzerine kafa yormamız gerekiyor.
Birkaç yıldır gerek ekonomistler gerekse küresel kurumlar GSYH’nın bir ülkenin refah seviyesini yansıtmadığını teslim ediyor. Hatta tam tersine, ekolog iktisatçı Joan Martínez Alier’in dediği gibi, “GSYH insanları disipline etmek amaçlı metafizik bir icat” işlevi görüyor. Aslına bakarsanız, mucidi iktisatçı Simon Kuznets dahi, 1934’te göstergeyi kamuoyuyla ilk defa paylaşırken GSYH’nın toplumun refahını ölçmeye hizmet edeceğini varsaymamıştı: “Bir ülkenin esenliği ulusal gelir ölçümlerinden anlaşılamaz.” İlk başta GSYH sadece belli bir coğrafyanın üretim kapasitesinin ölçülmesi için ortaya atılmıştı ve salt bu amaçla ABD’de II. Dünya Savaşı sırasında hesaplanmaya başladı.
ABD’nin küresel hegemonyasının ardından GSYH bir ölçüt olarak yaygınlaşırken bir anlam kaymasına uğradı ve günümüzdeki önemini aldı. Böylece toplumların düzenli aralıklarla kurbanlar verdiği adak taşının totemi haline geldi.
GSYH ekonominin bütününü değil, sadece pazara arz edilen üretimi ölçer. Mesela, yeniden üretim ekonomisini ve doğal sermaye gaspını tamamıyla göz ardı eder. Ne gelir dağılımıyla ne de doğal kaynakların tükenişiyle ilgilenir.
Oysa gerçekte GSYH ekonominin bütününü değil, sadece pazara arz edilen üretimi ölçer. Mesela, yeniden üretim ekonomisini ve doğal sermaye gaspını tamamıyla göz ardı eder. GSYH zarar ve faydalarını hesaba katmadan, sadece pazara arz edilen ürün ve hizmetlerin miktarını ölçerken, gönüllük esasına dayalı ev ve bakım emeğini bir kenara bırakır. Ne gelir dağılımıyla ne de doğal kaynakların tükenişiyle ilgilenir.
Kısaca, GSYH’nın şu dört nedenle işimize yaramadığını söyleyebiliriz: Beraberinde getirdiği toplumsal ve çevresel maliyetlere bakmadan sadece üretimi hesaplar. Gelir adaletsizliğini hesaba katmaz. Ev ve bakım emeği gibi yaşamsal açıdan elzem faaliyetleri göz ardı eder. Tam tersine, karaborsa, silahlanma harcamaları, emlak bazlı ve finansal spekülasyon, emtianın planlı kısa ömürlü tasarımı, sonrasında arıtma yatırımı gerektiren çevresel felaketler gibi birçok zararlı toplumsal ve doğal hadiseyi ekonomik hesaplamaya dahil eder.
Martínez Alier meselenin künhünü Korona günlerinde şu örnekle ifade ediyor: “Haftalardır (bilaücret) evde yemek pişiriyoruz. Normalde sıklıkla yaptığımız gibi lokantaya gitmiyoruz. Bu yüzden GSYH’nın düşmesinde pay sahibiyiz. Ancak öte yandan, aylardır uçağa da binmiyorum: Bu yüzden ne GSYH’daki artışta ne de karbondioksit salınımında payım var.”
Dolaysıyla, bir devletin GSYH’sındaki artış paradoksal bir şekilde, vatandaşlarının büyük kısmının hayat şartlarını kötüleştirebilir. Örnek verelim: İçinde bulunduğumuz yüzyılının ilk on yılında, Sudan GSYH’sı yüzde 23 artarken ülke korkunç bir kuraklık ve iç savaşla yüzleşti, 400 bin kişi hayatını kaybederken 2,5 milyon kişi yerinden yurdundan edildi. Sri Lanka’da, 2004 yılındaki tsunami 35 bin kişiyi öldürüp yarım milyon kişiyi evsiz bırakırken, ülkenin GSYH’sı yüzde 5,4 arttı.
Bu yüzden, tam da Alier’nin dediği gibi, yaşadığımız bu sıradışı dönemden faydalanmalıyız: “GSYH’yı hesaplamayı bırakıp fiziki ve sosyal verileri daha iyi mi, yoksa daha kötü mü yaşadığımıza bakmak için, anlaşılması aslında kolay olan sosyal ve ekolojik göstergelere odaklanmanın ve bunlar üzerine tartışmanın tam zamanı. GSYH tartışmasını geri dönmemek üzere bırakmalıyız.“
GSYH’ya iki alternatif
1980’lerin sonundan itibaren birçok araştırmacı GSYH’ya kıyasla daha uygun göstergeler üretti. Bunlardan ikisi ön plana çıkıyor: İnsani Gelişme Endeksi (İGE) ve Gerçek İlerleme Göstergesi (GİG). Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (BMKP) kullandığı İGE’yi Pakistanlı iktisatçı Amartya Sen ve Hindistanlı iktisatçı Mahbub Ul Haq gelişirdi. İGE kalkınmanın anahtarı olarak üç değişkeni referans alıyor: eğitim, sağlık ve hayat düzeyi. İGE’yi hesaplamak için hayat beklentisi, kişi başına gelir ve eğitim seviyesine dair bir dizi gösterge kullanılıyor. Son dönemde hesaplamalara bir dördüncü unsur ekledi: Eşitsizliğin seviyesi. BMKP her yıl dünyada hemen tüm ülkelerinin İGE’sini açıklıyor.
Eğer hesabı GSYH ile yaparsak dünyanın en zengin ülkeleri sırasıyla ABD, Çin, Japonya, Almanya, Büyük Britanya; İGE’yi baz alırsak ise Norveç, İsviçre, Avusturalya ve Almanya çıkıyor.
Radboud Üniversitesi Küresel Veri Laboratuvarı ve Barcelona Otonom Üniversitesi Demografik Araştırmalar Merkezi, Katalunya için bölgesel İGE’yi araştırdı. Bu süreçte söz konusu göstergenin bir dezavantajı ortaya çıktı: İGE sadece genel anlamda “devlet” ölçeğinde sonuçları gösterirken, gerçekte farklı devletler yoksulluk, sağlık ve eğitim altyapılarına dair verileri çok farklı şekilde kayıt altına alıyor.
Hesabı GSYH ile yaparsak dünyanın en zengin ülkeleri ABD, Çin, Japonya, Almanya, Büyük Britanya; İGE’yi (İnsani Gelişme Endeksi) baz alırsak ise Norveç, İsviçre, Avusturalya ve Almanya çıkıyor.
Gelişmişlik düzeyini ölçmek için sıklıkla kullanılan diğer bir gösterge ise Gerçek İlerleme Göstergesi (GİG). GİG’in temelinde, iktisatçılar W. Nordhaus ve James Tobin’in düşüncelerinden esinle ekolog iktisatçı Herman Daly ve çevreci teolog John Cobb tarafından geliştirilen Sürdürülebilir Ekonomik Refah Endeksi (SERE) yer alıyor. SERE zamanla, başka kavramsal eklerle beraber Gerçek İlerleme Göstergesi (GİG) ismini aldı.
GİG kısaca sürdürülebilir refahı ölçüyor ve 26 değişkenden oluşuyor: Toplumsal refaha katkı yapan değişkenlerle (ev ve bakım emeği, kişisel tüketim, yüksek eğitim, gönüllü emek, dayanıklı tüketim ürünleri, doğrudan sermaye yatırımları) refahı aşağı çekenlerin (gelir eşitsizliği, uluslararası borç, suç maliyeti, tarımsal üretimdeki kayıp, karbon salınımı kaynaklı zararlar, ulaşımdaki kaza maliyetleri, işsizlik ve eksik istihdam, serbest vakit kaybı) beraber hesaplanmasıyla ortaya çıkıyor. Yani kısacası, gelişmişliğe dair katkıların ve olumsuz etkilerin arasındaki dengeyi ifade ediyor. Çünkü Paul R. Krugman’ın Ekonomiye Giriş kitabında söylediği gibi, “bir ürünün gerçek maliyeti onu elde etmek için neden feragat edildiğini de kapsar.”
2004’te, ABD’nin GSYH’sı 12 trilyon doların biraz üzerindeyken yapılan bir araştırma ülkenin GİG’inin aşağı yukarı 4,4 trilyon dolar olduğunu tespit etti. Aslına bakarsanız, araştırmacılar herhangi bir ülkenin GİG’ini hesapladıklarında istisnasız benzer sonuçlara varıyor. 1970’lerin ortasından itibaren GSYH tedricen artarken GİG ilkin aynı kalıyor, akabinde azalıyor. GİG’deki azalmanın başlama ânını Şilili ekolog iktisatçı Manfred Max-Neef “eşik noktası” diye adlandırıyor. Başka bir deyişle, ekonomik büyümenin sosyal ve çevresel faydaları giderek artan çevresel ve sosyal maliyetler yüzünden sıfırlanıyor.
Öte yandan, GİG’in kişisel tüketime fazla önem atfetmesi ya da parasal açıdan ifade edilemeyecek olguları fiyatlandırması gibi bazı zayıf yönleri de mevcut. Ancak buna rağmen, hali hazırda varolan en bütünlüklü, GSYH ile kıyaslandığında çok daha yetkin bir refah göstergesi sayılıyor.
Öncüler: Maryland eyaleti ve Yeni Zelanda
Avusturalya, Büyük Britanya, Finlandiya, İtalya, Japonya ve Yeni Zelanda gibi ülkeler hali hazırda GSYH dışında göstergelere de başvuruyor. 2007’de OECD ülkeleri, Avrupa Komisyonu ve farklı STK’lar gelişmeye en uygun endeksleri incelemek amacıyla GSYH’nın Ötesinde: Ulusların Gerçek Zenginliği ve Refahı başlığıyla bir konferans düzenledi. Finlandiya ülkenin 19 bölgesinde GİG’i hesapladı. Belçika parlamentosu GSYH’yı tamamlayıcı göstergelere dair bir yasa geçirdi. İtalya’da farklı bölgesel yönetimler yerel Sürdürülebilir Ekonomik Refah İndeksinin hesaplanması için finansal kaynak sağlarken Ulusal İstatistik Kurumu BES18 projesiyle (Eşitlikçi ve Sürdürülebilir Refah) bir dizi yeni sürdürülebilir refah göstergesi geliştirdi. Geçtiğimiz yıllarda, ABD’de Washington, Oregon, California, Utah, Minnesota, Hawaii gibi bir dizi eyalet alternatif göstergeler üzerine kafa yordu. Ancak, bu konuda en ileri adımlar Vermont ve Maryland eyaletlerinde atıldı.
Vermont eyaletinde 2012’de düzenli aralıklarla GİG’i hesaplamayı zorunlu hale getiren bir yasa geçirilirken, beş yıllık Bütünleşik Ekonomik Kalkınma Stratejik Planı’na GİG’in 2020’de yüzde 5 artması eklendi.
Araştırmacılar bir ülkenin Gerçek İlerleme Göstergesi’ni (GİG) hesapladıklarında istisnasız benzer sonuçlara varıyor. 1970’lerin ortasından itibaren GSYH tedricen artarken GİG ilkin aynı kalıyor, akabinde azalıyor.
Ancak, daha da ileri adımlar Maryland eyaletinde atıldı. Maryland 2010’da refahın hesaplanması için GSYH yerine GİG’i ölçüt alan ilk eyalet oldu. İstatistik Kurumu her yıl GİG’i hesaplıyor ve GİG’deki artışı GSYH’ya yeğleyerek stratejik planlarını bu hedefe göre hazırlıyor. GİG’in sürekli kullanılır hale gelmesiyle beraber içeriği de eyaletin gerçeklerine uyarlanmaya başladı. Şu anda GİG 2.0 diye adlandırılan, 12 kategoride 50 farklı değişkeni kapsayan yeni bir hesaplama sistemi uygulanıyor.
Son olarak, bir de Yeni Zelanda örneğine bakalım. Ülkenin İşçi Partili başbakanı Jacinda Ardern 2019 Haziranı’nda, bundan sonraki bütçelerin GSYH’da büyümeyi değil, vatandaşların refah seviyesini yükseltmeyi amaçlayacağını açıkladı. Bu hedefe yönelik beş öncelik belirendi: Zihinsel sağlığı iyileştirmek, çocuk yoksulluğunu azaltmak, Maori yerli halkının maruz kaldığı eşitsizlikleri gidermek, dijital adaletsizliği ortadan kaldırmak ve ekonomiyi karbonsuzlaştırmak. Hükümet bu hedefleri gerçekleştirmek için Hayat Şartları Çerçevesi adlı programla çevre, sağlık, barınma, kültürel kimlikler, gelir, tüketim ve istihdam konularında derinlemesine ölçümler yapıyor.
Böylece, Yeni Zelanda “her ne pahasına olursa olsun büyüme” doktrinini terk eden ilk ülke haline geldi. Muhtemelen koronavirüs krizinden başarıyla çıkması da hükümetin başında bir kadın bulunması da tesadüf değil.
Yeni bir “sosyal muhasebe”
Son zamanlarda, gerek Katalan gerekse İspanyol hükümetleri içinde bulunduğumuz krizle farklı mücadele edeceklerini, 2008 krizinin ardından yaptıkları gibi kemer sıkma politikaları uygulamayacaklarını söylüyor, yeni durgunluk dalgasından çıkışın küresel ısınmayı arttırmaması gerektiğini ekliyor. Gerçekten samimiler mi, göreceğiz. 2008 krizinden sonra yaşananları hatırlıyoruz. 2015’ten itibaren GSYH’daki artışla beraber gerek karbondioksit salınımları gerekse yoksulluk tekrar tırmanmaya başlamıştı. Beyan edilen yeni rota için yeni bir pusulaya ihtiyaç var. Bu yüzden GSYH’dan vazgeçmek GİG gibi ya da ekolojik ayak izini de hesaba katarak BM’nin İnsani Gelişme Endeksi gibi başka bir ya da bir grup gösterge tarafından hedefleri yönlendirmek elzem. Belki bir süre nasıl farklı değerler ortaya koyduğunu göstermek için, pedagojik amaçlı, GİG yanında GSYH da hesaplanmaya devam edilebilir.
Öte yandan, mesele sadece doğru istikamette ilerleğimizi gösteren işe yarar bir pusula edinmek de değil. GSYH’ya alternatif bir göstergeyi ülkenin evrimini ve hükümet politikalarının ne ifade ettiğini açıklamak için kullanıp yaygınlaştırmak İspanyol ve Katalan hükümetlerine uluslararası ekonomik güçler karşısında toplumsal meşruiyet kazandıran bir zırh işlevi de görecektir. Özellikle de sosyal harcamaları gerektiği kadar artırmak ve emekçi sınıfları daha da yoksulluğa sürüklemeden ekolojik dönüşümü gerçekleştirmek için yeteri kadar gelir elde etmeleri gerektiğini göz önüne alırsak.
İspanyol devletinde ya da Katalunya’da, GİG’i hesaplamak için gerekli verileri toplamak oldukça kolay. Örneğin, 2010’dan beri Katalunya İstatistik Kurumu yılda iki kez sekiz farklı başlıkta refah ve toplumsal gelişmeye dair veri topluyor: Yaşam ve çalışma şartları, sağlık, eğitim, çevre, barınma, güvenlik ve ulaşım, toplumsal kapsayıcılık, haklar ve katılım, son olarak da boş vakit ve kültür. Kurumun web sitesinde “büyüme ve refaha dair kullanılan GSYH gibi geleneksel göstergelerin ötesine geçilmesi amaçlanıyor” ifadesi kullanılıyor.
ABD’de Maryland, 2010’da refahın hesaplanması için GSYH yerine GİG’i ölçüt alan ilk eyalet oldu. İstatistik Kurumu her yıl GİG’i hesaplıyor ve stratejik planlarını bu hedefe göre hazırlıyor.
Öyleyse, şimdi ihtiyacımız olan GİG’in tam anlamıyla hesaplanması için halihazırda toplanan göstergelere eksik olanları eklemek ve her şeyden önce bu göstergelerin birincil öncelik haline gelmesini, ülkenin içinde bulunduğu durumun bunların ışığında kamu kurumları ve iletişim araçları yoluyla yaygınlaşmasını sağlamak.
Korona günlerinde Dayanışmacı Ekonomi Ağı yeni bir “sosyal muhasebe”[i] kampanyası başlattı. On yıldan uzun bir süredir dayanışmacı ekonomi işletmeleri “sosyal muhasebe” uygulamasıyla ilgili grupların, üreticilerin, tüketicilerin, farklı toplulukların, çevreci örgütlenmelerin toplumsal refah açısından nasıl bir katkı sağladığını ölçüyor. Artık hükümetlerin ve yerel yönetimlerin de benzer bir çaba sergilemesi, GSYH’nın yerine sürdürülebilir refaha dair gösterge kullanması ve yaygınlaştırmasının zamanı geldi.
Zira, bir yandan bir olguya değer atfedip (sürdürülebilir refah) başka bir olguyu ölçmenin (ticari üretim) inandırıcılığı yok. Çünkü bir yandan, neyi ölçtüğümüz ne yaptığımızı biçimlendirirken, diğer yandan ölçmediklerimiz yokmuş gibi davranıyoruz. Son sözü Roma Kulübü için yazılan 1972 tarihli Büyümenin Sınırları adlı kitabın eşyazarı çevre bilimci Donella Meadows’a bırakalım: “Eğer toplumun hedefini GSYH olarak tanımlarsanız, toplum da onu arttırmak için elinden geleni yapacaktır. Aynı toplum belli aralıklarla ölçüp hakkında bilgilendirmediğiniz takdirde refah, eşitlik, adalet ya da verimlilik üretmeyecektir.”
Çeviren: Ulus Atayurt