NESNELER, ROLLER, ÖNYARGILAR VE STİLETTO

Söyleşi: Ayşegül Oğuz, Yiğit Atılgan
19 Ekim 2022
SATIRBAŞLARI

Stiletto’nun öyküsü zihninizde nasıl doğdu?

Can Merdan Doğan: Dramatik yazarlık eğitimi aldığım için yazma sürecine teknik bir açıdan yaklaşıyorum. Öykü aklımda beliren iki görüntüden filizlendi. Biri sıradan bir taksici, diğeri ise Münih’te koşu yaparken gözüme takılan stilettolar. Bu iki imgenin bir arada olması ihtimaline önce güldüm, karikatür gibiydi. Ama sonradan bunun önyargım olabileceğini düşündüm. Dünyanın herhangi bir yerinde stiletto giyen bir taksici vardır belki de. Kendi kabullerimi sorguladığım noktada filmin finali kafamda belirdi, o âna güvenip bu öyküye doğru sürüklendim. Fikri önce yapımcım Erkan Taşkıran, sonra da kostüm tasarımcısı arkadaşım Selda Durna’yla paylaştım. Her şey kafamda çok net olduğu için senaryonun yazımı da hızlı oldu. Aysel karakterini Nihal Yalçın’ı düşünerek yazmıştım…

Can Merdan Doğan

Hasan (Murat Kılıç) taksici, eşi Aysel (Nihal Yalçın) gündelikçi. Bu öyküyü anlatmak için neden bu çifti seçtiniz?

Karakterlerin toplumun büyük bir kısmını oluşturan emekçi sınıfa dahil olması onları anonimleştiriyor. Stilettolar bir üst sınıf nesnesi ya da fetişi gibi algılanıyor. Bense filmde tanık olduğumuz durumun sınıfsal bir karşılığı olmadığını söylemeye çalışıyorum. Dünya sinemasında gördüğümüz çoğu temsil de orta ya da üst sınıfa ait. Sanki işçi sınıfına mensup, hizmet sektöründe çalışan insanların arzuları yokmuş gibi davranıyoruz. Ayrıca, filmde kurgusal bir dünya yaratıyorum, toplumsal gerçekçi bir sinema yapmıyorum. Hasan ve Aysel’in evinin dekorunda da sınıfsallığı kırmak istedim. Mesela kadının çalıştığı evlerde gördüğü bazı şeyleri, örneğin Van Gogh tablosunu evine taşıması öyküyü gerçekçilikten çıkarmama yaradı.

Nesnelerin toplumsal cinsiyet karşılıkları açısından yarattıkları kesişimler ve birbirine dolanma halleri hoşuma gidiyor. Stilettoya yüklediğimiz anlamlarla oynamayı ve bu anlamları önyargılarımızla çatıştırmayı arzu ettim.

Stiletto beyaz yakalı kadının kariyer hırsı, yoksul bir kadının özlemleri, bir kuirin arzuları temsilinde klişeleşmiş bir simge. Bu nesnenin temsil gücü size ne tür imkânlar sundu?

Nesnelerin toplumsal cinsiyet karşılıkları açısından yarattıkları kesişimler ve birbirine dolanma halleri hoşuma gidiyor. Stiletto bir fetiş objesi olabilir, ama ben çocukların dahil olduğu final sahnesinde bu anlamını kırmaya çalıştım. Herhangi bir nesneyi, örneğin tespihi de kullanabilirdim. Stilettoya yüklediğimiz anlamlarla oynamayı ve bu anlamları önyargılarımızla çatıştırmayı arzu ettim. Tüm o anlamları bir nesneye yükleyen şey toplumsal düzen ve kültürel öğretiler. Stilettoya seksi kadınların giydiği bir nesne anlamını yükleyen, bir erkek onu giydiğinde doğrudan “ibne” olduğunu varsayan, bu nesnenin aile ortamının dışına ait olduğunu düşünen de biziz. Form olarak da hoşuma giden bir nesne, ama üstünde yürümesi çok zor.

Filmde dikkatimizi çeken sahnelerden biri Aysel’in yatak odasının kapısını açıp kocasını gördüğünde yaşadığı inkâr, inanamama, kaçma gibi birçok hissin iç içe geçtiği an. Oyuncularla nasıl çalıştınız?

 Nihal Yalçın rolü çok iyi kavradı. Çok prova yapamadık, ama uzun uzun konuştuk. Bana Aysel karakterini nereden okuyacağını, o ne yapacağını bilememe durumunu nasıl aktaracağını anlattı. Benim kafamda da birebir aynısı vardı. Sevgilini yatakta biriyle basmak gibi, tepkini o anda veremezsin. Kafandan bir sürü şey geçer, insan gerçekdışına çıkar, durumu bir türlü kavrayamaz. Nihal’in muhteşem oyunculuğuyla filme katman kattı o sahne. O arada kalma hali finalde de var, Aysel’in vaziyeti kabul ettiğini düşünmüyorum, şaşkınlıkla dans ediyor. Murat ise takip ettiğim ve beğendiğim bir oyuncuydu, klişe erkek rollerini oynuyordu. Murat bence plastik olarak Hasan karakterine çok uygun, ne çok maskülen ne çok feminen bir yüzü var. Aslında, kafamdaki ayaklar onunkiler değildi, daha nasırlı, erkeksi bir ayak düşünüyordum, ama Murat’ınkiler bebek ayağı çıktı. Stilettoları da çekim öncesi sadece bir-iki kez denedi, çünkü Hasan karakteri gibi stilettoları keşif sürecini kamera karşısında yaşamak istedi.

Siz stiletto giymeyi denediniz mi?

Denemeye niyetlendiğimde on saniye sonra ayağımdan sinirle çıkarıyorum. Ucu sivri bıçak imgesini da içeriyor, filmde de böyle bir karşılığı var. Bu anlamların hepsiyle oynamak istedim. Filmle erkeklerin stiletto giymesini savunmuyorum elbette. Sormak istediğim soru bir şeyi başka bir şeyle ilişkilendirmeden düşünüp düşünemediğimiz. Her türlü ilişki ihtimalini, özgürlük alanını birbirimize tanıyıp ön kabullere dayalı bağlantılar kurmadan birbirimize bakabiliyor muyuz? Bir nesnenin bir temsil olduğunu söylemek bir şeyle ilişkilendirmek demek. O nesnenin klişe karşılıkları olmalı ki bir şeyle ilişkilendirilebilsin. Bense bir temsili yeniden üretmek değil, bir nesneyi ters yüz edip farklı anlamlar yüklemek istedim. Bu da zaten yapılıyor. Türkiye’de yüzlerce drag queen var. Sosyal medya kilit bir rol oynuyor, o güç karşı taraftan mizah ve ironiyle alınıyor. LGBTİ bireyler ise bu kadar zorbalığın, korkunç insanların ve olayların içinde dimdik ayakta duruyor.

Bu filmi yapmak sizin bakış açınızda, önyargılarınızda kırılmalar yarattı mı?

Tüm taksiciler için söylemiyorum ama, taksicilik çok “erkek” bir iş, toksik maskülenlik dediğimiz olgunun karşılığı. Stiletto ile ilişkilendirmekte zorlandığım bir meslek grubu. Ben o adamı görüntüsüyle, beden diliyle yargılıyorum ve varoluşundan rahatsızlık duyuyorum. Ama bu adam sandığımdan farklı bir varoluşa da sahip olabilir. Sabahattin Ali Kürk Mantolu Madonna‘da “Hiçbir şey göründüğü gibi değil” diyor. Romanda görünürde sıradan bir memur var, ama adam deli gibi âşık, aşkı için birçok şeyi göze almış, acısı olan biri. Böyle karakterler yaratmak ve peşinden koşmak merakımı uyandırdı. Beni bu hikâyede esas heyecanlandıran şey arada olma hali. Sabit ve değişmez durumlardan ziyade dönüşebilen karakterler ilgimi çekiyor. Ezberlenmiş, önceden detaylı bir şekilde planlanmış tasarılardan hoşlanmıyorum.

Her türlü ilişki ihtimalini, özgürlük alanını birbirimize tanıyıp ön kabullere dayalı bağlantılar kurmadan birbirimize bakabiliyor muyuz? Bir temsili yeniden üretmek değil, bir nesneyi ters yüz edip farklı anlamlar yüklemek istedim.

Aysel Hasan’ın sırrını yakalayınca tehdide başvuruyor. İfşa konusu sizin için ne ifade ediyor?

Gizli, yatak odasına ait olan, kamusal alanda var olmayacağını düşündüğümüz bir şey Aysel’in Hasan’ı yakalamasıyla birlikte ters yüz oluyor. Finalle beraber düşününce, bu ifşa olamayacak kadar güçlü bir durum. İfşa etme mekanizmasını gücün ya da iktidarın elinden alma şansımız olduğunu söylemek istiyorum. Aysel toplumsal sıkışmışlığı içinde adamın durumunu kullanarak üste çıkmaya çalışıyor. Nafakadan ve çocuklardan bahsediyor. Bir pazarlık var orada. Finaldeki ters yüz etme ve karşılaşma bu gücü Aysel’in elinden alıyor. Durumu görünür kılmak ortada gizlenecek bir şey olmadığını, bunun varoluşumuzun ta kendisi olduğunu söylüyor. Hasan da bir çıkış yolu arıyor. O an karısını öldürmeyi, aileyi katletmeyi ya da evden çekip gitmeyi seçebilir. O kriz anında farklı bir eylemde bulunuyor ve göze aldığı riskin karşılığı çocukların gözünde bambaşka oluyor. Filmin finali aslında bir başlangıç, bu ihtimali düşünmek beni heyecanlandırıyor. Belki o ayakkabıları başkalarının yanında da giyecek.

Stiletto’nun oyuncuları Nihal Yalçın ve Murat Kılıç

İhsan Hala’yı duymuşsunuzdur. Manisa’nın bir köyünde cinsel kimliğiyle kendini kabul ettirmesi onu o kimlikten arındırarak gündelik hayatını “hala” sıfatıyla sıradan bir şekilde sürdürmesini sağlıyor. Hasan o ayakkabıları başkalarının yanında, gündelik yaşamında giyse ne olur?

İhsan Hala örneği farklı. Orada sabit bir cinsel kimlik var. Doğup büyüdüğü ortamda gördüğü rol modeller üzerinden bir kadın personası seçmiş ve o kimliği üstüne yapıştırmış gibi geliyor bana. Hasan ise bir persona seçmiyor, kendine bir kimlik yakıştırmıyor; bir an için bir şey yapıyor. Ben de tam bu anla ilgileniyorum ve o ânın önemli olduğunu düşünüyorum. Tanımladığımız her şey bir kimliğe dönüşüyor ve ötekini yaratıyor. LGBTİ kavramı da ötekini yaratıyor. Kadın dediğimizde erkeği yaratıyoruz. İkili sistemi tekrar tekrar üretiyoruz. Bence bundan vazgeçmeliyiz. Beni gey olarak kim tanımlıyor? Ben tanımlamıyorum ve bundan hoşlanmıyorum. Bu tanımla kendi ihtimallerimi, yaşayabileceğim zenginliği bir yere hapsetmiş oluyorum. Kuir benim için bir kimlik değil, varolan ikili sistemi ters yüz eden bir yapıbozum hamlesi. Tam da bu yüzden kıymetli.

Bir yandan da, tanımlamalara dayanan örgütlenmeler sayesinde LGBTİ sesi yükselmedi mi? Ankaralısınız; ilk gençliğinizde Ankara’daki LGBTİ örgütlenmesiyle temasınız oldu mu?

Meselenin özünde tanımlar mı var, yoksa bir insan hakkı mücadelesi mi? Birileri benim varoluşuma tecavüz ediyor ve ben buna karşı çıkıyorum. Adının LGBTİ olmasının önemi yok, ABCDE de olabilir. Bu tanımları belirleyen de erkek akıl. İnsanların yaşam hakkına müdahale edilmese böyle tanımlara ihtiyaç duyar mıyız? Şu an erk karşısında bu tür tanımlara sahip çıkıyoruz, ama artık “Ben buyum ve böyle olmaya devam edeceğim” sözünün ötesinde bir şeyler konuşmak gerekiyor. Bu bir mücadele süreci, gittikçe yüz değiştiren, ilerleyen, farklılaşan bir mücadele. Bugün için durum böyle, ama bence bir süre sonra edinilmiş haklarla burayı da kırmalıyız. Çünkü kimlik olgusu çoğunluğu ve azınlığı, hiyerarşik ilişkiler biçimini yeniden üreten bir şey. Sanırım örgütlülükle kurduğum ilişki farklı. Biraz mesafeliyim, sanatsal üretimi bir örgütlülük aracı olarak görüyorum. Bu konuda bir travmam da var. 17 yaşındayken TKP’de örgütlüydüm. O dönemde, benim gibi liseli bir çocuk benden hoşlanmıştı. İnfial oldu ve kimliğimden dolayı partiden ihraç edildim. Sosyalizmi kafamda koyduğum yerle karşılaştığım homofobi arasındaki tezat korkunçtu. Bu olay yolculuğumu ve örgütlülüğe bakışımı değiştirdi. Sonrasında bir örgüte sempati duysam bile doğrudan ilişkilenemedim. Örgütlerde kimlik siyaseti mevcut, bense kimlikleri sahiplenerek değil, onlardan sıyrılarak mücadele edilmesini savunuyorum.

Tanımladığımız her şey bir kimliğe dönüşüyor ve ötekini yaratıyor. LGBTİ kavramı da ötekini yaratıyor. İkili sistemi tekrar tekrar üretiyoruz. Kuir benim için bir kimlik değil, varolan ikili sistemi ters yüz eden bir yapıbozum hamlesi. Tam da bu yüzden kıymetli.

Kuir sinema sizin için ne anlam ifade ediyor? Bu alanda sevdiğiniz, önemsediğiniz yönetmenler, filmler var mı?

Kuir sinemadan anladığım şey LGBTİ temsillerinin olduğu filmler değil. Benim için sadece içeriksel bir olgu değil, bir öyküyü farklı bir şekilde anlatma yollarının arayışı. Yaknlarda David Cronenberg’in Crimes Of The Future filmini izledim. Herhangi bir kimlik üzerinde durmadan beden üzerinden sorular soruyor. Filmde gördüğümüz bedeni performe etme durumu, bedenin içinin dışına, dışının içine dönüşmesi kuir teori içinde tartışılan meseleler. Bugün geldiğimiz korkunç noktada tüm yatırım bedene yapılıyor. Her şeyin bedene dönük anlatılmasını sorguladığı ve bedene dair toplumsal cinsiyetin de ötesinde sorular sorduğu için kuir bir film bence. Aklıma Macaristan filmi On Body and Soul da geliyor, gerçekliği kırıp iki tuhaf karakteri başka bir düzlemde buluşturduğu için kuir bir film. Yeni estetik olanaklar ve kadrajlar arayan, toplumsal cinsiyetle belli bir nesneyi doğrudan örtüştürmeyen filmler benim için kuir. Ya da sadece kadının değil, erkeğin bedenini ve genital organını da gösteren filmler. Gözümüzün alıştığı estetiği, sanatın da yeniden ürettiği kadın bedenine bakışımızı kıran ve tanımlanmış kimlikleri zıt taraftan okuyan her film bence kuir sinema kapsamına giriyor.

Yeni estetik olanaklar ve kadrajlar arayan, toplumsal cinsiyetle belli bir nesneyi doğrudan örtüştürmeyen filmler benim için kuir. Gözümüzün alıştığı estetiği, sanatın da yeniden ürettiği kadın bedenine bakışımızı kıran ve tanımlanmış kimlikleri zıt taraftan okuyan her film bence kuir sinema kapsamına giriyor.

Stiletto Metin Akdemir’in 80’lerde çekilmiş filmlerdeki bazı sahneleri kuir bir bakış açısıyla yeniden performe ettiği Hayalimdeki Sahneler filmini hatırlattı. O belgeseli nasıl bulmuştunuz?

 Metin çok sevdiğim bir yönetmen, Hayalimdeki Sahneler’de önemli bir şey yapıyor. Ancak, kuire farklı yerlerden bakıyoruz. O kuiri daha çok kimlik bazında ele alıp bir kategori olarak anlatıyor filminde. Aslında, karşı çıktığı şeyi bir kimlik içinde yeniden performe ediyor. Orada bir ihtimalden ziyade bir filmin farklı bir cinsel yönelim üzerinden tanımlanmasını görüyorum. Bu da olabilir elbette, ama beni bir kadın ve bir erkeğin arasındaki ilişkiyi farklı toplumsal cinsiyet kalıpları içinde yorumlamak daha çok heyecanlandırırdı. Kuiri form ve estetik açıdan algılarsak Ömer Kavur’un Anayurt Oteli ve Gizli Yüz filmleri aklıma geliyor. Bana birçok şeyi çağrıştıran, ezberimi bozan filmler. Yüzün bir harita olması metaforu, yüzün sabit olmadığı, yaşayıp biriktirdiklerimizle değişip dönüştüğü fikri ve bunun görüntüleri sabitlemeye çalışan bir fotoğrafçı üzerinden anlatılması bence kuir bir yaklaşım.

Sizin hayattaki tercihlerinizi, bakış açınızı şekillendiren anlar nelerdi?

Öteki hissetme hali çocukluğumdan başlıyor. Rol modelim olan üç ablayla büyüdüm. Yılbaşlarında annemin ayakkabılarını, ablalarımın kıyafetlerini giyip aile karşısında şovlar düzenliyordum. Babam bunlara tepki vermiyor, ama kötü bakışlarla bakıyordu. O zamana kadar karşılaştırabileceği bir durum yaşamadığı için ne olduğunu algılayamıyordu. Babam dünyanın en tatlı insanı, Stiletto’yu da izleyip çok sevdi, ama o bakışlar bende hep kaldı. Ortaokul, lise ve sonrasında varoluşumu bulma çabasıyla bana benzer insanları aradım. Neler yazıp okuduklarını araştırdım, seçtiğim kitap ve filmlerden bir külliyat oluşturdum. Yaralarımız, travmalarımız bir çıkış noktası olabilir, ama bir şey üretmek için tek başına yeterli değil. Hepimiz yazıp çizerek varoluşumuzun cevabını, arıyoruz. Benim için de üretmek dünyadaki karşılığımı aramak anlamına geliyor.

Stiletto’nun Mubi’deki gösterimi devam ediyor

Stiletto’yu izleyen cinsel yönelimleri farklı seyircilerin yorumları da yönelimlerine göre farklılık gösteriyor mu?

Aslında, hetero olduğunu düşündüğümüz biri bir LGBTİ bireye nazaran daha özgün bir yerden bakabiliyor. Zira bizi özgürleştiren şey cinsel yönelimimiz veya kimliğimiz değil. Hepimiz bu toplumun içinde, homofobik kodlar eşliğinde büyüdük. LGBTİ olmak bizi bundan azat etmiyor. Örneğin, bir LGBTİ birey Hasan’ın gizli gey olduğunu düşünebilir, ancak bu kafamızdaki ilişkilendirme biçimlerine dayanan bir okuma. Ama hetero bir kadın veya adam “Adamın mutluluk kaynağı bu, niye illa bir şeye bağlıyoruz ki?” cümlesini kurabilir. Kimliklerimizle hareket ettiğimiz, kendimizi çıkış noktası sayıp dünyayı o pencereden yorumladığımız sürece bir şeyleri sabitlemeye devam edeceğiz. Bu çok sorunlu ve tehlikeli bir durum.

Hepimiz bu toplumun içinde, homofobik kodlar eşliğinde büyüdük. LGBTİ olmak bizi bundan azat etmiyor. Kimliklerimizle hareket ettiğimiz, kendimizi çıkış noktası sayıp dünyayı o pencereden yorumladığımız sürece bir şeyleri sabitlemeye devam edeceğiz. Bu çok sorunlu ve tehlikeli bir durum.

Akademik çalışmalar da yürütüyorsunuz. Akademik yazımın kesinliği ile sinemada aradığınız ihtimallere açık dil birbiriyle çelişiyor mu?

Tezim son yirmi yıldaki LGBTİ temsillerinin ulusal ve AB merkezli bir dramaturjide medyada nasıl bir sahnelemeye dönüştüğüyle ilgili. “Pembe yıkama” ve homonasyonalizm gibi kavramları kullanarak kuir teori perspektifinden analiz yapıyorum. Aslında, medya ve tiyatro disiplinlerinde ilgilendiğim alan niteliksel araştırmalara dayalı olduğu için yorum yapmaya daha açık. Akademinin çok da kuru bir çerçevesi olduğunu düşünmüyorum, beni sanatsal olarak besliyor. Ama senaryo yazarken dil ister istemez akademinin diline kayabiliyor. Ben de ara veriyorum, filmlere ve romanlara dönüyorum, kulağımı açıyorum. En büyük esin kaynaklarımdan biri annem, onun cümleleri, dünyaya bakışı ve önyargıları. O konuşurken bazen not alırım. Mesela, filmde Hasan’ın ağzından duyduğumuz “Kendimi mi sattım, adam mı öldürdüm?” onun lafı, annem dürüstlüğü böyle bir yerden tanımlar.

Filmin müziği de zihnimize kazındı; Kahtalı Mıçe nasıl dahil oldu?

Kahtalı Mıçe’nin Damımıza Kar Yağdı şarkısını bir oyuncu arkadaşım yollamıştı. Evde kendi kendime dans ettiğim, eğlenip güldüğüm bir şarkı. Melodisi kafamdan çıkmadı, sözleri de çok absürt. Neşesini ve hareketliliğini Hasan’ın dünyasına uygun gördüm. Hatta orijinal müzikleri yapan arkadaşımdan final için benzer bir beste yapmasını istedim, ama o şarkı aklıma o kadar kazınmıştı ki, arkadaşımın bestesine kıymak durumunda kaldım. Güzel denk geldi, filmde de “Bu zevk haftaya kaldı” gibi bir durum var. (gülüyor)

^