ADALAR’DA FAYTON KRİZİ

Yücel Göktürk
8 Ocak 2020
SATIRBAŞLARI

18 Aralık 2019 gecesi, Büyükada’da 81 at öldürüldü. Ertesi gün, kaymakamlık kararıyla, ruam salgını gerekçesiyle, Adalar’da atlı fayton seferleri yasaklandı ve bütün atların üç ay süreyle karantinaya alındığı açıklandı. Açıklamayla birlikte, “karantinanın güvencesi” için Adalar’a çevik kuvvet sevkedildi. Çok geçmeden İBB başkanı faytonların Adalar’da ulaşım aracı olmaktan çıkarıldığını, sadece 35 faytonun sembolik olarak bırakılacağını duyurdu. Birkaç yıldır faytonların kaldırılması için kampanya yapan hayvansever gruplar, 81 atın öldürülmesi üzerine İBB önünde başlattıkları “vicdan nöbeti”ni “sıfır fayton” talebine evriltti. Ve sorular sökün etti:
Ruam raporu niçin açıklanmıyordu? İsmen karantina olan uygulama neden fiilen atların ahırlara kapatılmasından ibaretti? 2863 sayılı yasa (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu) “Adalar’da ulaşım aracı atlı faytondur” derken, İBB başkanı aksini nasıl ilan edebiliyordu? Bu “operasyon” Adalar’ın motorlu taşıtlara ve imara açılmasının başlangıç adımı mı? Bunca yıldır faytonculuk niçin denetimsizdi, niye bir yönetmelik çıkarılmamıştı? Peki şimdi, atlar ne olacak? Ya faytoncular, onlar ne yapacak? Ve tabii Adalılar, onların ulaşım ihtiyacı nasıl karşılanacak? Dahası, seçim öncesinde “katılımcı demokrasi” bayraktarlığı yapan yerel yönetimler yerel halkı, sivil toplum örgütlerini, taban inisiyatiflerini bu kararların alındığı süreçlerden niçin dışladı, dışlıyor?
Bu cevapsız sorular eşliğinde, atlara ve faytonlara 16 maddelik bakış…

 

“Atlar-faytonlar konusuna şu klişeyle bakalım: ‘Arabayı atların önüne koşmamak’. Öncelik atlar. Ve her durum gibi, bunu da tarihselliği içinde görelim. Yalınkat, kestirmeci, toptancı söylemler ve ‘çözümler’ öldürücü. Güncel-somut sorunları nihai felsefi hedeflere kurban etmeyelim.”

25 Aralık 2019’da, 280 karaktere bu kadarı sığabilmişti. Şimdi geniş alanda bu tweet’in her cümlesini yeni baştan ele almakta fayda var. Madde madde ilerleyelim.  

1

“Klişe”den kasıt “düstur” aslında –ya da yöntem alfabesi. Her konuda öyle, atlı faytonlar konusunda hepten böyle: Öncelik (pratik anlamda) ve öncül (felsefi-teorik anlamda) atlar.

Atlar derken, hayali atlar, idealize atlar, doğada yaşayan vahşi atlar değil, insan toplumunda, somut koşullar içinde yaşayan faal sosyal varlıklar, canlılar olarak atlar.

Tarihsel olarak gelinen aşamada, atlar evcilleşmiş hayvanlar. Yani bakımları, sağlıkları, esenlikleri insanlara bağımlı varlıklar. Bu da insanların onlardan sorumlu oldukları anlamına geliyor.

Madem felsefe dedik, oradan devam edelim. Şu önermeden, “varoluş özden önce gelir”den baktığımızda, tıpkı insanlar gibi, atların da bir “öz”ü yok. Ve tıpkı insan türü gibi, atların da hem toplu hem tekil olarak tarihleri var.

2

Her durum gibi, bu durumu da tarihselliği içinde görelim: Tarihsel olarak gelinen aşamada, atlar evcilleşmiş hayvanlar. Yani bakımları, sağlıkları, esenlikleri insanlara bağımlı varlıklar. Bu da insanların onlardan sorumlu oldukları anlamına geliyor.

Tarihsel olarak gelinen aşamada, evcilleşmiş hayvanlar olarak atlar doğada kendi başlarına yaşayamaz. Doğaya bırakılmaları ölüme terk edilmeleri demek olur. İnsan eliyle bakılmaları, sağlık ve esenliklerinin insan eliyle sağlanması gerekir.

3

Sağlık ve esenlik dendiğinde, insanlarda olduğu gibi atlarda da, ilk sıralara yazılacak şey hareket. Yeterli hareket etmeyen, ettirilmeyen at ölüme mahkûm edilmiş demektir. Kuş uçar, balık yüzer, at koşar. Çeşitli tempolarda koşar; rahvan, tırıs, dörtnala… Sadece koşmaz, dolaşır ve yuvarlanır –dinlenmek ve temizlenmek gayesiyle. Ve oynar, hemcinsleriyle oynaşır, kimi zaman da dalaşır.   

Peki, koşmaya, dolaşmaya, yuvarlanmaya, oynamaya “mecbur” olan bu varlık çalışmaya-çalıştırılmaya da “mecbur” mu?

4

“Mecbur”lar tırnak içinde, zira ikisi farklı zaruretleri imliyor. İlki doğal, ikincisi sosyal. Sosyal dediğimizde de, her durumda olduğu gibi, bu durumda da kolay cevaplar yok. Eğer fantastik bir yalıtılmışlık ve ona eşlik eden spekülasyon (gündelik dilde “atmasyon”) ile iştigal etmiyorsak. Bu durumda da yalınkat, kestirmeci, toptancı söylemler ve “çözümler” öldürücü.

Felsefi bir hedef olarak, Adalar’da ve başka her yerde, faytonların kaldırılması ile güncel politik bir hedef olarak “faytonlara hemen, şimdi son verilsin” nasıl bir ilişki içinde? İlkine evet diyenin ikincisini de kabullenmesi mi gerekiyor? İlkine evet diyen ikincisine hayır diyemez mi? Derse kendisiyle çelişir mi?

İçinde yaşadığımız gerçekliği –bu bahiste atlarla birlikte yaşadığımız gerçekliği– ona tekabül eden çok-yönlü, çok-katmanlı yaklaşımla ele almak, çözümleri de o çokluk içinden üretmek gerekmiyor mu?

5

Başa dönelim. İnsanlar gibi, atların da bir “öz”ü yok, tarihleri var. Tarihsel olarak gelinen aşamada, atlar sadece evcil hayvanlar değil, çalıştırılan hayvanlar. Bu cari durum, kimi at severlerin şu ifadelerini doğrular mı: “Atlar hizmet hayvanıdır”, “atlar görev hayvanıdır.”

Tarihsel olarak gelinen aşamada, öyle. Peki, hep öyle mi kalmalı? 

At yarışlarından binicilik sporuna, kırsaldaki faaliyetlerden yük taşımacılığına, “hizmet-görev”e koşturulmalarını bir yana bırakalım, konumuz olan atlı faytonlara ve Adalar özeline bakalım.

Heybeliada’da faytoncular kooperatifinin toplantısı

6

İBB önünde “vicdan nöbeti” tutan, kendilerini hayvansever olarak niteleyen topluluğun “sıfır fayton” talep-sloganı şunu söylüyor: “Adalar’da atlı faytonlara son verilsin, hemen, şimdi.” Niçin? “Çünkü atlara eziyet ediliyor.”   

Felsefi bir hedef olarak, Adalar’da ve başka her yerde, faytonların kaldırılması ile güncel politik bir hedef olarak “faytonlara hemen, şimdi son verilsin” nasıl bir ilişki içinde? İlkine evet diyenin ikincisini de kabullenmesi mi gerekiyor? İlkine evet diyen ikincisine hayır diyemez mi? Derse kendisiyle çelişir mi?

Büyükada’da, bir gece ansızın 81 at öldürüldü. Gerekçe, “ruam hastalığı”. Ardından üç ay süreli karantina ilan edildi. Gerekçe, “ruam salgını”. Peki, bu teşhis nasıl kondu? Tarama, test usûlüne uygun yapıldı mı? Meçhul. Zira, ortada ruam raporları yok.

Felsefi hedef ile politik hedef hep eşanlı olmak zorunda mı? Felsefi olan “nihai” hedef, politik olan “güncel-somut” hedef olarak tanımlandığında, böyle bir ayırım yapıldığında, güncel-somut hedef ile güncel-somut durum nasıl bir ilişki içinde?

7

Güncel-somut duruma bakalım. Adalar ve atlı faytonlar dediğimizde, üç ayrı adadan ve iki durumdan bahsediyoruz: Büyükada, Heybeliada, Burgaz… Büyükada’daki durum ile Heybeli ve Burgaz’daki durum.

Büyükada’da turizm-plaka eksenli bir fayton sorunu yaşanıyor. Fayton sahiplerinin bir kısmı, taksi misali, plakalarını kiralıyor. Faytonculuk geleneğinden gelmeyen bu “kiracılar” ödedikleri kirayı çıkarmak ve kısa sürede azami kazanç elde etmek için atları ölesiye çalıştırabiliyor. Sosyal medyaya yansıyan, infial uyandıran görüntülerin bir kısmı, söz konusu atların ölesiye çalıştırılmalarının belgesi. Bir kısmı ise çeşitli niyetlerle tekrarlanan, atlara kötü muameleyle ilişkisi olmayan, ama o izlenimi veren görüntüler.

Ve tabii can alıcı boyut o görüntülerde görülmeyen iç ve dış turizm. Aşağı yukarı on yıldır, her yıl katlanarak artan ve Büyükada sakinlerini canından bezdiren turizmin, özellikle dış turizmin –tur operatörlerince pazarlanan cezbesinin– asli unsurlarından biri fayton turu. Tur demek uzun mesafe demek, ağır yük demek. Ve, ne kadar çok sefer, o kadar çok “taksimetre” demek.   

Bu duruma bir de “maksatlı denetimsizlik” boyutunu eklemek gerek. İfade ağır mı? Peki, niyet okumayalım, ineğin altında buzağı aramayalım, ama şu soruları nasıl izah edelim: Üç adada toplam 277 fayton, 1600 civarında at varken, niçin at sağlığı uzmanı tek bir veteriner yok? Ahırlar niçin sıhhi koşullara kavuşturulmaz? Ve dahası, ahırlarını iyileştirmek için girişimde bulunan at sahiplerine niçin izin verilmez, üstüne üstlük ceza kesilir? Faytonların yakın zamana dek her yıl yenilenen ruhsatları niçin birkaç yıldır yenilenmez? Her atın cinsini, yaşını, aşısını vb. içeren ve her yıl yenilenen “karne” uygulamasına üç yıldır “ara verilmiş” olması niye? Atlarına kötü muamele yapan, tarifeye uymayan faytonculara ve sürücülere niçin yaptırım uygulanmaz? Bütün bunları düzenleyecek bir yönetmelik, üstelik faytoncular tarafından talep edilirken, niçin hazırlanmaz, uygulamaya konmaz? 

Koşulların karantinanın “k”sıyla alâkası yok, dileyen gündelik giysileriyle ahırlara girebiliyor, atlarla temas edebiliyor. Herhangi bir tıbbi tedbir uygulanmıyor. Yegâne tedbir şu: Çevik kuvvet marifetiyle atların hareket etmesine, dolaştırılmasına engel olmak.

Ve bu arada, yasa dışı olmasına rağmen, binlerce (6-7 bin) plakasız akülü araca niçin göz yumulur ve böylece akülü araçlar teşvik edilir?                    

Ezcümle, Adalar’da denetimsizlik, sahipsizlik, yasa dışılık üçgeninde, üstelik sadece ulaşımda değil, her alanda, farklı ölçeklerde facialar yaşanıyor.  

Atlar ve faytonlar bahsinde, yukarıdaki sorular üç ada için de geçerli. Ama Büyükada ile Heybeliada ve Burgaz farklı ölçekler. Büyükada, sorunları bakımından da, ismi gibi. Heybeliada ve Burgaz’da ise ne öyle bir turizm basıncı var ne de öyle bir plaka piyasası. Faytoncuların hemen hepsi at sahibi; üç-dört kuşaktır faytonculuk yapan, atlarına gözleri gibi bakan insanlar. Zaten başka türlüsü de saçma olur. Faytonculuk atlarla kaim, atlar da iyi bakımla. Vurgulayalım: Büyükada’daki durum geleneksel faytonculuktan turizm-plaka eksenli bir sapma.

Heybeliada’da atların barındığı ahırlardan biri

8

Gelelim en sıcak güncel-somut duruma. Bilindiği üzere, Büyükada’da, bir gece ansızın (tam tarih vermek gerekirse, 18 Aralık 2019 gecesi) 81 at öldürüldü. Dört gün sonra da 24 at aynı kaderi paylaştı. Gerekçe, “ruam hastalığı”. Ardından faytonların sefere çıkması yasaklandı, üç ay süreli karantina ilan edildi. Gerekçe, “ruam salgını”. Peki, bu teşhis nasıl kondu? Tarama, test usûlüne uygun yapıldı mı? Meçhul. Zira, ortada ruam raporları yok. Faytoncular raporları talep etti, talepleri halen bürokrasi dehlizlerinde.      

Varsayalım, Büyükada’da ruam salgını gerçek. Peki, Heybeliada ve Burgaz’da durum ne? Faytoncuların beyanı: “Bize, ‘sizin atlarınız temiz’ dendi.” O atların sağlıklı olduğuna dair rapor var mı? O da yok. 

Peki o halde, Heybeliada ve Burgaz’da atlar niçin karantinada?

Ve tabii akıllara şu kritik soru düşüyor: “Lastik tekerlekli araçlar” düzenlemesiyle birlikte, Adalar’ın sit statüsü de değiştirilir mi? “Lastik tekerlekli araçlar” Adalar’ın motorlu taşıtlara ve imara açılmasına önayak olur mu? Bu soruya, “ne alâkası var” diyebilecek olan var mı?   

Dahası, “karantina” kamu otoritesinin ifadesi, gerçeğin karantinayla alâkası yok. Atlar ahırlara kapatıldı, tecrit edildi. Koşulların karantinanın “k”sıyla alâkası yok, dileyen gündelik giysileriyle ahırlara girebiliyor, atlarla temas edebiliyor. At sahipleri atların bakımını yapıyor. Herhangi bir tıbbi tedbir uygulanmıyor. Yegâne tedbir şu: Çevik kuvvet marifetiyle atların hareket etmesine, dolaştırılmasına engel olmak.  

Ve dahası, atların onca zaman (“üç ay”!) hareketsiz kalarak yaşayabilecekleri nasıl düşünülebildi? Hareketsiz kalan atların birkaç hafta içinde felç olacağını bilmek uzmanlık gerektirmezken… Nihayet, faytoncuların ve Adalıların tepkisi üzerine, atların ahırların çevresinde çok sınırlı ve namüsait bir alanda, yularlarından tutularak dolaştırılmalarına izin verildi, böylece felç olmaları önlendi. Ama atların sağlığı hareketsizlik ve kapalı alanda tutulmaktan günden güne kötüye gidiyor.  

9

“Ruam salgını” açıklamasının mürekkebi kurumadan, İBB başkanı Ekrem İmamoğlu, Adalar’da ulaşımın bundan böyle “lastik tekerlekli araçlarla” yapılacağını, sadece 35 adet faytonun sembolik olarak (turistik-nostaljik amaçla herhalde) bırakılacağını ilan etti, gönlünden geçenin “sıfır fayton” olduğunu ekleyerek.  

Peki, böyle bir yetkiye sahip miydi? Ortada bir kanun var, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu. O kanun özetle diyor ki, “Adalar birinci dereceden sit alanıdır, ulaşım aracı atlı faytondur”. Adalar’daki ulaşımın atlı faytonla değil, “lastik tekerlekli araçlar” ile yapılması için yasanın değişmesi gerekiyor. İBB başkanının böyle bir karar verme yetkisi yok. Değil İBB başkanının, cumhurbaşkanının da yetkisi yok. Yasanın değişmesi veya bir Kanun Hükmünde Kararname çıkarılması gerekiyor.

Yasayı değiştirirler mi, değiştirirler. KHK çıkarırlar mı, çıkarırlar. Anlaşılan o ki, öyle veya böyle, karar alınmış ve öyle veya böyle, oldubittiye getirip istim arkadan gelsin diyebilirler. 

Ve tabii akıllara şu kritik soru düşüyor: “Lastik tekerlekli araçlar” düzenlemesiyle birlikte, Adalar’ın sit statüsü de değiştirilir mi? “Lastik tekerlekli araçlar” Adalar’ın motorlu taşıtlara ve imara açılmasına önayak olur mu? Bu soruya, “ne alâkası var” diyebilecek olan var mı?    

10

“Faytoncular” deyip durduk, peki onlara ne olacak? Sadece mesleklerinden ve geçimlerinden değil, yaşam biçimlerinden olacaklar. Birçoğu için atsız bir hayat tahayyül ötesi. Atlar geçim kaynakları olduğu gibi, can yoldaşları aynı zamanda. Ömürleri atlarla haşır neşir geçen insanlardan söz ediyoruz.

Öfkeliler, kaygılılar, çaresizler. Öfkeleri itibarsızlaştırılmaya, adlarının işkenceciye, caniye çıkmasına. Sosyal medyadaki bombardımana, at düşmanı ilan edilmelerine, seslerini kamuoyuna yeterince duyuramamalarına. Bir toplantıdaki –ayniyle vaki– şu diyalog gayet sade bir özet veriyor. Bir faytoncu dinleyicilerden birine soruyor: “Beyefendi, siz ne iş yapıyorsunuz?” “Mühendisim.” “Peki, bütün mühendisler iyidir veya kötüdür diyebilir misiniz?”

En yakın vadedeki en yakıcı soru şu: Fayton devri kapandıysa, atlar ne olacak? Adalar’daki 1600 civarındaki at nereye gidecek? Duyumlara, gelen işaretlere bakılırsa, ülkenin çeşitli yerlerine, meçhul akıbetlere gönderilecekler.

Konuyla ilgili kurumlara da burunlarından soluyorlar. “Denetleyin dedik, denetlemediler. Yönetmelik çıkarın dedik, çıkarmadılar. Ahırları düzeltin dedik, düzeltmediler. Veteriner getirin dedik, getirmediler.”

Kaygılılar, çünkü atları ahırlarda kapalı, sağlıkları tehlikede. Faytonlar durduruldu, ama giderler berdevam. Faturalar, çocukların masrafları… Ve geçim kaygısını katmerlendiren belirsizlik ve ona eşlik eden çaresizlik duygusu.

Faytoncular, an itibarıyla, “emir demiri keser” durumunda. Kamu otoritesinin faytonculara açık açık söylediği şu: “Bu iş bitti, fayton devri kapandı. Kendinize yeni bir ekmek kapısı bulmak için İBB ile masaya oturun, sıkı pazarlık yapın.” Onlar da öyle yapıyor, elden geldiğince pazarlık ediyor. İlk şokla birlikte Adalar’daki sivil toplum ağlarıyla kurdukları ilişki, bu oldubittiye birlikte direnme arzusu saman alevi gibi parlayıp söndü. Nasıl sönmesin, bir faytoncunun deyişiyle, “aba altından sopa gösterildi”. Havuç da eksik kalmadı tabii, vaatlerin bini bir para.

Onlar da sivil toplum ağlarına “Şimdiye kadarki desteğiniz için sağolun, ama biz Oda’mızdan –İstanbul Faytoncular Odası– ayrı, farklı bir tutum alamayız” diyerek veda selamı verdiler. Bu arada, valilik de herhangi bir eyleme kalkışmadıkları için kendilerine teşekkür etti.    

Peki, Oda’nın tutumu ne? Geldikleri nokta, faytonculara “sürüden ayrılanı kurt kapar”, kamu otoritesine ve İBB’ye ise “boynumuz kıldan ince, bizi mağdur etmeyin” makamı. Hukuk mücadelesi, yürütmeyi durdurma davası açılması ise kâh öne çıkıyor kâh kenara itiliyor.     

11  

En yakın vadedeki en yakıcı soru şu: Fayton devri kapandıysa, atlar ne olacak? Adalar’daki 1600 civarındaki at nereye gidecek? Duyumlara, gelen işaretlere bakılırsa, ülkenin çeşitli yerlerine, meçhul akıbetlere gönderilecekler. Kimilerinin bir aralar sandığı gibi, doğaya bırakılıp özgürlüklerine kavuşmaları söz konusu değil. Ne öyle bir doğa var, ne de serbest bırakılan atların kendi başlarına hayatta kalma ihtimali. 

12

Tekrar başa dönelim, madde 2’ye.

Tarihsel olarak gelinen aşamada, atlar evcilleşmiş hayvanlar. Yani bakımları, sağlıkları, esenlikleri insanlara bağımlı varlıklar. Bu da insanların onlardan sorumlu oldukları anlamına geliyor.

Somut örneğimizde, Adalar’daki atlardan, onların sağlığından resmen sorumlu olan Tarım ve Orman Bakanlığı’na bağlı İl/İlçe Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü. Atlar için sağlıklı koşulları yaratmak ve uygulamayı denetlemek ise bakanlığın ve yerel yönetimin görev ve sorumluluğu.

Peki, bu kurumsal-idari sorumluluk şu güncel-somut durumda neler yapmayı gerektiriyor?

İlk akla gelen, atlarından ayrılmak istemeyen, onları meçhul akıbetlere göndermeye gönlü elvermeyen faytonculara imkânlar sağlanması. Öncelikle ahırların korunması ve iyileştirilmesi. Bununla birlikte, düzenli veterinerlik hizmeti verilmesi. Ve bununla birlikte, atlara hareket alanı, padok tabir edilen gezinti parkuru tahsis edilmesi.

 

Bunların takibi ve merkezi ve yerel yönetimlerin karar alma-uygulama süreçlerine müdahil olmak da sivil alandaki öznelerin hak ve sorumluluğu.

Devletin tepesinin “itibardan tasarruf olmaz” dediği, İBB başkanının “israfa son” diyerek seçim kampanyası yapmış olduğu bir dönemde, candan tasarruf yapılamayacağı, israfa son verilmesinden sağlanan tasarruftan atların payına da yaşam hakkı düşmesi gerektiği pek tabii ki ileri sürülebilir, sürülmeli –siyaseten ve mantıken. Ve tabii komik duruma düşmeyi de göze alarak, pekâlâ İBB’nin önünde bir “yaşam hakkı nöbeti” çadırı kurulabilir, meselenin yeniden müzakere edilmesinin kapısı zorlanabilir. Ve kim bilir, belki aralanabilir.   

Devlet ve yerel yönetim karşısında bir netice elde edilemeyecek olsa bile, belki sivil bir kampanyanın, dayanışmanın fitili ateşlenir, kim bilir? İmkânsız görünüyor olabilir, çıkmayan candan umut kesilmez.            

Atlardan sadece kamu kurumları, yerel yönetimler, at sahipleri, sivil toplum temsilcileri sorumlu değil elbette. Adalar’ın atlarının Adalar’da kalmasını ve bakılmasını isteyen tüm Adalar sakinlerinin de ellerini taşın altına koyması gerekmiyor mu?

13

At, bakımı masraflı bir hayvan, kedi-köpek onun yanında bedava kalır. Arpası, samanı, nalı, ahırı, veterineri, ilacı, seyisi… Ortaya çıkacak yüklü maliyet nasıl karşılanabilir? Devletten ve yerel yönetimden bir hayır gelmeyeceğine, sivil inisiyatiflerin taşıyacağı suyla da değirmen ilelebet dönemeyeceğine göre, ne yapmalı?

Buna kafa yoran faytoncuların ve Adalar sakinlerinin olurunu-olmazını tarttığı, tartıştığı taslaklar var: “Ahır turizmi”, binicilik kursları, atla terapi vb. Bunlar, tercihen hepsi bir arada, o maliyeti karşılayabilir mi? Diyelim, kâğıt üzerinde karşıladı… Organizasyon, işletme, yönetim gibi zaruretlerin altından kim, nasıl kalkacak? Mesele dönüp dolaşıp yerel yönetimlere geliyor. Ve yerel yönetimlere tazyik yapacak taban örgütlenmelerine ve derneklere, vakıflara, inisiyatiflere, ezcümle sivil toplum kuruluşlarına…

14

En başa dönersek… “Yalınkat, kestirmeci, toptancı söylemler ve ‘çözümler’ öldürücü” değil de ne? Buraya nasıl geldik: “Faytoncular atlara eziyet ediyor, zulmediyor, faytonlar kaldırılsın.” Bu söylem yükseldikçe ve yaygınlaştıkça, kimler ellerini ovuşturuyordu, tahmin etmek zor değil. Ağızları ensede fiyonk şimdi. Gelsin “lastik tekerlekli araçlar”, kalksın şu sit alanı-imar yasağı, açılsın rant kapıları. AKP’nin yetkili ağızlarının, çok değil üç-beş sene önce ortaya attığı “Adalar’a otoyol köprüsü yapalım”, “Adalar’ın nüfusunu 20 binden 80 bine çıkaralım” gibi cin fikirler bugünlerde yeniden ısıtılıyor.

Felsefi bir hedef olarak, Adalar’da ve başka her yerde, faytonların kaldırılmasını benimseyenler, bu olup bitenleri ve kısık ateşte pişirilenleri onaylayabilir mi? Güncel-somut sorunlar nihai felsefi hedeflere kurban edilebilir mi? “Edildi bile” diyenleri haksız çıkarmanın bir yolu yordamı yok mu?    

15

Tekrarda sakınca yok, güncel-somut sorunların en başında atların ölüm-kalım meselesi var. Karantina adı altında atların ahırlara kapatılmasına, hareket etmelerinin –cezaevinde maltaya çıkarılan mahkûmlar misali– neredeyse “volta atma” ile sınırlandırılmasına ya da karantinanın sonlandırılıp atların meçhul bir akıbete postalanmalarına göz yumulabilir mi?

Atlar ölüme terk edilirken “Kültür ve Tabiat Varlıklarının Korunması Kanunu” hiçe sayılıp Adalar’daki ulaşımın bir oldubittiyle akülü araçlara havale edilmesine, bunun motorlu taşıtların ve imar rantının önünü açacak olmasına çanak tutulabilir mi? Bir mesleğe, bir yaşam biçimine emrivakiyle son verilmesine seyirci kalınabilir mi?

Bu denli kritik adımlar Adalar halkını karar süreçlerinden dışlayarak atılabilir mi? Bu sorulara olumlu cevap verilebilir mi?     

16

Bunca söze bir değil, iki son söz gerekiyor. Önce, şu ünlü söz: Tarihi insanlar yapar, ama seçtikleri koşullarda ve canlarının istediği, gönüllerinden geçtiği gibi değil, verili koşullar altında. Ve Latife Tekin’in Express dergisinin kış sayısındaki söyleşisine başlık olan şu sözü: Somut durumun somut mücadelesi.

^