17 YAŞINDA SİYAH, EŞCİNSEL VE MÜLTECİ OLMAK

Söyleşi: Nagehan Uskan
31 Temmuz 2020
SATIRBAŞLARI

Tobi cinsel kimliğinden dolayı ölümün kıyısından döndüğü Uganda’yı terk etmek zorunda kalan 17 yaşında bir genç. Türkiye üzerinden eza cefa Midilli’ye atmış kendini. Midilli-Moria kampının şiddet yüklü sert şartlarında sığınma başvurusunun sonlanmasını bekliyor. Tobi’den ürpertici güzergâhını, sığındığı kitapları, gelecek beklentilerini dinliyoruz.
Bruce Clarke, Kim Korkar Hain Kurttan?

Ne oldu, nasıl oldu da yolun buraya, Moria’ya düştü?

Tobi: Midilli’ye dört ay önce geldim. Uganda’da lisede okuyordum. Okulumu, ailemi ve ülkemi eşcinsel olduğum için terk etmek zorunda kaldım. Uganda eşcinseller için çok tehlikeli bir ülke. Şu an idam yasası gündemde. Toplumsal baskılar yüzünden eşcinsellerin hayatı tehlike altında. İnsanlar taşlarla saldırıyor. Polis müdahale edince tutuklanan eşcinseller oluyor. Her yıl çok sayıda eşcinsel katlediliyor, devlet kılını kıpırdatmıyor. Erkek arkadaşım gözlerimin önünde linç edildi. Ben de tutuklanacaktım, ama anneannem polislere rüşvet verdi ve erkek arkadaşımın beni ilişkiye zorlandığını söyledi. Anneannem dışında ailem beni reddetti. Ardından kilisede, herkesin önünde şeytan çıkarma ayini düzenlendiler. Artık herkese “düzgün” biri olduğumu söylüyordum. Ama sonra sevgilimle gördüler. Hiç şansım kalmamıştı. Teyzemin yardımıyla Türkiye vizesi aldım. Teyzem eşcinselliği tasvip etmese de canımı kurtarmamı istiyor. Türkiye’nin güvenli olduğunu düşünüyordu. Cebime 1200 dolar koyup beni İstanbul’a gönderdi.

İstanbul’da neler yaşadın?

7 Mart cumartesi günü vardım İstanbul’a, pazartesi sığınma başvurusu yapacaktım. Aksaray’da kalacak yer arıyordum. İngilizce bilen birilerini bulmaya çalıştım. Siyah giysili iki kişi yanıma yaklaştı, sanırım polistiler. Benimle Türkçe konuşuyorlardı. Pasaportumu alıp beni bir arabaya bindirdiler. Arabada biri siyah, diğeri sanırım Suriyeli iki kişi daha vardı. Üçümüz de nereye gittiğimizi bilmiyor, el kol işaretleriyle anlaşmaya çalışıyorduk. Bizi otogar gibi bir yere götürüp siyah bir otobüse bindirdiler. Binerken görevliden pasaportumu geri vermesini istedim. Hafiften kırlar düşmüştü saçlarına. Beni ittirip otobüse binmemi işaret etti. Otobüs göçmenlerle doluydu.

Çanakkale’de bizi Midilli’ye götürecek kaçakçı bin dolar istedi, pazarlıkla 800 dolara indirdim. Deniz çok dalgalıydı, uçsuz bucaksız görünüyordu. Bize verdikleri bot oyuncak gibiydi. Hava çok soğuktu. Gece bir ayağım neredeyse dondu. Üzerime örtecek bir şey yoktu.

Otobüs sizi nereye götürdü?

Uzun süre gittik, zaman kavramını yitirdim. “Otobüsten inin” dediklerinde tekrar pasaportumu sordum, anlamadılar. Edirne sınırına, Pazarkule’ye gelmişiz. Sınırı gösterip el kol hareketleriyle “uzaklaşın” dediler. Bahçelerden, tarlalardan geçtik, epey yürüdük. Diğerlerini takip ediyor, nereye gittiğimi bilmiyordum. Yaklaşık otuz kişiydik. Sonra aramıza başkaları da eklendi. Bir benzin istasyonunda durduk. Polisler vardı. Galiba orası sınırdı. Sanırım iki sınır var. Önce birini, sonra diğerini geçiyorsun. İlkini kolay geçtik. İkinci sınırı geçmeyi umarak dört gün bekledik. Ne olup bittiğini anlamıyordum. Bir minibüsten çay, ekmek, yemek dağıttılar. Büyük ihtimalle dayanışmacı gruplardı. Akşamları ateş yakıp etrafında oturuyorduk, ama ısınamıyorduk. Sabah olunca tekrar ikinci sınıra yöneliyorduk. Hastalandım, hiç alışık olmadığım bir soğuk vardı. Battaniye yoktu, yanımda bir şey getirmemiştim. İkinci sınıra doğru gidip dönenler oluyordu. Türk polisi ise orada kalmalarını istiyor, geri dönmelerine izin vermiyordu. “O zaman açın ikinci sınırı gidelim” diyorduk. İkinci sınır gerçek sınırdı.

Pazarkule’de dört gün bekledikten sonra ayrılmaya nasıl karar verdin?

Dördüncü gün İngilizce bilen bir Suriyeli arkadaşla tanıştım. Ailemi sordu, yalnız geldiğimi söyledim. Nereye gitmek istediğimi sordu. “Hiçbir fikrim yok, artık pasaportum da yok” dedim. “Türkiye’de kalman imkânsız, ben bir kaçakçı buldum, Yunanistan’a geçeceğim, benimle gel” dedi. Mantıklı geldi. Soğuğa artık dayanamıyor, kendimi güvende hissetmiyordum. Yunanistan fikri cazip geldi.

300 dolar ödeyip Edirne’den Çanakkale’ye geçtim. Arabada üç kişiydik. Yol üzerinde çok fazla polis kontrolü vardı. Bu yüzden yolculuk iki gün sürdü. Çanakkale’de bizi Midilli’ye götürecek kaçakçı bin dolar istedi, pazarlıkla 800 dolara indirdim. Pazarkule’den benimle birlikte gelenlerin yeterli parası yoktu. Çanakkale’de bekleyen başka göçmenler de bize katıldı. Deniz çok dalgalıydı, durulmasını bekledik, hava çok soğuktu. Gece bir ayağım neredeyse dondu. Üzerimi örtecek bir şey yoktu.

Bruce Clarke, Kötü Ruhlara Karşı

Nasıl bir gruptunuz?

Dokuz kişiydik. Benim dışımda herkes Afganistan’dandı. Sadece biri çok az İngilizce biliyordu, kimseyle iletişim kuramıyordum. Denizi geçme çabası tam bir çılgınlıktı. İlk denemede Yunan Sahil Güvenliği bizi geri püskürttü. Megafonla geri dönmezsek teknemizi devireceklerini söylediler. Biz reddedince botu kullanan göçmenin bacağına ateş etmekle tehdit ettiler. Mecburen geri döndük.  Türk Sahil Güvenlik ekiplerini aramışlar. Ama onlardan kaçmayı başardık. Sonra kaçakçı daha hızlı bir tekne buldu. Bu sefer gece yola çıkmaya karar verdik. Yüzmeyi az biliyorum, bu yüzden çok korktum. Deniz uçsuz bucaksız görünüyordu. Bize verdikleri bot oyuncak gibiydi. Karşıya geçmemiz 45 dakika sürdü.

Adaya vardığınızda yardım bulmanız kolay oldu mu?

Midilli’nin kuzeyinde kayalık bir yere vardık. Kaçakçımız adaya varır varmaz polisi aramamızı söylemişti, kayıt işlemlerimizi yapmaları gerekirmiş. Polisle deneyimim pek iyi  değil, o yüzden aramaya çekiniyordum, çok gergindim. Etraf ıssızdı, telefon çekmiyordu. İki saat yürüdük, gece 1 olmuştu. Adım atacak halimiz kalmamıştı. Sonra polisi aradık, Frontex bizi geçici bir alana aldı. Artık soğuğa alışmış gibiydim. Sabah BM Mülteciler Yüksek Komiserliği çadır verip bizi bir plaja yerleştirdi. Covid-19 testlerimiz yapıldı, hepimiz negatif çıktık. Yine de plajda karantinada kaldık. Başka bir plajda kalabalık bir göçmen grubuyla birlikte iki büyük çadıra yerleştirdiler. Çadırda 15 kişiydik. Yan çadıra da 17 kişi vardı. Göçmenler çoğunlukla Afganistan’dandı, az sayıda Suriyeli vardı. Tek Afrikalı bendim. Burada sonra en yakın arkadaşım olacak Ali’yle tanıştım. Suriye’den kız kardeşiyle birlikte göç etmiş. Arkadaş demek eksik kalır, o benim için tam bir kardeş oldu.

Kaldığımız plajdan çıkma iznimiz yoktu. Lavabo, tuvalet yoktu. Ateş yakarak ısındık. En büyük sorun akşamları bastıran soğuk ve nemdi. Bazen çok rüzgârlıydı. Bu durumu en iyi nasıl değerlendirebilirim diye düşündüm. Çözümü kitaplarda buldum.

Plajda ne kadar süre kaldınız?

İki hafta geçti, ne zaman gideceğimizi soruyorduk, kimseden cevap yoktu. Sonra soru sormaktan vazgeçtik. Geceler çok soğuktu, ama Pazarkule’deki dramla burayı karşılaştıramam. Her gün üç öğünü ve suyu bir seferde veriyorlardı. Yemek yeterli değildi, ama adanın diğer kıyılarında çadırsız ve yiyeceğe ulaşamayan insanlar olduğunu biliyordum. O yüzden çok da şikâyet etmedim halimden. Lavabo, tuvalet yoktu. Ateş yakarak ısındık. En büyük sorun akşamları bastıran soğuk ve nemdi. Bazen çok rüzgârlıydı. Plajdan çıkma iznimiz yoktu. Bu durumu en iyi nasıl değerlendirebilirim diye düşündüm. Çözümü kitaplarda buldum.

Kitaplara nasıl ulaştın?

Dayanışmacı arkadaşlar sık sık getiriyordu. Aslına bakarsan, plajdaki günlerde pek sıkılmadım. Güzel bir yerdi, uzun uzun okuyacak köşeler keşfettim. Gündüzleri okuyup akşamları dinlendim. Bazen akşamları telefondan e-kitap da okuyordum. Sağ olsunlar, telefonlarımızı şarj ediyorlardı.

Hangi kitapları okudun?

İlk okuduğum, aynı zamanda en sevdiğim kitap A Thousand Splendid Suns (Bin Muhteşem Güneş – Khaled Hosseini) oldu. Melissa Gunther’in The Book in the Attic’i (Tavan Arasındaki Kitap) de güzeldi. Hakeza Neil White’ın Next to Die  (Ölümün Kıyısında) romanı. Kitapların çoğu suç üzerineydi. Okuması çok zevkli bir tür. Avustralyalı Greig Beck’in Beneath the Dark Ice’ı (Karanlık Buzun Altında) mesela. J.D. Salinger’in Gönülçelen’i çok iyiydi. Charles Dickens’ın Büyük Umutlar romanını da okudum. Ama Moria’da kitap okumak o kadar kolay olmadı.

Bruce Clarke, Kaçmanın En iyi Yolu
 

Moria’ya ne zaman transfer oldunuz?

Bir gece saat üç gibi uyandırdılar. “Birkaç dakikanız var, eşyalarınızı toparlayın, sizi Moria’ya transfer ediyoruz” dediler. Plajdan ayrıldığımız için mutlu ve heyecanlıydık. Ama Moria’yı görünce “aslında plaj ne güzelmiş” dedik. Ne de olsa plajda bir kavgaya, bıçaklamaya şahit olmamıştık. Sakin ve sessiz bir yerdi. Sessizliği çok severim. Sakin ortamlarda insan daha rahat okur. Moria utanç verici bir yer. İlk gördüğümde ağlamaya başladım. Çok yalnızdım. Daha iyi bir yer hayal ediyordum. Her şey çok yavaş ilerliyordu. Kimliğim olmadığı için işlemler iyice uzadı. 18 yaşından küçük olduğumu ispat edemedim. Covid-19 önlemleri yüzünden yeni edindiğim arkadaşlarımı göremedim. Onlara en çok ihtiyaç duyduğum dönemdi. Kampta herkes aç ve öfkeli görünüyordu. Bakışlarından korkuyordum. İlk başta çok korktum. Seni kampa öylece bırakıyorlar. Nerede kalacağımı bile söylemediler. Herkes ayrı bir dil konuşuyor. Farsça, Arapça, Fransızca… O gün yemek sırasında ilk kavgaya tanık oldum. Kavga çok büyüdü. Polisler hiçbir şey yapmıyordu. O sırada yanımda karantina sürecinden bir arkadaş vardı, o da çok korktu. Beni tutup geriye çekti.

Kalacak yer nasıl buldun?

Bir arkadaş beni Eurorelief adlı STK’ya götürdü. Ama maalesef yaşımı kanıtlayamadım. Pasaportumu göstermediğim sürece 18 yaşından büyük sayılacağımı söylediler. Teyzem doğum ve öğrenci belgelerimi yolladı, avukatım epey uğraştı, şimdi 17 yaşında olduğum tasdik edildi. Transfer edilmeyi bekliyorum.

Peki nerede kalıyorsun?

Önce Afgan arkadaşların bulunduğu bir çadıra yerleştirildim. Bana iyi davranıyorlardı. Ailem gibi oldular. Ardından o çadırdan iki kişiyle küçük bir çadıra geçtik. Çok küçük ve rahatsızdı. Yazlık çadır. Gündüzleri sıcaktan kaynıyor. Sabah daha sekizde deli gibi terliyorsun. En azından kitap okuyabilecek bir ortama ihtiyacım vardı. Ama çadırda mümkün değildi. Dışarı çıkmak ayrı bir sorun, çünkü Moria’da kaldığım kısımdaki Afganlarla düşünme ve yaşama biçimlerimiz çok farklıydı. Tek Afrikalı bendim. Birçoğu beni sevmedi, kabul etmedi. İlk akşam dört kişi beni uyandırıp dövdü. Sonra Afgan bir arkadaş anlattı. Meğer birkaç gün önce Kongolu bir gençle Afgan bir çete arasında kavga çıkmış. Rövanş almaya gelmişler. Niye Afganlarla kaldığımı sordular. Çete üyeleri bu bölgede kalmamı istemiyordu. İlerleyen günlerde beni buldukları yerde dövdüler. Bütün eşyalarım çalındı. Bir gün haftalık yiyeceğimi çaldılar. Defalarca yemeğimi elimden aldılar. Yalnızken hep başıma bir şeyler geldi. Bir seferinde çok fena dayak yerken aralarından birine sıkı bir yumruk attım. Sonra kaçtım. Keşke böyle olmak zorunda olmasaydı. İnsan birini neden döver?

Moria utanç verici bir yer. İlk gördüğümde ağlamaya başladım. Daha iyi bir yer hayal ediyordum. Kampta herkes aç ve öfkeli görünüyordu. Bakışlarından korkuyordum. İlk akşam dört kişi beni uyandırıp dövdü. Bütün eşyalarım çalındı. Bir gün haftalık yiyeceğimi çaldılar. Defalarca yemeğimi elimden aldılar.

Çadırı paylaştığın Afganlar bu duruma nasıl tepki gösterdi?

Seni gerçekten çok seviyoruz, bir aile gibiyiz. Ama burada güvende değilsin. Sen güvende olmadığın sürece biz de güvende değiliz. Bize de sataşabilirler” dediler. Onlarla kaldığım için onları da tehdit ediyorlarmış. Bir STK’da çalışan arkadaşımın yardımıyla bir konteynıra yerleştim. Orada tüm arkadaşlar Batı Afrika’dan. Uyum sağlamak daha kolay oldu. Biraz dil konusunda sıkıntı yaşıyoruz. Ama en azından rengim yüzünden yargılanmıyorum, aralarında kendimi daha iyi hissediyorum. Normal bir insanmışım gibi davranıyorlar. Eşcinsel olduğumu elbette açıklamadım.

Artık kendini güvende hissediyor musun?

Elbette hayır. Ortak alanlar dahi güvenli değil, yemek, tuvalet sırası… Hayatımız pamuk ipliğine bağlı. Çeteler konteynırında bile saldırabiliyor. Bir arkadaşım bu şekilde yaralandı. Belki de sırada ben varım. Geçen gün Fildişi Sahilli bir arkadaşımızı bu şekilde kaybettik. Oysa hiçbir kavgaya karışmamıştı bile. Burada kimseyi suçlamıyorum, Afganlar suçlu demiyorum. Farklı yerlerden, farklı geçmişlerden geliyoruz, ama hepimiz mülteciyiz. Bir mülteciyi başka mülteciye düşman eden koşullara akıl erdiremiyorum. Olumlu düşünmeye çalışıyor, hayata odaklanıyorum. Bir ay sonra yapılacak mülakata çalışıyorum. Umudumu korumak istiyorum. Lesvos LGBTQ+ dayanışma grubu bana büyük destek oldu.

Bu grupla nasıl tanıştın?

Kendimi iyi hissedeceğim bir ortama ihtiyaç duyuyordum, bir arkadaşım vasıtasıyla gruba ulaştım. Benimle aynı duyguları paylaşan insanlarla biraraya gelirsem işlerin daha iyi gidebileceğini düşünmüştüm. Hakikaten de öyle oldu. Hayatımda ilk defa bir LGBTQ+ grubunun parçasıyım, ilk defa eşcinsel olduğumu açıkça paylaşabiliyorum. Sırf bu bile dünyalara bedel, inanılmaz geliyor. Hâlâ Moria’da en yakın arkadaşlarıma bile eşcinsel olduğumu söyleyemiyorum. Grubu çok seviyorum, sadece onların yanında kendim oluyorum.

Moria kampında yaşamı katlanabilir kılan şeyler var mı?

Kitaplar beni başka dünyalara götürüyor. Moria’da olduğumu unutup kendimi hikâyelere kaptırıyorum. Ama Moria’da sessiz, kitap okumaya elverişli bir yer bulmak çok zor. Kitap okumak için yalnız kalman gerekir, ama yalnız kalırsan kesin saldırıya uğrarsın.


Bruce Clarke, Daha Hızlı, Daha Yüksek, Daha Güçlü
 

Adaya geldiğinden beri Avrupa hakkında düşüncelerinde değişiklikler oldu mu?

Avrupa ya da başka bir yer, en önemlisi güvende hissetmek. Yoksa hiçbir şey yapamazsın. İç huzurundan, hareket özgürlüğünden değerli bir şey var mı? Eğer bu adada güvende olacaksam, başka bir yere gitmeyi istemem. Kamp dışında adayı seviyorum. Çok iyi arkadaşlar edindim. Dünyanın geri kalanıyla ilgili pek bilgim de yok zaten. Yolda yürürken kimsenin bana sataşmaması, hayatına normal biçimde devam edebilmek, bunlar çok önemli. Adada ırkçı saldırılar olduğunu duydum, ama benim başıma gelmedi. Hastaneye gittiğimde biri laf attı, ama o da bir kulağımdan girip diğerinden çıktı. Dokunmadıkları sürece sorun yok. Arkadaşlarım uzak durmam gereken bazı yerler konusunda beni uyardı. Bu uyarılar çok değerli.

Gelecekle ilgili bir planın ya da hayalin var mı?

Üniversiteye gitmek istiyorum. Yeterli donanıma sahip olmadığımın farkındayım. En çok da yazılım mühendisi olmak istiyorum. Aslında hayat normal devam etseydi şu an okulda olacaktım. Okulu özledim. Başımdan geçenleri kimsenin yaşamasını istemem. Kimse ülkesinden ayrılmak, tehlikeli bir yolculuk yapmak zorunda kalmasın, her gün kan görmesin, psikiyatrinin acil servisine sevk edilmesin. Herkes normal bir hayat sürebilsin. Vardığım sonuç şu: İstediğin kadar uğraş, kendinden başka biri olamazsın. Neysem o olmaya devam edeceğim. Aslında ülkem şahane bir yer. Ama ülkemde seninle şu anki gibi oturamadım. Neden? Belki de bu kadar okumamalı, futbol oynamalı, arkadaşlarımla gezip tozmalıyım. Kendimi bildim bileli saklanıyorum. Şimdi burada yine saklanıyorum, siyah, eşcinsel ve göçmen olduğum için kapatılıyorum. Aslında insanları çok seviyorum. Yunanistan’da her şeye rağmen özgürlük hissine dair bir fikir oluştu kafamda. Eğer ülkem Yunanistan gibi olsaydı, oradan ayrılmazdım. Ailen tarafından reddedilmenin ne kadar ağır bir şey olduğunu kimse tahmin edemez. Eskiden bazen Katolik kilisesine giderdim, şimdi dine yönelik sevgimi yitirdim. Sırf birini sevdiğin için neden seni öldürmek isterler? Neden taşlarlar, neden döverler? Neden idam ederler?

^