İRAN’DAN MİDİLLİ’YE UZANAN ÜÇ GÖÇMEN HİKÂYESİ

Söyleşi: Nagehan Uskan
15 Aralık 2018
SATIRBAŞLARI

İman, Armin, Emin… İran’ın üç farklı şehrinden üç farklı etnik kimlik, üç farklı hayat. Üçü de ülkelerini terk etmek zorunda kaldı, şimdi aynı yerde, aynı hayatı yaşıyorlar. “Hayat” ve “yaşamak” lafın gelişi. Her merhalesi ayrı bir dehşet uğrağı olan yolculuklarının şimdiki istasyonu Midilli adasındaki Moria mülteci kampı. İnsanı insanlığından utandıran muamelelerle ve azınlıkta kalsa da göz yaşartıcı dayanışmalarla örülü öykülerini dinlemek üzere İman, Armin ve Emin’e bağlanıyoruz.   
Nizar Ali Badr

 

Midilli’ye gelmeden önce İran’da nasıl bir hayatınız vardı?

İman: Kirmanlıyım. 28 yaşındayım. 15 aydır adadayım. Göçmen statüsünü altı ay önce aldım. İran’da uzun yıllar tiyatroyla ilgilendim. Hâlâ oyunlar, şiirler yazıyorum. Tiyatro nedeniyle üzerimde İslâmi baskı hiç eksik olmuyordu. Bağımsız bir grubumuz vardı, tiyatro derslerini de hesaba katarsak karınca kararınca geçiniyordum. Baskılar yüzünden işime devam edemedim. Grubumuzun çalışmaları engellendi. İran’da bağımsız tiyatro yapmak için büyük bir mücadeleyi göze almak gerekiyor.

Armin: 31 yaşındayım. Urmiyeliyim, Kürdüm. Üniversitede bilgisayar eğitimi aldım. Yüksekova’ya komşu, Kürtlerle Azerilerin beraber yaşadığı Derbest köyünde yaşıyordum. Türkiye’den mal alıp satıyordum. İyi para kazanıyordum.

Emin: 27 yaşındayım. Gülistanlıyım, Azeriyim. Hukuk okudum. Piyano, vurmalı çalgılar ve gitar çalıyorum. Dört yıl İran sinema ve televizyon sektöründe çalıştım. Üç ay önce adaya geldim. İran’da ailemin beklentileri ve hayallerim arasında gidip gelen ikili bir yaşamım vardı. Ailem yasaklarla ve kurallarla çerçevelenmiş bir hayat sunuyordu. Okumak istiyordum. Hukuk fakültesine birincilikle girdim. Üniversitede yıllar boyunca hiçbir şeyi kendi bakış açımla değerlendiremediğimi fark ettim. Ama üniversite de beni hayal kırıklığına uğrattı. Din ve mezhep odaklı bir eğitim vardı. Müzik ve sinemayla iç içeydim. Konserler veriyor, birçok sanatçının orkestrasında yer alıyor ve televizyon programlarında çalıyordum. Bazı dizilerin müziğini besteledim.

İman: Göçmenlerin eşit haklardan yararlanmaları gerektiğine dair dağıttığım bildiriden beş ay tutuklu kaldım. Akla gelecek tüm işkenceleri uyguluyorlardı. En az 16 yıl hapis cezası alacağımı öğrenince Türkiye’ye geçtim.

Neden ülkenizi terk etmeye karar verdiniz, Türkiye’ye nasıl gittiniz?

Nalan Yırtmaç, Otoportre

İman: Tiyatro dışında yoksullara yardım ediyordum. Bir gece Kirman’da, İran’a sığınmak isteyen mültecilerle tanıştım. Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve Filistin’den gelmişlerdi. Geri gönderilmekten korkuyor, şehre inip yiyecek alamıyorlardı. Onlarla sabahladım. Bazı zenginleri onlara yardım için ikna ettim. Bir ay boyunca göçmenlere yardım götürdük. Polisin haberi yoktu. Ardından üniversitelerde göçmen sorunuyla ilgili bildiri dağıtmaya başladım. Bildiride, dine bu kadar önem veren ülkede din kardeşlerinin yalnız bırakılmasına dair bir isyan vardı. Göçmenlerin İran’da eşit haklardan yararlanmaları gerektiğini yazdım. Göçmenleri yurtsuz bırakan savaş politikalarını sorguladım. Medyada göçmenler hakkında söylenenlere inanmamamız gerektiğini, ülkelerinden ayrılma nedenlerini bizzat onlardan dinlememiz gerektiğini anlatmaya çalıştım. Bildiriyi dağıtmamdan beş ay sonra İran İstihbarat servisi VAJA tarafından tutuklandım. Beş ay tutuklu kaldım. Durmadan hangi örgüte üye olduğumu soruyorlar, gözlerim bağlı, akla gelecek tüm işkenceleri uyguluyorlardı. İran liderine hakaretle suçlandım. Oysa bildiride yazan her şey gerçekti. İşkenceye daha fazla dayanamadım. Bir örgüte üye olduğumu söyledim. Gözlerim bağlı, aldıkları yere bıraktılar. Hastaneye gitmeye korktum. Mahkeme kararım henüz verilmemişti. Tanıdığım bir avukatı aradım. En iyi ihtimalle 16 sene hapis yatacağımı söyledi. Bir gece bir kaçakçıyla beraber Türkiye’ye geçtim. Sınıra ulaşıncaya dek kilometrelerce yürüdük, yanımdaki Afgan aile dayanamadı, birkaç aylık bebeklerini kırlık bir alana bıraktı. O an deliye döndüm, yaşadığım en derin acılardan biriydi, koşarak bebeği kucağıma aldım. Türkiye sınırına kadar bebekle yürüdüm.

Emin: Aklıma takılan her soruyu üniversitedeki hocalarıma soruyordum. Cevaplarının aileminkinden pek farkı yoktu. İslâm dışındaki dinlerle ilgili bilgi edinmek istiyordum. Etrafımda Zerdüştler ve Hıristiyanlar vardı. Onlardan öğrendiklerimi bir hocamla paylaştım. Bana “sen kafirsin, ateistsin” diye bağırdı. Mantıklı sorularıma cevap veremiyordu. İki hafta üniversiteden uzaklaştırıldım. Tüm öğrencilerin önünde özür dilememi istediler. Okuldan ayrılmayı göze alamadığım için özür diledim. Hocam gizlice sesimi kaydetmiş ve polislere dinletmiş. Onlara ateist olduğumu söylemiş. İran istihbarat servisine götürüldüm. Gözlerimi bağladılar. Bir adam beni saatlerce dövdü. Niye vuruyorsun diye sorduğumda, “Sen İslâm’la alay ediyorsun, ateizm propagandası yapıyorsun” diye bağırıyordu. Dört gün gözaltında kaldıktan sonra mahkemeye çıktım. Bir sürü iftira atmışlar. Hâkim iyi bir insana benziyordu. Sonunda biri beni anladı diye hayallere kapıldım. Meğer üniversitede bir örgüte üyeymişim, ateizm propagandası yapıyormuşum. On yıl hapis, 85 kırbaç cezası aldım. 85 kırbacı yedim. İki yıl tutuklu kaldım. Ardından serbest bırakıldım, ama on yıllık cezaya itirazım kabul edilmedi. O gece benimle aynı isimli kuzenimin pasaportuyla Türkiye’ye geçtim. Yalova’daki teyzemin yanına yerleştim. Orada çalışıp yaşamayı çok istedim. Önce bir ayakkabı fabrikasına girdim, ama patron maaşımı vermedi. Sonra teyzem İsveç’teki oğlunun yanına gitmemi önerdi. Kuzenim telefonda orada iş imkânı olduğunu söyledi. Kararsız kaldım. Teyzem İran’la Türkiye’nin arasının iyi olduğunu ve beni her an sınırdışı edebileceklerini söylüyordu. İki ayın ardından Avrupa’ya gitmeye karar verdim.

Armin: İran’da ticaret yapıyor, rahat yaşıyordum. 2008 meclis seçimleri sırasında bizim bölgede, Batı Azerbaycan eyaletinde, Kürtler ve Azeriler arasında rekabet yaşanıyordu. Bir Kürt adayın fotoğrafını arabama asmıştım. Bu konuda yasak yoktu. Ama bir Kürt partisini desteklemem bir polisin sinirini bozdu, beni karakola götürüp dövdü. Üç gün tuttular. “Kürtsün, PKK’lisin, PJAK’lısın” diye suçladılar. Dokuz ay tutuklu kaldım. Amcalarımdan biri general, o kefil oldu, annemi görmek için üç günlüğüne hapisten çıktım. Hemen Türkiye’ye kaçtım. Zaten köyümüz Yüksekova’ya çok yakın. Hasandere kapısından girdim. Kaçakçıya 100 dolar verdim. Benimle birlikte kaçanların çoğu İranlıydı. Türk askeri bizi yakalayınca “Afganım” dedim. Geçmeme izin verdiler. İranlı olduğunu söyleyenler geri çevrildi. Hakkâri’den Van’a, ardından Ankara’ya, orada biraz çalışıp İstanbul’a, nihayet Antalya’ya gittim. Sokakta su sattım, restoranlarda çalıştım. Türkçem iyileşince daha kolay iş bulmaya başladım. Kürt olduğumu söylemeye korktum. Azericeyi çok iyi konuşuyorum. Kendimi hep Azeri olarak tanıttım. İyi çalıştığım için herkes bana iş veriyordu. Televizyonda çatışma haberleri çıkınca etrafımdakiler “şerefsiz Kürtler” diye saydırıyordu. Kafa sallayarak onaylar gibi yapmak zorunda kalıyordum. Kafamda Kürt, Türk, Azeri, Fars ayrımı yoktu. Ama Kürt kimliğim yüzünden İran’dan ayrılmak zorunda kalmıştım, geri gönderilmek istemiyordum. Türkiye’de Kürt olmanın başlı başına bir suç sayıldığını anladım. O yüzden politikadan uzak durmaya çalıştım. Antalya’da bir otelde çalışırken MHP’li iş arkadaşım bile oldu. Bir gün, oy verecek olsam hangi partiye vereceğimi sordu. “HDP’yi seviyorum” dedim. Bana, “HDP’liler insan değil, ekmeğimizi yiyorlar, bir de buraya Kürdistan diyorlar” diye bağırmaya başladı. Kontrolden çıktı. “Siyaset yapmıyorum, sadece sempati duyuyorum. Kürtler de insandır” diye cevap verdim. Beni patrona şikâyet etti, işten attırdı.

Emin: Etrafımda Zerdüştler ve Hıristiyanlar vardı. Onlardan öğrendiklerimi bir hocamla paylaştım. Gizlice sesimi kaydetmiş ve polislere dinletmiş. On yıl hapis, 85 kırbaç cezası aldım.

İman, sen Türkiye’de nasıl bir güzergâh izledin, neler yaşadın?

İman: Türkiye’de kalmayı düşünüyordum. Yeni bir hayata başlamak istiyordum. Kaçakçılar bizi İstanbul’a kadar götüreceklerini söylemişti. Her gün ayrı bir köyde uyuyorduk. İki arkadaştık. İlk üç gün sadece ekmek yedik. Sonra üç gün Van’da kaldık, orada günde bir öğün yemek veriyorlardı. Kimliğimiz olmadığı için İstanbul’a yolculuk çok zor geçti. Evraksız olduğumuzu anlayınca biletleri üç katına satıyorlardı. Bazıları bizden şüphelenip polisi arıyor, bazıları ise dövmeye başlıyordu. Erzurum, Trabzon, Samsun, Ankara… Gittiğim her şehirde bir İranlı ya da Afgandan borç alıyor, sonra İran’daki arkadaşlarım üzerinden hesaplarına iki katı para yatırtıyordum. (cüzdanından otobüs biletlerini çıkarıp gösteriyor, kimi sahte isimlerle alınmış bu biletleri hâlâ saklıyor) Avrupa’ya götüren kaçakçılar birçok göçmeni dolandırmış, onlara güvenmiyordum. Sonunda İstanbul’a vardık. Bir arkadaş Pendik’te iş bulabileceğimizi söyledi. İranlı arkadaşımızın üzerinden bizi ağırlayabilecek birini bulduk. Bize güzel bir yemek verdi, duş aldık. Diğer iki arkadaşımın oturma izni vardı. Ev sahibi iki bin liraya Ankara’daki arkadaşlarından kimlik alabileceğini söyledi. Her lafında dini bir gönderme vardı. Bu kadar çok Allah diyenden hep korkarım. Sonra silah çekti. 1600 lira vermezsem evden çıkamayacağımı söyledi. “Param yok, ama elbise, ayakkabı, ne istersen al” dedim. “Sizi gidi İranlı zengin piçleri” diye bağırdı. Bizi bir odaya kilitleyip evden çıktı. Cebimde küçük bir çakı vardı. Yatağı kesip yaylarını pencerenin parmaklıklarını bükmek için kullanıp kaçmayı başardık. Sabaha karşı saat üçtü. Pendik metro istasyonunda uyuduk. Aklıma sınırı birlikte geçtiğim iki İranlı arkadaş geldi. Onları aradım. Denizli’ye yanlarına gidersem yardımcı olabileceklerini söylediler. Denizli’de beraber güzel bir kahvaltı yaptık. Ev kirasından payıma 500 lira düştüğünü söylediler. Parayı bulup hesaplarına yatırdım. Evde zaman geçiriyor, bol bol yazıyordum. Beş gün sonra tekrar para istediler. “Param yok, ama bana iş bulun, çalışayım” dedim. Eroin satmamı isteyeceklerini nereden bilebilirdim? İşi kabul etmedim. Evden ayrılmak için zaman vermelerini istedim. Akşam iki Türk arkadaşlarıyla birlikte çok içtiler. Sonra beni dövüp zorla eroin kullandırdılar. “İman, sen bittin” dedim. Sabah yine eroin verdiler. O an intihar etmeyi düşündüm. Çıkarken kapımı kilitlediler. Yalınayak pencereden kaçtım. Parkta iki İranlı gördüm, onlardan bir çift ayakkabı, bir de İstanbul bileti istedim. 200 lira verdim. İstanbul’a geldiğimde artık Türkiye’de kalmak istemiyordum. Kaçakçı aramaya başladım.

Armin, sen Türkiye’den ayrılmaya ne zaman, nasıl karar verdin?

Armin: Türkiye ikinci yurdum gibiydi. Mülteci statüsü alınca beni Balıkesir’e gönderdiler. Eşimle Facebook üzerinden tanıştık, ama akrabayız. O da İran’dan Balıkesir’e taşındı. Türkiye’de evlendik. Anneme, İstanbul’a uçak bileti aldım. Bir parkta oturmuş, telefonda havaalanında neler yapması gerektiğini anlatıyordum. İlk defa uçağa binecekti. Türkçe ya da Farsça bilmiyor. Dolayısıyla Kürtçe konuşuyorduk. Yanımdaki dört kişi “nece konuşuyorsun?” diye sordu. Kürtçe olduğunu öğrenince sataşmaya başladılar: “PKK’lısın, teröristsin.” Önce umursamadım. Ama kendimi karakolda buldum. Kürt ve mülteci olduğumu söyleyince bir polis benimle ilgilendi. Gaziantep’te Kürtlerle çalışmış, oradaki hikâyelerini anlattı. Ardından “seni anlıyorum, ama bence onlar haklı” dedi. Bir buçuk ay hapis cezası aldım. Serbest bırakıldıktan sonra her gün karakolda imza atmam gerekiyordu. Bütün sosyal medya hesaplarımın şifrelerini aldılar. Türkiye’yi sevdim, çalıştım, orada birçok arkadaş edindim. Ne oldu da bir anda terörist oldum? Bir avukat Türkiye’den ayrılmamı salık verdi. “Hiç vakit kaybetmeden Yunanistan’a git, eşini de götür” dedi. Denizde ölen göçmenlerin haberlerini duyuyordum. Havalar kötüydü. Eşimi riske atmak istemedim. Tek başıma geldim. Ablam bile sadece bir telefon konuşması yüzünden gitmek zorunda kaldığıma inanmıyor. “Ne yaptın? Adam mı öldürdün?” diye soruyor.

Avukatın uyarılarından sonra kulaktan duyma bilgilerle göçmen botlarının kalktığı yerlere gittim. Bir bota bindim. Sadece 100 liram vardı. Kaptan kabul etti. Yola çıktıktan az sonra iki büyük Sahil Güvenlik teknesi geldi. Botumuzu devirmeye çalıştı. Kaptan durursak hepimizin hapse gireceğini söyledi. Hem İran’da hem Türkiye’de yaşadıklarımdan sonra hapis dendi mi çok korkuyorum. O zaman sanki Allah elimizden tutup bizi adaya bıraktı. O botun batmadığına hâlâ inanamıyorum. O gece ölümün gözlerine baktım. Ama o anda bile Türkiye’ye dönmek istemedim. Ama şimdi Türkiye’yi de çok özledim.

Armin: Bir Kürt adayın fotoğrafını arabama asmıştım. Bu konuda yasak yoktu. Ama bir polisin sinirini bozdu, beni karakola götürüp dövdü. “Kürtsün, PKK’lisin, PJAK’lısın” diye suçladılar. Dokuz ay tutuklu kaldım.

İman, senin Midilli’ye geçişin nasıl oldu?

İman: Bir hafta Zeytinburnu’nda kaldım. Orada bir kaçakçıyla anlaştım. Minibüsle Ege sahillerine ulaştık. Karşıda Yunanistan’ın ışıklarını görünce çok sevindim. Kaçakçı bizimle gelmeyeceğini söyledi. Benden botun kaptanı olmamı istedi. Tekne kullanmayı biliyorum, ama bu büyük sorumluluğu reddettim. Tehdide başladı: “Bu botu kullanmazsan seni gebertirim, kimsenin ruhu duymaz.” Korkudan kabul ettim. Botta toplam 29 kişiydik. Aramızda sekiz çocuk, üç de yaşlı vardı. Hepsi bana emanetti. Stresten sürekli titriyordum. Can yeleği küçük gelen topluca bir kadına kendi yeleğimi verdim. Türkiye sahilinden birkaç yüz metre açıkta motor durdu. Bota akan benzini avuçlarımla depoya dolduruyordum. Vakit geceyarısını epey geçmişti. Sahil Güvenlik peşimize düştü. Arkama bakmıyordum. Aslında Yunanistan’ın neresi olduğunu tam çıkaramıyordum. Yakalanırsam denize atlamaya karar verdim. Türkiye’ye geri dönme fikri ölümden beter geliyordu. Sahil Güvenlik ekibindekiler botu taciz ediyordu. Bizim küçük botla onlardan hızlı manevra yapabiliyordum. Sonra Sahil Güvenlik durdu. Yunanistan sularına girdiğimiz anlayıp derin bir oh çektim. Ancak tekne dalgalardan dolayı su almaya başladı. Adaya varınca bayılmışım, gözlerimi hastanede açtım.

Emin, sen Midilli’ye bayağı dolambaçlı bir yoldan gelmişsin. O nasıl oldu?

Emin: Teyzemin kaçakçı arkadaşı beni karayoluyla Almanya’ya götürecekti. Edirne’ye geldiğimizde üzerimdeki tüm değerli eşyaları bırakmamızı istediler. Meriç kıyısı boyunca saatlerce yürüdük. Güya kıyıdaki polislerden kaçıyorlarmış. Sabah sınıra vardık, oradan otobüsle Selanik’e doğru yola çıkacaktık. Kaçakçı bize bir evrak vermişti, polis kimlik sorarsa onu göstermemizi söyledi. Otobüse binerken evrakı polise gösterince polis güldü. Bir arabaya bindirildik. Bilmediğimiz bir yere götürüldük. Her şeyimizi aldılar. Arkadaş yadigârı bir saatim vardı, yalvardım, ama bırakmadılar. Bizi 100’ün üstünde göçmenin bulunduğu bir koğuşa kapattılar. Dört polis beni dövdü. Ne yemek ne tuvalet ne de su vardı. Aramıza sürekli yeni yakalananlar ekleniyordu. Pencere yoktu. Havasızlıktan boğulmak üzereydik. Akşam tekrar üzerimizi aradılar. Tişört ve pantolon dışında her şeyi ateşe verdiler. Soğuktan hastalandım. Bizi Meriç sınırına bırakıp Türkiye’yi işaret ettiler. Nehri geçmek için bir bot bile vermediler. Zifiri karanlıktı. Feci yağmur yağıyordu, ayakkabımız yoktu. İnsanlar sürekli ağlıyor, ayakları kanıyordu. Türkiye’ye giden bir arabaya rastgeldik. Sınırı geçtikten sonra saatlerce yürüyüp Uzunköprü’ye vardık. Köylüler tek şansımızın polise teslim olmak olduğunu söyledi. Polisler bize yemek verdi ve bizi İstanbul’a götüreceklerini söylediler. Ama Uzunköprü’de ahır gibi bir kampa götürdüler. Kamp Pakistan, Afganistan ve Suriyeli mültecilerle doluydu. 14 gün orada kaldık. Günde bir öğün yemek veriyorlardı. Askerler bize hayvan gibi davranıyordu. Şikâyet ettiğimiz için battaniyelerimizi aldılar. Hastalananlar, ambulansla hastaneye kaldırılanlar oldu. Elimden yaralanmıştım. Bir askerin annesi İranlıymış. O asker beni hastaneye götürüp tedavi ettirdi. Kampa bir araç geldi. Afgan olduğumu söyledim. Bir daha kaçmaya çalışırsam beni Kabil’e göndereceklerini söyleyip 50 avro karşılığında İstanbul’a götürdüler. Akşam İstanbul’a vardım. Telefonum ve param yoktu. Gece sokakta uyudum. Sabah Aksaray’da bir arkadaşımdan borç alıp Yalova’ya döndüm. Günlerce hasta yattım. Kısa süre sonra İstanbul’da yeni bir kaçakçıyla tanıştım. Önceki kaçakçının kardeşi çıktı. Dört farklı dolmuşla Zeytinburnu’ndan Çanakkale’ye doğru yola çıktık. Gece bota vardık, ama orada bizi Alman bir gazeteci bekliyordu. Kaçakçı onu görür görmez ortadan kayboldu. Gazeteci birkaç kişiyle röportaj yaptı. Ben konuşmayı kabul etmedim. Herkesin sabaha kadar beklemesini sağladım. Sabah dokuzda kaçakçı tekrar gelip bizi bota bindirdikten sonra gitti. Küçücük botta 42 kişiydik. Kaptanımız çok beceriksizdi, büyük ihtimal bedava yolculuk için kaptan olduğunu söyleyen bir mülteciydi. Bot denizin ortasında bozuldu. Tekrar çalıştırdık. Yunanistan sınırına gelince büyük bir bot yanaşıp bize yolu gösterdi. Bir grup antifaşist bizi kıyıda karşıladı. Aralarında İranlı biri de vardı. Bize su, yemek ve elbise verip Moria kampına götürdüler.

İman: Yunanistan’ın ışıklarını görünce çok sevindim. Kaçakçı bizimle gelmedi. Botun kaptanı oldum. 29 kişi bana emanetti. Sahil Güvenlik peşimize düştü. Türkiye’ye geri dönme fikri ölümden beterdi.

Midilli’ye vardığınızda nasıl bir ortamla karşılaştınız?

İman: Hayatımda ilk defa özgürlükle tanıştım. Birkaç farklı türden özgürlük. Burada konuşurken ve düşünürken özgürlük hâkim.

Emin: İlkin sadece Almanya’ya gitmek istiyordum. Moria Kampı’nı görünce İran’da birkaç yıl hapis yatmayı tercih ederim diye düşündüm. Oradaki hayatın değerini anladım.

İman: İki İranlı arkadaşımız Moria’ya dayanamayıp sınırdışı edilmek istedi. Yasal olarak geri gönderilmek için başvurunca bir süre hapis yatıyor, sonra ülkene gönderiliyorsun. Arkadaşlar İran’da tutuklanacaklardı, o yüzden Türkiye’ye dönmek istediler. Bir gün kıyıda bir deniz bisikleti bulmuşlar, beş saat boyunca pedal çevirip Türkiye kıyısına varmışlar. Şimdi hayatlarından memnunlar.

Armin: Bir arkadaşım sığınma başvurusundan iki kere ret alıp beş ay hapis yattıktan sonra İran’a gönderilmemek için delice bir plan uyguladı: Kur’an’ı yakıp Instagram hesabından paylaştı. Bunun cezası İran’da idam. Bu yüzden mültecilik işlemleri yeniden başlatıldı. O videoyu yayınladığı gün Moria’da elli kişilik bir göçmen grubu onu linç etmeye kalktı, ellerinden zor kurtardım. Bu yüzden Atina’ya götürüldü. Ama onun arkadaşı olduğumuzu bilen İslâmcılar Moria kampında bize sataşmaya başladı.

Emin: Ben de dönmek istiyordum, ama burada tanıştığım insanlar fikrimi değiştirdi. İran’da yalnızdım. Burada benim gibi düşünen kişilerle tanıştım. Anti-faşist kimdir, No Border nasıl bir örgüttür, her gün yeni bir şey öğreniyorum. Burada siyasi görüşlerim gelişti. Farklı fikirler birlikte yaşayabilir, burada bunu anladım. Burada bekleyeceğim. Şu an çok mutluyum ve özgürüm.

Armin: Moria Kampı benim için bir üniversite gibi, orada birbirinden farklı o kadar hayat var ki. Düşünme biçimimin değiştiğini hissediyorum. İran’da bir köyde doğdum. Şimdi her ülkeden, her kültürden insanla birlikte tahmin edebileceğin en kötü yaşam koşullarını deneyimliyorum. Öncesinde dünyayla ve insanlarla ilgili hiçbir şey bilmiyormuşum. En büyük iyiliklerle akıl almaz kötülükleri beraber gördüm. Adada göçmenlere yaklaşım korkunç. “Avrupa dedikleri bu mu?” diye soruyor insan.

Armin: Türkçem iyileşince daha kolay iş bulmaya başladım. Kürt olduğumu söylemeye korktum. Kendimi hep Azeri olarak tanıttım. Televizyonda çatışma haberleri çıkınca etrafımdakiler “şerefsiz Kürtler” diye saydırıyordu. Kafa sallayarak onaylar gibi yapmak zorunda kalıyordum.

Buraya gelmeden önce Avrupa’yla ilgili nasıl bir beklentin vardı, seni hayal kırıklığına uğratan ne oldu?

Armin: Avrupalılar mülteciye hayvan gözüyle bakıyor. Moria’yı da tarif edecek söz yok. Haftada bir gün soğuk su geliyor. Onunla duş alman lâzım. Yemek için iki-üç saat sıra bekleniyor. Çadırlardan yılan çıkıyor. Bazen insan kendine yabancılaşıyor, “umut bağladığım Avrupa bu mu?” diye soruyor. Her şey rüşvetle işliyor. Para yedirdiğin zaman evrakların hemen çıkabiliyor. Avrupalılar mültecilerin üzerinden para kazanıyor. İngiltere’ye gitmek istiyorum.

Niye İngiltere?

Armin: Orada kamplar yok, mültecilere ev veriyorlar. Belki sakin bir yer bulurum. Kuzenim var orada. Çalışıp kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum. Ama sığınma başvuruma iki kere ret aldım. Şu an kaçak konumundayım. Elimde olsa Türkiye’ye dönerim. Eşimi özledim, 19 aydır görmüyorum. Annem İran’da. Kim bilir ne zaman kavuşacağım onlara. Benim durumum Allah’ı bile aşıyor.

Midilli’de mülteciliği nasıl tanımlarsınız?

Armin: Kimsenin size güvenmediğini hissediyorsunuz. Ev kiralayamıyorum. Param da olsa evraklarım olmadığı için kimse kabul etmiyor, kampa mahkûmum. Keşke İran’da kalıp hapis yatsaymışım. Ama İran’ı hatırlayamıyorum. Ölmüş ninem gibi bir şey İran. Orada rejim asla değişmeyecek.

İman: Mültecilik bir sınav. Kötü başlayan, ama ilerledikçe değiştirmenin elinde olduğu bir sınav. Burada düşünme biçimimin geliştiğini hissediyorum. Doğuda işler hep sallapati yapılıyor. Avrupa’daki insanlar organize. Fakat göç meselesi üzerinden ticaret yapıyorlar. Onlar için mülteci meselesi yeni bir business alanı.

Armin: Arkadaşım sığınma başvurusuna iki kere ret alınca delice bir plan uyguladı: Kur’an’ı yakıp Instagram hesabından paylaştı. Bunun cezası İran’da idam. Mültecilik işlemleri yeniden başlatıldı. Ama Müslüman göçmenler onu linç etmeye kalktı.

Bazı STK’ları mı kastediyorsun?

İman: Onlar da dahil. Adaya göçmenlerle dayanışmaya gelenlerin çoğunda samimiyet eksikliği var. Bazıları yaptıkları yardımları CV’lerine ekliyor. Bazıları fotoğraf çekip para kazanmaya geliyor. Çok az kişi yürekten yadım ediyor.

Adadaki siyasi örgütlenmeler ilginizi çekiyor mu?

İman: Anti-faşist hareketi kendime yakın görüyorum. Geçen yıl Moria Kampı’nın koşullarını protesto etmek için 38 gün boyunca Sapho meydanını işgal ettik. Ardından anti-faşist örgütlerle Syriza’nın il binasını işgal ettik. Bazı taleplerimizi elde ettik. Sevgilim Yunanistan anti-faşist hareketinden. Eylemler sırasında tanıştık. Politik olarak kafamın uyuştuğu bir sevgilimin olması çok önemli. Anti-faşist hareketin içindeki herkes her konuda çok büyük destek oldu.

Emin: İran’da siyaset, ya evet ya da hayırdır. Orada siyaseti düşünmenin anlamı yoktu. Şimdi gerçeği arayıp bulmak ve politik bakış açımı şekillendirmek istiyorum.

Bruno Catalano

Buradaki dayanışma ortamı sizde ne gibi değişimler yarattı?

İman: Kendimi burada arınmış hissediyorum. Kimse kendisinin yüzde yüz iyi bir insan olduğunu söyleyemez. Ama burada bazı kötülükleri içimden attığımı düşünüyorum. Mültecilerin neler yaşadığını çok iyi biliyorum, onlara yürekten yardım etmek istiyorum.

Armin: Koşullar beni politize etti. Mülâkattan sonra mülteci statüsü alacağıma emindim. Ret alınca şaşkına döndüm. Bir arkadaşım bana mülâkatta Hıristiyan olduğumu söylememi önerdi. Mülâkat on saat sürdü. İkna olmuş görünüyorlardı. Son olarak, eklemek istediğim bir şey olup olmadığını sordular. “Evet, ben Hıristiyanım” dedim. Büyük hataymış. Mülâkat yeniden başladı. Dört saat boyunca Hıristiyanlığa dair soru yağmuruna tutuldum ve çuvalladım. Mülâkatın sonunda yalan söylediğim için kabul edilmediğimi söylediler. Haklıydılar. Bir arkadaşa beni Atina’ya kaçırması için 1600 avro verdim, ama o parayı alıp ortalıktan kayboldu. Çaresizlikten kendimi eylemlerin ortasında buldum. Sapho Meydanı’nın işgaline katıldım. Beş yüz kişi başladık, 38 günün sonunda 35 kişi kaldık. Sonra anlaşmaya varıldı ve bizi Pikpa Kampı’na götürdüler. Hepimizin evraklarının çıkacağını söylediler. Orada Yunan öğrenciler bize katıldı. Syriza’nın il binasını işgal edeceğimizi duyunca önce inanmadım. İran’da bunun cezası idamdır. Ama eylemi yaptığımızda kaybedecek bir şeyimiz kalmamıştı. Bir ay il binasında kaldık. Benim dışımda herkes evrakını aldı. Nedenini bilmiyorum.

Emin: Dönmek istiyordum, ama tanıştığım insanlar fikrimi değiştirdi. Benim gibi düşünen kişilerle tanıştım. Anti-faşist kimdir, No Border nasıl bir örgüttür, her gün yeni bir şey öğreniyorum.

Geçtiğimiz nisan ayında Afganların direnişine de katıldınız, değil mi?

Armin: Faşistler sabaha kadar kafamıza cam şişeler, kaldırım taşları fırlattı. Elli kişiyi yaraladılar. Bize sıçanmışız gibi bakıyorlardı. İnsanların bu kadar nefret edebileceğini asla tahmin edemezdim. İran ve Türkiye’de maruz kaldığım ayrımcılığı Kürt kimliğine bağlamıştım. Ama bu türden bir faşizmi hayal bile edemezdim. Anti-faşist kimdir, onu o gün anladım. Bizimle birlikte hem Yunanlılar hem de farklı ülkelerden birçok insan direndi. Bu birliktelik beni çok etkiledi.

Geleceğe dair planlarınız neler?

İman: Neresi olduğu önemli değil, yaşamak ve zordaki insanlara destek olmak istiyorum. Tiyatroyla ilgilenmek istiyorum. Şu sıralar herkesi içine dahil edebileceğim çok dilli bir oyun üzerine kafa yoruyorum.

Armin: Geleceği düşünecek zamanım yok. Sadece bitsin ve gideyim istiyorum. Bütün sınırlar kalksın. Buradan gidecek olsam kimseyle vedalaşmam. Kendimi yalnız ve boşlukta hissediyorum. Her akşam ertesi gün yapacaklarımı planlıyorum, ama uyandığımda hiçbirini hatırlamıyorum. Bence burada Allah da yok.

Emin: Moria’daki insanlar sürekli geçmişlerine bakıyor. Ben arkama bakmıyorum. Bundan böyle hep önüme bakacağım. Burası bir cehennem. Ama bu cehennemi cennet kılmak elimizde. Almanya’ya gitmeyi düşünmüyorum. Göçmenlere gitar öğretmek istiyorum. Neresi olursa olsun, orayı kendim için yaşanabilir hale getireceğim.

^