RAMONES TARİHİNDEN YAPRAKLAR

Derleyen: Yücel Göktürk
15 Nisan 2022
SATIRBAŞLARI

Dee Dee Ramone: (resmi adıyla Douglas Colvin) Johnny, Tommy, Joey, hepimiz aynı mahalledeydik. Zamanla kaynaştık ve keşfettik ki hepimiz Stooges fanıyız. İnanamıyordum, çünkü o zamanlar kimse Stooges’a takılmıyordu.

Joey Ramone: (resmi adıyla Jeff Hyman) New York’un Queens semtinde, Forest Hills’de oturuyorduk. Tutucu bir orta sınıf mahallesiydi. Radyoda Top 40’ı dinleyerek büyüdük. Beatles’a, Stones’a, Who’ya, Little Richard’a, Buddy Holly’ye tutkunduk. Daha sonra MC5’a, Stooges’a, New York Dolls’a vurulduk. John’ların (Johnny Cummings –sonradan Johnny Ramone) evinde toplanırdık. Dee Dee ve John şarkı yazıyorlardı. Benim de şarkılarım vardı, “I Don’t Care”, “Here Today”, “Gone Tomorrow”…

Dee Dee Ramone: Forest Hills Manhattan’a iki adımdı, ama kültürel olarak kilometrelerce uzak bir taşra kasabası gibiydi. Bizden başka Iggy Pop’u, Stooges’ı seven kimse yoktu. Joey’in kardeşi Mickey (Leigh) “bu Stooges’da ne buluyorsunuz?” diye dalga geçerdi bizle.

‘69: Erotik yıl

Alan Vega: (Suicide’ın solisti) 1969 her şeyin dönüm noktasıydı. MC5 favori grubumdu, fakat Stooges’dan sonra dinleyemez oldum. Onlar da yeni dalganın farkındaydı; Iggy Pop MC5’ı sollamıştı.

Scott Asheton: (Stooges’ın davulcusu) Iggy kaşlarını traş etmişti. Jim Pop diye bir arkadaşımız vardı, bir sinir krizi sonucunda saçları ve kaşları dökülmüştü. Kaşlarını traş edince Iggy’ye de Pop demeye başladık.

Steve Harris: (prodüktör, menajer, Elektra’nın halkla ilişkiler müdürü) The Stooges 1969’un ağustosunda Elektra’dan çıkmıştı. Şirketin promosyon ekibi Iggy’yi dinledikten sonra şöyle dedi: “Ne bu böyle? Doors değil, Judy Collins değil, safi gürültü.” Ben de “anlamıyorsunuz” dedim, “bu adam rock’n’roll yapıyor”. Şirkette benimle alay ediyorlardı: “Steve Iggy’yi seviyor, aklınız alıyor mu?” Iggy büyük bir dirençle karşılanıyordu.

Eğer müzikte yeni bir açılım olacaksa, bu virtüözlük sayesinde değil, fikirler sayesinde olacaktı. –Tommy Ramone

Dee Dee Ramone: Berbat müzik vardı ortalıkta. America, Yes filan… Nefret ettiğim şeylerdi. O sıralarda, ‘71’de falan New York Dolls’u keşfettim. Sonra da Stooges’ı. İkisi birbirine uyuyor gibi geliyordu bana. Fakat zamanla en gözde grubum Stooges oldu. Onları seyretmek için can atıyordum. New York’taki bütün konserlerine gittim.

Danny Fields: (müzik yazarı, Stooges’ın, sonra da Ramones’in menajeri) Stooges’ın ilk New York konseri dillere destandı. Konserin organizatörü Howard Stein, Stooges’ın karısına düşük yaptırdığını söylüyordu. Ve “Stooges’ı seyredin, siz de düşük yaparsınız diyordu.

Scott Asheton: Iggy’nin Cincinnati Pop Festivali’nde çekilmiş ünlü bir fotoğrafı vardı: İnsanların elleri üzerinde gezdiriliyordu. Sahneye iki kutu fındık ezmesi ve birkaç kilo hamburgerle çıkmıştı. Fındık ezmesini vücuduna sürmüş, hamburgerleri de parçalayıp seyircilere fırlatmıştı.

Iggy Pop: New York’a Ugano’da konser vermeye geldiğimizde Elektra’nın genel müdürüne “bakın” dedim, “dört gün üst üste konser ve rebilmemiz için bize ‘fişek’ lâzım, o da çok para tutar, siz alın, sonra hesaptan düşersiniz”. Suratıma baktı, “buna inanamıyorum dedi. Halbuki gayet düzgün ve mantıki bir teklifti.

Ron Asheton: (Stooges’ın basçısı) New York’ta çaldığımızda, soyunma odasına şirketten biri gelir, bir esans şişesi içinde kokain bırakırdı. Bir seferinde Miles Davis de odadaydı. Düşünsenize, Stooges ve Miles kafa kafaya vermiş kokain çekiyorlar!

Lee Childers: (Heartbreakers’ın menajeri, fotoğraf sanatçısı) Ugano’daki Stooges konserleri hayatımda gördüğüm en müthiş rock’n’roll performansıydı. Onlardan önce Beatles, Dave Clark filan aşk şarkıları söylüyordu, şimdiyse Iggy boynunda tasmayla “köpeğin olmak istiyorum” diye haykırıyordu.

Alan Vega: Iggy üzerinde delik deşik bir file tişört ve kırmızı bir bikini altıyla çıktı. Taşakları bikinisinden sarkıyor, seyircilerin arasında koşturup duruyordu. Johnny Winter’la Miles Davis yan yana seyrediyorlardı konseri. Johnny nefret etti Iggy’den, Miles ise hayran kaldı.

Jim Carroll: (şair, yazar) Stooges’ı görmeye beni ilk götüren Patti Smith’ti. Iggy gömleğini çıkarıp kalabalığa daldı, Patti “üzerimize geliyor” dedi. “Bana dokunursa yumruğu yer dedim. “Ne bu ya, performans sanatı mı? diye söyleniyordum. Fakat Patti mestti. Çiğ ve çıplak enerji ona hep cazip gelmiştir.

Danny Fields: Iggy için “yeni kuşağın Jim Morrison’ı” diyenler vardı. Bence alâkası yoktu.

Scott Asheton: İlk albümümüz The Stooges pek satmadı, ama Elektra’yla üç albümlük bir anlaşma yapmıştık. İkinci albümü, Fun House’u şirketin isteği üzerine Los Angeles’ta kaydettik. İlkine kıyasla daha serbest, bol bol jam yaptığımız bir albümdü.

Iggy Pop: 1970’in nisanı veya mayısıydı, Fun House’u bitirip Detroit’s döndük. Bir şeyler değişiyordu. İşsizlik, insanları Detroit’ten göçe zorluyordu. Aniden bütün atmosfer değişti, birdenbire sert uyuşturucular kapladı ortalığı.

Dee Dee Ramone: Iggy’yi ilk defa Haziran 1971’de, New York St. Mark konserinde seyrettim. Iggy bir hayli gecikerek çıkmıştı sahneye.

Iggy Pop: Fena halde midem bulanıyordu, istemiyordum. Seyirciye ayıp olur diye düşünüyordum.

Dee Dee Ramone: Iggy nihayet sahneye çıktı, üzerinde sadece kü­lot vardı ve vücudu gümüş rengi boyayla kaplıydı. Saçları ve tırnakları ise altın rengiydi. Aynı şarkıyı defalarca çaldılar. Üç notadan ibaret bir şarkıydı. Iggy bir ara salona baktı, “midemi bulandırıyorsunuz” dedi ve seyircilerin üzerine kustu.

Iggy Pop: Gayet profesyonelce kustum, kimseye isabet etmedi.

Russell Wolensky: (Sick Fucks’ın solisti) Ben önlerdeydim, Iggy’nin kusmuğu omuzuma geldi.

Malcolm McLaren: (modacı, Sex Pistols’ın fikir babası) Iggy müthiş yakışıklı bir herifti. Fakat beni Dolls’un çarptığı gibi çarpmamıştı. Iggy’nin modayla alâkası yoktu. Iggy’nin başlı başına bir moda olduğunu göremedim. Benim gördüğüm sert, seksi ve çok eğlenceli bir şarkıcıydı. Raw Power albümüne bayılmıştım, ama kafası dumanlı bir aslanla takılmak bana cazip gelmiyordu. Aradığım uçuk şıklık, mesela Dolls’dakiler gibi gömlek yakasında ruj lekesi yoktu Iggy’de. Dolls benim için daha çekiciydi.

Şarkılarının hepsinin de ismi “İstemiyorum”la başlıyordu. Onlara niye böyle diye sorduğumda, Dee Dee “bir tane de pozitif şarkımız var” dedi: “Şimdi Uhu Koklamak İstiyorum”. –Richard Hell

Lee Childers: New York Dolls’u gay zannetmiştim, yanılmışım. Çok komiktiler ve bence hetero mu, homo mu olduklarından daha önemliydi. Onları ilk dinlediğimde, cinsiyetleriyle, makyajlarıyla, kadın giysileriyle ilgili düşüncelerim uçtu gitti. Ben rock­’n’roll hastasıyım, onlar da hakiki rock’n’roll’cuydu.

Jerry Nolan: (Dolls’un davulcusu) Başlangıçta seyircinin büyük bölümü gay’di. Biz değildik. Aksine, kızlara deli oluyorduk. Ama şu kadarını söyleyeyim: Kafası karışan erkeklerdi, kadınlar derhal durumu anlıyorlar ve giysilerimize aldırmıyorlardı. Onlar için eğlenceli bir şeydi. Bizim açımızdansa, kadın gibi giyinmek büzük isteyen bir şeydi.

Nancy Spungen: (groupie, dansçı, Sid Vicious’un sevgilisi) New York Dolls yepyeni bir atmosfer yarattı. Odak noktasıydılar, yeni olan her şey onlardan geliyordu. Çok farklıydılar. Kimse onlar gibi giyinmiyordu, konuşmuyordu, müzik yapmıyordu. Takıldığım ilk grup onlardı. Johnny’le (Thunders) yattım, Syl’le (Sylvain) yattım, Jerry’yle (Nolan) yattım, Arthur Kane haricinde hepsiyle yattım.

Jerry Nolan: Dolls sadece yeniyetmelere değil, sanat çevresine de çok cazip geliyordu. Andy Warhol ve cemaati Dolls’a tutulmuştu. Bir seferinde Jimi Hendrix de vardı. Kız arkadaşı tanıştırdı bizi. Jimi ceketine hayran oldum” dedi. Kırmızı kadife bir ceketti. Nereden aldığımı sordu. El yapımı” dedim.

David Johansen: (Dolls’un solisti) Bizi görenler bunu herkes yapabilir” diyordu. Dolls’un punk’ı etkilemesinin sebebi buydu: Yaptığımızı herkesin yapabileceğini gösteriyorduk.

Jerry Nolan: Müzisyenlerle, arkadaşlarımla hararetli tartışmalar yapıyorduk. Dolls’un neden ilgi odağı olduğunu anlamıyorlardı, çünkü teknik anlamda büyük müzisyenler değildik. İşin sırrını anlamıyorsunuz” diyordum, Dolls 50’lerin sihrini geri getiriyor”.

Gitarist aranıyor, kabiliyet gerekmez!

Tommy Ramone: (resmi adıyla Tommy Erdelyi) Dolls’u ilk seyrettiğimde çok şaşırdım. Çünkü müzikal olarak pek parlak değillerdi. Ama herkes harika vakit geçiriyordu. Bir parti atmosferiydi. Yaptıklarının müzisyenlikle, virtüözlükle bir alâkasının olmadığını farkettim. Onları önemli kılan başka bir şeydi. Top 40’takiler ya da albüm merkezli topluluklardan –ki onların büyük bölümü gayet müzikaldi– değillerdi. Doğru dürüst çalmasını bilmiyorlardı. Yine de o virtüözlerden çok daha heyecan verici ve eğlendiriciydiler. Kendi kendime sorup duruyordum: Niye böyle? Burada olan ne? Ve şunu farkettim: Ortalıkta olup bitenden gına getirmişlerdi. Ortalık beşinci kuşak Led Zeppelin klonlarından geçilmiyordu. Dolls ise her şeyi yeniden harmanlıyor, yeniden formüle ediyordu. Sanıyorum, bilinçaltımda beni etkileyen şuydu: Eğer müzikte yeni bir açılım olacaksa, bu, virtüözlük sayesinde değil, fikirler sayesinde olacaktı. Sonra Television’ı seyrettim –onların da müzikal olarak çok iyi oldukları söylenemezdi–, ama çok kafa açıcıydılar.

Richard Hell: (şair, yazar, Television’ın basçısı) Tom Verlaine’le birlikte Dolls’u seyretmeye gittiğimizde bir grup kurma fikri doğdu kafamda. Evde oturup şiir yazmaktan çok daha heyecanlı bir tarafı vardı rock’n’roll’un. İhtimaller sonsuzdu. Odamda oturup kafa yorduğum şeyleri beş kişinin göreceği bir fotokopi dergisi haline getirebilirdim. Ortalıktakilerden aşağı kalır bir tarafımız olmadığına göre, pekâlâ piyasaya da sürebilirdik. Dolls’u görene kadar, Tom da akustik gitarıyla mırıl mırıl şarkı söylüyordu, birkaç ayda bir kulübün birinde sahneye çıkıyordu. Olup olacağı oydu, daha fazlasını da kovalamıyordu zaten. Beş-altı tane şarkı yazmıştı, bayağı matrak şeylerdi, ama onları öylesine, gırgırına çalıyorduk. Dolls’u gördükten sonra, bırak şu akustiği, elektro bir grup kuralım” diye Tom’a baskı yapmaya başladım. Nasıl olduğunu tam hatırlamıyorum, bir gün Tom, rock’n’roll basını çalmanın ne kadar kolay olduğunu gösterdi. Bir enstrüman çalmak için kabiliyet gerektiğini düşünürdüm, benim de kabiliyetim yoktu. Tom, öyle olmadığını gösterdi bana. Grubun başlangıcı buydu. Tom bir de davulcu buldu –Billy Fisca’yı– ve prova yapmaya başladık.

Mükemmel bir stilleri vardı. Blucin, beyaz tişört ve meşin ceketten daha iyi ne olabilir ki? Elli yıl sonra da siyah meşin ceket ve blucin giyen insanlar olacak. –Danny Fields

Richard Lloyd: (Television’ın gitaristi) Richard, Tom ve Billy, Creem dergisine bir ilan vermişlerdi: Ritm gitarist aranıyor. Kabiliyet gerekmez.” Başvuranlardan biri Dee Dee Ramone’ydi.

Richard Hell: Tom’la beraber Television için ikinci gitarist seçmeye çalışıyorduk. Dee Dee Ramone’ye bir şarkı gösterdik, sadece bare basabiliyordu, bütün bildiği o kadardı. Kusura bakma demek zorunda kaldık.

Dee Dee Ramone: İyi çalamadığım için beni almadılar. Etraftaki herkes ayran gönüllüydü. Ama Verlaine ve Hell ne istediklerini biliyorlardı. Onları beatnik zannetmiştim.

Punk’ın mayası: Country – Bluegrass – Blues

Danny Fields: Television muhteşemdi! Richard Hell ve Tom Verlaine dünyanın en güzel ikilisiydi. Bir de Richard Lloyd vardı, o da müthiş bir güzellikti.

Duncan Hannah: (ressam, aktör, Television Fan Kulübü’nün başkanı) Hell ve Verlaine sahnede saatli bomba gibiydiler, her an patlayacak gibi duruyorlardı. Sahnede birbirleriyle atıştıkları da oluyordu.

Terry Ork: (Television’ın menajeri, Ork plak şirketinin sahibi) Hell’le Tom Verlaine arasında sevgi-nefret ilişkisi vardı, Lloyd da o karışımı tamamlıyordu. Gitarlarıyla yaptıkları düellolara vurulmuştum. Birlikte çalmıyorlardı, birbirlerine karşı çalıyorlardı.

Richard Lloyd: Patti Smith Television’ı seyretmeye geliyordu CBGB’ye. Tom’a abayı yakmıştı.

Terry Ork: Patti bir gün bana şöyle dedi: “Tom’u istiyorum, öyle Egon Schiele’vari ki. Bütün olayı, sahneyi değiştiren Tom’du. CBGB’de Television’ın çok özel bir yeri vardı, gerçek bir özgürlük atmosferi yaratıyorlardı. Onların yaptığını yapabilecek bir grup tahayyül ötesiydi.

Richard Hell: Olay çığ gibi büyüyordu. Orada çalmaya başlamamızdan itibaren merkez üs CBGB’ydi. Biz tamamen özgündük, başka kısa saçlı rock’n’roll grubu yoktu. Bizden başka yırtık pırtık giysili kimse yoktu. Herkes parlak giysiler, kadın elbiseleri, apartman topuklarla geziyordu. O yılın en iyi grubu bizdik, en azından beş-altı ay öyleydi.

Terry Ork: CBGB’nin sahibi Hilly Kristal’a dedim ki, her ne kadar kulübün adı “Country, Blueg­ rass, Blues olsa da, yeni bir kitle var burada, her gece yeni müzik olmalı. Sadece yeni müzik” diyordum, çünkü o zaman daha o müziğin ismi konmamıştı. Hilly’nin tamam” demesiyle birlikte olay patladı ve müthiş gruplar sökün etti, Ramones gibi…

Blucin, tişört, lastik ayakkabı

Dee Dee Ramone: 15 yaşındayken esrar satmaya başlamıştım. Central Park’ta iki dolara aldığım plakayı bizim mahallede –Queens’de– üç dolara satıyordum. Annem bunu öğrenince bütün plaklarımı kırdı, döktü, gitarımı pencereden aşağı attı. Babam yoktu, anneme ifrit olmuştum. O evde artık duramazdım. Gidecek yerim de yoktu. Otostopla California’ya yola çıktım. Ilinois’de Michiganlı birileri külüstürlerine aldı beni. Manyak gibi sürat yapıyorlardı. Indiana’da bir benzin istasyonunda mola verdiğimizde orayı soyuverdiler. Ve hepimiz silahlı soygundan tutuklandık. Bizi yakalayan polis bana çok iyi davrandı, kefalet parası bulmam için on telefon hakkı verdi. Herkesi aradım, babamı, babaannemi, anneannemi, hepsi siktir çekti. 15 yaşındaydım, üç ay hapis yedim. Hapisten çıkınca gidecek yerim olmadığı için eve, Queens’e döndüm. Yan sokakta oturan John Cummings –sonradan Johnny Ramone oldu– bana dostane davranıyordu. Bir kuru temizleyicide çalışıyordu, servise gidip gelirken karşılaşıyorduk. Uzun saçları vardı, beline kadar, blucin patolon, mont ve ucuz lastik ayakkabılar giyiyordu. Birbirimize uyanıyorduk. Zamanla kanka olduk.

Mickey Leigh: (Joey Ramone’nin kardeşi) Johnny Ramones’i severdim, o zamanlar daha John Cummings’di. Bana çok iyi davranırdı, ama kardeşim Joey’e hiç yüz vermezdi. Joey o zamanlar hippiydi. Çıplak ayakla dolaşırdı, San Francisco’da bulunmuştu, hippilerle takılırdı. John’un Joey’e yüz vermemesi bundandı: John hippilerden nefret ederdi.

Dee Dee Ramone: Farklı tiplerle takılmaktan hoşlanırdım, tinercisiyle, keşiyle, cankisiyle… Joey’le takılmamın sebebi alkoldü. Joey içki severdi. Öteki maddelere yaklaşmazdı.

Mickey Leigh: Annem Joey’i evden kovdu. Phil diye bir herifle çıkıyordu, kısa boylu, sakallı, Freud’a benzeyen bir herifti, sonradan psikolog oldu. Joey’nin evden ayrılmasını o istedi. Joey 21 yaşındaydı, hiçbir işi gücü yoktu, olacak gibi de gözükmüyordu.

Joey Ramone: Annem bunun benim iyiliğim için olduğunu söylüyordu. Bir sanat galerisi işletiyordu, orada kalmaya başladım. Queens bulvarında Dee Dee’yle takılıyorduk. Kafayı çekip millete sataşıyorduk.

Dee Dee Ramone: O sıralarda Joey resim yapıyordu. Havuçları, lahanaları, kabakları, çilekleri kesip biçer, birbirlerine karıştırır, sonra da rsimlerini yapardı. Basket topunu dakikalarca yere vurup sesini kaydeder, sonra da dinlerdi.

Mickey Leigh: Joey, Village Voice’da çıkan bir ilana (Giyinip kuşanalım ve yarın star olalım”) başvurdu ve Sniper adlı grubun solisti oldu. Queens bulvarındaki Coventry adlı kulüpte sahneye çıkmaya başladı.

Dee Dee Ramone: Sniper’ı Suicide’la birlikte sahne aldıkları konserde görmüştüm. Joey mükemmel bir solistti. Çünkü görüntüsü çok acayipti. Mikrofona öyle bir eğilişi vardı ki, dengesini nasıl koruyor diye sormaktan kendimi alamıyordum. Ama asıl önemlisi şuydu: Herkes ya David Johansen’i ya da Jagger’ı taklit ediyordu. Joey ise tamamen özgündü.

Mickey Leigh: Joey “glam” olayına girmeye başlamıştı. Ben glam’den hazzetmiyordum. Şöyle düşünüyordum: Ya homosundur, ya değilsindir. Ben değildim ve sırf Lou Reed öyle olduğu için homo olacak değildim. Fakat Dee Dee ve ötekiler beni alaya alıyordu. Ne zaman Dee Dee’yle karşılaşsam, “hâlâ hippisin, götleğin tekisin” derdi. Halbuki ben sonradan Ramones’in benimsediği kılıktaydım: Blucin, tişört, lastik ayakabılar. Joey annemin mücevherlerini takıyor, ebiselerini giyiyor, makyaj malzemesini kullanıyordu. Ve bu yüzden aralarında kavga çıkıyordu. Glam’i sevmememin bir sebebi de buydu: Evdeki kavgaları artırıyordu. Joey’nin görüntüsüyle Queens bulvarında dolaşmak da bir meseleydi. Joey çok uzun boyluydu, apartman topuklarla 1.90’ı aşıyordu. Bir seferinde fena dayak yedi, ağzını burnunu dağıttılar, hastaneye kaldırmak zorunda kaldık. Sniper, Coventry’de düzenli olarak sahne almaya başlamıştı. Merak edip gittim. Bütün glam’ciler oradaydı. Sniper’ı görünce küçük dilimi yuttum. Joey müthişti. Gözlerime inanamıyordum. Evde benim akustik gitarımla şarkılar söyleyen adam sahnedeydi ve insan ondan gözlerini alamıyordu. Sniper iyi bir grup değildi, ama Joey çok etkileyiciydi.

“Judy Is A Punk”

Dee Dee Ramone: Bir yerde ofis boy olarak iş bulmuştum. John da bir inşaatta amelelik yapıyordu. Her öğlen buluşup yemek yer, birkaç bira içerdik. Sonra abaşı geldi. Maaşlarımızla kendimize birer gitar aldık.

Joey Ramone: Bir gün Johnny’le Dee Dee telefon edip gruba katılmamı istedi. “Okey” dedim.

Dee Dee Ramone: Gitarın akoru nasıl yapılır bilmiyordum, sadece mi’yi biliyordum. Ötekiler de pek farklı değildi. Joey davula geçti, ama iki saatte aleti bir araya getiremedi. Sıkıldım ve çalmaya başladım, ilk şarkıyı bitirdiğimizde Joey hâlâ davula el sürmemişti. Bu ilk provamızdı.

Joey Ramone: Ben davuldaydım. Dee Dee ritm gitardaydı, aynı zamanda solistti. Şarkı söylemeye başlayınca gitar susuyordu, çünkü ikisini aynı anda yapamıyordu.

Dee Dee Ramone: Joey birkaç şarkı yazmıştı. Biri “What’s Your Game”di, bir de “Suck Your Boss” vardı. Joey sözleri biliyordu, ayrıca şarkıyı söylerken tempo tutabiliyordu. İşte o zaman solistin Joey olması gerektiğini anladık. Ben basa geçtim.

Joey Ramone: Çok hızlı çalıyorlardı, ben onları davulla takip edemiyordum. Bana solist olmamı söylediler. Daha doğrusu, Dee Dee söyledi, beni Sniper’layken seyretmişti, kimseye benzemediğimi söylüyordu. O zamanlar herkes Iggy’yi ya da Mick Jagger’ı taklit ediyordu…

Monte Melnick: (ses teknisyeni, Ramones’in turne menajeri) Manhattan’da Performance Studio adında basit cihazlarla prova kayıtları yaptığımız bir stüdyomuz vardı. Ramones, Tommy’nin beraber çalıştığı gruplardan biriydi. Benim tarzım değildi Ramones. Ama iyi ahbaptık. Benim ilgilendiğim gruplar daha müzikaldi. Ramones bana sert geliyordu, ama giderek sevdim.

Dee Dee Ramone: Joey solist olunca, Tommy’yi davula oturttuk. Çünkü başka isteklisi yoktu. Ve böylece Ramones’in kadrosu kurulmuş oldu. Fakat çalmaya başladığımızda ne halt edeceğimizi bilemiyorduk. Bay City Rollers şarkılarından birkaçına kalkıştık, ama beceremedik. Baktık öyle olmuyor, kendi şarkılarımızı yazmaya, çalmaya başladık. “I Don’t Wanna Walk Around With You”yu, “I Don’t Wanna Go Down In The Basement”i, “Today Your Love (Tomorrow The World)”ü ve “Loudmouth”u yazdık. Joey, “Beat On The Brat”i yazdı, gerçek bir hikâyeydi. Bizim mahallede bir annenin elinde beyzbol sopasıyla oğlunu kovaladığını görmüştü, onu şarkı yaptı.

Joey Ramone: Forest Hills bir orta sınıf mahallesiydi. Bir sürü hali vakti yerinde aile ve onların şımarık çocukları vardı. İnsanın eşek sudan gelinceye kadar dövmek isteyeceği tipte veletlerdi. “Judy is A Punk”ı o günlerde yazmıştım. Bir gün yolda yürürken bir apartmanın çatısında toplanmış kafa çeken kızlı erkekli bir grup görmüştüm. Onlara bakarken şarkının birinci cümlesi çıktı, ikincisi de yolda yürürken geldi.

Dee Dee Ramone: İlk provalar sonrasında Tommy “grubun ismi ne olsun?” dedi. Bilmem” dedim, “Ramones’e ne dersin?” Sonra nasıl olduysa herkes kendi ismine Ramone’yi ekledi ve böylece Ramones olduk. Biz nüfus kâğıdı olan düzgün tiplerden değildik. Bizim gibileri namlarıyla, ünvanlarıyla anılır.

Chuck Berry ruhu

Lee Childers: CBGB’ye ilk gittiğimde sahneye Ramones çıktı. CBGB’de ilk defa 1974 ağustosunda sahneye çıkmışlardı. O yıl, orada 22 kere daha sahne alacaklardı. Onları ilk izlediğimde içerde altı kişi vardı.

Arturo Vega: (grafik sanatçısı) Gülüyordunuz, Ramones’i görünce gülmekten kendinizi alamıyordunuz. Bir yandan şok ediciydiler, diğer yandan komiktiler. Ne iş bu? Bu herifler ne yapıyor? Fakat enerjileri görülmeye değerdi.

Tommy Ramone: İlk başta insanlar bizden nefret ederdi. Birkaç sefer dinledikten sonra madalyonun öteki yüzünü farkederlerdi. Ve işte o zaman bu herifler deha mı, yoksa gerizeka mı diye sormaya başlarlardı.

Joey Ramone: CBGB’nin ilk yıllarında daha çok Warhol’vari tipler takılırdı. Cockettes dans grubu, Suicide’ın Alan Vega’sı… Alan, onun hayatını değiştirdiğimizi söylemişti, Lisa Robinson da aynı şeyi söyledi. Yani ilk başta seyircimiz sanat-sanatçı çevresiydi. Ama yeni şeylere ilk uyananlar da onlardır.

Tommy Ramone: Yeni bir görüntü, duygu ve ideoloji getirdik. Punk rock, glam dalgasını bitirdi. Bunu Dolls’un Daily Planet’teki konserlerinde farketmiştim. Ayaklarında lastik ayakkabılar vardı, halbuki başlangıçta apartman topuk çizme giyerlerdi, şimdi daha düz, daha sokak tipiydiler.

Danny Fields: O sıralarda 16 adlı derginin editörlüğünü yapıyordum. Ramones’i hiç seyretmemiştim, dolayısıyla haklarında hiç yazmamıştım. Tommy Ramone “niye bizden söz etmiyorsun?” diye arayıp duruyordu. Aynı şeyi Liza Robinson’a da yapıyorlardı. Ensemizde boza pişiren bir grup daha vardı. Liza’yla bir gecede iki kuş vurmak üzere anlaştık. O Ramones’i görmeye gidecekti, ben de şimdi adını bile hatırlayamadığım öteki grubu. Ertesi gün Lisa heyecan içinde aradı: Onlara bayılacaksın. Şarkıların uzunluğu bir dakika ve çok hızlı. İki satırlık el bombaları. 15 dakikada işi bitiriyorlar. Çok seveceksin. Ayrıca, bugüne kadar gördüğüm en matrak performans. Lisa haklı çıktı. Onları CBGB’de seyrettim ve vuruldum. Her şeyleri doğruydu. Mükemmeldiler. Hele Joey… Hızlı, enerjik şarkılar için ideal enstrümandı. Hiç çığlık atmıyordu, elini kolunu sallamıyordu. Yerinden kıpırdamadan söylüyordu. O kadar estetikti ki… Konserden sonra onlara kendimi tanıttım ve menajerleri olmak istediğimi söyledim. “İyi güzel de” dediler, “bir davul lâzım bize, paran var mı?” Aorida’daki annemi arayıp üç bin dolar istedim. Böylece Ramones’in menajeri oldum. Yani bir davul karşılığında menajerliği satın aldım.

Alan Betrock: (Soho Weekly News yazarı) Ramones sahnede 1975 model bir sound yaratıyordu. Erken Velvet, Shadows of Knight ve Stooges gibiydiler. Yani rock’n’roll’un ta kendisiydiler. Yapmacıksız, ama aynı zamanda taptaze ve çok yoğun bir enerjiyle çalıyorlardı.

Danny Fields: Onları avangard, deneysel vesair olarak değerlendirenleri hiç anlamıyorum. Bana göre Ramones için en uygun sıfat “çağdaş”tı. İnsan daha ne isteyebilir: Hızlı müzik, hızlı şarkılar, hızlı sözler ve hızlı bir görüntü. Onların derhal en çok satan grup olmayışlarını aklım almıyordu. Dünya bunu bir duysun, hemen mırıldanmaya başlar diyordum. Mükemmel bir stilleri vardı: Klasikti. Blucin, beyaz tişört ve meşin ceketten daha iyi ne olabilir ki? Dünyanın herhangi bir yerinde bir gencin yaratabileceği en kalıcı kılık kıyafetti. Erkeksi, güzel, harbi. Eskimez, modası geçmez. Bana sorarsanız, bundan elli yıl sonra da siyah meşin ceket ve blucin giyen insanlar olacak.

Joey Ramone: Diğer gruplar glam olayına takılıyordu, biz onlar gibi olmak istemiyorduk. Kendimiz olmak istiyorduk. Daha sonra bir sürü grubun bizi taklit etmesi tuhaf bir durum.

Legs McNeil: (Punk dergisinin kurucularından, Spin dergisinin editörü) Bir gece Ramones’i dinlemek için CBGB’ye gitmiştik. İçeri girdiğimizde, kısa saçlı, güneş gözlüklü biri barda oturuyordu. Lou Reed’di bu. Haftalardır dergide Metal Machine Music çalınıyordu. Lou’nun yanına gittim, sizinle bir söyleşi yapmak istiyoruz” dedim. Biz Lou’yla konuşurken Ramones çıktı sahneye. Müthiş bir görüntüydü. Meşin ceketleri içinde dört öfkeli adam. Bu herifler kesinlikle hippi değildi. “Bir-ki-üç-dört” diye şarkıya öyle bir girdiler ki, ortalık gümbürdedi. Bir fırtına başladı ve ne oluyor demeye kalmadan bitti. Sahnede küçük bir kavga çıktı aralarında. Sonra gitarlarını fırlatıp gittiler. İnanılır gibi değildi. Lou Reed masasında katıla katıla gülüyordu. Biraz sonra sahneye döndüler, dörde kadar sayıp yeniden başladılar. Ve 18 dakika boyunca o güne kadar duyduğum en kıyak rock’n’roll’u yaptılar. Şarkılarında Chuck Berry’yi duymak mümkündü. O sıralarda bir tek onu, bir de Beatles’ın Chuck Berry cover’ları yaptığı ikinci albümlerini dinliyordum. Konser sonrasında Ramones’le söyleşi yaptık. Bizim gibi tiplerdi. Çizgi romanlardan, mizah dergilerinden, 60’ların müziğinden bahsediyorlardı. Fakat kısa kesmek zorundaydık, Lou Reed bizi bekliyordu.

Joey Ramone: Lou Reed’le ilk tanışmamız o geceydi. Lou, Johnny Ramone’ye başka bir gitar kullanmasını salık veriyordu. Johnny’nin parası yoktu, elindeki gitarı –bir Mostrite’tı– elli dolara almıştı. Kimsenin kullanmadığı bir marka olduğu için Johnny onu alâmet-i farikası addediyordu. Lou’nun gitarına laf etmesine çok bozuldu ve Lou’nun götlek olduğuna hükmetti.

Pam Brown: (yazar, ressam, Punk dergisi muhabiri) Ramones’i CBGB’de gördüğüm an Joey Ramone’ye vuruldum. Bu aradığım adam dedim ve o gece onun evine taşındım.

Ramones’in cazibesi büyük sanatın zaafları avantajlara çevirmek olduğunu içgüdüsel olarak sezmelerinden kaynaklanıyor. –Chuck Young

Richard Hell: Ramones’le derhal bir gönül bağı hissettim, haklarında hiçbir ikircikli fikrim olmadı. Hep oldukları gibiydiler. Bütün şarkıları iki dakika uzunluğundaydı. O sıralarda beş-altı şarkıları vardı, hepsinin de ismi “istemiyorum”a başlı­ yordu: “I Don’t Wanna Go Down In The Basement”, “I Don’t Wanna Walk Around With You”, “I Don’t Wanna Be Learned”, “I Don’t Wanna Be Tamed”… Onlara niye şarkılar böyle diye sorduğumda, Dee Dee “bir tane de pozitif şarkımız var” dedi: “Now I Wanna Sniff Some Glue” (Şimdi Uhu Koklamak İstiyorum). Şahane herifler. Fakat Dee Dee dışındakilerle yakınlığım yoktu. Şu kadarını söyleyebilirim: Johnny beyzbol oyuncularının kartlarını biriktirirdi, Joey İngiliz şarkıcılara tutkundu, Tommy ise ciddi bir prodüktördü. Grubu disipline ediyordu, öyle birine ihtiyaç vardı, yoksa onca yıl ayakta kalmaları mümkün olmazdı.

Linda Stein: (Ramones’in menajeri) Grubun beyni, entelektüeli Tommy’ydi. Sempati halesi ise Joey’deydi.

Joey Ramone: Şarkılarımızın konuları hayatın içinden şeylerdi, televizyondan, çizgi romanlardan, şurdan, burdan… Kara bir mizahımız vardı, yaşadığımız şeyleri, başımıza gelenleri yazıyorduk, bir de tabii eğlenceli şeyleri. Kendimiz için müzik yapıyorduk, sevdiğimiz müziği, artık yapılmayan müziği… O günlerde rock Pink Floyd, Emerson, Lake and Palmer ve benzerlerinin yamalı bohçasıydı. Biz rock’un kalbine girdik, enerjisiyle duygusunu birleştirdik ve hayata döndürdük.

Wayne Kramer: (MC5’ın gitaristi) Hapisteyken arkadaşlarımdan biri Billboard dergisini getirmişti. Ramones hakkındaki yazıyı gördüm, hepsi Fred Sonic Smith’e benziyordu. Ve Danny Fields menajerliklerini yapıyordu. Dergideki yazılar Ramones benzeri grupların MC5’dan esinlendiğini söylüyordu. Fakat benim bulunduğum yerden –kodesten– punk lafı kulağa iyi gelmiyordu. Çünkü kodeste punk demek, ırzına geçilebilir erkek demek. Onun için derginin o sayfalarını yırtıp tuvalete attım, sifonu çektim.

Beach Boys, ABBA, Iggy Stooge

Tommy Ramone: Yarı bağımsız bir plak şirketi Sire bizim müziğimizle ilgilenmeye başladı, single anlaşmaları yapmak istediler. Bizim o taraklarda bezimiz yoktu. Fakat sonradan “neden olmasın” dedik ve ilk single’mızı yaptık: “Blietzkrieg Bop”. Yıl 1976’ydı.

Danny Field: Sire şirketini ikna eden Linda Stein olmuştu. O sıralarda şirketin sahibi Seymour Stein’la evliydi. Seymour için Broadway 22. sokakta özel bir dinleti seansı yapıldı.

Linda Stein: Nasıl bir şeyle karşılaşacağımızı kestiremiyordum. Ramones hakkında o kadar çok olumlu ve olumsuz şey duymuştum ki… Fakat her halükârda görsel olarak ilginç, heyecan verici bir şeyle karşılaşacağımı tahmin ediyordum. “15 dakikada yedi şarkı söylüyorlar” diye eleştirenler vardı. Fakat ben şarkılarına bayıldım. Onların şarkılarını söyleyebiliyorum. 70’lerin ortasından itibaren kaç sanatçı için söylenebilir bu? Harikulâde şarkılar yazıyorlardı. Beach  Boys’dan ve bir ölçüde de ABBA’dan etkilendikleri belliydi.

Danny Fields: Linda Stein, Ramones’in menajerligini birlikte yapmamızı teklif etti. Grubun Avrupa’ya gitmesi için kolları sıvadı. İngiliz ve Frasız dinleyicilerin Ramones’i derhal bağırlarına basacağını söylüyordu. Haklıydı. Fakat önce bir Ramones plağının çıkması gerekiyordu.

Joey Ramone: The Ramones’i bir haftada yaptık ve sadece 6400 dolara mâlettik. Millet apıştı kaldı. Bazı albümler yarım milyon dolara çıkıyordu, Fleetwood Mac gibi toplulukların albüm yapmaları iki-üç seneye yayılabiliyordu. Bir haftada ve 6400 dolara albüm yapmak inanılır şey değildi.

Tommy Ramones: Şarkılar hazırdı, bir demo bile yapmıştık. Her şey hazırdı. Bütün fikirler halihazırda mevcuttu. Sadece önümüze mikrofon koydular, çalıp söyledik. Teknik şartlar ahım şahım değildi, gerilimli ve kaotik günlerdi, ama ilk albümümüz doğmuş oldu. 14 şarkı vardı, toplam 28 dakika 53 saniyeydi.

Iggy Pop: New York’ta bir punk olayının başladığından haberim yoktu. Tek bildiğim Patti Smith’ti, onu da şiir olayı zannediyordum. CBGB’de neler olduğundan haberdar değildim. Bildiğim bir şey daha vardı, Raw Power’ın yüzde 9O’ı depoyu boylamıştı.

Clash’ten Mick Jones ve Paul Simonon, Ramones’e şöyle dediler: “Sizi seyrettikten sonra bizim de bir grup olabileceğimizi anladık.” Temelde, Ramones’in onlara ve bütün öteki gruplara söylediği şuydu: “Çıkıp çalın, biz öyle yaptık.” Danny Fields

Pam Brown: Iggy, CBGB’de sahneye çıktığında ayağımız yerden kesildi. Punk dergisi için ondan randevu aldım. O sıralarda Joey Ramone’yle beraber yaşıyordum. Söyleşiyi bizim evde yaptık, Joey de resimlerini yaptı. Iggy harikaydı, saatlerce anlattı.

Iggy Pop: Ramones’lerin evine gittim. Harika heriflerdi. İlk albümlerini çok beğenmiştim. Fakat albüm kapağında grubun bütün üyelerinin Ramone adını taşımaları ters gelmişti. Danny Klein aynı şeyi Stooges’la yapmaya çalışmıştı, ilk albümümüzde de bana danışmadan beni Iggy Stooge diye lanse etmişti. Buna kurum kimliği diyorlar. Sanki millet “aa, bu Iggy Stooge, hemen gidip alayım” diyecek. Ben hiçbir zaman Iggy Stooge olmadım. Öldüresiye öfke ve intiharsı arzular arasında gidip gelmiştim Iggy Stooge ibaresini gördüğümde. Dolayısıyla, Ramones’in ilk albümlerini gördüğümde, “Danny kendisine bir kukla grup buldu” demiştim. Ama albüm nefisti.

Chuck Young: (Rolling Stone yazarı) Dolls’a kıyasla, Ramones’in müziği daha yüksek bir enerjinin bileşimi, sözleri daha komik, enstrümantal becerileri daha düşüktü. Ramones’in cazibesi büyük sanatın zaafları avantajlara çevirmek olduğunu içgüdüsel olarak sezmelerinden kaynaklanıyor.

Robert Christgau: (Village Voice yazarı) Benim gözümde radyoda çalan her şeyi sollamışlardı. Dolls’dan daha temiz, Velvet’ten daha canlı ve Black Sabbath’ın hiç olmadığı kadar dinlenebilir bir gruptu Ramones.

Pistols, Clash, Nick Kent

Danny Fields: Ta en baştan beri, Linda Stein, Ramones’in İngiltere’de çok iyi iş yapacağını söylüyordu. İngiltere’deki ilk konserimiz 4 Temmuz 1976’da, Amerika’nın Britanya’dan bağımsızlığının 200. yıldönümünde oldu. Bunu mecazen çok uygun bulmuştuk, İngilizlere vereceğimiz yıldönümü armağanı, onların bütün duyarlıklarını altüst edecekti.

Joey Ramone: İngiltere’ye gidişimiz heyecan vericiydi, çünkü İngilizlere hayrandık, Beatles’a ve diğerlerine: Who, Stones, Kinks… Müzik dergileri vasıtasıyla İngilizlerin bizden haberdar olduklarını biliyorduk. Bütün beklentilerini yerine getirdik. Ayakları yerden kesildi. Hakkımızda duydukları her şeyin gerçek olduğunu gösterdik. Konserler müthişti. Herkes oradaydı, müstakbel Clash, Pistols, Damned…

Mickey Leigh: İlk konserin öncesinde Roundhouse’un arka kapısından içeri girdiğimizde Clash’le karşılaştık. Hepsi meşin ceketliydi, kabadayı bir halleri vardı. Ürkmüştük. “Biz Clash’iz dediler, hepinizi sollayacağız. Punk pozu yapıyorlardı; New York’taki olayın öyle olduğunu sanıyorlardı.

Arturo Vega: Londra’nın bütün grupları Ramones’i görmek için Roundhouse’ta toplanmıştı. Johnny Rotten yanıma geldi, arka kapıdan girip Ramones’le tanışıp tanışamayacağını sordu. Benden hoşlanmazlarsa döverler mi? dedi. Ramones’i gerçekten bir çete zannediyordu.

Dee Dee Ramone: Rotten’ı Johnny Ramone karşıladı, çok dostane davrandı. Sırtını sıvazladı, bira ikram etti. Rotten birayı kafasına dikti, tek nefeste bitirdi. Hayret ve merakla izliyorduk. Birasını içtikten sonra tek kelime söylemeden çekip gitti.

O günlerde rock Pink Floyd, Emerson, Lake and Palmer ve benzerlerinin yamalı bohçasıydı. Biz rock’un kalbine girdik, enerjisiyle duygusunu birleştirdik ve hayata döndürdük. –Joey Ramone

Danny Fields: Clash’ten Mick Jones ve Paul Simonon da oradaydı. Paul çok yakışıklı bir oğlandı. Sonra Patti’yle takıldılar, Patti erkekten iyi anlar. Paul ve Mick Ramones’e şöyle dediler: “Sizi seyrettikten sonra bizim de bir grup olabileceğimizi anladık. Temelde, Ramones’in onlara ve bütün öteki gruplara söylediği şuydu: “Çıkıp çalın, biz öyle yaptık.”

Dee Dee Ramone: İngiltere bayağı tırsıtıcıydı. Nick Kent diye bir yazar vardı, Keith Richards’a benziyordu, nefis bir saç traşı ve üzerinden tren geçmiş gibi bir suratı vardı. Ayağında Beatles çizmeleri –matadorlar–, ama daha tuhaf, teatral şeyler. O türden bir sürü tip vardı. Bir korsan gemisinden inmiş gibiydiler.

Allan Jones: (Melody Maker’ın ve Uncut’ın edi­törü) Ramones’in şiddetle ifade ettikleri nihilizme yaptıkları moronik vurgu ve özürlü müziklerinin yeniyetmelerin tatminsizliklerine ve saldırgan ruh hallerine cuk oturduğu söyleniyor. Ramones’in popülerliği, rock idollerinin zenginleşip lükse dalmalarına ve seyircilerinden uzaklaşmalarına bağlanabilir. Evet, belki de haklılar, rock uçuruma gidiyor ve bunu engellemek için kimsenin bir şey yaptığı yok. Fakat, eğer dibe vuracaksak, hiç olmazsa “Judy Is A Punk”tan daha haysiyetli bir sonumuz olsa…

Tommy Ramone: Önemli bir şey yaptığımızı düşünüyorduk. Yapmacık bir durum değildi, kişiliklerimizden ve fikirlerimizden gelen bir şeydi. Fakat kimsenin yapmadığı bir şeyi yaptığımızın farkındaydık. Ve dizginler tamamen bizim elimizdeydi. Çok iyi karşılandık, biletler yok sattı. Ve önemli sanatçılar olarak kabul gördük.

Seymour Stein: (Sire plak şirketinin sahibi) Ramones müthiş bir katalizör oldu. O grupların esin perilerine süreklilik kazandırdı, hayatiyet verdi.

Seyyar bir gökgürültüsü

Legs McNeil: İngiltere’den döndüklerinde Joey’nin gözleri parlıyordu. Bir şeyler olduğu belliydi. “Legs, inanamazsın” dedi, “i-na-na-maz-sın… bayıldılar”. Neden bahsettiğini bilemiyordum, punk hâlâ sadece bir dergi adıydı, Ramones, Richard Hell, Johnny Thunders, Patti Smith, Dictators… Hepsi buydu, CBGB’de 100 kişi takılırdı, bunların yarısı da punk değildi, sanatçı çevresiydi. Dolayısıyla Joey’i dinledikten sonra demiştim ki, güzel, memnun oldum, ama İngiltere’nin punk olayıyla ne alâkası var?” Yani, “Amerika bizi ne zaman sevecek?”

Dee Dee Ramone: Ramones, Amerika’da alternatif turne denebilecek olayın kapısını açtı. Âlemin en inatçı grubu bizdik. Minibüse dolaşıp yola çıkıyorduk. Connecticut gibi yerlerde bile, redneck’lerin minübüsümüzün camını kırdığı oluyordu. Ülkeyi adım adım arşınlıyorduk, minibüste 14 kişiydik. Bir trafik kazasına kurban gitmememiz mucizeydi. İnanılmaz sürat yapıyorduk, geceleri konserden sonra yola çıkıyorduk, LSD’li kafayla yağmurda, çamurda, karda… Hep hareket halindeydik, Oklohoma’ya, Idaho’ya… Ve her yerde seyirci buluyorduk.

Ed Stasium: (prodüktör) İngiliz punk’ının yükselişi Ramones’i itekledi, kendilerini rafine etmeye zorladı. Stüdyodaki ilk günü hatırlıyorum, Johnny elinde God Save The Queen’le gelmişti. “Bu herifler bunu bizden arakladı, şimdi bizim daha iyi bir şey yapmamız lâzım, bir adım daha ileride olmalıyız.” Pistols’ı birlikte dinledik ve dedik ki, “hiç mesele değil, daha iyisini yaparız. 1977 yazında yaptığımız Ramones Leave Home’a kıyasla Rocket To Russia’yla daha çok uğraştık ve daha iyi bir sound elde ettik. Daha zengin ses, farklı doku vardı.

David Corina: (eleştirmen, Mojo yazarı) Ramones Leave Home’la Rocket To Russia arasında –1977 yazında– hatırlardan kolay kolay çıkmayacak bir single yayınladılar, “Sheena Is A Punk Rocker”. O sıralarda bir plakçıda çalışıyordum. “Sheena”nın büyük hit olacağını düşünüyordum ve dükkânda bangır bangır onu çalıyordum, duyanların o şarkıya kayıtsız kalmayacağını düşünerek. Ama Ramones aşina bir isim değildi ve “Sheena” keşfedilmemiş bir klasik olarak raflarda tozlandı. İngiltere listelerinde de 22. sıranın ötesine gidemedi. Ramones 1996’da Adios Amigos’la veda edene dek toplam 21 albüm çıkarmıştı, ama zirve noktaları “Sheena”ydı.

Joey Ramone: O şarkı her şeyin özeti gibiydi. Queens günleri, CBGB olayı… Her şey o şarkıda dile geldi. “Sheena”yı Seymour Stein’a dinlettiğimizde, bu bir hit, hemen kaydedelim” demişti. Bu bana 50’leri çağrıştırmıştı, şarkı yazıyorsun, ânında kaydediyorsun… Radyolar, bali-tiner koklama referansları var gerekçesiyle “Sheena”yı çalmayı reddettiler. Halbuki çok masum bir şarkıydı, hele bugünün rap’iyle, hiphop’uyla ve Eminem’in şarkılarıyla karşılaştırınca.

Dee Dee Ramone: 1979’daki tablo şuydu: Üç yıldır sürekli turnedeydik ve cebimizde beş kuruş yoktu. Punk rock pazarının gittikçe genişlediğini gören plak şirketi hit olacak bir albüm istiyordu; bunu Phil Spector’la birlikte çalıştığımız takdirde kotaracağımızı düşünüyorlardı. Böylece Phii’le çalışmaya başladık. Tam bir kâbustu.

Joey Ramone: Phil Spector bize hep şöyle derdi: “Siz iyi mi olmak istiyorsunuz, yoksa büyük mü? Ben sizi büyük yapabilirim.”

Dee Dee Ramone: Phil silahlı iki korumayla gezerdi. Ayrıca kendisi de hep silah taşırdı. Bir gece, tabancasını çekti ve bizi rehin aldı. John, “saçmalama Phil, bırak gidelim diyordu, Phil, hele bir gitmeye kalkın, bakalım neler olacak” diye karşılık veriyordu. Bir tam gün oturma odasında rehine kaldık ve Phil’in mütemadiyen çaldığı “Baby I Love You”yu dinledik.

Arturo Vega: Phil’in elinden kurtulmalarının ertesinde Dee Dee’yle karşılaştık. Ödü kopmuştu. Phil’in ciddi bir tehlike olduğunu düşünüyordu. Haksız da sayılmazdı. Phil sıkı manyaktı.

Dee Dee Ramone: Phil Spector’la End of the Century albümünü yaparken aynı zamanda Roger Corman’ın Rock’n’Roll High School adlı filminde oynuyorduk. Gündüzleri film setindeydik, geceleri End of Century’yi yazıyorduk. Yönetmen Allan Arkush tatlı bir herifti, fakat filmde bizi mankafa bir grup gibi gösterdi. Ramones mankafa bir grup değildi.

 Joey Ramone: Sonuçta End of the Century 700 bin dolara çıktı, çünkü Phil albümü sürekli remiks ediyordu.

Dee Dee Ramone: Albümü ilk dinlediğimde kulaklarıma inanamadım, o kadar berbat bir sound’u vardı ki. Yine de o albümden iki tane hit şarkı çıktı: “Baby I Love You” ve “Rock’n Roll Radio”.

Danny Fields: Beklediğimiz gibi olmadı: Ramones plakları çok satıp bizi zengin etmedi, ama konser biletleri çok sattı. Ramones seyyar bir gökgürültüsü gibiydi.

Mum söner yalım sürer

Dee Dee Ramone: Otomatiğe bağlanmış rock’n’roll, isyan duygumu köreltti. 15 yıl boyunca yollardaydık. Artık minibüse tahammül edemiyor­ dum –arkada oturup pencereden dışarı bakmaktan gına gelmişti. Birbirimizle konuşamaz olduk. Bir ara dört ayrı kompartımanlı bir otobüsümüz vardı. Herkes kendi kompartımanında takılıyordu. Otobüsten beraber indiğimiz bile vaki değildi. Ramones’e dair bir sürü şey uyuz etmeye başlamıştı beni. Mesela her gece “Pinhead”i çalmak hasta ediyordu. “Glad To See You Go” adlı bir parçamız vardı, sıra ona gelince, “oh derdim, “dörtte üçü bitti, birazdan otele gidip yatabilirim”. Ayrıca oğlan çocuğu görüntüsünden de sıtkım sıyrılmıştı; dört orta yaşlı herif isyankâr yeniyetme pozu yapıyor gibiydik. Meşin ceket ve yırtık blucinlerle takılmak artık bana sahtelik duygusu veriyordu.

Laura Allen: (manken) Dee Dee’nin Ramones’ten ayrıldığı sıralarda birlikte yaşıyorduk. Dee Dee, İspanyol bir çocuktan aldığı tabancayı üzerinde taşıyordu o zamanlar. Bir gece esrar almaya gittik, sivilin biri bizden huylandı, duvara yaslayıp üzerimizi aramaya başladı. Dee Dee’nin esrarını buldu, ben tam “eyvah, şimdi de tabancayı farkedecek” derken, “sen Ramones’te çalmıyor muydun, hiç yabancı gelmiyorsun, Dee Dee Ramone misin yoksa?” diye sordu. Dee Dee “evet” dedi. Bunun üzerine sivil polis, 15 yaşındayken Ramones’e nasıl hayran olduğunu anlatmaya başladı. Sonra da bir daha buralarda yakalarsam, sizi tevkif etmeye mecbur kalırım” diyerek bizi serbest bıraktı.

Dee Dee Ramone: 1989’da gruptan ayrıldığımda bittiğini düşünmüştüm. Ama kamuoyunun, özellikle Amerikan kamuoyunun, gönlü razı olmadı tarihe karışmamıza. Ramones hâlâ hatırlanıyor ve eskisinden daha fazla seviliyor.

Joey Ramone: Californialı punk grubu Green Day’in seyircileri sahneye davet edip “Blitzkreig Bop”u söylediklerini duyuyorum. Çok cool bir durum. Yeni bir Ramones fanları kuşağı var. Bizi hiç görmedikleri halde sadakatle çizgimizi sürdürüyorlar. Ramones ölümsüz bence.

Dee Dee Ramone: Ramones Chuck Berry kadar etkili oldu, inanması zor, ama öyle.

Roll, sayı 55, Temmuz 2001

^