2022 küresel hegemonik güçler için oldukça yoğun geçiyor. 22-26 Mayıs’ta, pandemi nedeniyle iki yıldır yüz yüze toplanamayan Dünya Ekonomi Forumu yapıldı. 2022 Davos’unu önceki yıllardan farklı kılan şey toplantının ana temasında gizliydi: “Dönüm Noktasındaki Tarih, Hükümet Politikaları ve İş Dünyası Stratejileri”.
Dünya Ekonomik Forumu kurucusu ve yöneticisi Klaus Schwab toplantının duyurusunda çeşitli zorluklara karşı işbirliklerini hızlandırmaktan bahsetmişti. Gerek Schwab’ın toplantıya dair kısa çağrısı, gerekse toplantının ana teması bu yılki Davos’un dünyayı kırılmanın eşiğinde gördüğüne işaret ediyordu.
Nitekim, 2022’yi tarihi dönüm noktası kılan durumun temelinde kapitalizmin yaşadığı buhran bulunuyor. Kapitalizm neoliberal evresinin sonlarına doğru gelirken ortaya çıkan ve Davos’ta gündeme alınan konular bu buhranın çeşitli veçheleriydi.
Davos 2022’nin imledikleri
Dünya Ekonomik Forumu’ndan yapılan açıklamaya göre, dünyadaki ekonomik görünüm, sağlık, iklim, eşitsizlikler ve itirazlar bu yılki toplantının konusu olacaktı. Davos’un 11 Ocak 2022’de yayınladığı “Küresel Risk Raporu 2022” toplumsal ve ekolojik riskleri küresel risklerde ön sıralara koyuyordu. Davos 2022 bu risk algılarının ve toplumsal itirazların yükselme ihtimalini içerdiği için “tarihin dönüm noktası”na, yani “kırılma anları”na işaret ediyordu.
2022 Davos’unu öncekilerden ayıran özellik, tarihin bir dönüm noktasında olduğunu görmesiydi. Özellikle George Soros’un konuşması kapitalist hegemonik güçlere yol gösteren nitelikteydi. Rusya-Çin ittifakını “açık toplum önündeki en büyük tehdit” olarak gördüğünü ifade eden Soros’a göre, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali “Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı” anlamına gelebilirdi.
Her ne kadar üst düzey temsiliyet sağlanmasa da Davos 2022, kapitalizmin çıkmazlarını gören ve fakat kapitalizmin yeni formda sürdürülebilmesi üzerine düşünen şekilde yapıldı. Davos zirvesinden hemen sonra, 3 Haziran 2022’de yayınlanan bildiriye göre, Davos 2022 gelecekte ne olacağını altı temada tanımladı.
İlk tema Ukrayna savaşının küresel işbirliğinin önemini göstermesini konu alıyor. Bu temada, ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Ukrayna savaşının, ABD-Çin ilişkileri dahil, küresel düzeni yeniden yapılandıracağına dair uyarısı öne çıkıyor.
İkinci tema, Davos 2022’nin iklim, gıda ve enerji krizlerini iç içe değerlendirmesi. Burada bir yandan kapitalizmin ekolojik yıkımının geldiği aşama, diğer yandan finansallaşma ve tüketim toplumuna dayalı neoliberalizmin yarattığı yıkım ve son olarak Ukrayna savaşıyla birlikte ivme kazanan enerji krizleri Davos 2022’nin geleceğe dönük sıraladığı küresel riskin arka planını oluşturuyor.
Diğer temalar ekonomiden cinsiyet eşitsizliklerine, sağlıktan dijital dünyaya, geniş bir skalada tespit edildi. Bu temalarda özellikle resesyon ihtimalinin ve bir sonraki pandemi olasılığı üzerinden sağlık hizmetlerinin yeniden düşünülmesi özellikle dikkat çekici.
“Açık toplum”a en büyük tehdit: Rusya-Çin ittifakı
Davos kapitalist hegemonik güçlerin (hükümetler/devletler ve iş dünyası/kapitalist sınıflar) daima simülasyon merkezi olarak işlev görüyor. Davos toplantılarında, kapitalizmin sürekliliği esas alınarak, çeşitli risk odakları ve bunlara karşı geliştirilecek hamleler üzerine tartışılıyor. Davos bu yönüyle 2022’de de kapitalizm için çeşitli simülasyonların üretildiği bir mutfak hizmeti sunmaya devam ediyor.
2022 Davos’unu öncekilerden ayıran özellik, tarihin bir dönüm noktasında olduğunu görmesiydi. Özellikle George Soros’un konuşması, mevcut “düşmanları” tanımlaması ve geleceğe dair öngörüleriyle kapitalist hegemonik güçlere yol gösteren nitelikteydi. Rusya-Çin ittifakının “açık toplum önündeki en büyük tehdit” olarak gördüğünü ifade eden Soros’a göre, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali “Üçüncü Dünya Savaşı’nın başlangıcı” anlamına gelebilirdi.
Nihayetinde, Davos 2022’de gerek algılanan riskler, gerekse de toplumsal itirazlara yapılan vurgular kapitalist hegemonik güçlerin dünyayı okuma şekillerine dair güçlü doneler sundu.
G7 zirvesi ve güç savaşının haritası
Davos’tan yaklaşık bir ay sonra, 26-28 Haziran 2022’de, G7 Liderler Zirvesi Almanya’da toplandı. Bu toplantının ana temaları Rusya-Ukrayna savaşı, Rusya’ya yaptırımlar, Çin’le ilişkiler, enerji fiyatları ve yüksek enflasyon gibi konulardan oluştu. Küresel addedilen sorunlara küresel yanıtlar üretme amacıyla bir araya gelen G7 liderleri NATO genişlemesini de ele aldı. Bu toplantının arka planı da, Davos’taki gibi, tarihin kırılma anlarında olunduğu düşüncesiydi.
G7 toplantılarının sonuçlarını birkaç başlıkta toplamak mümkün. Enerjiye erişim ve enerji fiyatları sorunu, gıda güvenliği, iklim gibi konuların yanısıra, Rusya’ya ek yaptırımlar yapılması, Çin’in daha fazla hedef haline getirilmesi, İran’la ilgili tartışmalar jeopolitik konular olarak öne çıktı. Bunlarla birlikte, Covid-19 salgını sonrası temel sağlık hizmetlerine erişimin güçlendirilmesi ve cinsiyet eşitliğinin hedeflenmesi de önemli başlıklar olarak kayda geçti.
2022 G7 zirvesinin en somut adımı, küresel güç savaşımının eksenini göstermesi bakımından ilgi çekiciydi. Biden’ın yaptığı açıklamaya göre, gelişmekte olan ülkelerde altyapının finanse edilmesi amacıyla beş yıl için 600 milyar dolar ayrılması, Çin’in “Kuşak ve Yol” projesine karşı güç savaşımının hem tüm kürede hem de sadece jeopolitik olarak değil, yatırımlar anlamında da süreceğine işaret ediyor.
Son olarak, birçok ülkenin borç riskinin yüksek olduğuna, borç açıklarına ve borç yapılandırılmasına dikkat çekilerek bunlar ortak tutum alınacak başlıklar olarak belirlendi.
2022 G7 zirvesinin en somut adımı, küresel güç savaşımının eksenini göstermesi bakımından ilgi çekiciydi. ABD Başkanı Joe Biden’ın yaptığı açıklamaya göre, gelişmekte olan ülkelerde altyapının finanse edilmesi amacıyla, ilk beş yıl için 600 milyar dolar ayrılıyordu. Bu hamle Çin tarafından uzunca süredir yürütülen “Kuşak ve Yol” projesine karşı güç savaşımının hem tüm kürede hem de sadece jeopolitik olarak değil, yatırımlar anlamında da süreceğine işaret ediyor.
NATO 2022 Stratejik Konsepti
G7’nin hemen ardından, 28-30 Haziran’da, NATO Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi yapıldı. Pek tabii olarak Madrid’deki zirvenin temel gündemi NATO’nun genişlemesiydi. İsveç ve Finlandiya’yı dahil etmeyi planlayan genişlemeyle ilgili temel tartışmanın merkezinde ise Erdoğan vardı. NATO’dan yapılan açıklamaya göre, birliğin karşı karşıya olduğu sorunları görüşme ve birlik çatısı altında yaşayan insanların güvenliği amaçlı bir toplantı gerçekleştirildi. Avustralya, Japonya, Yeni Zelanda ve Kore Cumhuriyeti, işbirliğini artırmak ve küresel meydan okumalara karşı ortaklaşılmak üzere, ilk kez bir NATO zirvesine dahil edildi.
2022 NATO zirvesinden birliğin caydırıcılığının ve savunmasının daha güçlü yapılması kararı çıktı. Bu kararı gerçekleştirmek üzere, NATO üyelerinin 2024’e kadar tamamlanacak şekilde GSYH’larının en az yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırmasında ortaklaşıldı. Savunma ve savaşa ayrılan bu fikri ve maddi kaynaklar, Davos ve G7 zirvelerindeki “tarihsel kırılma dönemi” tespitini çağrıştıracak şekilde, Soğuk Savaş’tan bu yana NATO’nun en önemli revizyonu olarak lanse edildi. Rusya’nın doğrudan karşı çıktığı İsveç ve Finlandiya’yı içeren NATO genişlemesinin sürdürülmesi için açık kapı politikasına bağlılık vurgulandı.
Jeopolitik hamlelerin yanısıra, NATO zirvesinde insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü, cinsiyet eşitliği gibi konular ele alınarak çeşitli çerçevelere vurgu yapıldı. Fakat öne çıkan en önemli başlık NATO 2022 Stratejik Konsepti oldu.
NATO 2022 NATO tarihinin en kritik kırılmalarını yaratacak toplantıların başında geliyor –yakın zamanda göreceğimiz etkileriyle tarihe de öyle geçeceği görülüyor. Zira, yeni bir NATO’nun doğumu ilan edildi ve belli bir alanda kalmak yerine “küresel olma” mesajı verildi. Bunun nedenini yayınlanan “Yeni Stratejik Konsept”in içeriğinde aramak gerekiyor.
2022 NATO zirvesinden birliğin caydırıcılığının ve savunmasının daha güçlü yapılması kararı çıktı. Bu kararı gerçekleştirmek üzere, NATO üyelerinin GSYH’larının en az yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırmasında ortaklaşıldı. Savunma ve savaşa ayrılan bu kaynaklar, Davos ve G7’deki “tarihsel kırılma dönemi” tespitini çağrıştıracak şekilde, Soğuk Savaş’tan bu yana NATO’nun en önemli revizyonu olarak lanse edildi.
28 Haziran’da, İspanya Kralı VI. Felipe’nin Kraliyet Sarayı’nda liderlere verdiği akşam yemeğiyle başlayan zirveye, NATO üyesi otuz ülkenin devlet veya hükümet başkanları ve “davetli ülke” statüsüyle Hint-Pasifik’ten Avustralya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore, Avrupa’dan Finlandiya, İsveç, Avusturya, İrlanda, Malta, Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Bosna Hersek ve Gürcistan, Kuzey Afrika’dan da Ürdün ve Moritanya katıldı. Zirve için Madrid’e gelen 44 ülkeden 41’i devlet veya hükümet başkanı düzeyinde temsil edilirken, ülkelerin dışişleri ve savunma bakanları da hazır bulundu.
Zirvenin ana gündemleri Ukrayna Savaşı, Çin’in yükselişi, Finlandiya ve İsveç’in katılımı ve bu yıl yayınlanan “Yeni Stratejik Konsept” belgesine dair temel tartışmalardı. NATO üyeleri ittifakın önümüzdeki on yılına yön verecek strateji belgesini onayladı. NATO bir önceki belgesini 2010’da, Lizbon’da yayınlamıştı. Madrid’de kabul edilen “Yeni Stratejik Konsept” NATO tarihinin sekizinci, Soğuk Savaş sonrasının dördüncü stratejik konsept belgesi durumunda.
Ortalama on yılda bir yayınlanan bu belgeler çok yoğun tartışmalara neden olmamıştı, fakat son iki belge değişen, dönüşen küresel siyasadaki çalkantıları anlamlandırmak açısından son derece ilgi gördü. Denebilir ki, sadece11 sayfalık içerikten oluşan 2022 Stratejik Konsept belgesi en çok konuşulacak kabullerden biri. Çünkü yukarıda kısa arka plan olarak özet geçtiğimiz olay ve olgular burada yerli yerine oturtulmuş bulunuyor.
Washington ruhu ve 5. madde
Her ne kadar Madrid Zirvesi, İsveç ve Finlandiya’nın İttifak’a üyeliklerinin damga vurduğu, dolayısıyla genişlemenin ön planda yer aldığı bir görüntü verdiyse de, tüm bunların ötesinde sonuçlar doğuran bir içeriğe sahip.
Örneğin, NATO’nun asker sayısının 40 binden 300 bine çıkarılacak olması “güvenlik” fenomeninin yeniden ele alındığını gözler önüne seriyor. Şüphesiz bu dengenin yeni sonuçları olacaktır. Burada, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’e kulak verelim: “NATO, Soğuk Savaş döneminden bu yana ilk defa bu tip bir plan kabul ediyor. Bu, güvenlik açısından bir dönüm noktasıdır. 2010’da Lizbon’da kabul edilen stratejik konseptten çok daha farklı.“
NATO’nun 2022 Stratejik Konsept belgesi dört ana bölüm ve 49 maddeden oluşuyor: Amaç ve ilkeler (beş madde), Stratejik Ortam (14 madde), NATO’nun Temel Görevleri (27 madde –Caydırıcılık ve Savunma, Kriz Önleme ve Yönetimi, İşbirlikçi Güvenlik) ve İttifakın Devam Eden Başarısının Sağlanması (üç madde).
NATO’nun 2022 Stratejik Konsept belgesi ABD’nin “2022 Ulusal Güvenlik Stratejisi” ile içerik bakımından gayet uyumlu. Belgede ilk olarak, meşhur 5. madde bağlamında, NATO üyelerinin özgürlük ve güvenliğine, demokratik değerlere, transatlantik bağa ve Washington Antlaşması ruhuna atıf yapılıyor.
ABD’nin “2022 Ulusal Güvenlik Stratejisi” ile içerik bakımından gayet uyumlu olan belgede ilk olarak, meşhur 5. madde[1] bağlamında, NATO üyelerinin özgürlük ve güvenliğine, demokratik değerlere, transatlantik bağa ve Washington Antlaşması ruhuna atıf yapılıyor.
Daha önce de tanımlanan üç temel görevde dikkat çekici bir değişiklik var. “Kriz yönetimi” olarak tanımlanan temel göreve, bu sefer “yönetim”in yanı sıra “önleme” kavramı da eklenmiş.
Hızlıca sayacak olursak, NATO komutası çağın gereğine göre yeniden yapılandırılıyor. Özellikle “caydırıcılık rolü” restore ediliyor, Rusya kaynaklı tehditler yeni bir bağlama oturtuluyor, yakın konumdaki müttefiklere askeri teçhizat yardımı ve ilgili bölgelere yerleştirme, “önleme” amaçlı olarak artıyor. Konvansiyonel ve asimetrik tehditlere eşzamanlı yaklaşmayı esas alan bir talep var. NATO’ya üyelik hedefi olan ülkelerle açık kapı siyaseti yürütülmeye devam edilecek. Süregiden savaş göz önüne alınarak periferideki bölgelere dair stratejik bakış yeniden oturtulacak.
NATO kendisini bilgi çağına uyarlama ve siber tehditlere karşı 5. maddeyi uygulama kararı da aldı. Hint-Pasifik bölgesi Avrupa-Atlantik’in güvenliğini etkileyecek alan olarak kayda geçirildi.
“Dostumuz kış”
Çokça tartışılan genişleme konusunda ise NATO bu durumu “tarihi başarı” olarak gördüğünü ifade ederek kendi cephesinden tartışmalara noktayı koymuş oldu.
Bu belgeye dair birçok şey söylenebilir, ama en önemli vurgu şuydu: 2022 Stratejik Konsepti’nde Çin ilk kez ele alınırken Rusya “barış ve istikrara yönelik en önemli ve doğrudan tehdit” olarak tanımlandı. 2010’daki belgede ise Rusya “Karşılıklı işbirliği ve diyalog” temelinde ele alınmış ve övgülere mazhar olmuştu.
Genel Sekreter Stoltenberg de 2022 Stratejik Konsepti’nin Avrupa’nın II. Dünya Savaşı’ndan bu yana gördüğü en kötü dönemde kabul edildiğini vurgulayarak şöyle diyor: “Rusya, Avrupa’da barışı yıktı. NATO olarak doğu kanadımızdaki mevcudiyetimizi güçlendireceğiz ve birliklerimizi önceden belirlenmiş birimlere ve yeni kapasitelere dönüştüreceğiz.”
Kurulacak her denklemde hem Kürtlerin hem Türklerin baş müzakere-karşılıklı hamle konusu olacağı da öngörülebilir. Bu sürecin bir ucu Ankara’da, bir ucu Kobanê’de, bir ucu Hewler’de, bir ucu da Diyarbakır’da kendisini gösterme potansiyelini barındırdığından, Kürtler açısından “üçüncü yol” siyasetinin burada da önem kazandığı söylenebilir.
2010’da Çin için pek bir vurgu olmazken, 2022’de “Kötü niyetli hibrit ve siber operasyonları ve çatışmacı söylemler ile müttefikleri hedef alan, nükleer cephaneliğini hızla genişleten” bir odak olarak tanımlanıyor, “her alanda küresel düzeni yıkmak için çabaladığı ve ilişkilerinde, siyasetinde şeffaf olmadığı” ifade ediliyor.
2022 yazı başında gelişen bu hareketliliği farklı okuyanlar da var. New York Times yazarı Thomas Friedman bunu “yaz stratejisi” olarak adlandırıyor ve şöyle diyor:
“Putin’in Avrupa’daki enerji ve gıda fiyatlarında yaşanan enflasyonun eninde sonunda NATO ittifakını böleceği umuduyla Ukrayna’da kendine bir yol açma çabasını sürdürmeye hazır olduğu açık. Avrupa’da sıcaklıklar normalin altında seyrederse ve enerji kıtlığı kaynaklı elektrik kesintileri yaygın hale gelirse, NATO’nun Avrupalı üyeleri Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’ye savaşı durdurmak için Rusya ile her nasıl olursa olsun anlaşmaya varması için baskı yapmaya başlayacak. Putin bu ihtimal üzerine oynuyor. Bu yüzden yorgun birliklerine ve generallerine ‘Noel’e kadar dayanın. Kış bizim dostumuz’ diyor olmalı.”
Türkiye ve “devlet aklı”
Jeopolitik ve stratejik düzlemdeki rol ve konumların yeniden ilan edildiği bu konseptte Türkiye’yi nasıl okumak gerekir? Suriye savaşı, Rojava-Başur’daki gelişmeler, Ukrayna savaşı, Akdeniz politikası, Yunanistan’la sürekli tırmandırılan gerilim gibi ana başlıklar hâlâ güncel.
İlk etapta söylenecek şey, Türkiye’nin tüm bu dönüşüm hikâyesinden azade olmadığı, yeni süreçte bambaşka bir siyaset seyrine girebileceği ve gelişmelerden payını fazlasıyla alacağı olacaktır. Zira, 1) Güvenlik mimarisi değişiyor, 2) Rusya’nın birçok alanda geriletilmesi planlanıyor, 3) Stratejik rekabet keskinleşiyor, 4) Bu küresel değişimlerde “demokrasi” yeni testlere giriyor.
Bu konjonktür bağlamında, söz konusu gelişmelere paralel olarak, Ukrayna savaşı Doğu Avrupa sınırlarını aştığı takdirde sonuç ve etki bakımından ilk uğrayacağı coğrafyanın Türkiye ve Ortadoğu olması güçlü bir olasılık. Zira, kapitalist hegemonyanın jeopolitik esaslı yayılımı, savaş nerede olursa olsun Ortadoğu’da ve çeperindeki savaşlarda sermaye birikimini esas görmesi bu coğrafya ve halklarının kaderini oluşturuyor.
Kurulacak her denklemde hem Kürtlerin hem Türklerin baş müzakere – karşılıklı hamle konusu olacağı da öngörülebilir. Bu sürecin bir ucu Ankara’da, bir ucu Kobanê’de, bir ucu Hewler’de, bir ucu da Diyarbakır’da kendisini gösterme potansiyelini barındırdığından, Kürtler açısından “üçüncü yol” siyasetinin burada da önem kazandığı söylenebilir.
NATO ve Rusya’nın içinde olacağı güç matrisleri, Türkiye ve Ortadoğu’da halkların ilişkilerini ve aralarında köprü kurulmasını daha fazla zorlaştıracaktır. Bu sebeple, bir an evvel “devlet aklı” başta olmak üzere, tüm siyasi karar alıcılar ve kararlara etki eden aktörler, söz konusu dönüşümü görerek hamle yapmalı ve tarihi Kürt-Türk barışını sağlamanın ne kadar önemli olduğunu Ukrayna deneyiminde bir kez daha anlamalı.
Hoşnutsuzluk fırtınası
Davos’tan NATO’ya uzanan küresel arayışlarda önemli bir başlık ezilen sınıflar. Söz konusu tarihsel kırılma dönemindeki arayışlara hep bu kaygı eşlik ediyor: Toplumsal mücadelelerin yükselmesi.
Ekonomik şoklarla ve ekolojik yıkımla birlikte düşünülen, söylenmese de esasında kapitalizmin yıkıcılığının sonuçları olarak görülen toplumsal mücadelelerin yükselmesi riski, kapitalizm kendisini yenilemeye çalışırken esas başlıklardan biri olarak öne çıkıyor.
Bakış açılarımız bizi toplumsal mücadelelerin yükselmesi ihtimalinden uzak tutsa da, tutmasa da, kapitalizmin simülasyon merkezleri, savaş makineleri ve kapitalist sömürünün mabetleri olan uluslararası şirketler bu olasılığı hesaplama ve planları içinde düşünme hususunda hayli ciddi.
Newsweek’te yayınlanan Ralph Schoellhammer imzalı makalede, elitlere karşı süren ayaklanmaların küresel bir hal aldığı ifade ediliyor. Orta ve alt sınıflara dayanan bu ayaklanmaların elitleri ve değerlerini hedef aldığını belirten Schoellhammer, bu ayaklanmaların Avrupa’yı kötüleştireceğine dair korkuları dile getiriyor. Dolayısıyla, sadece Davos gibi simülasyon merkezleri değil, aynı zamanda kapitalist güç merkezleri de tarihin kırılma anlarından geçilirken toplumsal itirazları doğrudan hesaba katıyor.
Bahadır Özgür’ün “Kusursuz bir hoşnutsuzluk fırtınasına hazır olun” başlıklı yazısı isabetli bir değerlendirmeyle başlıyor: “2008’in tezahürü rejimlerle boğuşurken, şimdi Covid-19’un yarattığı yeni eşitsizlikler ve küresel sermayenin yeni ihtiyaçlarının şekillendireceği yeni siyasal sonuçları deneyimleyeceğiz.”
Bahadır Özgür yazısına küresel sigorta tekeli Allianz’ın şirketleri uyarmak amacıyla hazırladığı raporun çarpıcı tespitleriyle devam ediyor. Rapor şu uyarıda bulunuyor:
“Sosyal medya ağlarının etkisi, protestocuları harekete geçirmede ve toplumsal huzursuzluğu yoğunlaştırmada artan bir rol oynamaktadır. Coğrafya da bir engel değil. Bazı demokrasiler istikrarsız hale geldikçe ve bazı otokrasiler muhalifleri ağır bir şekilde ezdiğinden siyasi şiddet tehditlerinin doğası değişiyor. Sosyal medya artık protestocuların hızla harekete geçmesini kolaylaştırdığından, huzursuzluk aynı anda birden fazla yerde ortaya çıkabilir.”
Ve daha önemlisi, raporda şu tespit düşünülmeye değer bir noktaya işaret ediyor: “Dünya çapında bir hoşnutsuzluk fırtınasına hazır olun.”
Bu kapsamda, bir yandan Davos mutfağında hazırlanan ve G7 ile NATO zirvelerinde fırına verilen yeni küresel düzen için tarihsel kırılma dönemi hazırlıkları devam ederken, diğer yandan halklar itiraz etmeyi sürdürüyor ve bu itirazlar dalga dalga yayılıyor. Yani “fırtına”, küresel bir dalgaya dönüşüyor. Önümüzdeki günler küresel dalganın bir kasırgaya dönüp dönmeyeceğini gösterecek. Fakat daha bugünden başlayan bazı ayaklanmalara ve bu ayaklanmalarda öne çıkanlara bakmak geleceğe projeksiyon tutmamıza faydalı olabilir.
Sınıf mücadelesi gündemi
Geride bıraktığımız iki ay boyunca, birçok ülke protestolarla çalkalandı. 25 Haziran’da Hollanda’da çiftçiler hükümet politikaları nedeniyle sokağa çıktı. 29 Haziran’da Gana’da, 4 Temmuz’da ise Kuzey Makedonya ve Panama’da hayat pahalılığı, Macaristan’da Orban hükümetinin dayattığı yüksek vergiler protesto edildi. 6 Temmuz’da Paris, 7 Temmuz’da Kenya hayat pahalılığını esas alan protestolara sahne oldu. 11-12 Temmuz’da Çin’de, yüksek faiz vaadinde bulunan onlarca bankanın “kumarhanede iflası” üzerine on binlerce insan sokağa çıktı.
Kamuoyuna en çok yansıyan ayaklanma Sri Lanka’da yaşandı. Tarihi, kimliğe dayalı farklılıklara karşı insanlık suçları işlemek olan ve bir diktatör etrafında savaş makinesi gibi organize olan Rajapaksa rejimine karşı 9 Temmuz’da başlayan isyan, bir hafta içinde başkanlık konutunun işgal edilmesine kadar vardı. Sosyal medyada yayılan görüntülerde öne çıkan bir enstantane özellikle çarpıcıydı. Protestocu bir kadın TOMA’nın üzerine “Çalınan paramızı geri ver” yazdı. Bu cümle Ralph Schoellhammer’ın kaygı duyduğu “elitlere ve değerlerine karşı isyan”ı imliyordu.
Neoliberalizmin gelir ve servet eşitsizliğini tarihte görülmedik kadar derinleştirdiği, milyarlarca insanı yoksulluk, milyonlarca çocuğu yetersiz beslenmeyle karşı karşıya bıraktığı bu kötülük çağının sonlarına doğru gelirken, Panama’dan Fransa’ya, geniş bir coğrafyada hayat pahalılığına ve elitlerin bolluk içinde yaşamasına itiraz eden isyan dalgası, halkları esas alan bir umudun hâlâ âna müdahale edebilecek potansiyel taşıdığını gösteriyor.
Buna karşın, NATO 2022 Stratejik Konsepti’nin bir başlığında dendiği gibi, kapitalist hegemonik güçler bir yandan isyanlara karşı çözümler bulmaya çalışırken, diğer yandan –belki de esas olarak– krizleri önlemekten çok yönetmenin planlarını yapıyor. Bu noktada Karl Marx’ı tekrar hatırla(t)mak gerekiyor. Marx Komünist Manifesto’da bugünlere de ışık tutacak bir tespitte bulunuyordu: “Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.”
Bugün de toplumlar tarihlerini sınıf mücadelesi içinde vermeyi sürdürüyor. Kapitalizmin geldiği aşama Komünist Manifesto’nun yazıldığı dönemden farklı olsa da kâr ve savaş makinesinin dişlileri aynı şekilde işlemeye devam ettiği için sınıf mücadelesi de geleceğin belirleyici gücü olmaya devam edecek.
1. bölüm: Taşlar yeniden dizilirken
3. bölüm: Siyasalın sarkacı
[1] NATO anlaşmasının 5. madde’si şöyle: “Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldırı olursa BM Yasası’nın 51. maddesinde tanınan bireysel ya da toplu özsavunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere, gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır.”