KÜRESEL MEDYA GEZİNTİSİ

Ragıp Duran
1 Kasım 2020
SATIRBAŞLARI

Haber çarpıtma-gizleme mekanizmalarına çare arayışı, Çin’in engellediği Cengiz Han sergisi, korona belası, Jean Genet’nin çektiği film, Rimbaud’nun naaşının Panthéon’a taşınması tartışması… Buyurun küresel medya gezintisine…
Jean Genet, Bir aşk şarkısı, 1950

Gazete, dergi, internet sitelerini izlemekten kitap okumaya doğru dürüst zaman kalmıyor bu aralar. Kitap okumanın bir raconu vardır. Öyle gelişigüzel her şart ve ahval altında kitap okunmaz. Fiziki ve manevi olarak rahat, huzurlu, hatta boş olmanız lâzım. Dahası kitap okumak için ortamın müsait olması gerek. Ne çok sıcak ne çok soğuk. İskemle, koltuk ya da divanın yüzeyle açısı da önemli. Ne çok yatay ne çok dikey. Şahsa göre değişir; çay, kahve ya da soğuk bir içecek gerekebilir. Işık da önemli. Sağdan ve hafif yukarıdan gelmeli. İsteyene müzik de eşlik edebilir. Müziğin türü ile okuduğunuz kitabın içeriği arasında bir akrabalık olursa fena olmaz.

Kitap okuma koşullarını böyle betimleyince, anlıyorsunuz herhalde neden çok sayıda insanın kitap okumadığını. Peki, vazgeçtim bütün bu şartlardan. Kitap okumak için sadece iki şey lâzım: İrade ve zevk. Kısacası, istiyorsanız ve haz alacağınızı biliyorsanız kitap okuyabilirsiniz.

Kitap okuyamamanın sıkıntısını ya da açığını gazetelerde çıkan kitap tanıtım ve eleştiri yazıları ile bertaraf etmeye çalıştım bu hafta. Madem sen okuyamıyorsun, bari başkalarının okuyup anlattığı, değerlendirdiği kitaplardan haberdar olalım. Belki aralarından biri tam istediğimiz kitaptır, sipariş eder, alır okuruz.

Yavaşlayalım ve kuşkucu olalım

Mesela Cengiz Aktar’ın yeni kitabı Le Malaise Turc (Türk Huzursuzluğu) Fransızca olarak çıktı. Yakında Almanca ve Yunancası da çıkacak. Türkçesi yayınlanabilir mi, bilemem. Bekleyeceğiz.

Bu aralar çok fazla sorun var dünyada: Covid-19, ABD Başkanlık seçimleri, Karabağ, Doğu Akdeniz, İzmir depremi gibi felaket haberlerini istediğiniz kadar bir kenara koymaya çalışın, diğer yazı, söyleşi, feature’lara bile bir şekilde sızıp giriyor bu konular. Ya da okurun aklında hep bu menfi konular olunca, okurken şak diye bir flaş çakıyor ve okuru yine aktüalitenin ortasına getirip bırakıyor. Kaçış yok…

Benim bir de özel durumum var: Medya eleştirmeni olmaya çalıştığım ve gazetecilikle ilgili her şeyi merak ettiğim için gerek seçkide, gerek okumalarda, habercilikle hiç ilgisi olmadığını sandığım konularda bile bir bakıyorum elimde kocaman bir gazetecilik pertavsızı pat diye beliriveriyor. Bundan da kaçış yok…

New York Times: “Sahte haberler yükselişte. Bu bulaşıya karşı basit bir yöntemle mücadele edebiliriz: Yavaşlayalım ve kuşkucu olalım.

New York Times kendi içindeki deontolojik tartışmaları sergiliyor” başlıklı yazıda Libération, ABD’nin ve bence bu aralar dünyanın en iyi gazetesinin iç tartışmalarını ele almış. Tembellik yapan star muhabirin haber kaçırması, mahreç kayması, büyük bir projenin yüzeysellik kurbanı olması… NYT hem dışarıda hem de içeride şeffaf. Üstelik gazetede iki temel yaklaşım var: Kurallara uymak ve denetim. Kendinden emin olunca bir kurum ve kamu çıkarı için çalıştığında, eksiklik ve hatalarını sergilemekte beis görmüyor. Bizde benimsense bu tutum, gazete sayfalarında özeleştirinin dışında bir şey okuyabilir miyiz acaba?

New York Times’daki “Demokrasimizi İfade Özgürlüğü Kurtaracak –Haber Çarpıtma Çağında Amerikan Anayasa’sının Değiştirilmiş 1. Maddesi” başlıklı yazıda, özellikle başkanlık kampanyası boyunca, hatta Trump iktidara geldiğinden beri, ABD’de yoğunluk kazanan haber çarpıtma/ haber gizleme mekanizmalarının siyasi, hukuki ve ideolojik yanları irdeleniyor. Trump’ın “alternatif gerçekleri” de masaya yatırılmış. Ve ABD’de aslında anayasada güvence altına alınmış olan düşünce, ifade ve basın özgürlüğünün nasıl çiğnendiği ve bu ihlâle karşı neler yapılabileceği anlatılıyor.

Yine New York Times’da aynı konu “Haber Gizleme Krizi ile Nasıl Başa Çıkılabilir” başlığı altında işlenirken çözüm de önerilmiş: “Sahte haberler yükselişte. Bu bulaşıya karşı basit bir yöntemle mücadele edebiliriz: Yavaşlayalım ve kuşkucu olalım.

Bu alandaki dördüncü yazı “İçinde Gezinebilecek Öyküler Yaratmak” başlığını taşıyor. Bilgisayarda 3D tekniklerini kullanarak, tabii bu arada yapay zekâ uygulamalarından da yararlanarak, çıplak gözle göremeyeceğimiz iç alanları görmenin/göstermenin ve buralarda cereyan eden öyküler yaratmanın teknikleri anlatılıyor. Görsel öyküler anlatma teknikleri revaçta. Sanatsal üretim için yeni ve olumlu bir alan, gazetecilik/habercilik içinde yeni bir haber tahrifatı/haber gizleme tekniği.

Olivier Bonhomme

Cengiz Han ve korona günleri

Egemenler kendi görüşlerini kabul ettirmek için ille de ve her seferinde böyle gelişmiş/karmaşık tekniklerden yararlanmıyor. Babadan kalma sansür ve baskı yöntemleri günümüzde halen geçerli. Le Monde’un “Nantes Tarih Müzesindeki Cengiz Han Sergisi Çin tarafından sansürlendi” başlıklı haberinde, Moğol imparatorunu anlatan serginin ertelendiği ve etkinliğin çeşitli değişikliklerle 2024’de gerçekleştirilebileceği bildiriliyor. Çin’in yönetimindeki İç Moğolistan resmi makamlarının katkısıyla ve yıllar süren hazırlık çalışmalarından sonra, önce Covid-19 bahanesiyle engellenen serginin açılışı, Pekin’in Moğol azınlığa yönelik baskılarının da sergide yer alması nedeniyle Xi JinPing yönetiminin ısrarlı talebiyle ertelendi. 1160-1227 arasında yaşayan Cengiz Han böylelikle Nantes’taki müzede ancak dört yıl sonra, üstelik de kılık kıyafet değiştirerek sahneye çıkabilecek.

New York Times’da çıkan “Bıyığım ve Şahsım” başlıklı yazıda Siyah bir Amerikalı karantina döneminde, sıkıntıdan olsa gerek, bıyık bırakmaya başlamış. Her gün aynada cemalini seyreden şahıs, daha sonra oturmuş, üşenmemiş bıyığın tarihini, antropolojisini, sosyolojisini filan incelemiş. Ey Covid sen nelere kadirsin…

Covid halen dünyada, medyada, günlük sohbetlerde en sık geçen sözcük iken, virüs mutasyona uğrayıp tedavi, aşı ve ilaç için gece gündüz çalışan sağlık emekçilerine, bilim insanlarına bin bir zorluk çıkarıyor. Bu engelleri aşmak için bazen yeni kategoriler yaratmak/icat etmek galiba elzem oluyor.

Libération’da yer alan “Covid-19: PCR test sonuçlarında çıkan yeni ‘pozitif’ ve ‘zayıf pozitif’ farkı neye tekabül ediyor?” başlıklı açıklayıcı haberdeki uygulama, TC Sağlık Bakanı Sayın Fahrettin Koca’dan söz etmese de ilk bakışta “hasta/vaka” ayrımını çağrıştırıyor. Ama bu haberde bilimsel bazı veriler yok değil. Çünkü Fransa Mikrobiyoloji Derneği konuyla ilgili açıklamasında, testte tespit edilen virüs sayısına göre, hastalığın vahametinin saptandığını ve belirli bir düzeyin altında virüs kapmış hastaların virüsü bulaştırma olasılığının zayıf olduğunu belirtiyor. Bu bilgiden sonra Sayın Koca ile ilgili değerlendirmeyi değiştiriyorum: İki cins Bakan var: Pozitif Bakanlar ve Zayıf Bakanlar!

Cengiz Han sergisi Pekin’in Moğol azınlığa baskılarının yer alması nedeniyle Xi JinPing yönetiminin talebiyle ertelendi. 1160-1227 arasında yaşayan Cengiz Han Nantes’taki müzede ancak dört yıl sonra sahneye çıkabilecek.

Genet’nin Aşk Şarkısı

Görsellik çağımızı, günümüzü o kadar çok etkiliyor ki, sadece bugün değil, geçmişte de görselliğin ne kadar önemli olduğunu yazıyor dönüp dolaşıp birçok uzman. Libération’un blog köşesindeki “Jean Genet, sinemacı mıydı?” başlıklı yazıda Fransız edebiyatının süzme anarşist yazarının bir tek film (Bir Aşk Şarkısı) çektiği hatırlatılmış. Film, eros ile porno arasında. Hayatının büyük bir bölümünü cezaevlerinde geçiren Aziz Genet, kitaplarının çoğunu da burada yazdı. Genet 25 dakikalık siyah-beyaz sessiz filmi 1950’de, 40 yaşındayken çekmiş. Hapishanede erkek mahkûmların cinsel fantezileri, sigara dumanı, görmeden sevmek, duvar filan gibi konuların işlendiği acayip bir film. 25 yıl boyunca yasaklanmış…

Görselliğin ne kadar cazip ve önemli bir mecra olduğunu en son geçen ay Berlin’de Hannah Arendt sergisini gezerken görmüştüm. Hannah ablam da hayatının son yıllarında kendisine hediye edilen bir fotoğraf makinesiyle eşinin dostunun portrelerini çekmiş de çekmiş.

Bir başka geç fotografçı da, benim şiir ve macera yıldızım Arthur Rimbaud. Delikanlı Afrika’daki son yıllarında habire resim çekmiş. Çok azı bugüne kalmış.

Rimbaudcular buraya, yumruk havaya

Rimbaud deyince akan sular durur. O nedenle, “çift dikiş” yapmakta beis yok. Yaklaşık bir buçuk ay önce değinmiştim, konu güncelliğini koruyor: Bu aralar, sadece Fransa değil, bütün frankofon dünya (Belçika, İsviçre, Kanada ve Fransızca konuşulan Afrika ülkeleri) ile şiir ve edebiyat evreni Rimbaud’yla yatıp kalkıyor. Çünkü Paris’te üç-beş dingo bir araya gelmiş, efendim Arthur Rimbaud ve Paul Verlaine çok önemli şairlermiş bu nedenle mezarları Panthéon’a taşınmalıymış, diye bir bildiri hazırlayıp eski ve yeni Kültür Bakanları ile Rimbaud konusunda iki satır bile yazmamış fast-thinker’lardan (fast-food’dan mülhem hızlı, yani yüzeysel düşünen kalem erbabı) imza toplamış.

Panthéon Paris’te üniversite semti Quartier Latin’in göbeğindeki kocaman eski bir kilise. Ve âdet üzere Fransa’nın, pardon resmi Fransa’nın, en önemli şahsiyetlerinin mezarlarının bulunduğu mekân. Devletin bir tür VIP mezarlığı. Aslında 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden sonra memlekete askeriye, siyaset, bilim ve sanat dallarında büyük hizmetler vermiş insanları onurlandırmak için cenazeleri buraya gömülüyor. Tanıdıklar arasında Voltaire, Rousseau, Emile Zola, Alexandre Dumas, André Malraux, Pierre ve Marie Curie, Jean Jaurès ve Jean Moulin gibi şahsiyetler var.

Fransa’da bu yıl Rimbaud hakkında 10 kitap yayınlandı. Uzmanlar 20 yaşına kadar şair, sonra seyyah, serseri, kâşif, esir ve silah tüccarı olarak yaşayan Arthur’un hayatının her saniyesini incelemekle kalmamış, sıra annesine, babasına, kardeşlerine, arkadaşlarına ve gezdiği yerlere kadar gelmiş durumda.

Paul ile Arthur’un de Panthéon’cu olmalarını talep edenler, mekânın bu iki büyük şairin kişiliğine lâyık olduğunu sanıyor, ayrıca iki kozları daha var: Panthéon’da şair olarak bir tek Victor Hugo var (ki o da sadece, hatta esas olarak şair değil), dolayısıyla ölü ozanlar kontenjanını artıralım! Herkesin çok üstünde durmadığı ikinci gerekçeleriyse, öneri kabul edilirse, Panthéon’a ilk kez bugünkü isimlendirmeyle LGBTİ+ bir çift girmiş olacak. Muhaliflerin tavrı ise açık: Rimbaud gibi isyankâr bir şairi devlete kaptırmayız. 20 yaşına kadar her türlü iktidara orta parmağını kaldırmış bir adamın Panthéon’da ne işi var? Ayrıca Rimbaud’nun cinsel yöneliminden size ne?

Aslında ben de az Rimbaudcu sayılmam. Bütün şiirsel üretimi 100-150 sayfayı geçmeyen bu dahi şairin hayatı (1854-1891) maceralar, gariplikler, ilginç olaylarla dolu. Edebiyat semalarında bir Rimbaud hayaleti dolaşır 129 yıldır. Müthiş bir Rimbaud efsanesi vardır ve her geçen gün bu efsane büyür, daha da karmaşık hale gelir. Fransa’da sadece bu yıl Rimbaud hakkında 10 kitap yayınlandı. Uzmanlar 20 yaşına kadar şair, sonra seyyah, serseri, kâşif, esir ve silah tüccarı olarak yaşamış abimin hayatının her bir saniyesini incelemekle kalmamış, sıra annesine, babasına, kardeşlerine, arkadaşlarına ve gezdiği yerlere kadar gelmiş durumda.

Arthur Rimbaud

Bilmezdim, Le Monde’un “Rimbaud’nun Panthéon’a girmesi olasılığı karşısında Rimbaudcular isyanda” haberini okuyunca Rimbaudseverlerin acayip bir tarikat olduğunu öğrendim. Rimbaud uzmanları ve hayranları müthiş dogmatik ve radikal bir sertlikte birbirlerinin azılı düşmanı. Karşılaşsalar birbirlerini bir kaşık suda boğacak kadar. O kadar çok zıtlaşma bahanesi var ki, saymakla bitmez: Rimbaud’nun şiirini esas alanlarla hayatını esas alanlar iki ayrı cephede; Rimbaud’nun eşcinselliğini kabul edenlerle reddedenler de zıt saflarda; Rimbaud’yu solcu sayanlarla Hristiyan bilenler kavgalı, Panthéon yanlıları ile Panthéon karşıtları tabii ki düşman.

Öyle bir tenakuzlar zinciri var ki, Galatasaray-Fenerbahçe karşıtlığı bunun yanında nal toplar yani…

Mesela bir Rimbaud uzmanı, Arthur’un Avrupa, Kıbrıs ve Afrika dahil gittiği her yerde dolaşıp, ya bilerek ya da tesadüfen, “Şarhoş Gemi”nin kaptanının sattığı iddia edilen bir tüfek bulup satın almış, on gün boyunca bu tüfek hakikaten Arthur’un sattığı tüfek mi, değil mi tartışması yaşanmış.

Léo Ferré’den Patti Smith’e, Japonya’dan Kanada’ya Rimbaud uzmanı şarkıcılar da mebzul miktarda. Şiirlerini bestelemişler, hakkında şarkı yazıp okumuşlar. Biri de Manos Hacidakis’tir: “Arturo Rembo!”

Arthur’la Paul mezarlarında mı kalacak, yoksa post-mortem Panthéon’a mı taşınacak, nihai kararı Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron verecek. İlginçtir, Macron’un partisinin adı “En Marche” (Yürüyüşte) da Rimbaud’nun “Kötü Kan” başlıklı şiirinden alıntı: “Yürüyüşte! Ah! Yanıyor ciğerlerimiz, homurdanıyor alnımız / Güneşin altında, gece yol alıyor gözlerimin içinde / Yüreğim…elim kolum bacaklarım… /Nereye gidiyoruz? Kavgaya mı? Zayıfım ben! Ötekiler ilerliyor!”

Hannah Arendt

Fransa’nın galiba en önemli kitap dergisi Lire Magazine Littéraire de Ekim 2020 sayısında özel bir dosya yayınladı: “Arthur Rimbaud, Efsanenin Ötesinde”.

Hayatta olsaydı Rimbaud ve bu duruma tanıklık edebilseydi, kalçalarıyla gülerdi herhalde.

Bu hafta küresel medya gezintisine medyadaki üç kâğıtçılıklarla başladık, bıyıklara şöyle bir değdik geçtik, Covid-19’a mecburen takıldık, Aziz Genet’nin filminden Hannah ablama uğrayıp biraderim Rimbaud’ya geldik görsellik, film, fotoğraf derken.

Cengiz Han’ı pas geçmeyelim. 793 yıl önce toprağın altına girmiş. Pek hürmetle anılmıyor bugün ve yasaklanıyor. 129 yıl önce Charleville’deki mezarında uykuya dalmış Rimbaud’yu kaldırıp Panthéon’a koyacaklarmış. Ne büyük bir tartışma fırtınası. İlginçtir, hepsi de Rimbaud hayranı! 

^