CARREFOURSA İŞÇİLERİNİN DİRENİŞİ

Söyleşi: Bekir Avcı, Hasan Özhan Ünal
24 Eylül 2021
İşten çıkarılan CarrefourSA işçilerinin Maltepepark önündeki basın açıklaması (22 Eylül 2021)
SATIRBAŞLARI

Uzun yıllardır çalıştığınız CarrefourSA’dan eylülün ikinci haftasında çıkarıldınız. Süreç nasıl gelişti, gerekçe neydi?

Gülbin Demirel

Gülbin Demirel: İşten atılmamız tesadüf değil, işveren-sendika işbirliğiyle çıkarıldığımızı düşünüyorum. CarrefourSA’nın mağazaları hiper, süper, gurme ve mini olarak dörde ayrılıyor. Ben altı buçuk yıldır mini mağazalardan birinde çalışıyordum. 15 Eylül’de işten çıkarıldım. Bu birden olmadı, uzun bir süreç. Pandemiyi sırtlayan biz işçiler olduğumuz için iş yükümüz arttı. Özellikle büyük mağazaların çoğunda arkadaşlarımız sürekli akşam vardiyasına kalır oldu. Psikolojik olarak yoğun baskılar yaşadık. Moral, motivasyon açısından oldukça zorlandık. Bu yüzden işçiler olarak yan yana gelip “haklarımız neler, ne yapabiliriz” gibi şeyleri konuştuk. Toplu İş Sözleşmesi (TİS) sürecini de pandemide, bundan beş-altı ay önce geçirdik. Bununla ilgili olarak avukatlar eşliğinde ve kendi aramızda online toplantılar yaptık. Fakat biz ağır koşullarda baskı altında çalışıp, buna karşı yol yordam bulmaya çalışırken sendikamız Tez-Koop-İş’in (Türkiye Ticaret, Kooperatif, Eğitim, Büro ve Güzel Sanatlar İşçileri Sendikası) yaptığı sadece izlemek oldu.

Meltem: Ben de CarrefourSA’da çalışmaya 2012’de, müşteri hizmetleri departmanında başladım. İlk iş deneyimimdi. İşimi gerçekten severek yapıyordum. Şartlar da güzel ve iyiydi. Daha sonra arkadaşlarımın da desteğiyle işyeri sendika temsilcisi oldum. Temsilci olup, arkadaşlarımın hakkını arayınca işin rengi değişti. İnanılmaz mobbinglere maruz kalmaya başladım.

“Küçülmeye gidiyoruz” dediler. Ama bu kadar işçinin birdenbire işten atılması tesadüf değil. Önce öncü işçileri çıkardılar. Sendikanın söylediğine göre, 250-300 kadar işçi işten çıkarıldı. Toplam sayıyı bilemiyoruz.

Nelerdi mobbingler?

Meltem: Baskı iki- üç yıl önce başladı. Psikolojik olarak zaten hep baskı altındaydık. Spot ışıklarının altında müşteriyi sürekli güler yüzle karşılama ve uğurlama bu baskının bir boyutuydu. Fakat sendika aracılığıyla bazı şikâyetleri dile getirip biraz daha göze batınca baskının boyutu değişti. Önce bölümümü değiştirdiler. Müşteri hizmetlerinden alıp elektronik bölümüne verdiler. Orada bir ay çalıştıktan sonra kasaya gönderdiler, sonra da reyona. Mobbing katlanarak sürdü. Bir keresinde param bittiği için ATM’ye gitmiştim, molamın bitmesine 10 dakika vardı. ATM bozuk olduğu için bir başkasına gitmek zorunda kaldım. Moladan sadece beş dakika geç dönmüş oldum. Döndüğümde bölüm sorumlusu “molanı beş dakika taktın” dedi. Ben de özür dileyerek, durumu anlattım. Ertesi gün yanıma gelerek, “sana bir video izleteceğim” dedi. İşle alâkalı bir hata yaptığımı ve onun videosunu izleteceğini sandım. Ancak yanına gittiğimde moladan beş dakika geç geldiğim kamera görüntülerini bana gösterdi. “Bunu Çalışma Bakanlığı’na şikâyet edeceğim, yaptığınız etik değil, benim görüntülerim sizin cep telefonunuzda gezemez” dedim. Yaptığı şey, “bak, iplerin benim elimde, ona göre” babında bir tehditti aslında. Bunun gibi birçok mobbinge maruz kaldım. Mesela hafta içi belli bir gün izin istediğimde tam tersi yapılıyor, o izin asla verilmiyordu. Bu sektörde hafta sonu izin yapmak zaten yasak, zoraki bir durum olmadıkça mümkün değil. Sözleşmede de bu yazıyor. Fakat yanımda çalışan bir arkadaşıma düğün hazırlıkları olduğu için pazar günleri izin verildiği oldu. Ben kendime, aileme vakit ayırmak için izin istediğimdeyse alamıyordum. Bir keresinde de sektör şefi gelip mesai arkadaşımla bana “kasalar çok yoğun, oraya geçin” dedi. “Reyon çok dağınık” dememiz üzerine yanımıza gelip, parmağını sallayarak, “ben geçeceksiniz dediğimde geçeceksiniz, ben ne diyorsam onu yapacaksınız, sizi geldiğiniz yere gönderirim” diyerek tehdit etti. Nihayetinde, 13 Eylül’de işten çıkarıldım.

Nasıl bir gerekçe gösterdiler?

Gülbin Demirel Marmarapark AVM önünde… (Fotoğraf: elyazmaları)

Demirel: “Küçülmeye gidiyoruz” dediler. Ama bu kadar işçinin birdenbire işten atılması tesadüf değil. Önce öncü işçileri çıkardılar. Sendikanın söylediğine göre, 250-300 kadar işçi işten çıkarıldı. Toplam sayıyı bilemiyoruz. Bazı işçilerin “kendi isteğiyle” çıktığını duyduk. İşçi gece-gündüz çalışırsa, fazla mesaiye kalırsa, pandemide nefes almadan koşturup psikolojisi bozulursa ne yapacak, tabii ki işten çıkmak isteyecek. Şartlar böyle olunca “kendi isteği” mi oluyor? Sevmediğiniz bir yerde nasıl durabilirsiniz? İşçilerden sürekli olarak “daha fazla dayanamıyorum, çıkmak istiyorum” ifadelerini duyuyorduk zaten. Bize bir de diyorlar ki, “tazminatlarınızı alıyorsunuz.” Alacağız tabii, o bizim alın terimiz. Havadan tazminat veriyorlarmış gibi davranıyorlar. Öyle ya da böyle aldık diyelim tazminatı, ne olacak? Hepimiz borç altındayız. Bir ay bile çalışmasak ne elektriği ne suyu ne kirayı ödeyebiliriz. İşçi tazminatını aldığı anda o paranın gideceği yer borçlarıdır. Buna karşı, “biz işimizi istiyoruz, reddediyoruz” diyoruz. O zaman da “küçülmeye gidiyoruz” diyorlar. Küçülmeye bizimle mi gidecekler?

Gerekçe olarak sadece küçülme mi gösterildi?

Demirel: Evet, işten çıkarılma gerekçesi olarak sadece bunu gösterdiler. “Biz sizi çok seviyoruz, aslında biz sizinle çalışmak isteriz, ama küçülmeye gidiyoruz” dediler. “Benimle mi küçülmeye gideceksiniz?” diye tepki gösterdim. Bizim gibi sendika temsilciliği yapmış, öncü işçileri öncelikli olarak çıkardılar. Ama çıkarılan beyaz yakalılar da var.

“Küçülme” bahanesi öne sürülürken kapatılan mağaza var mı, yoksa sadece işçi çıkarma mı söz konusu?

Demirel: Ben yeni açılmış mağazadaydım. Yeni açılan mağazaya “transfer” edildikten sonra işten atıldım. Trajikomik bir durum.

CarrefourSA’nın yıllardır izlediği bir yol bu. İki-üç yılda bir küçülmeye gitme bahanesiyle birçok işçiyi işten atıyorlar. Fakat bugün durum biraz daha farklı: Küçülme bahanesiyle sendikasızlaştırmaya doğru götürülen bir süreç var.

Meltem: Bazı kasiyer arkadaşlarımız da işten çıkarıldı. “Yeni eleman alınmayacak” denerek çıkarıldılar işten, ama çıkarılmalarının ertesi günü yeni elemanlar alındı.

Demirel: Aslında CarrefourSA’nın yıllardır izlediği bir yol bu. İki-üç yılda bir küçülmeye gitme bahanesiyle birçok işçiyi işten atıyorlar. Fakat bugün durum biraz daha farklı: Küçülme bahanesiyle sendikasızlaştırmaya doğru götürülen bir süreç var. Kıdemli, öncü işçileri süpürerek ikramiyeleri düşürecekler. Zaten işe yeni girenlerin ikramiyesi bile olmuyor artık. Önümüzdeki süreçte ikramiyeler de gidecek. Belki bir sene boyunca İŞKUR’dan para alacak, dönemsel olacak. Ne bir ikramiye ne bir yakacak yardımı olacak. Bu şekliyle CarrefourSA büyüyecek, parasına para katacak. İşçiyse daha çok çalışıp daha da yoksullaşacak.

Bundan beş yıl önce de CarrefourSA’da bir işçi kıyımı yaşanmış, 900 civarında işçinin işine son verilmişti. O zamanki bahane performans yetersizliğiydi, bugünkü ise küçülme. O dönemi de deneyimleyen işçiler olarak arada bir fark görüyor musunuz?

Demirel: Farklar var. Çünkü o dönemde bugünkü kadar işverenin yanında olan bir yasal düzen yoktu. Tabii ki işçilerin yanında duran bir yasa da yoktu, ama bugün daha berbat. Dönemsellik aldı başını gidiyor. Biz işe girdikten iki ay sonra kadroya girip sendikalaşabiliyorduk. İşveren şimdi bu süreci istediği kadar uzatabiliyor. Bir de bugün ücretsiz izin denen bir şey var. Bu çok meşrulaştı. Yine Kod 29 var, onu değiştirip Kod 46 yaptılar, ama mantık aynı. Bunların hepsi pandemi sürecinde oldu. Ekonomik krizde, pandemide yoksullaşan biz işçileriz. Yasalar işverenden yana. Korona mı oldun, o zaman ücretsiz izne çıkarılıyorsun. Kronik bir rahatsızlığın mı var, ilk aylarda idari izin falan, ama sonra ücretsiz izin…

İşveren-sendika işbirliğiyle işten çıkarılan işçilerden CarrefourSA depo işçisi Murat Polat da 8 Eylül’den beri Esenyurt’taki depo önünde ailesiyle birlikte eylem yapıyor

Mobbinglerden söz ettiniz, genel olarak çalışma şartlarınız nasıl?

Meltem: Şu örnekle özetleyeyim: İşyerindeki panolarda tavşan ve kaplumbağa resmi var. Hangi işçi “tavşan”, hangisi “kaplumbağa” ayrımı yapılıyor. Bu da dakikada kaç ürün geçtiğine, yılbaşında kaç bilet sattığına göre belirleniyor. Hızlı çalışanlara “sen tavşansın, tebrik ediyoruz” deniyor, yavaş çalıştıklarını iddia ettiklerine de “sen kaplumbağasın” diyorlar. Hızlı olana izin verilebiliyor istediği bir günde mesela. Ama yavaşsan böyle bir izin alma hakkın olmuyor. Bunu dolaylı yoldan yapıyorlar tabii, direkt “nedeni bu” demiyorlar, ama işin hakikati bu. Kasiyerler o kasanın başına oturduklarında tuvalete bile gidecek zaman bulamıyor. Altına kaçıran arkadaşlarımız bile oldu!

Özellikle kadın çalışanların penceresinden bakıldığında öne çıkan sorunlar neler?

Meltem: “Müşteri her zaman haklıdır.” Hizmet sektöründe böyledir. Her zaman güleryüzlü olmanız istenir. İşyerine girerken kapıda yazan şey “kadınlar bakımlı ve makyajlı olsun, güler yüzlü bir şekilde müşterileri karşılasın”dır. Haklı olsanız dahi müşteri karşısında susmak zorunda kalıyorsunuz. Erkek müşteriler geliyor, laubali bir şekilde konuşabiliyor sizinle. Pandemide akşam 10’da kapanması gereken mağazayı daha geç kapatır olduk. Çıkışlarımız 11’e çekildi. Kadınlar için servis yok. Bu nedenle gece iş çıkışı tacize uğrayan arkadaşlarımız oldu. Bir arkadaşımız bunu birebir yaşadı. Bunu dile getirdiği halde ne servis kondu ne de daha erken kapandı mağaza.

İşyerinde panolarda tavşan ve kaplumbağa resmi var. Hangi işçi “tavşan”, hangisi “kaplumbağa” ayrımı yapılıyor. Bu da dakikada kaç ürün geçtiğine, yılbaşında kaç bilet sattığına göre belirleniyor. Hızlı çalışanlara “sen tavşansın, tebrik ediyoruz” deniyor, yavaş çalıştıklarını iddia ettiklerine “sen kaplumbağasın” diyorlar.

Demirel: Hizmet sektöründe kadın olarak çalışmak çok zor. Benim direnişim bugün işten atılmamla başlamadı ki, CarrefourSA’da çalıştığımdan beri direnişteyim. İşe ilk başladığım zaman bir sürü problemle karşılaştım. İçip içip mağazaya gelen, “numaranı ver, beni nasıl kabul etmezsin” diyerek üzerime yürüyen erkekler oldu. Ama “müşteri daima haklı” ya, bize “müdahale etmeyin, işten atılırsınız” ya da “ne yapalım ya” deniyordu. İlk mağazada dört kadın eleman çalışıyorduk. O zaman işyeri temsilcisiydim. Arkadaşlarımın hepsi istifa etmek istiyordu. Her şeyi, sevkiyatı, mal vurmayı biz yaptığımız halde psikolojik baskı yapılıyordu. “Siz kasada duruyorsunuz sadece” deniyordu.

Meltem: İşveren sürekli şunu söylüyor kadın işçilere: “Saatinizi doldurup gidiyorsunuz.” Ne demek bu, tabii ki iş saatim bittiğinde gideceğim. O saatleri çalışarak dolduruyorum, ellerim arkamda dolaşmıyorum ki. Bir gün TV kumandasını iade etmek isteyen bir kadın müşteriye bunun mümkün olmadığını söylediğimde, “bekle, kocamı doldurup üzerinize salacağım” dedi. Öyle de yaptı. Adam geldi ve belden aşağı küfürlerle bize şiddet uyguladı. Elindeki kumandayı fırlattığında bir arkadaşımızın alnı yarıldı, kanaması oldu.

Demirel: İşyerlerinde hamile olup ağır kaldıranlar var. Neden, çünkü “sen zaten hamilesin, işe yaramıyorsun” deniyor. O da işini kaybetmeme korkusuyla bunu yapıyor. Bu nedenle bir kere bir arkadaşımız neredeyse bebeğini düşürüyordu.

“İşyerinde sendikasızlaştırmaya doğru gidiliyor” dediniz, ondan önce de yaşadığınız baskı ve mobbinglere karşı sendikanın “hiçbir şey yapmadığını” söylediniz. Sendika ne yapmadı?

Demirel: Sendikacıların çok da iyi olmadığını, işçilerin yanında durmadığını zaten biliyorduk. Önceki yönetim döneminde, işçiler tarafından seçilmiş işyeri temsilcisiydim. Atamayla gelmemiştim, ama işçinin hakkını savunduğum için “ya bizimle çalışırsın ya da temsilciliğini alırız” dendi bana. Buna taraf olmayacağımı, kutuplaştırmalara gelmeyeceğimi, tarafımın işçiden yana olduğunu söyleyince, sendika işverenle işbirliği içine girip işyeri temsilciliğinden etti beni. Sonra da sürgün yedim, başka bir mağazaya yollandım. İşe gitmek için iki araç değiştirir oldum. Otobüs de değil, minibüs ve bir sürü yol parası veriyordum. Aslında yaptıkları şey yasal değildi, beni başka mağazaya “transfer” edemezler normalde, bunun cezai yaptırımı var, ama yaptılar işte. Bu arada, işten atılacağımı duyar oldum. Susayım, sesimi çıkarmayayım istiyorlardı. Ama öyle olmadı. Çünkü o kadar çok sorunumuz vardı ki, susmam mümkün değildi. En basitinden vardiya problemi. Market sektöründe yarına bir işinizi planlayamıyorsunuz, çünkü yarınki vardiyanız değişebilir ya da sürekli akşam vardiyasında kalabilirsiniz. Akşamları yoğun olduğu için “kasaya eleman lâzım, geleceksin” diyorlardı. Sabahçıysan, vardiyan belliyse bile arayıp, “akşam geleceksin” diyorlardı. Dışarıda bir işin olmayacak, bir hayatın olmayacak… Market sektörü böyle, CarrefourSA’da da böyle, diğer yerlerde de. Dediğim gibi, bunlarla ilgili itirazlarımızı dile getirdiğimizde, bunları sendikaya söylediğimizde temsilciliğimiz alındı, sürgün yedik.

Bir A101 işçisinin Barkod Dergisi için yaptığı karikatür

Sendika ne yapmadı sorunuza gelince, ne eski yönetim ne yeni yönetim, hiçbiri işçiden yana olmadı. Bu pandemi sürecinde işçiden değil işverenden yana olduklarını kanıtladılar adeta. Mağazalarımıza dahi uğramadılar. Bahane ettikleri şeyse pandemi oldu. Ama bu süreçte biz çalışıyoruz, koronaya yakalanıyoruz, koronaya yakalandıktan sonra yine işe gidiyoruz, ücretsiz izin tehditleriyle karşı karşıya kalıyoruz… Ölen işçiler oldu, daha ne olsun! Böyle bir süreçte sendikanın işçinin yanına gelmesi gerekmez mi? Temsilci seçimleri dahi yapmadılar. Sadece kendi bulundukları mağazalarda temsilci seçimleri yaptılar, çünkü orada seçileceklerini biliyorlardı. “Neden seçim yapmıyorsunuz?” diye sorduğumuzdaysa pandemiyi bahane ettiler. “Pandemide biz çalışıyorsak, seçimi de yapacaksınız” dedik. Toplu İş Sözleşmesi sürecinde gizli toplantılar yaptılar. Bir şekilde o toplantıları öğrenip gittik. Zaten elimizde kala kala yakacak desteği, yıllık izin paraları ve ikramiyeler kalmış. Sendikanın söylediğiyse şu: “İşveren çok kötü bir sözleşmeyle, kötü maddelerle karşımıza geldi.” Peki, siz neyle gittiniz onlara? Sendikanın teklifinin ne olduğunu bilmiyorduk bile. Öncesinde bizden Toplu İş Sözleşmesi’nde nasıl maddeler istediğimizi sordular. Biz de örgütlenip farklı mağazalarda çalışanlar olarak ortak maddeler yolladık.

Nelerdi o maddeler?

Demirel: Öncelikli olarak haklarımızın elimizden gitmemesini istiyorduk. Taleplerimiz arasında çalışma koşullarının iyileştirilmesi, kadınlara dönük regl izni gibi talepler de vardı. Fakat burada da pandemiyi bahane edip bizi hiçe saydı sendika. Oysa işçinin olmadığı bir toplu sözleşme kabul edilecek bir sözleşme olamaz. Nihayetinde bizden habersiz bir Toplu İş Sözleşmesi süreci yürütülmeye başlandı. Sonra sürecin uzadığını, masadan kalktıklarını söylediler. Tamam, masadan kalktınız da tutumunuz ne? İkramiye ve yakacak yardımının kırmızı çizgi olduğunu, gerekirse “greve gidileceğini” söylediler. Biz de “hazırız” dedik. Sendika greve gidecekse işçiler olarak buna “evet” dediğimizi, sendikanın yanında olacağımızı belirttik. “Süreci beraber örgütleyelim” dedik. Devamında süreç uzadı. Toplu İş Sözleşmesi kimsenin sokağa çıkamadığı, sadece bizim evden işe, işten eve gittiğimiz mayıs ayındaki 17 günlük “tam kapanmada” imzalandı. Bize “yapacak bir şey yok, daha fazla hakkınız gidebilirdi” dendi. Oysa biz greve hazırdık. Sendika bize grevi neden kabul etmediğini izah etmeye çalıştı: Biz işçilerin bilinçsizliğinden dolayı kabul etmemişler! Bana, “sen tabii ki bilinçlisin Gülbinciğim, ama bilinçli olmayan bir sürü işçi var” dediler. Bu yüzden greve gitmemişler. O zaman eğitim verin bize, işçilere. Grev için iki-üç aylık süreç var, grevi idrak edecek birçok işçi var. Geri zekâlı mı işçiler! Bugün sendika olarak yanımızda dursanız hepimiz greve çıkarız zaten. O süreçten sonra da işten atılacağımızı duyduk zaten. Özetle, aslında Toplu İş Sözleşmesi’nde yapmak istedikleri bizi sendikasızlaştırmaktı. Biz sendikasızlaşmak istemiyoruz. Bu gidişle A101 ya da Şok’taki gibi sendikasızlaştırma olacak. İkramiyelerimiz, haklarımız gidecek. Aslında bu bir başlangıçtı.

 “Müşteri her zaman haklıdır.” Hizmet sektöründe böyledir. Her zaman güleryüzlü olmanız istenir. İşyerine girerken kapıda yazan şey “kadınlar bakımlı ve makyajlı olsun, güler yüzlü bir şekilde müşterileri karşılasın”dır. Haklı olsanız dahi müşteri karşısında susmak zorunda kalıyorsunuz.

“Sendika eliyle sendikasızlaşma” derin bir çelişki değil mi?

Demirel: 10 No’lu işkolunda, bakanlıkların tümünde epey üye kazandı Tez-Koop, bundan kaynaklı da CarrefourSA’daki sendikasızlaşmanın bir biçimiyle önünü açıyor. İşten çıkarılan işçilerin yerine 4+4’lük belirsiz süreli ve mevsimlik sözleşmelerle işçi alımı devam ediyor. Bu anlamıyla sendikanın bu işin içinde pazarlıkla bulunduğunu söyleyebiliriz, başka bir açıklaması yok. Çünkü onlar kendi kıdemli üyelerini kaybediyor aynı zamanda.

A101, Şok örneğini verdiniz. CarrefourSA’daki koşulları –en azından bugüne kadar– onlardan ayıran ne?

Demirel: CarrefourSA’da iyi kötü bir toplu sözleşme var, işçilerin hakları var. Gerektiğinde işverenin karşısında durabiliyorlar. Sosyal haklar fena değil. A101’de yemek yok, ama CarrefourSA’da var. Yine yol parası ve yakacak yardımı var, üç ayda bir ikramiye alınabiliyor. Son süreçte bunu gıda çekine yatırdılar, ama daha öncesinde nakit olarak veriyorlardı. CarrefourSA’da da eksik eleman sorunu var elbet, ama Şok’ta katbekat daha çok. Oradan işçilerle de görüşüyoruz. “Buçuk eleman” diye bir şey var!

“Buçuk eleman” ne demek?

Meltem: Bir elemanın iki mağazada birden çalıştırıldığı bir sistem. Yani bir mağazada iki kişi sabit bulunuyor, ayrıca bir işçi o mağazaya gönderiliyor. O işçi üç gün orada, diğer üç gün bir başka mağazada çalışıyor. Böylece “buçuk eleman” oluyor. Böyle bir rezillik olabilir mi? Böyle olunca işçi tükeniyor tabii ki. CarrefourSA’da çalışma saatleri belli en azından, 7 saat 15 dakika. Bunu uygulatmak önemli. A101’e, Şok’a göre daha fazla uygulatabiliyorduk bunu. Ama bugün artık bu haklar CarrefourSA işçisinin de elinden alınmak isteniyor. Biz de bu hakları elimizde tutmaya, daha da artırmaya çalıştığımız için bugün haksızlıklarla karşı karşıyayız.

Hem bir işçi hem emek alanında mücadele eden insanlar olarak bir sendikanın işbirliğiyle sendikasızlaştırma süreci yaşanmasını nasıl yorumlarsınız?

Demirel: O kadar komik geliyor ki, diyecek söz yok. Kendi elleriyle oradan çekilecekler. Üyeleri olan işçiler olarak işten atılıyoruz, ama bir basın açıklaması dahi yapmıyorlar, tek bir tweet bile atmıyorlar. Bize, “marjinal gruplara gidiyorsunuz” diyorlar. “Atılan bütün işçilerimizin yanındayız, direnen bütün işçilerin yanındayız” desenize. Öyle olsa biz tabii ki sendikayla yol alacağız, sendika bizim sendikamız.

“Marjinal gruplar”dan kasıtları ne?

Demirel: Direniş için, “sendika olarak yapacaksanız, buyurun sendikayla beraber yapalım” dedik. Yapmayacaklarsa tabii ki de bunu dayanışma ağlarımızla biz yapacağız. Öyle de yapıyoruz. Barkod Dayanışma Ağı olarak direnişe başladık.

Barkod Dayanışma Ağı ne zaman, nasıl oluşturuldu? Nasıl bir ağ?

Demirel: Pandemi ve öncesinde sendika yanımızda olmayınca, hem çalışma koşullarımız hem de atılan işçiler konusunda adımlar atmak için dört-beş yıl önce bir yandan Barkod Dergisi’ni çıkarmaya, bir yandan tiyatro yapmaya başladık. Yani Barkod’u mobbinge, baskıya karşı bir dayanışma ağı olarak, “evden işe, işten eve’ye son” şiarıyla kurduk. Sendikaya karşı bir şey yapmadık. Aksine, sendikanın bilinçli işçilerle güçlenmesini, devrimci bir sendika haline gelmesini sağlamak istedik. Ne “bağımsız bir sendika kuralım” dedik, ne de başka bir şey. Gayemiz işyerlerinde meclislerimizi, komitelerimizi kurarak, dayanışma ağları oluşturarak ilerlemekti. Bu amaçla mesela Barkod Kadın Dayanışma Ağı’nı oluşturduk. Çünkü market sektöründe kadınlar yoğunlukta çalışıyor. Oluşturduğumuz tüm bu ağlar yan yana gelmemizi sağladı.

Toplu İş Sözleşmesi kimsenin sokağa çıkamadığı, sadece bizim evden işe, işten eve gittiğimiz mayıs ayındaki 17 günlük “tam kapanmada” imzalandı. Bize “yapacak bir şey yok, daha fazla hakkınız gidebilirdi” dendi. Oysa biz greve hazırdık.

Bizler dünyanın en sosyal mesleğine sahip asosyal kişiliklere büründük. Bizim kadar müşterilerle, insanlarla iletişimde olan yok, ama sosyalleşebileceğimiz bir alanımız da yok. Çalışma koşullarımızı dile getirmenin yanında “nasıl sosyalleşeceğiz?” sorusuna bir yanıt bulabilmek, olabilmek için bir de Barkod Tiyatro Topluluğu’nu oluşturduk. İşyerindeki sorunlarımızı alaycı, ama anlamlı bir şekilde sahneledik. Bir sene boyunca tiyatroya gidip geldik. Hocamız bize destek oldu, eğitimler aldık, tiyatro metinlerimizi kaleme aldık. Bunlarla uğraşırken pandemi patlak verdi. Pandemi sürecinde Barkod Tiyatro Topluluğu’nu sürdürdük, ama dergiyi çıkarmadık. Dayanışma ağlarımızı her yerde örmeye çalıştık.

Pandemiyle beraber insanlar marketlere akın etmeye başladı. Her zamankinden daha yoğun bir çalışma içinde bulduk kendimizi. Evet, insanlar tedirgindi, ama biz de öyleydik. Bir maske bile verilmedi ilk başlarda. Neymiş, hastalıklı görünürmüşüz! Buna karşı bir çalışma yürüttük. Yan yana gelemesek de online görüşmeler, buluşmalar yaptık. Ne yapabiliriz diye konuştuk. Barkod Dayanışma Ağı olarak işçilerle görüşmeye başladık. “Madem tiyatromuz yok, ne yapacağız?” dedik, tekrardan dergimizi gündeme aldık. Pandemi yasakları kalkınca yüz yüze görüşmelerimizi sürdürdük. Tekrardan işçilerin yanında olmaya devam ettik. Aslında sendikayı güçlendirecek bir şeydi bu. Fakat anlaşılan o ki, bilinçli işçiyi barındırmak istemiyorlar.

Market işçilerinin çıkardığı Barkod Dergisi’nin beşinci sayısı

Dayanışma ağınızla meclisleşmeniz, komiteler oluşturmanız atılmanızda etkili mi sizce?

Demirel: Tabii ki etkili oldu, onları rahatsız etti. Çünkü komiteler, meclisler kurmamız demek ortak bir tepki örgütlemek demek. Bu da işveren ve sendika için bir tehdit. Pandemi sürecinde benimle bir video çekimi oldu. O videoda yüzüm görünmüyordu. Market işçilerinin sorunlarını, taleplerini anlattığım bir videoydu. İşveren gelip, “çeşitli kanallar yoluyla bir video çekmişsin” dedi. Binlerce işçi var, yüzümün görünmediği videoyu işverenin takip etmesi zor. Birileri ona söylemiş. Kim söyleyecek, tabii ki sendika. İşverene ispiyonlamışlar. Sonrasında da atılma sürecim başladı zaten.

İşten çıkarılmanızdan sonra sendikanın tutumu nasıl?

Demirel: Üyesi olduğumuz sendikanın bize dair bir şey yapması lâzım, ama öyle olmuyor. Arayıp, “arkadaşlar o kadar atılan işçi var, ne yapacaksınız” demeleri gerekirken bunu yapmıyorlar. Hadi diyelim bazı atılan işçiler zaten işten çıkmak istiyordu, o zaman bunu istemeyen işçileri bir araya getir sendika olarak. Buna dönük olarak bizzat gittim sendikaya. “Ne düşünüyorsunuz” dedim, “haklısınız” dediler. İşveren onlara, bugün atılan işçilerin çoğunun isteyerek işten çıkmak isteyen işçiler olduğunu söylemiş. Ben de sendikaya “ben istiyor muydum” diye sordum. Bana “hayır, biliyorduk senin istemediğini” dediler. “O zaman ne yapacaksınız, ben direnişe geçeceğim, buyurun sendika olarak geçelim” dedim. Çok haklı olduğumu söyleyip, “dava yoluysa dava, avukatsa avukat” dediler. Bir sürü destek olacak avukat zaten var, bu mudur yani. “Yeterli mi” diye sordum, “değil” dediler. Nihayetinde sendika olarak bir açıklama dahi yapmadılar. Görüşme almaya çalıştım, bayağı uğraştım. 20 Eylül’de sendikaya gittim. O an sendikada değillermiş. Sendikaya not bırakmamı söylediler telefonda. İşten atılmışım, işsizim, atılan işçilerle sendika kapısına gitmişim, bize söylenen sendikaya bir not yazıp bırakmamız. Hadi diyelim o gün geleceğimi unuttun, başka bir iş çıktı. “Ne zaman geleceksiniz” diye sorduğumda da aldığım yanıt şu: “Ya ben geç geleceğim.”

Tez-Koop CarrefourSA’daki sendikasızlaşmanın önünü açıyor. İşten çıkarılan işçilerin yerine 4+4’lük belirsiz süreli ve mevsimlik sözleşmelerle işçi alımı devam ediyor. Sendikanın bu işin içinde pazarlıkla bulunduğunu söyleyebiliriz, başka bir açıklaması yok.

Nihayetinde başlattığınız bir direniş var, bu süreç nasıl seyredecek?

Demirel: Benim çalıştığım mağaza Anadolu Yakası’nda. Biz atılır atılmaz diğer atılacak işçilerin de görmesini istedik. Direnişimize ufaktan başladık, ama büyüteceğiz. Büyük mağazaların önünde olacağız, kasa kilitleme eylemleri yapacağız, boykot çalışmalarımız olacak. Bu eylemler sadece İstanbul’da olmayacak, çünkü bizi Ankara’dan Tokat’a kadar arayan çok sayıda işçi var. Hepsine gideceğiz, sesimizi duyuracağız. Bugün bizim işten atılmamız politik, biz de bunu her yerde dile getireceğiz. Bu direnişin işçilerin, kadınların direnişi olduğunu anlatacağız.

Talepleriniz ne, bir çağrınız var mı?

Meltem: Birincisi işe dönmek, ama aynı zamanda bu süreçle beraber işyerlerindeki mobbinge, tacize dur demek istiyoruz. Sadece işe geri dönme amacı taşımıyor direnişimiz. Hukuki yollara başvurduk, süreç işliyor, ama direniş sadece hukuki başvurularla sürdürülmüyor. İşçi arkadaşlarımıza sesleniyoruz: Birlikte güçlüyüz, o yüzden birlikte hareket edelim. İşten atılan, atılmayan bütün işçileri direnişimize davet ediyoruz. Bu çağrı sadece CarrefourSA işçisine değil, Şok’ta, Migros’ta, A101’de çalışan bütün arkadaşlarımızaa. Birlikte örgütlenelim, birlikte direnelim.

^