5 Ağustos’ta, Antalya’dan sabah erkenden yola çıkıyoruz. 28 Temmuz’da başlayan Manavgat yangını hâlâ sürerken bölgeyi görmek, yangından etkilenen insanlarla konuşmak, yangının toprak ve sular üzerindeki ilk etkilerini gözlemlemek ve de ne yapabiliriz sorusuna yanıt aramak için arkadaşım Fikri Bayhan’la birlikte Manavgat köylerine gidiyoruz.
Bir süredir orman yangını, sel, deprem gibi felâketlerin gıdalar ve sular açısından yol açacağı sorunları anlamaya çalışıyorum. Birkaç yıl önce ABD’de California bölgesinde, geçen yıl Avustralya’da meydana gelen orman yangınlarında açığa çıkan zararın geçici olmadığı ve yerleşim noktalarını da içine alan yangınların toprakta ve sularda uzun süreli kimyasal kirliliğe yol açabileceği dile getiriliyordu. Bu meseleler üzerinde çalışırken Manavgat, Marmaris, Milas, Ören, Köyceğiz bölgelerini etkileyen yangınlar çıktı.
Manavgat’ta yaklaşık 60 bin hektarlık alan yandı. Yedi kişi yaşamını yitirdi. 30 binden fazla evcil hayvan öldü. 1.441 arılı kovanın da yandığı belirtiliyor.[1] Bu kayıplara ek olarak, doğal yaşam alanlarındaki belki milyonlarca canlı yangından olumsuz etkilendi. Bu yangınlarda yerleşim yerleri de zarar gördü. Dolayısıyla, bölge ciddi bir kimyasal kirlilik riski altında.
En çok sorulan soru
Manavgat’a 10-15 kilometre kala havada ağır bir is kokusu alıyoruz. Gökyüzü dumanla kaplı ve yolun ilerisi dumandan ötürü sisli gibi görünüyor. Manavgat’ın çıkışına, Alanya yoluna doğru gidiyoruz. Yangının bütünüyle kontrol altına alındığı Ulukapı, Aşağı Işıklar, Demirciler, Çeltikçi ve Karaöz köylerini dolaşacağız. Yangından en çok zarar gören Kalemler köyü dönüş istikametimizde yer alıyor, oraya dönüşte uğramaya karar veriyoruz.
Ulukapı Köyü’nün çıkışında bir tepenin üstündeyiz. Karşımızda yanmış tepeler uzanıyor. Havada ağır bir is ve duman kokusu. Uzaklara, karşıdaki tepelere bakıldığında yangının devam ettiği bölgelerde yoğun duman görülebiliyor.
Önümüzde uçsuz bucaksız bir kül denizi uzanıyor. Duruyoruz, inip çevreye bakıyoruz. Öylesine üzüntü ve şaşkınlık içindeyiz ki, orada tek bir fotoğraf bile çekmediğimizi, fotoğraf çekmenin aklımıza bile gelmediğini Antalya’ya döndükten sonra fark ediyoruz.
Çevrede yıkım kararı verilen evler var. İş makineleriyle bazılarının yıkımı başlamış. Çatısı tamamen yanmış, duvarları büyük ölçüde zarar görmüş bir koyun ağılının önündeyiz. Sahibi yanımıza geliyor, geçimini hayvancılıkla temin ettiğini söylüyor. Eliyle birkaç yüz metre ilerideki yanmış, üzeri külle kaplanmış tepeleri gösteriyor: “Yangın o tepelerden buraya o kadar çabuk ilerledi ki, zor kaçtık.”
Her sabah koyunlarını ağıldan çıkarıp etrafa saldığını, akşam olunca onların kendiliğinden ağıla döndüklerini, ama yangın olunca dönemediklerini, hepsinin öldüğünü anlatıyor büyük bir üzüntüyle. Bütün gün boyunca en çok duyduğumuz soruyu ilk o dile getiriyor: “Buralar tekrar yeşerir mi?”
Soruya olumlu yanıt veriyorum, ama bir yandan da aksi ihtimalleri zihnimden geçirmeden edemiyorum. Bu soruya bütünüyle olumlu bir yanıt vermek olanaksız çünkü. Yangından etkilenen bir bölgede zaman içinde bitkisel hayatın yeniden yeşerdiği biliniyor. Ancak, önümüzdeki yıllarda Akdeniz bölgesinde yağışların giderek azalacağı, dolayısıyla kuraklık sorununun devam edeceği çeşitli raporlarda dile getiriliyor. Bir yeşerme söz konusu olacaksa bunun ne ölçüde mümkün olacağı, yangınları besleyen kuraklık sorunu önümüzdeki yıllarda da devam ederse bitki örtüsünün kendini nasıl onaracağı sorusunun yanıtı epeyce belirsiz.
Yangınlar söndürülebildiğinde sorunun bittiğine, en azından verdiği zararın sona erdiğine inanıyoruz. Ancak, orman yangınlarının geniş coğrafi alanları ve yerleşim bölgelerini etkileyen olumsuz etkilerinin yıllarca sürebildiğini dikkate almak gerekiyor.
Yanan evler, ağaçlar
Ulukapı köyünden ayrılarak, Aşağı Işıklar ve Demirciler köylerine giden yola koyuluyoruz. Yol boyunca yanmış ve ısı etkisiyle rengi solmuş ağaçları, külle kaplı, grileşmiş, yer yer kararmış toprağın oluşturduğu görüntüleri izliyoruz.
Zaman zaman çevreyi daha iyi görebilmek için durup etrafı dolaşıyoruz. Bunu her istediğimizde yapmamız olanaksız. Bazı yerlerde ölmüş hayvanlardan kaynaklanan öyle ağır bir koku var ki, durmak pek mümkün değil, hızla geçiyoruz o bölgelerden.
Yangının köylerin içinde belirli bir hat boyunca yol aldığı görülüyor. Ortamdaki kuru ot yoğunluğunun fazla olduğu, şiddetli rüzgârın kendine yol bulduğu bölgelerden simsiyah, geniş bir kara yolu gibi iz bırakarak geçip gitmiş yangın ve önüne çıkan evleri yakmış. Yanan evlerin çoğunda ya açık alanda hayvanları beslemek için saman balyalarının yığıldığı bir bölüm ya da samanlık var.
Yangın bazı yerlerde evlerden ve ağıllardan çok uzakta olmasına rağmen yüksek hızla esen rüzgârın taşıdığı kıvılcım ve yanan dal parçası gibi maddeler nedeniyle samanların kolayca alev aldığı söyleniyor. Yapımında ahşap malzemelerin kullanıldığı evler de büyük ölçüde hasar görmüş.
Aşağı Işıklar köyünden Demirciler köyüne geçiyoruz. Küçük bir meyve bahçesinin önündeyiz. Yanmış incir ağacının dallarında hâlâ meyveler var. Meyveler ısının etkisiyle suyunun bir kısmını yitirmiş, bazıları yanarak kararmış. Bahçenin biraz ilerisinde yanmış bir ev var. Yaklaşıyoruz. Arada kalan yanmamış bölge ile evin ağır yanmış görüntüsü tezat oluşturuyor.
Ev sahibi bahçede, merhabalaşıyoruz. Evin yanmasına alt kattaki samanlığın yol açtığını anlatıyor. Yangın evden aşağı yukarı 70-80 metre ötedeki ağaçları yakarken şiddetli rüzgârın eve taşıdığı kıvılcımlar saman balyalarını tutuşturunca ev yanmaya başlamış. O uğradığı zararı anlatırken, evde kalan ve işe yarar durumda olan demir ya da metalden yapılma eşyalar sökülüyor bir yandan. “Tekrar kullanabiliriz belki” diyor. Evin üst katından hâlâ sular sızıyor aşağıya. Bahçede, samanlık olarak kullanılan bölümün önünde üst üste yığılmış ıslak yorganlar var, bir tutuşma ihtimaline karşı hâlâ hortumla su veriliyor üzerlerine…
Tekrar yola koyuluyoruz. Demirci köyü içinde çok sayıda yanmış evin yer aldığı bölgeye doğru gidiyoruz. Yangından etkilenmemiş beyaz betonarme bir binanın önünde yedi-sekiz kişi toplaşmış oturuyor. Bir süre sohbet ettikten sonra yanmış evlerin olduğu bölgeyi dolaşıyoruz.
Evlere kırmızı renkle numaralar verilmiş. Bizi dolaştıran kişi evler için yıkım kararı alındığını söylüyor. Bir yandan dolaşıyor, bir yandan onu dinliyorum. Yeni evlerin ne zaman yapılacağı, yapım maliyetinin ne kadar olacağı, kendilerinin bir harcama yapmasının gerekip gerekmediği konularında kaygıları olduğunu anlatıyor. Bölgeyi ziyaret ettiğimizde yangının kesin bilançosu çıkarılmamıştı, ancak Manavgat bölgesinde 1.300 civarında evin yangından ağır hasar gördüğü belirtiliyordu.
Ne kuş ne böcek ne herhangi bir canlı
Demirciler köyünden ayrılıyoruz, Karaöz köyüne doğru yol alıyoruz. Bir süre daha dolaştıktan sonra yangından en fazla etkilenen bölge olan Kalemler köyüne gitmeye karar veriyoruz. Yol kenarında bekleyen bir yaşlı amcaya yol sormak için duruyoruz. Manavgat’a doğru gidiyorsak onu da alıp alamayacağımızı soruyor. Ayaküstü bir sohbetten sonra yola koyuluyoruz. Manavgat girişindeki oto sanayiinde inmek istediğini söylüyor. Traktörü orada tamir ediliyormuş. Yangında sadece traktörü zarar görmüş. Evi yanmamış, “evde kalmasam yanardı” diyor.
Yangının köydeki evlere sıçrama ihtimali belirdiğinde jandarma gelip bütün köyü boşaltmış, ama o evin içine saklanmış. “Jandarma gidene kadar ortaya çıkmadım. Alevler doğrudan köydeki evlere ulaşmadı, rüzgârın taşıdığı kıvılcımlarla, alevli dal parçalarıyla evler tutuştu.” Evine ulaşan bütün ateş parçacıklarını hemen söndürdüğünü, böylece evini yanmaktan kurtardığını anlatıyor: “Jandarma köydeki yaşlıları götürüp gençleri bıraksaydı evler yanmazdı, gençler söndürürdü hemen.” Sonra diğer ihtimali dile getiriyor: “Gerçi belli olmazdı, yangın öyle hızlı yayıldı ki, evleri kurtaralım derken, daha kötü şeyler de olurdu belki.” Onu gideceği yere bırakıyoruz, inerken üzüntüyle soruyor: “Yeniden yeşerir mi buralar?” Kısa bir süre susuyor. “Biz yaşlıyız, görmeyiz yeniden orman olduğunu buraların…”
“Dün yanan evime gittim yine, evin önündeki bahçede oturdum. Bahçe diye ne kaldıysa… Çocuklar geldi yine, beni götürmek istediler. Ama buradan gitmek istemiyorum. Bugün tekrar götürseler yarın yine geleceğim. Çocuklarım ‘kötü kokuyor her yer’ diyor, ama kötü kokmuyor bana, orası bana hâlâ ev kokuyor…”
Manavgat’tan Antalya istikametine yönelip Kalemler köyü yol ayrımından içeri giriyoruz. Yaklaşık dört-beş kilometre sonra köyün girişine geliyoruz. Bir süre yanmış ağaçlarla dolu bölgede gidiyoruz. Yol kenarındaki bütünüyle yanmış, ancak dikkatle bakıldığında okunabilen “Manavgat – Kalemler Orman İşletme Müdürlüğü” yazılı tabela yangının şiddeti hakkında bir fikir veriyor.
Köyü boydan boya geçerek yaklaşık 10 kilometre gidiyoruz. Arada yanmamış bölgeler olsa da önümüzde uçsuz bucaksız bir kül denizi uzanıyor. Duruyoruz, inip çevreye bakıyoruz. Öylesine üzüntü ve şaşkınlık içindeyiz ki, orada tek bir fotoğraf bile çekmediğimizi, fotoğraf çekmenin aklımıza bile gelmediğini Antalya’ya döndükten sonra fark ediyoruz.
Yol son derece ıssız, normalde bir ormana girdiğinizde sizi çepeçevre saran ve kulak kesildiğinizde işittiğiniz, zamanla ayırt ettiğiniz sayısız canlıya ait seslerden hiçbiri yok. Ortada ne kuş ne böcek ne de herhangi bir canlıya ait bir iz var. Olağanüstü bir sessizlik hâkim. Bu bir süre sonra tedirginlik hissi yaratıyor. Gün boyu karşılaştığımız yaşlıların hemen hepsinin bize sorduğu soruyu, biz de kendimize soruyoruz: “Buralar tekrar yeşerir mi acaba?”
İçme suyunda zehirli kirlilik
Dönüşte Kalemler köyünde duruyoruz. Bir evin önünde çok sayıda insan toplanmış. Sohbete başlıyoruz. Köyde hâlâ sağlam olan ya da yangından çok az etkilenen evler var. Yangın esnasında elektriğin kesildiğini ve suların bir süre akmadığını söylüyorlar. Su ihtiyaçlarını köyün yukarısındaki bir tepede bulunan su kaynağına yaptıkları su deposundan köydeki evlere uzanan bir su hattıyla temin ettiklerini belirtiyorlar. Depo yangında zarar görmüş. Su dağıtım sisteminin gördüğü zararın sulara zehirli madde karışmasına, bunun da sağlık sorunlarına yol açabileceğini anlatıyorum.
Toprak erozyonunun artması, toprağın kimyasal bileşiminin ve biyolojik çeşitliliğin zarar görmesi, sularda azot ve fosfor başta olmak üzere, çeşitli kimyasal maddelerden kaynaklanan kirliliğin artması yangın sonrası gözlenen sorunlardan bazıları. Bunlara ek olarak, yangınlar sonrası su havzalarında biriken enkaz ve kül, içme suyu temini için yapılacak su arıtma çalışmalarına da zarar veriyor.[2]
Bu sorunlar uzun zamandır biliniyor. Ancak, yeni fark edilen sorunlar da var. Örneğin, California’da meydana gelen orman yangınları sonrasında, yangınların kansere yol açan kimyasal maddeleri açığa çıkarabildiği ve bu kimyasal maddelerin sulara karışarak halk sağlığı tehdidi oluşturabileceği fark edildi.
California’daki Tubbs (2017) ve Kamp (2018) bölgesindeki yangınlarda, yangınlar söndürüldükten sonra ana su dağıtım şebekesi ile bina, işyeri ve konutların dahili su şebekesinde çeşitli toksik maddelerin kalıntıları tespit edildi. California’daki yangınlar içme sularında yangına bağlı kimyasal kirliliğinin tespit edildiği ilk orman yangınlarıydı.[3]
Yangınların etkilediği bölgelerde sulardaki toksik kimyasal maddelerin kaynağını tespit edebilmek amacıyla, su şebekesi ya da dağıtım hattı boyunca 8 binden fazla noktadan su örneği alınarak analizler yapılıyor. Kirlilik kaynağı olduğu tespit edilen yerlerde su boruları, su sayacı, yangın hidrantı gibi zarar görmüş malzemeler yenileniyor. California’daki yangınlar sonrasında su sistemine bulaşan toksik kimyasal maddeleri arındırmaya yönelik çalışmalardan ancak bir yıl sonra olumlu sonuçlar alınabiliyor.
Yerleşim bölgelerini içine alan ve geniş coğrafi alanları etkileyen orman yangınlarının içme suları için oluşturduğu riskler akademik olarak ciddi bir tartışma konusu. Hem doğal alanlardaki odunsu maddelerin hem de su sisteminde yer alan plastik malzemelerin zarar görmesinin sulara toksik kimyasal maddelerin karışmasına yol açabileceği belirtilse de, yangınlar sonrasında su sisteminde tespit edilen toksik kimyasalların sulara nasıl karıştığı konusu hâlâ net olarak açıklanabilmiş değil.[4]
Bu mesele üzerine uzun uzun konuşuyoruz. Köydeki evleri ziyaret ederek depodan gelen suyun kullanılıp kullanılmadığını anlamaya çalışıyorum. Kullanan da var, kullanmayan da. Yol kenarındaki yangından kısmen zarar görmüş camiye giriyorum. Avlusunda gelen yardım malzemeleri toplanmış. Caminin imamı bize soğuk su ikram ediyor. Bir süre yangın ve yol açtığı zarar hakkında sohbet ediyoruz. Sulardaki kirlilik sorunu hakkındaki sözlerimi dikkatle dinleyerek bu konuyu cemaate aktaracağını, depodan gelen suyun kullanılmaması gerektiğini mutlaka belirteceğini söylüyor.
Sulardaki kirlilik meselesini sadece Kalemler’de değil, gün boyu ziyaret ettiğimiz köylerde, ulaşabildiğimiz muhtarlar başta olmak üzere, karşılaştığımız her insana anlatıyorum. Elimden ancak bu kadarı gelebiliyor…
Kirlilik meselesinin boyutlarını anlamak ve izlemek için yıllara yayılan kapsamlı bir saha çalışması yapılması gerekiyor. Sağlık Bakanlığı ile yerel yönetimlerin yangın sonrası su varlıklarından başlayan ve muslukta sonlanan hat boyunca su kontrol ve izleme faaliyetlerinin kapsamını ve yoğunluğunu artırmaları gerektiğini düşünüyorum.
Meseleye sadece orman yangınları odağında değil, ev ve işyeri gibi yapıların etkilendiği her türlü yangın açısından ve yangınlara yol açan fırtına, deprem gibi felâketleri de dikkate alarak bakmak daha doğru. Yapıları etkileyen yangınlarda su sisteminde yer alan malzemelerin zarar görmüş olacağı dikkate alınarak içme sularının analiz edilmesi ve hasar görmüş su sisteminin hızla değişiminin sağlanması bir gereklilik olarak görünüyor.
Bütün bunlar yangın konusundaki bakış açımızı genişletmemiz gerektiğini ortaya koyuyor. Yangınların doğal hayatta ve yerleşim bölgelerinde yol açtığı yıkım sadece yangın dönemiyle sınırlı değil. Yanma sonucu açığa çıkan toksik etkili kimyasal maddeler halk sağlığı için uzun süreli risk etkeni artık. Bir yangın sonrasında su havzalarındaki olumsuz etkilerin giderilmesinin ya da havzanın iyileşmesinin dört ila sekiz yıl sürebileceği belirtiliyor.[5] Oluşan risk sadece insanlar için değil, doğal hayattaki tüm canlılar için geçerli.
“Orası bana hâlâ ev kokuyor”
Dönüş yoluna çıkmadan önce elimi yüzümü yıkamak için yol kenarındaki evlerden birinin bahçesindeki çeşmeye yöneliyorum. Evin önünde biri kadın, diğeri erkek iki yaşlı oturuyor. 70’in üzerinde olduklarını tahmin ediyorum. Geçmiş olsun diyorum. Teşekkür ediyorlar. Ne için geldiğimi soruyorlar. Anlatıyorum. Yaşlı amca, “Kötü yandı her yer, yeniden orman olur mu buralar” diye soruyor.
Önümüzdeki onyıllar içinde ağırlığı giderek artacak kuraklık sorununun ormanın yeniden yeşermesini zorlaştırabileceğini ona söyleyemiyorum. Söyleyemiyorum, çünkü sorduğu soruya eşlik eden ses tonu, hali ve tavrı bambaşka bir duygusunu açığa seriyordu. O duygunun ne olduğunu ancak yaşlı teyzeyi de dinleyince anlayabiliyorum.
“Dikkat edersek yeşertiriz yeniden” diyorum. Bir süre susuyoruz. Sonra yaşlı teyze bana doğru dönerek anlatmaya başlıyor:
“Bu evin karşısında, yoldan biraz içeride evim vardı, bütünüyle yandı, bir şey kalmadı.” Bir süre susuyor. “Manavgat’tan otobüse binerek her gün buraya geliyorum. Yangın çıkınca Manavgat’ta yaşayan çocuklarım gelip beni buradan götürdü hemen. Ama şehirde yaşayamıyorum artık. Şehirde çok sıkılıyordum önceden de. Bana kızıyordu çocuklarım, ‘anne bırak gel orayı, artık yanımızda kal’ diyorlardı. Ama alışmışım buraya, çocukluğumdan bu yana bu ormanlarda geziyorum. Hayvan güttüm, bahçe işleriyle uğraştım, her yerini bilirim buraların. Yazın açık havada yatarım hâlâ. Çocuklarımın yanına gidince, o evlerin içinde sıkılıyorum. Burada, bu yaşta bile anca yatmaya girerim eve. Ama şimdi her yer yandı. Evim yandı… Her gün Manavgat’tan yola çıkıp buraya, evimi görmeye geliyorum çocuklarımdan habersiz. Bilseler göndermezler. Sonra onlar buraya gelip beni Manavgat’a götürüyorlar tekrar. Kalacak yer yok tabii burada, yandı, onlar da haklı, kaygılanıyorlar. Ama işte ertesi günü, yola çıkıp yine buraya geliyorum. Dün yanan evime gittim yine, evin önündeki bahçede oturdum. İşte bahçe diye ne kaldıysa… Çocuklar geldi yine, ‘üzerine yıkılır burası, burada duramazsın’ deyip beni götürmek istediler.”
Ağlıyor. Ayakta donakalmış, ne yapacağını bilemez bir vaziyetteyim. Ağzımdan zar zor birkaç teskin edici söz çıkabiliyor. Teyze ağlayarak anlatmaya devam ediyor. “Çocuklarıma kızmıyorum tabii, onlar beni düşünüyor. Ama buradan gitmek istemiyorum. Bugün gelip tekrar götürseler yarın yine geleceğim. Ömrüm burada geçti. Çocuklarım ‘anne, ev is kokuyor, kötü kokuyor her yer, hasta olursun’ diyorlar, ama ben is kokusu almıyorum, kötü kokmuyor bana, orası bana hâlâ ev kokuyor…”
Ağır keder
Bir süre daha konuşuyoruz. Yaşlı amcayla birlikte onu teskin etmeye çalışıyoruz, ama nafile… Yaşlı teyzenin içime işleyen sözleri bir şeyi net bir şekilde fark etmemi sağlıyor: Yangının genç insanlarda yol açtığı duygularla yaşlı insanlarda yol açtığı duygular arasında ciddi bir fark var.
Gün boyu karşılaştığım insanlar içinde yaşı genç olanların daha çok geçim ve maddi kayıpların nasıl giderileceğini öncelikli mesele yaptığını söyleyebilirim. Elbette ormanın kaybına da üzülüyorlardı, ama o kaybın telafi edilebileceğine, bir şeylerin yeniden yola gireceğine inanıyorlardı.
Yaşlı insanların ise daha farklı bir kaygıya sahip olduklarını fark ediyorum. Aslında kaygı sözcüğü uygun değil. Uygun sözcüğün keder olduğunu düşünüyorum. Yaşadıkları mekânı yangının şiddetli bir şekilde değiştirmesinden duydukları keder. Geçmişin, hatıraların, bildik bir dünyanın kaybından duydukları keder. Yaş itibarıyla, kaybettikleri şeylerin yerine konduğunu, ormanın yeniden yeşerdiğini, her şeyin eski haline dönebileceğini görememe ihtimalinin büyüklüğünden kaynaklanan keder…
Bu cânım insanların hissettiği keder duygusunu tam olarak ifade edip edemediğimi bilemiyorum. Bazı şeyleri ancak yaşlanınca, dönüp bakılabilecek uzun bir geçmişe sahip olabildiğimizde daha iyi anlayabileceğiz ve anlatabileceğiz belki de. Bilemiyorum.
Bir süre daha dolaşıp köyden ayrılıyoruz. Akşam olmak üzere, hava yavaştan kararıyor. Gündoğumundan akşamın o vaktine kadar bir koruyucu melek gibi yanımdan ayrılmayan sevgili arkadaşım Fikri kullanıyor arabayı. “Sen çok yoruldun, otur, ben araba sürmeyi severim bilirsin” diyor. “Yolda iyi bir lokanta var bildiğim, orada sana musakka-pilav ısmarlayayım” diyorum. Musakka-pilav en sevdiği yemektir. Gözleri ışıldıyor. Dönüş yolunda, gün içinde gördüğümüz şeyler üzerine konuşa konuşa evlerimize dönüyoruz. Yaşlı teyze aklımdan çıkmıyor…
MANAVGAT BÖLGESİNDE SOSYAL İKLİM
Sosyal medyada köpürtüldüğü gibi değil
Yangından etkilenen bazı köyleri dolaşırken çok sayıda insanla konuştum. Gittiğimiz köylerde yangının henüz bitmiş olması ve yaşanan kayıpların yol açtığı acının yoğunluğu çoğu durumda ayrıntılı sorular sormama engel oldu. Amacım söyleşi veya röportaj yapmak değildi zaten. Kısa bir tanışma, duygudaşlık belirten sözler ve geçmiş olsun dileklerinden sonra onlar ne anlattıysa dinledim sadece. O köylere gittiğimizde, medyada ve sosyal medyada ormanları PKK’nin yaktığına dair haberlerin yanısıra, Manavgat’ta halkın çok gergin olduğu, öfkeli kalabalıkların orman yakan kişilerin peşine düştüğü, bazı yerlerde linç girişimi, bazı yerlerde yabancı plakalı arabaların takip edildiği haberleri yer alıyordu.
Yola çıkacağımızı duyan bazı arkadaşlarımız güvenliğimiz konusunda bizi uyarma gereği bile duydu. Ancak, gittiğimiz hiçbir yerde karşılaştığımız insanlarla herhangi bir sorun, en küçük bir gerilim yaşamadık. Sabahtan akşama kadar, her köyde onlarca insanla tanıştık, görüştük ve öfkesini, kızgınlığını yöneltecek kişiler arayanlarla hiç karşılaşmadık. İnsanlar dışarıdan gelen hemen herkese dertlerini anlatmak, yaşadıkları kayıpları dile getirmek için çaba gösteriyordu. O sıkıntılı halde bizi ağırlamak, ikramda bulunmak isteyenlerle bile karşılaştık.
Konuştuğumuz kişilerden hiçbiri yanan ormanların kasten yakıldığına dair bir yorumda bulunmadı. Genel olarak söndürme faaliyetlerinin zayıflığından, devlet kurumlarının yavaş kalmasından şikâyet ediliyordu. Manavgat’a iktidar blokunu temsilen gelen hemen her siyasetçi ağır bir şekilde eleştiriliyordu. Onlarla birlikte gelen araçların oluşturduğu konvoyun yollarda yarattığı trafik yoğunluğu yüzünden söndürme çalışmalarının sekteye uğradığı dile getiriliyordu. Dolayısıyla, özellikle sosyal medyada köpürtülen, yer yer ırkçılık kokan yorumlarla dolu haberlerin çok kısmi bir durumu çok –ve tahminimce kasıtlı olarak– büyüterek yansıttığını düşünüyorum.
Express, sayı 177, Güz 2021
[1] https://t24.com.tr/haber/manavgat-ta-60-bin-hektar-ormanlik-alan-kul-oldu-7-kisi-yasamini-yitirdi-33-bin-hayvan-oldu,970767
[2] Brett Walton, 2020, “Western Wildfires Damage, Contaminate Drinking Water Systems”, https://www.circleofblue.org/2020/wef/western-wildfires-damage-contaminate-drinking-water-systems/
Brett Walton, 2013, “Western U.S. Water Utilities Take Financial Responsibility for Reducing Watershed Wildfire Risk”, https://www.circleofblue.org/2013/world/wildfire-and-watersheds/
[3] Caitlin R. Proctor, Juneseok Lee, David Yu, Amisha D. Shah, Andrew J. Whelton, 2020, “Wildfire caused widespread drinking water distribution network contamination”, https://awwa.onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1002/aws2.1183
Andrew J. Whelton & Caitlin R. Proctor, 2020, “Wildfires can leave toxic drinking water behind – here’s how to protect the public”, https://theconversation.com/wildfires-can-leave-toxic-drinking-water-behind-heres-how-to-protect-the-public-146160
[4] Kristofer P. Isaacson, Caitlin R. Proctor et al. 2021, “Drinking water contamination from the thermal degradation of plastics: implications for wildfire and structure fire response”, Environ. Sci.: Water Res. Technol., 7, 274-284.
Bonnie Fidye Stern & Gustavo Lagos, 2008, “Are there health risks from the migration of chemical substances from plastic pipes into drinking water? A Review”, Human and Ecological Risk Assessment: An International Journal, 14:4, 753-779.
[5] Chi Ho Sham, Mary Ellen Tuccillo, Jaime Rooke, 2013, “Report on the Effects of Wildfire on Drinking Water Utilities and Effective Practices for Wildfire Risk Reduction and Mitigation”, https://www.bendoregon.gov/Home/ShowDocument?id=14309