Kendi deyişiyle “Kürtçe bilmeyen, ama Kürtçe dergi çıkaran, aslında karikatürist olmayan, ama karikatür çizen” İmam Cici, yirmi yıllık hayalini gerçekleştirdi. Türkiye’deki ilk Kürtçe çizgi roman dergisi GOG’u, ardındaki hikâyeyi genel yayın yönetmeni İmam Cici’den dinliyoruz.
GOG’dan önce sizin hikâyenizi dinleyelim. İşçilikten çizerliğe geçtiniz ve birçok dergide yer aldınız…
İmam Cici: Otuz yaşından sonra çizmeye başladım. Bu, çizgi dünyasında çok karşılaşılan bir durum değil. Otuz yaşına kadar sanatın herhangi bir alanında üretmeyip işçi olan yok. Nalbur dükkânı açtım, elektronikçilerin yanında çalıştım, beton santrallerinde muhasebeden şantiye şefi yardımcılığına kadar birçok iş yaptım, benzin istasyonlarında kasiyerlik yaptım. Otuz yaşından sonra çizgiyle hayatımı sürdürmeye karar verdim.
İlk Gırgır’la başladım, amatör sayfasına bir karikatür gönderdim ve bu çizgi dünyasında efsane bir hareket oldu. Sebebi esprimin gücü değildi. Karikatürümü vesikalık fotoğrafımla birlikte göndermiştim ve öyle yayınlandı. (gülüyor) Politik altyapımın olduğunu fark ettiklerinde güncel esprilerini bana buldurdular, onlar çizdiler. Dergide beni sıkan birtakım işler gördükten sonra ayrıldım, çok sevdiğim Pişmiş Kelle’ye geçtim. Amatör olmama rağmen Engin Ergönültaş –gerçek bir entelektüel ve çok iyi bir ustadır– bana orada bir sayfa verdi, orada biraz bir şeyler yapmaya çalıştım.
Pişmiş Kelle’deyken Engin Ergönültaş bana şöyle demişti: “Ya İmam, sen Kürtsün, Alevisin, sosyalistsin. Bunlar senin kimliklerin, ama sen çocuksu, üç parmaklı insanlar çiziyorsun. Kendi hayatınla, kültürünle ilgili hikâyeleri neden anlatmıyorsun?”
Ama o sayfadan çok onunla arkadaşlığımdan çok şey öğrendim. Bir keresinde bana şöyle demişti: “Ya İmam, sen Kürtsün, Alevisin, sosyalistsin. Bunlar senin kimliklerin, ama sen çocuksu, üç parmaklı insanlar çiziyorsun. Kendi hayatınla, kültürünle ilgili hikâyeleri neden anlatmıyorsun?” Ondan sonra Pîne’de (ilk sayısını Ekim 1999’da çıkaran Kürtçe edebiyat-mizah dergisi) çalıştım. Pîne 32 sayı kadar devam etti, sonra kapandı, ama bende bir kırılma yarattı.
Sonra Rewhat’larla (Arslan) birlikte Memet dergisini çıkardık, orada Nemrut’un Çocukları isminde bir seri yarattım. Nemrut’taki heykelleri konuşturdum, onları da binlerce yılın tanıklığıyla kültürel bir eleştiri alegorisi üzerinden kurdum. Ondan sonrası hem eğitim hem çocuk kitapları hem de mizah dergileriyle geçen bir dönem oldu. Çünkü ben karikatüre başladığımda artık bir şeyler değişmişti, benim çizgim de, üslûbum da, mizah anlayışım da geri kalmaya başlamıştı. Bu yüzden, –çizgim de biraz naifti– çocuk yayınlarına yöneldim. İllüstrasyonlar yaptım, kitaplar resimledim. Çizgi işlerimin büyük bir çoğunluğunu da çocuklara yaptığım işler oluşturdu. Yirmi yılı aşkın bir süre böyle çalıştım, hâlâ da çalışıyorum. Çizerlerin çok büyük çoğunluğunun şöyle bir şansı var: Sadece çiziyorlar. Benim öyle olmadı. Çizgiyi çok sevmeme rağmen tek başıma çizgiyle yaşamımı sürdüremeyeceğimi bildiğim için hem çalıştım hem de çizdim. Öyle de devam etti.
Karikatüristlikten çizgi romancılığa geçişiniz nasıl oldu?
Çizgi romancı olmak gibi bir hayalim hep vardı, ama bu deli gibi emek istiyor. Bir şeyi tutkuyla sevmekle ona emek vermek arasında çok büyük bir fark var. Çizgi roman benim için hep hayatımın olmazsa olmaz bir şeyiydi. Evde iki bine yakın çizgi romanım var, her gece yatmadan önce mutlaka çizgi roman okurum, bu hiç değişmedi. Milliyet Çocuk dergisiyle büyüdüm, gerçekten güzel bir dergiydi. Bingöl’de Milliyet Çocuk pazar günü çıkıyordu, annem o gün para vermediği için evin camını indirmiştim. “Cam indirin” demiyorum tabii. (gülüyor)
Çizgi roman bitecek bir şey değil. Küçükken okuduğun çizgi romanlar basit romanlardır, büyüyünce daha iyilerini okursun, çok daha büyüyünce de grafik romana dönersin, ama muhakkak hayatında olur yani. Pîne kapandığından beri kafamda hep şu vardı: Kürtçe çizgi roman yok, bir tane Kürtçe çocuk dergisi yok. Edebiyatta, sanatta, sinemada her alanda işler üretiliyor, ama bir tane bile Kürtçe çizgi roman yayınlanmış değil. Çünkü Kürtler anlatım dili olarak çizgi romanı kullanmıyor. Bunun eksikliğini aklım almıyor. Pîne ilk kapatıldığında arkadaşlarla bu fikri paylaştım, şartların uygun olmadığını söylediler. Gerçekten Pîne her sayı başka bir isimle bölgeye giriyordu, toplatılıyordu, kapatılıyordu. O süre zarfında sürekli kafamdaki projeyi hayata geçirmek için çabaladım, ama gerekli finansal desteği bulamadım. Zrîng (1 Ekim 2019’da yayın hayatına başlayan aylık Kürtçe mizah dergisi) sürecinde gene bu projeyle geldim, arkadaşlar mizah dergisi olsun istedi. Ben de tek başıma Kürtçe çizgi roman üretemedim, çünkü önce üretebileceğim bir alanın yaratılması gerekiyordu.
Kaç yıldır çiziyorum, ama politik karikatür içinde aktif bir rol oynamadım. Çocuklarıma, torunlarıma “Bu zor zamanlarda ben tavşan çizdim, ayı çizdim” demek istemiyorum. Bunun utancıyla da hareket ediyorum. Bir taraftan da bir adım atayım, kör topal bir şeyler yapmaya çalışayım, bu yolu görsünler istiyorum.
Çocukları hedef kitlesi olarak seçmenizin özel bir sebebi var mı?
Çocuklar kültürün devamlılığının ana öznesi. İkincisi, ben biraz çocuğum ve çizgim de çocuksu. Yirmi yıldan fazladır çocuklara iş yapıyorum; deneyimim, bilgim, birikimim bu yönde.
“Keşke benim çocukluğumda da bir Kürtçe çocuk dergisi olsaydı” diyor musunuz? Bunun eksikliğini hissettiniz mi?
Tabii, keşke olsaydı. Çocuklar için çok şey değişirdi. Çocuklar evde konuşulan bir dil olarak Kürtçeyi biliyor, ama okuma-yazmaları yok. Bizim yaşlılarımızın tamamı Kürtçeyi yazılı olarak neredeyse hiç görmedi. Çok iyi akıcı konuşuyorlar, ama önlerine bir metin verdiğinde okuyamıyorlar. Okuma kültürü de sadece çocuklara yönelik masal kitabı yapmakla olmuyor. Masallarla çocuklara kendi kayıp kültürlerimizin aktarcısı sorumluluğunu bu kadar erken yaşta vermek doğru değil. Bizim masallarımızın çok büyük çoğunluğu da dramatiktir. Çocuklar eğlenerek öğrenmeyi sever. Şöyle söyleyeyim, çocukluğumda Kürtçe çizgi roman, çocuk dergileri olsaydı şimdi biz bu dergiyi yaparken çizer arıyor olmazdık, birçok çizer yetişmiş olurdu, her şeyden önce dilin kendisine katkı olurdu. Çizgi roman çok güçlü bir enstrüman, kenara atılacak bir enstrüman değil.
Kürtçe bir dergi çıkarıyorsunuz, ama Kürtçe bilmiyorsunuz. Sizin için bu ne ifade ediyor?
Bir Kürt-Alevi olarak asimilasyonun altında çok ağır ezilmiş bir ailenin çocuğuyum. Bizimle uzun süre Türkçe konuştular. Kürtçeyi konuşamıyorum ve bundan utanıyorum. Gerçekten utanıyorum. Bunun için emek harcamamış olmak, bir şeyleri suçlayarak içinden çıkılabilecek bir şey değil. O yüzden dergiye başlamadan önce dil kursuna başladım. Şu an çevirmene ihtiyaç duyuyorum. Dille ilgili problemimi aşamadığım için insanlar beni ikiyüzlü bulacaklar diye çok korkuyorum. (gülüyor)
GOG’u çıkararak bir borç ödediğinizi ve sorumluluk almak istediğinizi düşünebilir miyiz?
Tabii bu, vicdani bir borç aynı zamanda. Düşünsenize, kaç yıldır çiziyorum, ama politik karikatür içinde aktif bir rol oynamadım. Böyle olunca, aradan yıllar geçince çocuklarıma, torunlarıma “Bu zor zamanlarda ben tavşan çizdim, ayı çizdim” demek istemiyorum. Bunun utancıyla da hareket ediyorum. Bir taraftan da bir adım atayım, kör topal bir şeyler yapmaya çalışayım, bu yolu görsünler istiyorum. İstiyorum ki “Aa, çizgi roman varmış” desinler. Günümüzde çok güzel çizgi romanlar var, onları Kürtçeye kazandıran yayınevleri çıksın. Bir sürü yayınevi olsun, her yeni yayıneviyle birlikte çocuk dergileri olsun. Sonra o çocuk dergileriyle birlikte atölyeler kurulsun. Bir süre sonra çizgi roman ve çocuk dergisi kültürü oluşsun. Bir kültürde bunun olmayışı o kadar büyük bir eksik ki.
Zero Calcere ismini kullanan İtalyan çizer Kürtleri anlatan Kobané Calling diye muhteşem bir çizgi albüm yaptı. Living Level 3 Iraq adlı bir çizgi roman var. Ezidi bir ailenin IŞİD’in elinden kaçışını anlatıyor. Bunları yayınlamak istiyorum. Bunların hâlâ Kürtçeye kazandırılmamış olması büyük ayıp.
Yıllar boyu hayal ettiğiniz, tasarladığınız projeyi ne oldu da hayata geçirdiniz?
Bir sağlık problemim oldu, henüz ağırlaşmadı, ama ağırlaşma korkusu beni sardı. O hastalık sağ bileğimde, çizmeme engel değil şu an, ama çizmeme engel olmasından korktum. Bu hayalimi gerçekleştiremeyeceğimi düşündüm. Çizemeyeceğim, e geride ne bıraktım? Sadece piyasaya yaptığım işler. GOG aslında böyle bir korkuyla olgunlaştı. O yüzden biraz da panikle hemen planlamaya başladım. Pandemi başladığından beri de çalışıyorum. Bu hastalığım ortaya çıktığından sonra çalışma tempomu da artırdım. Yayınevleriyle yazışmalara başladık, telif hakkı görüşmeleri yaptık, destek bulmak için bir yerlere başvurmayı düşündük, derken bir arkadaşımız aracılığıyla kitlesel fonlamayı öğrendik. Bir aylık çalışmayla 33 bin lira topladık. O 33 bin lirayla Avrupalı yayıncılara teliflerini ödedik ve buradaki çevirmenlerin bir aylık ödemesini yaptık. İngilizce bilmiyorum, telif hakkı yazışmalarını arkadaşım yapıyor. Kürtçe bilmiyorum, Kürtçe dergi çıkarıyorum. Aslında karikatürist değilim, karikatür çiziyorum. İş insanı değilim, muhasebeden, maliyeden hiç anlamam, para meselesine zaten kafam basmaz. (gülüyor) Sorumluluk var bir de üstümde, birilerinden borç aldım, bunu yapacağım diye. Kuruşun sorumluluğu var. O yüzden uykusuzluklar, saç dökülmeleri baş gösterdi. Zorlu bir dönemdi.
GOG ismi nereden aklınıza geldi?
Yıllar önce, bir hazır beton santralinde şantiye şefi yardımcısı olarak çalışıyordum. Servis arabasıyla birlikte gidiyoruz, araba arızalandı. Çalışanların yüzde 98’i Kürt, bizim coğrafyadan. Araba arızalanınca herkes çok sıkılmaya başladı. Dağ başındayız, hiçbir şey yok. O zaman cep telefonu da yok tabii. (gülüyor) Yerdeki yassı taşları görünce aklıma birden gog geldi. “Hadi oynayalım’’ dedim, öylesine ortaya atmıştım. Servistekilerin büyük bir çoğunluğu 40-50 yaşlarının üzerindeydi, oynadık, herkes biliyordu. Acayip etkilendim. Benim yaşımda, benden büyük, benim yaşımın iki katı insanlar orada gog’u tamir aracı gelene kadar oynadı. O zaman şunu anladım: Gog’un böyle bir aktarım misyonu, ortak hafızamızda yeri var. Didaktik, sıkıcı bir isim vermek istemedim. Bir oyunun adını vermek hep aklımda vardı zaten.
Gog nasıl bir oyun?
Gog Kürdistan coğrafyasında oynanan bir çocuk oyunu. Bir çizginin üzerine taş atarak ebe seçiliyor, herkesin hem bir yassı taşı var hem de yuvarlak bir taşı. Yuvarlak taşı dairenin içine koyuyorsun. Ebe dairenin içindeki taştan sorumlu, sen de elindeki yassı taşı atarak yuvarlak taşı daireden çıkarmaya çalışıyorsun. Yerdeki taşı elini değdirmeden ayağının üzerine koyarak havaya fırlatıp elinle tutarsan –artistik bir harekettir– ebe sana dokunamıyor. Kürtçe bir tekerlemesi de vardı hatta, ama unuttum, ebe uzaktayken onunla alay eden bir tekerleme. Dokuz taşa benzeyen bir oyun yani.
Gog Türkiye’de bir ilk aynı zamanda, ilk Kürtçe çizgi roman.
İlkler bir çocuğun ilk adımları gibi heyecan vericidir, bir yandan da karda yol açmak gibi. O yüzden GOG’u önemli buluyorum. Ben devam etsem de, etmesem de insanların aklına Kürtçe çizgi romanı düşürdüm. Ben yapmasam başkaları yapacak. Bu da bir başarı, ama elbette derginin yaşayıp devam etmesi gerekiyor. Bir ilk olduğu için herkes şunu düşünüyor: Dergi varlığını ne kadar sürdürecek? Telifini aldığımız Avrupalı yayıncılardan sekiz sayılık malzemeyi garantiledik, benim de çabamla bir yılı bu şekilde tamamlarız. Ben de sözümde durmuş olurum. Sonrasını öngöremiyorum.
Basılıya geçmek istiyoruz. Şu an için buna gücümüz yok. Sponsor arıyorum. Basılıya geçmedikçe yoksul Kürt çocuklarına ulaşamayacağız. Kayyım atanmamış olsaydı, belediyeler aracılığıyla çocuklara ücretsiz dağıtmak gibi bir hayalim vardı. Ama artık belediyemiz kalmadı.
Mutlaka Kürtçe yayınlanmalı dediğim, telifini almak istediğim çizgi romanlar var. Bunların bir kısmı yabancılar tarafından Kürtleri ve Kürtlerin direnişini anlatan çizgi romanlar. Sanatçılar da ödüllü sanatçılar. Mesela İskoç çizer Sean Michael Wilson bizim kampanya duyurusundan sonra bana ulaştı, Kürtleri anlatan bir çizgi roman üzerinde çalıştığını söyledi. Zero Calcere ismini kullanan İtalyan çizer Michele Rech, Kürtleri anlatan Kobané Calling diye muhteşem bir çizgi albüm yaptı. Kobané’ye gidip, oradaki gerillalarla ve halkla görüşüp bu yarı belgesel albümü çıkardı. Hikâyesinin bir bölümü Kürdistan’da geçen bir manga var. WFP adlı uluslararası bir yardım derneğinin hazırlattığı Living Level 3 Iraq adlı bir çizgi roman var. Ezidi bir ailenin IŞİD’in elinden kaçışını anlatıyor. Kırk sayfalık, kısa ama etkili bir dokümanter çizgi roman. Bunları yayınlamak istiyorum. Bunların hâlâ Kürtçeye kazandırılmamış olmasını büyük bir şaşkınlıkla karşılıyorum, büyük ayıp. Düşünsenize, bir çizgi roman geleneği olmadığı için insanlar bunu okumayacaklar. İsrailli bir çizerle yazıştık, ilk sorusu şu oldu: “Kürdistan’da çizgi roman var mı?”
GOG’un ilk sayısı çıktı, okuyucu neler bulacak içinde?
Red Kit var, Yakari var, Thorgal var, Milo’nun Dünyası var. Hepsi Kürtçe konuşuyor, Kurmanci ve Zazaca yani. Mesela Thorgal, beyaz tenli, sarı saçlı Vikinglerin dünyasında nereden geldiği bilinmeyen esmer bir adam. Çok sevdiği eşi ve çocuklarıyla yaşamak isterken koşullar gereği ailesini korumak zorunda olduğu için savaşçı oluyor. Sonrasında kendi kimliğini araştırmaya başlıyor, kendisini keşfetmeye yönelik bir maceraya giriyor. Kılıç ve büyü edebiyatının bütün kodlamaları var orada. Ejderhalar, masal anlatımları, ama bir taraftan da öteki olmakla ilgili, barışçı olmakla ilgili çok güzel mesajları var. Yakari de mesela, doğanın içinde yaşayan, hayvanlarla konuşan, düşman tanımı olmayan, her canlıyı doğanın parçası gören bir karakter. Eski Şaman-Zerdüşt öğretilerine benzer bir öğretiyle büyümüş bir çocuk. Red Kit, bence hâlâ çok önemli, çünkü bütün Western ve kovboy karakterleri çok maço ve erkek, Red Kit o erkeklikle ve güçle alay ediyor.
Bu coğrafyadan, Kürt kültürü ve tarihinden beslenen neler var?
Qırıx (Doğan Güzel’in yarattığı Kürt karakter) var, Orası Öyküleri (Ender Özkahraman’ın) var. Benim için en heyecan verici Erdal Can arkadaşımızın çizdiği Şahmeran oldu. Şahmeran’ı çizgi roman olarak daha önce hiç okumadım. Ben okumadıysam yayınlanmamıştır. (gülüyor) Kim bu serisi var, Süper Penguen’e çizdiğim bilim insanları ve sanatçılar serisini mizahi bir dille burada da anlatıyorum.
Türkiye’de dijital okur-yazarlıkta pek iyi olduğumuz söylenemez. Basılı yayına geçmek gibi bir hedefiniz var mı?
Dijitalde okuyucu bulmamız zor ve bu zaman alacak, bunu biliyoruz. Bu kültürü de yaratmak istiyoruz. Ama şöyle bir gerçeklik de var: Kürdistan’da halkın yarısının internete erişimi yok, bilgisayarı yok. Her çocuğa ulaşamayacağımız açık. Gücümüz olursa, evet, basılıya geçmek istiyoruz. Şu an için buna gücümüz yok ama. Bunu destekleyecek bir sponsor arıyorum, bin adet basıp Diyarbakır’da, Van’da kitapçılara bırakmak istiyorum. Çünkü biz basılıya geçmedikçe yoksul Kürt çocuklarına ulaşamayacağız. Kayyım atanmamış olsaydı, belediyeler aracılığıyla çocuklara ücretsiz dağıtmak gibi bir hayalim vardı. Ama artık belediyemiz kalmadı. Dönemin düzelmesini beklemek gibi bir lüksümüz de kalmadı.