EMEK MÜCADELESİNDE ALTERNATİF ÖRGÜTLENMELER–V / EKMEK VE ONUR DERNEĞİ

Söyleşi: Bekir Avcı
26 Eylül 2019
SATIRBAŞLARI

“Emek Mücadelesinde Alternatif Örgütlenmeler” dizisinin beşinci bölümünde söz sırası Ekmek ve Onur Derneği’nde. Aynı isimde bir işçi gazetesi çıkaran, işçi havzalarında ve işçi semtlerinde ücretsiz olarak dağıtan, market işçilerinin Barkod Tiyatro Topluluğu’nu kurmasına önayak olan, işçilerin yan yana gelmesine öncelik veren, iş kolları komitelerinin ve işçi meclislerinin kurulmasını hedefleyen Ekmek ve Onur Derneği’nin sözcüsü Emrah Arıkuşu’nu ve üyelerden market işçisi Gülbin Demirel’i dinliyoruz.
Gülbin Demirel ve Emrah Arıkuşu


Ekmek ve Onur ne zaman, nasıl bir amaçla kuruldu?

Emrah Arıkuşu: 2015 yılında Ekmek ve Onur gazetesini çıkarma kararı aldık. Ekmek ve Onur, esas olarak, Toplu İş Sözleşmesi döneminde metal işçilerinin eylemleri içinde kendisini var etti. Böyle simgesel bir anlamı var. Daha sonraki süreçte de işçi direnişlerinde, fabrikalarda, işyerlerinde, atölyelerde olduk. Öncesinde, birkaç yıllık “Emekçi Gençlik” adında mahalle örgütlenmesi deneyimimiz var. Bu deneyimlerimizi genişleterek bütün iş kollarına yayacağımız biçimde Ekmek ve Onur çatısı altında topladık. Tüm iş kollarından işçilerin birbiriyle temas edeceği, birbirinden haberdar olacağı bir platform olmasını hedefledik. Dört yıllık bir geçmişimiz var. Son bir yıldır dernekleşme çalışması içindeyiz. Dernek yaptığımız çalışmaların daha ileri sıçraması için bir araç. Varolan çalışmaları bir derneğe hapsetmiyoruz. Ekmek ve Onur gazetesi ve derneğiyle birlikte mahallelerde yoksullarla dayanışma ağları kurmayı hedefliyoruz. Özellikle ekonomik krizin basıncını daha derinden hissettiğimiz, işsizlik, pahalılık ve yoksulluğun arttığı şu dönemde mahallelerin içinde dayanışma kanalları yaratmaya çalışıyoruz.

Ekmek ve Onur gazetesinin içeriğinde neler var, dağıtımı nasıl yapılıyor?

Arıkuşu: İşçi eylemleri haberleri, işçi hakları, işçilerin sorunlarına ve bu sorunların çözümlerine dair yazılar, işçilere yönelik sermayenin güncel saldırıları, işçi mektupları, işçi hareketinden tarihi bir kişi, olay ya da eylemin anlatıldığı bir içeriği var. İşçi havzalarında, işyerlerinde, şantiyelerde kalabalık işçi gruplarının geçiş bölgelerinde, işçi semtlerinde işçi arkadaşlarımızla planlayarak ücretsiz olarak dağıtıyoruz.

Niye bağımsız sendika değil de dernek olmayı tercih ettiniz?

Arıkuşu: Biz sendika kurulmasının karşısında değiliz. Ancak bugün itibariyle Türkiye’de ve dünyada sendikalar itibarlarını yitirmiş durumdalar. Sermayenin saldırılarına direnmedikçe sendikaların içi boşaltıldı, sendikalar soysuzlaştı. Bu durum sınıf hareketinin olmayışından da kaynaklanıyor. Kapitalizm kendi çıkarları doğrultusunda her şeyi buharlaştırma kapasitesine sahip bir sistem.
Yeniden bir sendika kurmanın varolan sendikal yapıya büyük bir etkisi olmuyor. Orada kastlaşmış bir yapı var. Onun paramparça edilmesi şart. Bu da hareketin büyümesiyle olur. Ama alternatif sendikaların tercih edilmesi de yanlış değil. Harekete katkısı oluyor illa ki.

Binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar dünyada da, Türkiye’de de azaldı. Bu değişimle birlikte işçilerde parçalılık, bilinç bulanıklığı, kolektif davranamama gibi sorunlar gündeme geldi. Çok yönlü, çok parçalı, tam da sermayenin bizi bölmek istediği yerden cevap vermek gerek. Nasıl birleşiriz, nasıl yan yana geliriz, nasıl birliktelik yaratırız? Bu soruları sormak gerekiyor.

Mücadeleyi bir bütün olarak görüyoruz. Dolayısıyla işçi sınıfının çıkarları ne gerektiriyorsa ve mücadelesini büyütecekse o aracı kullanmak gerektiğini düşünüyoruz. Bağımsız sendika da açılabilir, bunun bir somut ihtiyaç üzerinden şekillenmesi gerekiyor. Bunu Mersin Liman örgütlenmesinde toplu sözleşme yetkisine sahip mevcut sendikanın işbirlikçi tutumundan dolayı düşündük. Alternatif olmayınca kendi sendikamızı kuracaktık. Ama bu sefer de karşımıza iş kolu baraj sorunu çıkacaktı. İşçi arkadaşlarımızla fikir alışverişinde bulunduk, bu arada işyerindeki sorunlar ve maaş zammı gerçekleşince de bu fikirden vazgeçtik. Dolayısıyla derneği de bir araç olarak düşünüyoruz. Bugün yasal anlamda kurulabilecek en kolay kurum dernek. İşçilerin sorunları üzerinden başvuracağı bir kuruma da ihtiyaç var. Toplanacakları ve üye olarak aidiyet hissedecekleri bir mekâna da ihtiyaç duyuyorlar. Aramızda sendikalı işçiler de var. Demek ki sendika tam anlamıyla onlara hitap etmiyor.
İşkollarındaki arkadaşlarla kendi aramızda çok konuştuk. Zaten derneği de işçilerin sorunları için başvuracakları, hukuki anlamda destek, örgütlenme desteği verebileceğimiz, sosyal ve kültürel anlamda etkinliklerle günlük yaşamına dokunabileceğimiz bir formatta kurguluyoruz.
Gazete de bir araçtır bu örgütlenme için. Başka araçlar da yaratılmalıdır. Kültür-sanat toplulukları, dayanışma ağları vb. çok yönlü bir örgütlenmeye doğru götürecektir. Mutlak olan şudur ya da budur demek hatalı olacaktır. Hareketli, dinamik, sürekli günlük ihtiyaçlar üzerinden şekillenen, ama aynı zamanda kalıcı örgütlenmeler yaratan bir tarzı benimsiyoruz. İşçilerin kazanımları arttıkça kendine güveni gelecek, bilincindeki dönüşüm ile öncü işçiler haline getirecek, sınıf olmasının birliğine ulaşabilecek ve kolektif hareket etme kapasitesini artıracak bir örgütlenme tarzına ihtiyaç var. Sınıf hareketi kendiliğinden olmaz. Sınıf öncülerinin sayesinde olur, ne kadar öncü olursa o kadar büyür. Hareketin içinde de sınıf yeni öncülerini yaratır, varolan bilinci siyasallaşır ve nihai olarak düzeni değiştirme iradesi gösterir. Ustalardan öğrendiğimiz bu. Bunu aslında güncele uygun hale sokmaya çalışıyoruz.

Düzenlediğiniz atölyeler faaliyetinizin nirengi noktaları. Bu atölyelerden biri olan tiyatro etkinliğinizi, sizi bir tiyatro topluluğu kurmaya götüren süreci anlatır mısınız?

Gülbin Demirel: Sınıf mücadelesi dendiğinde insanların aklına ilkin fabrikalar geliyor, ama hizmet sektörünün yoğunlukta olduğu bir yerdeyiz. Hizmet sektörü Türkiye’de yüzde 70’leri bulmuş durumda. Ben de markette çalışıyorum, market işçisiyim dört buçuk yıldır. Mücadele etmem gerekiyor, ediyorum, ama esas sorun bir araya gelme, getirme. Bir yerde bir örgütlenme ya da bir çalışma yürütülmeye çalışıldığında, ilk önce işçilere “Senin sorunun ne, bu sorunu çözelim. Asgari ücret mi alıyorsun, onun artması gerekiyor” falan deniyor. Bunun yanlış olduğunu düşünüyorum. Biz sosyalleşemiyoruz. Vardiyalarımız çok fazla, çalışma koşullarımız ağır, birbirimizle hiçbir şekilde vakit geçiremiyoruz. Taban örgütlenmesi çalışması denince birlikte hareket etmekten söz ediliyor, ama biz yan yana gelemiyoruz ki.

Değirmeni suyun akışına göre kurmazsan olmaz. Sermaye sınıfı işçi sınıfı hareketini böldü, parçaladı. Örgütlenmemizin önündeki en büyük engellerden biri bu. Bütün örgütlenmeler yan yana gelmeli. Çok yönlü, çok parçalı biçimde, kişi sayılarına takılmadan her an mücadele örgütleri yaratabilmemiz gerekiyor.

Bu sorunların içinden çıkamadığımızı farkedince, biz de “tiyatro yapalım” dedik. Dayanışmaya, birlikteliğe, arkadaşlığa örnek oldu bu. Yaklaşık dört aydır tiyatro yapıyoruz. Sadece tiyatro yapmadık, bahsettiğimiz dostluğu, arkadaşlığı, dayanışmayı da bulduk ve kurduk. Bulunduğumuz işyerinde de bir hareketlenme olmaya başladı bu sayede. Tiyatro yaparken bir anlayış oluşturuyoruz, arkadaşlar buna dahil oluyor ve aralarından öncü işçiler çıkıyor. Bulunduğu mağazada kendisi için mücadele etmeye başlayanlar var. Mesela, tiyatroya gidecek, izin alması gerekiyor. O zaman işverenle çatışmaya girmeye başlıyor, bu da onun mücadele etmesine vesile oluyor. Bu diğer arkadaşlara da yansıyor ve başka bir durum oluşmaya başlıyor.

Ekmek ve Onur Derneği bünyesinde kurulan Barkod Tiyatro Topluluğu çalışma sırasında

Oyunlar prova aşamasında mı, sahnelediğiniz oyun oldu mu?

Arıkuşu: Henüz oyun çıkmadı. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde tiyatro yazarlığı ve yönetmenliği yapan Harun Güzeloğlu hocamızla işçi tiyatrosunu kurduk. Adı “Barkod Tiyatro Topluluğu”. Yaklaşık yedi aydır çalışma yapılıyor. Kendi oyunlarını yazıyorlar… Gülbin’in verdiği örnekte olduğu gibi, somut bir sorun etrafında yaptığımız tüm örgütlenmeler taban örgütlenmeleridir. Bu, sosyal, ekonomik, kültürel bir sorun olabilir. Yani işyerinin ihtiyacı neyse onu bulup birliktelik yaratmak gerekiyor. Bizim üzerinde çalıştığımız şey, illa “burayı sendikalaştıracağım” deyip taban örgütlenmesi yapmak değil. Her sorun işyerinin ihtiyacına göre biçim değiştirebilir. Biz de bunu gözetiyoruz.

İşçilerin bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve mücadele etmesi için vurguladığınız taban örgütlenmesini nasıl tanımlıyorsunuz, bu yönde hangi adımları atıyorsunuz?

Arıkuşu: Taban örgütlenmesi işçilerin işyerlerindeki temel sorunlarının çözülmesi üzerinden bir yapılanma. Bu sorunlar yemek, yol, sendikalaşma, fazla mesai, düşük ücret, ücret gaspı ya da baskı ve mobbing olabilir. Elbette bu yıllardır yapılıyor, ama biz “taban örgütlenmesini” özellikle öne çıkarmak istiyoruz. Patronlar karşında, işçiler arasında bir savunma hattının kurulması gerekiyor, bu hat da işçilerin taban örgütlenmesi, yani yan yana geliş. Esas mesele bu, ama yan yana gelişi neye göre adlandıracağız, arkadaş mı olacağız, yoksa bilinçlenip haklarımızı mı arayacağız? Küçük küçük örgütlenmeleri mücadele etmeye, hak almaya çevirebilirsek o büyük bir örgütlenmenin anahtarı haline gelmiş oluyor.

Yaklaşık dört aydır tiyatro yapıyoruz. Sadece tiyatro yapmadık, dostluğu, arkadaşlığı, dayanışmayı da bulduk ve kurduk. Bulunduğumuz işyerinde de bir hareketlenme olmaya başladı bu sayede. Tiyatro yaparken bir anlayış oluşturuyoruz, arkadaşlar buna dahil oluyor ve aralarından öncü işçiler çıkıyor.

Demirel: Taban örgütlenmesi böyle bir dönemde zaruri. İşyerlerinde taban örgütlenmesi dediğimizde ne anlıyoruz? Hep söyleniyor, “işyerlerine gidelim, taban örgütlenmesi yapalım”. Ama dışarıdan bir şey değil taban örgütlenmesi. Bulunduğumuz işyerinde çalışarak ya da işyerine giderek yapmamız gereken bir şey. İçinde bulunduğumuz süreçte işyerlerinde birliktelik yok, dayanışma yok, birbirine güven yok. Mücadeleye baktığımızda da işçide öfke var, ama işçinin bu öfkeyi nereye kanalize edeceğine dair bir netlik yok. Taban örgütlenmesi çalışmasının bu açıdan önemli olduğunu düşünüyoruz. İşyerlerinde asıl önemli olan, güveni öncelikle dostluk temelinde kurmak. Bu da taban örgütlenmesinin temelini oluşturuyor. Ondan sonra da, birlikte hareket etmeyi öğrenmenin akabinde, bilinçlenme ve komiteler üzerinden bir taban hareketi çalışması geliyor zaten.


Arıkuşu:
Taban örgütlenmesi bir işyeri komitesine dönüşmezse yan yana gelen, sadece sorunları konuşan bir grup haline gelir. Bir şeyi amaçlayan, hedefleyen biçime sokmak gerekir o yan yana gelişi. Mesela en son Sultanbeyli’deki metal fabrikasındaki deneyim: İki-üç kişi vardı, onlar üzerinden başladı süreç. “Yan yana geleceğiz, ne yapacağımızı konuşacağız” dedik. Önce arkadaşlık, dostluk kuruldu, sonra da “hangi sorunlar var, kimler kimlerle iletişim kurabilir”i tartıştık. Daha çok AKP ve MHP’li işçilerin yoğun olduğu bir yerdi. İşçilerle beraber faaliyet üzerinden birliktelik yaratmaya çalıştık. Yani bir amacı olan ve bir faaliyet üzerinden yan yana gelmek diyebiliriz taban örgütlenmesi için.

Söyleşi öncesindeki sohbetimizde, işçi sınıfının iş kolları üzerinden ayrıştırıldığını söylemiştiniz. Bu dizi için konuştuğumuz PTT-Sen’deki işçiler de bu durumun işçi örgütlenmesini ne denli parçalı kıldığını kendi deneyimleri üzerinden anlatmışlardı. Siz de iş kolu meselesinin önemine dikkat çekiyor ve bu alanda ayrıca çalışma yürütüyorsunuz. Ağırlıklı olarak hangi iş kollarında örgütlenme faaliyeti yürütüyorsunuz?

Arıkuşu: Ağırlıklı olarak market, metal, inşaat, tekstil, ayakkabı ve sağlık iş kolunda çalışma yürütüyoruz. Parçalılık meselesine gelince, zaten şunu iyi görmek gerek: Karşımızda sermaye sınıfı var ve sermaye sınıfı 200-250 yıllık mücadelede çok deneyim biriktirdi. Özellikle 1970’lerle beraber neoliberal eksende yürütülen politikalara baktığımızda, sermaye kendi krizini aşmak için sadece “kamusal kaynakları tüketeyim” demedi. Çok boyutlu saldırdı, özellikle işçilerin yirmi-otuz yıldır yaşadığı şeye baktığımızda güvenceli-güvencesiz çalışma, sigortalı-sigortasız işçi, esnek ve part-time çalışma, kadrolu-sözleşmeli durumları var. Taşeron gerçeği var ayrıca, o da 4A, 4B, 4C diye gidiyor. Zihnimizi bulandıran bir sürü şey var yani. Parçalı bir durum yaratıldı. İkinci nokta da, fabrikaların dışına çıkılarak küçük atölyeler üzerinden üretim alanları daraltıldı. Varolan fabrikalar parçalandı, üretimin dışındaki organizasyonlar çoğaldı. Üretim alanları farklı merkezlere dağıtıldı. Binlerce işçinin çalıştığı fabrikalar dünyada da, Türkiye’de de azaldı. Bu anlamda hizmet sektörü dünya ölçeğinde daha çok öne çıkıyor. İş kolları bitti, yok oldu demiyoruz, ama bu değişen yapı üzerinden işçilerde parçalılık, bilinç bulanıklığı, temassızlık, kolektif davranamama, birlik olamama gibi sorunlar gündeme geldi. Bunu çözmek mümkün mü? Çok zor, ama değişen duruma çok yönlü, çok parçalı, tam da sermayenin bizi bölmek istediği yerden cevap vermek gerek. Biz nasıl birleşiriz, nasıl yan yana geliriz, nasıl birliktelik yaratırız? Bu soruları sormak gerekiyor.

İş kolu meselesi değişen işçi sınıfına dair ne söylüyor?

Arıkuşu: Zamanın akışına göre davranmalıyız. Değirmeni suyun akışına göre kurmazsan olmaz. Sermaye sınıfı işçi sınıfı hareketini böldü, parçaladı. Örgütlenmemizin önündeki en büyük engellerden biri bu. Bütün örgütlenmeler, dernekler, sendikalar, hepsi yan yana gelmeli. Farklılaşan duruma adapte olmalıyız. Çok yönlü, çok parçalı biçimde, kişi sayılarına takılmadan her an mücadele örgütleri yaratabilmemiz gerekiyor. Biz işçilerin haklarını alacağı, hatta kendiliğinden bu hareketi daha da bilinçli hale getirerek daha iyi yaşam kuracağı, onurlu yaşayacağı bir düzenin derdindeyiz. Bunu yapmak için o yapının sürekli değişen halini organize etmemiz lâzım. Mesela, biz tek bir yerden yola çıksak şunu diyebiliriz: “Ekmek ve Onur İşçi Derneği’ni kuracağız, hadi gelin, burada örgütlenin.” Bu yöntemlerden biri olabilir, yeterli gelmeyebilir. Başka bir bölge tekstil bölgesi ve tekstil işçileri örgütlenmeye karar vermiş, tekstil işçileri bunun üzerinden birlik de kurdular, hemen oradaki ihtiyaca göre bir örgütlenme kurmak gerekiyor. Mesela, bir market zincirinde şöyle bir süreç işlettik: Önce işçilerin nasıl yan yana geleceği üzerine tartıştık. Barkod adında o markete özgü bir dergi çıkarma kararı aldık ve Barkod market işçilerinin temel sorunlarını ifade eden bir dergi haline geldi.

Ayrı ayrı iş kollarında taban örgütlenmeleri üzerinden iş kolları komiteleri yaratıp bunu genel bir işçi meclisinde toplayabilirsek işçi sınıfı hareketini yükseltebiliriz. Taban örgütlenmesinin biçimini iş kollarındaki komiteler sağlayacaktır. Ayrıca bir eşgüdüm sağlamak açısından da geniş meclisler oluşması bütün iş kollarına müdahalenin önünü açar.

Bu çalışma daha sonra Barkod Tiyatro Topluluğu’na dönüştü. Bir taraftan “Bu kadar fazla parçalılık niye, tek merkez daha iyi” denebilir, ama sınıfın kendisi bu halde. Tabii burada eşgüdümün, birlikteliğin sağlanması gerekiyor. Ekmek ve Onur mesela, hareketin kendisi olabilirse bu birlikteliği sağlar, işçi sınıfının birliğini böyle kurabilir. Özsüt işçisi direniyor, Cargill işçisi, Aliağa işçisi direniyor, her yerde direniş var. Bunu ortak bir biçime böyle organizasyonlarla sokabiliriz. Yoksa öteki türlü, “hadi gidelim A Konfederasyonu’nda birleşelim”e dönüyor iş, ama böyle bir şey yok. Türkiye toplumu da böyle esasen; konfederasyon yapısına baktığımızda A sendikasına A grubunu savunanlar giriyor, B sendikasına da B grubunu savunanlar giriyor. Böyle bir bölünme var. İşçi örgütlenmelerinde temel olan nedir? İşçi sınıfına hizmet, işçi sınıfının ihtiyacını gidermek, işçi sınıfını patronlar karşısında yalnız bırakmamak, işçilerin haklarını alacağı bir organizasyon yaratmak. Bunları yapmak için her türlü örgütlenmenin önünü açmak gerekiyor. Ayrı ayrı iş kollarında taban örgütlenmeleri üzerinden iş kolları komiteleri yaratıp bunu genel bir işçi meclisinde toplayabilirsek işçi sınıfı hareketini yükseltebiliriz. Yükselen hareket de işçilerin daha iyi yaşayabileceği alternatifi yaratabilir.

İş kolları komiteleri ve işçi meclisleri konusunu biraz daha açabilir misiniz?

Arıkuşu: Buradaki kastımız farklı iş kollarındaki sorunlara ortak müdahale edebilecek ve örgütlenmenin önünü açarak sorunlara çözüm bulacak biçimde iş kolları komiteleri kurulması. Taban örgütlenmesinin biçimini iş kollarındaki komiteler sağlayacaktır. Bunlar fabrika, işyeri, mağaza komiteleri biçimine de çevrilebilirler. Ayrıca bir eşgüdüm sağlamak açısından da geniş meclisler oluşması bütün iş kollarına müdahalenin önünü açar. Mesela İstanbul’da tekstil, market ve inşaat iş kollarında Ekmek ve Onur üyesi işçilerden oluşan komiteler kurduk. Ayrıca İstanbul Ekmek ve Onur Meclisi’ni kurduk. Bir iş kolunda örgütlenmemiz yaygınlaşırsa, o iş kolunda fabrika ya da işyeri komiteleriyle bağların güçlenmesini sağlayabilmek gerekiyor. Kapitalizm sürekli ensenizde, hiçbir yere kaçamıyorsunuz. İşçi alınterinin karşılığını alamazsa ya da iyi bir yaşam süremezse zaten yok olmuş demektir. Aslında komitelerimiz bizleri özgürleştiren ve var eden araçlardır.


Örgütlülüğünüz ne durumda, hangi şehirlerde örgütlü Ekmek ve Onur?

Arıkuşu: Şimdilik dört şehirdeyiz; İstanbul, Adana, İzmir ve Mersin’de çalışmalarımız var. İstanbul ve Adana’da derneği açtık, İzmir’de de kasım-aralık gibi açacağız. İstanbul’daki derneği Şirinevler’de açtık. Zeytinburnu-Bağcılar-Şirinevler hattı aynı zamanda bir işçi havzası. Orada tekstil, ayakkabı iş kollarında işçilerin yoğun olduğu bir durum var. Buradaki çalışmalarımız üzerinden bu derneği açtık. Yine Anadolu yakasında daha çok market iş kolunda yoğunlaşan bir çalışmamız var. Önümüzdeki dönemde Anadolu yakasında da dernek açmayı planlıyoruz.

Bir manifestonuz var, oradaki dört temel şiardan bahseder misiniz?

Arıkuşu: Manifestomuzda birlik, mücadele, kardeşlik ve dayanışma başlıkları var. İşçilerin iş kolları ve diğer çalışma biçimleri üzerinden parçalanmasına karşı birliği savunuyoruz. Çünkü işçilerin işçi olma bilinci dediğimiz şeyin ortadan kalktığını gözlemliyoruz. Özellikle market iş kolunda çalışırken çok karşılaştık. İşçi “reyoncuyum” diyor, diğeri “kasiyerim”, öteki “satış danışmanıyım” diyor. İnşaatta da aynı, “sıvacıyım”, “boyacıyım”, “kaynakçıyım” diyor işçi. Her yerde durum benzer. İster istemez işçi sınıfının bilinci zedeleniyor. Bu, işçilerin birliği önündeki en büyük engel. “İşçilik bilinci” dediğimiz şeyin kazanılması gerektiğini savunuyoruz. Birlik de bu eksende kurulmalı.

Bir market zincirinde şöyle bir süreç işlettik: Önce işçilerin nasıl yan yana geleceği üzerine tartıştık. Barkod adında o markete özgü bir dergi çıkarma kararı aldık. Barkod, market işçilerinin temel sorunlarını ifade eden bir dergi haline geldi. Bu çalışma daha sonra Barkod Tiyatro Topluluğu’na dönüştü.

Mücadele başlığında ise, hem patron işbirlikçisi olan örgütlenmelere ve sarı sendikalara hem de patronlar karşısında mücadele etmeye çağırıyoruz. İşçi olma bilinci üzerinden hareket eden kişiler, “Ben sadece işçi olmaktan ziyade bir sınıfım. Benim karşımda da düşman bir sınıf var. Buna karşı mücadele etmem lâzım. Etmezsem ekmeğimi kazanamam, geleceğimi inşa edemem” demeli. “Sınıf olma bilinci” mücadele ettikçe oluşuyor. İşçiler bu mücadele gücünü üretimden almaktadır.
Kardeşlik Türkiye’deki en büyük sorun aslında. Çünkü işçi işçiye düşman ediliyor. Mezhepsel, bölgesel, yöresel, kimliksel bir sürü ayrım var memlekette. Sadece Kürt-Karadenizli ayrımı yok, mesela Rizeli Trabzonluyu da sevmeyebiliyor. Ekmek ve Onur olarak işyerlerinde işçiyi işçiye düşman eden tüm bu davranışlara karşı mücadele ediyoruz. Dayanışma ise Ekmek ve Onur’un diğer başlığı. Biz işçilerin dayanışma örgütüyüz. Her türlü sorununda onların yanında olmayı önümüze koyuyoruz.

Demirel: Ekmek ve Onur olarak sınıf içinde bir şey yapmak istiyoruz. Farklı şeyler yapmaya çalışıyoruz, dokunulmayan şeylere dokunuyoruz. Eskiden sınıf mücadelesi dendiğinde yüreğimizde bambaşka bir şey oluşurdu, ama bu dönemde onu artık tam olarak hissetmiyoruz. Ekmek ve Onur unuttuğumuz değerleri geri getirmeye çabalıyor. Biz işyerlerinde, tam da işyerlerinin içinde, sınıfın içinde, işçilerin unuttuğu ve işçilerin asıl yanında olması gereken yerdeyiz. Çünkü işçi işçinin değil, işverenin yanında duruyor artık. Biz işçinin yanındayız, işçinin yan yana durması için çalışıyoruz, işçinin birlikteliğini savunuyoruz ve bunu sağlamak için uğraşıyoruz. İşyerlerinde işçi “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyor, ama o yılan ona dokunuyor mutlaka. Bunu anlatıyoruz. İşçinin yanındaki işçiyi düşünmesi için uğraşıyoruz. Seçim dönemlerinde parti ayrımları, etnik ayrımlar belirginleşiyor işyerlerinde. Ama sormak lâzım, sen AKP’li olunca ne oluyor? Filler tepişiyor, altında sen eziliyorsun. Tam da bu mantıkla işyerlerinde bilinçlenme yaratmaya çalışıyoruz, bunu yok ederek birliktelik yaratmaya çabalıyoruz. İşyerlerinde dayanışma ağları kuruyoruz. Diyelim işyerinde bir işçinin düğünü oldu, onun için bir araya geliyoruz ve dayanışıyoruz. Aslında tam da buradan bir şeyler oluyor.

Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Arıkuşu: Dünya ölçeğinde de baktığımızda işçi hareketi potansiyeli var, Türkiye’de de bu böyle, ama henüz kendisini var edebilen bir hareket yok. Onun yaratılması için yan yana olmak gerekiyor. Yoksa istediğimiz kadar “şu örgütlenmeyi yaratacağız” diyelim. Bugün işçi sınıfı hareketinin güçlü olmamasının sebebi sınıf öncüleri olmamasıdır. Eğer o hareket yaratılırsa kendi yapılanmasını da kurar. Öteki türlüsü kolaycılık oluyor; “hadi sendika kuralım, dernek oluşturalım…” Hiçbir şeyin reçetesi yok. İşçi sınıfı direniyor, ama büyük bir harekete dönüşmüyor. Çünkü çölleşmiş durumdayız. İşçi sınıfı yalnız, çaresiz. Direniş yapıyor, ama yine de kendi gücünden emin değil. Ekmek ve Onur tam da bu hareketin hareketlenmesi için uğraşıyor aslında.

Demirel: Örgütlenmek istiyoruz, ama nasıl gideceğimizi bilmiyoruz, sadece konuşuyoruz. Bir işçi olarak söylüyorum bunları. İşçi sınıfı kendisini bulmak istiyor. Ekmek ve Onur gazetesine baktığınızda, oradaki her şeyi işçiler yazıyor. Ekmek ve Onur Derneği’nin yapısı da böyle, işçilerin kurduğu ve “benim evim” dediği bir dernek.

I. BÖLÜM: PTT-Sen – PTT Kargo-Sen — İşçi kendi siyasetini yapıyor, hikâye büyüyor
II. BÖLÜM: DGD-Sen — İşyeri Komiteleri olmazsa olmazımız
III. BÖLÜM: Bağımsız Maden-İş — Üretenin yönettiği sendika
IV. BÖLÜM: Nakliyat-İş — Sendika yöneticileri işçi gibi yaşamalı
VI. BÖLÜM: Umut-Sen — Komite, konsey, meclis

^