“Emek Mücadelesinde Alternatif Örgütlenmeler” dizisinin altıncı ve son bölümünde söz sırası Umut-Sen’de. Kendisini “ara sendikal odak” olarak tanımlayan, bağımsız sendikaların kuruluşlarını kolaylaştıran, bu dizide yer alan dört bağımsız sendikanın –PTT-Sen, PTT-Kargo-Sen, DGD-Sen ve Bağımsız Maden-İş’in– kuruluşunda katkısı olan, Türk-İş ve DİSK içindeki mücadeleci sendikalarla da çalışan, işçilerin komiteler ve meclisler yoluyla örgütlenmesini şiar edinen Umut-Sen’in sözcülerinden Betül Celep ve Emel Karadeniz’i dinliyoruz…
Umut-Sen ne zaman, nasıl kuruldu?
Emel Karadeniz: Umut-Sen 2008 yılında, işçi sınıfının sendikal mücadelesini güçlendirmeye odaklanan ve bağımsız bir mücadele hattı örmek için çalışan bir kolektif olarak kuruldu. Çeşitli dayanışma faaliyetleriyle daha da büyüyerek 2010’dan sonra etkinlik gücümüzü artırdık ve emek cephesinde Umut-Sen olarak daha görünür olduk. Kuruluş aşamasındayken güvencesiz işçiler ve işsizler sendikası olarak yasal bir sendika girişiminde bulunmuştuk. Ancak “işsizler sendikası olmaz” denerek bakanlık tarafından yasal kuruluşumuz engellendi. Bugün işçi sınıfının yapısına baktığımızda güvencesiz işçiler, potansiyel işsizler ve milyonlarca işsiz ile karşılaşmaktayız. O dönemki yasal engellemelere rağmen fiili örgütlenme ve mücadele faaliyetlerimizi sürdürdük.
Umut-Sen nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Betül Celep: Ara bir sendikal odak olarak tarif edebiliriz Umut-Sen’i. Bürokrasinin bu denli sendikalara çöktüğü, patronaj ilişkilerinin yaygın şekilde varolduğu, sarı-bürokrat sendikacılığın hemen tüm sendikal harekete sirayet ettiği, dolayısıyla işçilerin kuşatıldığı, işçinin kendi sözünü üretemediği, kendi örgütünün sahibi olamadığı bir durumda böyle bir ara sendikal odak ihtiyaçtır diyerek yola çıktık. İşçiler bağımsız sendika kurmak isterse kurabilirler, varolan sendikaların içinde komitesiyle, meclisiyle mücadele edebilirler. Sendikanın bürokrasisine muhalefet eden zaten bizi bulur. Çünkü sırtımızı dayadığımız yer ne sermaye ne patron, ne sendika ağaları ne de başka bir şey. Biz sırtımızı işçiye dayıyoruz.
Ara bir sendikal odak olarak tarif edebiliriz Umut-Sen’i. Sarı-bürokrat sendikacılığın hemen tüm sendikal harekete sirayet ettiği, işçilerin kuşatıldığı, kendi sözünü üretemediği, kendi örgütünün sahibi olamadığı bir durumda, böyle bir ara sendikal odak ihtiyaçtır diyerek yola çıktık.
Aynı zamanda solun durumunu da görerek ortaya çıkıyor Umut-Sen fikri. İşçi sınıfına herkes programında yer veriyor, sınıfa dair söylemler üretiyor, ancak kimse oraya dokunmuyor aslında. Vitrin gibi bir şey. Solda daha çok kimlik siyasetinin egemen olduğu bir çizgi var. Özellikle ekonomik krizin derinleşmesiyle dikkat çeken, siyasetlerin taşeron şirketleri gibi çalışan işçi faaliyetlerinin ortaya çıkması. Elbette bu tarz oluşumlar az ya da çok sınıf mücadelesine katkıda bulunuyor. Fakat bunlar geçici, dar ufuklu, yüzeysel çalışmalar olarak kalıyor. Dolayısıyla solun ve sendikaların bu durumunu görerek ara bir sendikal odağın bir ihtiyaç olduğu analizi üzerinden Umut-Sen var.
Niye bağımsız ve nelerden bağımsız Umut-Sen?
Karadeniz: Sermayeden ve devletten bağımsız. Onları topyekûn karşısına alan bir noktada duruyoruz. Herhangi bir patronaj ilişkisine sırtını yaslamayan, kurtuluşu işçi sınıfı mücadelesinde gören bir yerde durduğumuz için “bağımsız” diyoruz. Sadece ideolojik değil, ekonomik bağımsızlığı da savunuyoruz. Herhangi bir kuruluştan fon almıyoruz, çalışmalarımızı tamamen dayanışma ilişkileriyle sürdürüyoruz. Fon alan emek örgütlerini de, sol-sosyalist yapıları da sert bir şekilde eleştiriyoruz. Sermayeye göbekten bağlıyken ideolojik bağımsızlıktan söz etmek mümkün değildir.
Devletin ve sermayenin saldırılarına karşı işçilerin mücadelesini sadece işyerleri ile sınırlı görmüyoruz, mücadelenin en geniş sendikal dayanışma içinde ve toplumun diğer kesimleriyle birlikte sürdürülmesini savunuyoruz. Kapitalist sistemin işçilere biçtiği üretici ve tüketici rollerinin birbirinden bağımsız olmadığının farkında olarak ve kapitalizme karşı toplumun farklı kesimleriyle birlikte bütüncül bir direnişin sınıf mücadelesi için geniş olanaklar yaratabileceğini öngörüyoruz.
Nasıl faaliyet yürütüyorsunuz?
Celep: Halihazırda kolektiflere ayrılmış şekilde faaliyet yürütüyoruz. Bir örgütlenme kolektifimiz var, direkt sahada işçi örgütlenmelerinin içinde yer alan bir kolektif bu. Bağımsız sendikaların kurulmasına destek olduğumuz gibi, sendikaların bürokratik işleyişine karşı duran işçilerle de bir araya geliyoruz. Hukuk kolektifimiz var, bu kolektifte olan avukatlar hukuki danışmanlık veriyor ve havzalarda işçilerle doğrudan bağ kuruyor. Propaganda ve yayın kolektifimiz var, direniş bilgilendirmelerinden sendikal alandaki tartışmalara müdahale eden yazılara, emek siyasetine dair fikri tartışmalardan işçi sınıfı sanatına uzanan, geniş bir ufku olan bir yayın faaliyeti sürdürüyor.
İşçi sınıfını bölen her türlü ırk, dil, din, mezhep ve cinsiyet ayrımcılığına kökten karşıyız. Milliyetçi duyguların kabardığı, nefret söyleminin çoğaldığı yerde işçilerin kardeşliğini öne çıkarmalıyız. Hazırlıklarını sürdürdüğümüz çalışmanın ufkunda “Mülteci Sendikası” kurma fikri de var.
Temel ilkelerimizi benimseyen herkesin katkı koyabileceği, yeni faaliyet alanları tarif edebileceği bir zemin Umut-Sen; “sendikal odak” deyince dar anlaşılabiliyor. İşçi bizim için bir insan; uhrevi bir varlık değil. İşçinin bir hayatı var ve o hayatın içinde ailesi, eşi ve çocukları, sosyal ilişkileri var. Burada da işçi sermaye, devlet, cemaat, tarikat vs. ile kuşatılmış durumda. Dolayısıyla, Umut-Sen’de işçilerin bütün hayatını kuşatacak zeminleri kurmak için çalışıyoruz. Örneğin işçinin çocuğuna drama dersi veririz, kadınların kendi dünyalarında güçlenme ve farkındalığı için birlikte hareket ederiz, emek siyasetine dair bir tartışma yazısı yazarız, kadın cinayetlerine dair sözümüzü söyleriz vs… Dolayısıyla, sonsuz ihtiyaç sebebiyle sonsuz katkıya açık bir zemin.
Az önce güvencesiz işçilerden ve işsizlerden bahsettiniz. “İşsiz-işçi sınıfı” mı demeli ya da nasıl tanımlamalı? Umut-Sen bu alanla nasıl ilişki kuruyor?
Celep: İşsiz olmak demek –istatistiki verilere göre– çok sınırlı bir alana işaret ediyor. Faaliyetlerimizle işçici bir yerde durmuyoruz. Ev eksenli çalışan kadınlar da, direniş yapan köylü de Umut-Sen’in temas edeceği insanlardır. Nerede bir mücadele, nerede bir hareketlilik varsa orada oluruz. Burada kişinin bir fabrikada işçi olmasına gerek yok. EYT’liler meselesi örneğin, EYT’lilerin içinde işçiler de var, işsizler de, emekliler de. Gücümüz yettiğince bu mücadeleye de katkı koymaya çalışıyoruz. Bir alanın örgütlenmesinde öne geçmeye çalışan bir tarzımız yok. “Umut-Sen yaptı” dedirtme niyeti taşımayız. Fikir danışırız karşılıklı. Mesela ev eksenli çalışan kadınlar kendilerine dair bir mücadele alanı tariflemişse, biz de şu anki deneyim ve tecrübemizi paylaşırız. O alanı açmaya dair yardımcı oluruz. Dayanışma gösterir, destek verir, ilerleyen süreci takip ederiz. Çeşitli olanaklarımız varsa –hukuki destek gibi– bunu kullanırız.
Umut-Sen nerelerde var?
Karadeniz: Nerede bir işçi direnişi varsa, nerede sisteme karşı bir başkaldırı varsa biz oradayız. Bu HES mücadelesi de olabilir, orman katliamına karşı bir mücadele de. Biz esasen toplumun örgütlülüğünü savunuyoruz, işçi sınıfının örgütlülüğünün de bunun yekpare parçası olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden de mücadelenin var olduğu her yerde olmaya çalışıyoruz, ne bölge ne de şehir sınırlamamız var. Önceliğimiz fiziki olarak orada bulunmaktır. Ancak koşulların elvermediği durumda sosyal medya aracılığıyla iletişime geçeriz. Biz AKP’nin emek düşmanı politikalarını beş eleştiriyorsak CHP’ninkini de iki eleştiriyoruz. Bu açıdan gideceğimiz yer CHP belediyesi önünde eylem yapan işçinin yanı da olabilir. Oradaki eylemin, mücadelenin büyütülmesi için seferber oluyoruz; maddi olanaklarımızla, aklımız, fikrimiz ve sözümüzle ya da haberlerimizle direnişi büyütmeye çalışıyoruz.
Celep: Nasıl varolduğumuz meselesi de bir o kadar önemli. Herhangi bir eylem, mücadele ya da kalkışma varsa ve oraya gitmişsek, gittiğimiz yerlerde bizim için o mücadelenin meşruluğudur esas zemin. Mesela HES’lere karşı duruşu var köylünün, çünkü köyünden edilecek. O zaman bu meşru bir talep ve bizim için yeterli. Oradaki köylünün politik duruşu, memleketi, hangi siyasi partiye üye olduğu bizim için önemli değil. Kendimizi gösterme derdinde veya bir yerde bayrağımızla, flamamızla şov peşinde olmayız. Bağ kurduğumuz yerlerde “bu mücadeleyi büyütmek için neye ihtiyacınız var?” der ve ortaklaşırız. Ortaklaşırken üst akıl gibi davranmaz, mücadelenin öznesinden öğrenmeye açık oluruz. Örnek veriyorum, işçi der ki “benim megafonum yok” ya da uluslararası alanda bir imza kampanyası başlatmak istiyor, ama olanağı yok. Gücümüz oranında her şeyiyle ilgileniriz, oranın talebini güçlendirecek ihtiyaç neyse onu karşılamaya çalışırız; yazı yazmak, haber yapmak ya da direniş çadırını beraber kurmak…
Düşmanlaştırılan mülteci emeği malûm, Umut-Sen buna dair bir şey yapıyor mu?
Karadeniz: İşçi sınıfını bölen her türlü ırk, dil, din, mezhep ve cinsiyet ayrımcılığına kökten karşıyız. Türkiye’de sığınmacı olarak yaşayan Suriyeli, Afgan, İranlı ve diğer tüm sığınmacı işçiler, kadınlar ve çocuklar, kimliklerinden ötürü daha ağır şartlarda çalıştırılıyor. Oysa ürettikleri emek ve tabi oldukları üretim ilişkileri onları işçi sınıfının birer üyesi yapmaktadır. İşçi sınıfının kurtuluşu için mücadele ederken “Araplar ve Farslar hariç” diyemeyiz. Milliyetçi duyguların kabardığı, nefret söyleminin çoğaldığı yerde işçilerin kardeşliğini öne çıkarmalıyız. Suriyelilerin istekleri dışında ülkelerine geri gönderilmesi doğru bir politika değildir. Bunu vicdanlara seslenerek değil, uluslararası sözleşmelerle tanınan haklara dayanarak söylüyoruz.
Patronlarla sendika ağalarının yukarıdan ilişkilerle işçileri sendika üyesi yaptıkları bir tablo söz konusu. Bu bir örgütlenme değil. Dolayısıyla, durum istatistiklerden daha da vahim. AKP’nin emek düşmanı politikalarının yanısıra sarı-bürokrat sendikacılık işçilerin sendikasızlığının sebebi. Çoğu zaman sendikalı iken sendikasızlık durumu ile yüz yüze kalıyor işçi.
Şu an özellikle tekstil ve inşaat sektörlerinde mülteci emeği çok yoğun kullanılıyor. Özellikle tekstilde çocuk ve kadın emeği hâkim. Bu işçiler yarı yarıya ücret alıyor. Sermaye onları ucuz işçi olarak istihdam ettiğinde hem kendine kâr sağlıyor hem de yerli işgücü üzerinde bir basınç oluşturuyor. “Ben bu işi daha ucuza yaptırabiliyorum, senin varlığın benim için elzem değil, sen gittiğinde ben bir Suriyeliyi 2020 liraya değil de 1020 liraya çalıştırabilirim” düşüncesiyle hareket ediyor. Yerli işçi ile yabancı işçiyi kutuplaştıran ve aralarında nefrete neden olacak bir ilişki geliştiriliyor. Bizim hazırlıklarını sürdürdüğümüz çalışma olarak mülteci işçilere tercüme desteği, uluslararası koruma ve geçici koruma statülerine ilişkin hukuki destek gibi konularda yardımcı olmak var. Eğer işçi burada haksızlığa uğruyorsa, haksız yere sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya ise ya da işyerinde iş kazasına uğramışsa ona destek olmak istiyoruz. Buna dair bir duyuru yapıp iletişim numarası paylaşarak, mesaj yoluyla bizimle irtibat kurmalarını sağlamayı planlıyoruz. Bu vesile ile haklarını öğrenebilecek, sorunlarını paylaşabilecekler. Bu çalışmanın ufkunda “Mülteci Sendikası” kurma fikri de var. Kısacası sınıfın birliğini sağlayacak her türlü yol ve yöntemi hayata geçirmeye çalışıyoruz.
İş cinayetlerine baktığımızda, yaşamını yitirenlerin genelde sendikasız işçiler olduğu gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bunca işçi örgütünün varlığına rağmen sendikasızlığı neye bağlıyorsunuz, örgütlenmelerin zayıflığı iş cinayetlerinde belirleyici mi? İyi bir işçi örgütlenmesi iş cinayetlerini önler mi?
Celep: İyi bir işçi örgütlenmesi iş cinayetlerini önler tabii ki. Türkiye’de patronlarla sendika ağalarının yukarıdan ilişkilerle işçileri sendika üyesi yaptıkları bir tablo söz konusu. Bu bir örgütlenme değil. Dolayısıyla, durum sendikalı işçi istatistiklerinden daha da vahim. Gerçekten sendikasında söz sahibi olan ve orada kendini var eden işçi sayısı çok az. AKP’nin emek düşmanı politikalarının yanısıra, solun büyük bir bölümünün de hizmet ettiği sarı-bürokrat sendikacılık işçilerin sendikasızlığının sebebi. Çoğu zaman sendikalı iken sendikasızlık durumuyla yüz yüze kalıyor işçi.
Silivri’de bir işçi mesela, gidiyor sendikaya üye oluyor ve çok zor bir iş yapıyor aslında; aile geçindiriyor, çocuğu var, işten atılma korkusu var. İşçi birçok zorluğu göze alarak sendika üyesi oluyor, direnişe başlıyor, ama sendikası onu yarı yolda bırakıyor. Direnişte iktidarın gerçek yüzünü az çok anlıyor. Diğer taraftan, zaten şimdiye kadar şeytanlaştırılmış solun da yanlış pratiklerini görüyor. Bu nedenle temiz bir sayfa açmak çok zor. Biz işçilerin kendi öz güçleriyle inşa edebilecekleri zeminleri kurmaya ya da güçlendirmeye çabalarken, sola dair edindikleri olumsuz algıyı yıkmakla da uğraşıyoruz.
Bu hikâyelerle bağ kuran Umut-Sen aslında yeni bir hikâye başlatmak için mücadele ediyor diyebilir miyiz?
Celep: Yeni bir hikâye başlatmak derken, aslında insanlık tarihine, sınıf mücadelesine baktığımızda, edindiğimiz olumlu ve olumsuz fikirlerden bahsediyoruz. Hem pratiğimizle test ettiğimiz hem teorik altyapımızla güçlendirmeye çalıştığımız arayışımız devam ediyor.
Karadeniz: Hem arayış içerisindeyiz hem de gelişime açığız. İlkelerimiz var, bu ilkeleri ihlâl etmeyecek olan herkesin katkı sunabileceği de bir yer faaliyetimiz. Sınıf mücadelesi içinde olmak isteyen, katkı sunmak isteyen herkesin bu mücadelede yer alabileceği, inisiyatif alabileceği ve hem kendini gerçekleştirip hem de mücadelenin büyütülmesine katkı sunabileceği bir alan Umut-Sen.
Kurulmasına önayak olduğunuz DGD-Sen ve Bağımsız Maden-İş’te, işyeri komiteleri ve işçi meclisleri vurgulanıyor. Bu örgütlenme modelinin fikri temeli ve uygulamaları hakkında neler söylemek istersiniz?
Karadeniz: İşyeri komiteleri, işçi meclisleri vurgusunu yoğun yapmamız ya da herhangi bir işyeri, havza ya da sendika işçi örgütlenmesinin en başına komiteleri, meclisleri koymamız işçi sınıfı mücadelesinin tecrübeleriyle doğrudan alâkalı. İşçi sınıfının oluşum sürecinde, adı doğrudan meclis ya da komite olmasa da, bu tür yan yana gelişler birliklere, sendikalara, giderek hareketlere, partilere dönüşüyor. En başından itibaren bir tür siyasal konumları var bu tür işçi birlikteliklerinin. İngiliz İşçi Sınıfın Oluşumu‘nda E.P. Thompson bu akışı iyi betimler. Paris Komünü de bu tür komite ve meclislerin siyasi iktidarın temeli olduğunu kanıtladı. 1917 Rusya’sında ise İşçi Sovyetleri’ne –meclislerine– dayanan bir devrimle bilimsel bir hüviyete kavuştu. Ekim devriminin yapıcısı İşçi Sovyetleri’nden etkilenen Gramsci, fabrika komite ve konseylerini işçi sınıfının eylem kapasitesini yükselten, devrim ve sonrasındaki toplumsal ilişkilerin şimdiden temellerinin atıldığı bir işlev görebileceğini düşündü.
İşçi örgütlenmesinin en başına komiteleri, meclisleri koymamız işçi sınıfı mücadelesinin tecrübeleriyle doğrudan alâkalı. Komiteler ve meclisler devlete, patronlara, sarı ve bürokrat sendikalara ve düzen siyasetlerine karşı demokratik, fiili, meşru zeminlerdir. Umut-Sen de kendi işleyişinde meclis mantığını içselleştirmistir.
Konsey ve meclis hareketlerinin en gelişkin pratiklerini 1918’den 1920’ye dek İtalya’da gördük. Bu eğilim o yıllarda Avrupa’nın genelinde etkili oldu. Yine 1936 İspanya’sında CNT/FAİ etrafındaki işçi seferberliğinin arka planında da konseyci, meclisçi pratiğin anarko-komünist versiyonu vardı. 1960’ların sonunda yine İtalya’da otonomist hareketin çeşitli akslarını içinde barındıran fabrika komiteleri ve bu komitelere dayanan yeni biçimler olan Zincirleme Grevleri, Satranç Grevleri ile yaşamı durduran hareketleri gördük. Aynı dönemde Fransa’da sendika dışında meclis, komite, konsey gibi yapılar oluşturan işçilerin Fransız tarihinin en etkin grevleriyle ‘68 ruhuna katkı yaptıklarını deneyimledik. Bizde ise Alpagut özyönetim deneyimiyle işçi hareketi ilk “otonomist” pratiğini sergiler. Devrimci Yol hareketine yakınlığıyla da bilinen Yeraltı Maden-İş Sendikası ve 1980’in hemen öncesi Yeni Çeltek, Aşkale, Divriği, Hekimhan örgütlenmeleri, işyeri komiteleri, işçi meclisleri üzerinden örgütlenmiş olmanın avantajıyla hem maden ocaklarının bulunduğu civar köylüleri harekete katabildi hem de gerçekleştirdiği işgal ve özyönetim pratiklerini kazanımlarla sonuçlandırdı. Burada özel bir vurgu yapalım, Devrimci Yol’un diğer davalarının aksine, yargılanan toplam 902 kişinin 450’si maden işçilerinden oluşan Çeltek davasında, diğer Devrimci Yol davalarında rastlananın aksine, maden işçileri arasından tek bir itirafçı çıkmamış olması, işçi sınıfı davasının pratik olarak içselleştirilmiş ve özyönetimin sahiplenilmiş olmasından da kaynaklanır. Biz bu izi de sürüyoruz, güncelliyoruz. ‘89 bahar eylemlerinin tüm yükünü çeken de o dönem her tarafa dalga dalga yayılan komite, konsey, meclis oluşumlarıdır. Yine Metal Fırtına’yı yaratan metal işçilerinin örgütleri sendika değil, fabrikalarda kurdukları komitelerdir. Kısmen de fabrikalar arası koordinasyonu sağlamak için fabrika komite temsilcilerinden oluşturulan Fabrikalar Arası Kurul etkin olmuştu.
Immanuel Ness’in Güney’in İsyanı kitabında da tamamı resmi sendikalara üye Çin işçi sınıfının komite, meclis türü gizli özörgütlenmelerle devlete, resmi sendikalara, tekellere karşı yürüttükleri yaratıcı, kitlesel ısrarcı direnişler, mücadeleler ve bu mücadelelerin yaygınlığı, büyüklüğü ve büyük bedeller ödendiği anlatılır. Benzer örgütlenme formlarının Hindistan ve Brezilya’dan Güney Afrika’ya imalat sanayiinin yayıldığı her yerde ortaya çıktığını görüyoruz. Biz de işbölümünün küresel düzlemde gerçekleştirildiğini görerek, düşünerek yerelde, Türkiye’de bu proleterleşmenin bedeninin ikamet ettiği havza ve sektörlerde fiili örgütlenmeleri geliştirmeye çalışıyoruz. Komiteler ve meclisler devlete, patronlara, sarı ve bürokrat sendikalara ve düzen siyasetlerine karşı işçinin hem iddiasını büyüttüğü hem de bağımsızlığını koruduğu demokratik, fiili, meşru zeminlerdir. Ve çoğu durumda karşıtlarına zaruri olarak görünmez olan ilişkilerdir. Umut-Sen de kendi işleyişinde meclis mantığını içselleştirmiştir.
Son söz?
Karadeniz: İşçi sınıfı mücadelesi, mavi-beyaz yaka ayrımına dayalı değil de, onları içeren ve aşan bir mücadele olduğu için bu mücadelede her kesimden insanın yer almasına ihtiyaç var. Faaliyetimiz bu ihtiyaca binaen çağrı yapıyor; kapitalizm krizlerinin derinleştiği, çelişki ve çatışmaların yoğunlaştığı bir süreçte mücadele keskinleşirken birleşik örgütlü gücü yaratmalıyız. İşçi sınıfı mücadelesi dönemsel olarak değil, her daim savunulması ve güçlendirilmesi gereken tarihsel mücadeledir. Biz bu mücadelenin kararlı bir şekilde verildiği takdirde iktidara ulaşacağına inanıyoruz. Bu inançla da tüm olanaklarımızı kullanmaya ve geliştirmeye çalışıyoruz. Umut-Sen’e bakan, Umut-Sen’i gören ve duyan, Umut-Sen’in içerisinde yer almak isteyen herkesi işçi sınıfı mücadelesi saflarına çağırıyoruz.
I BÖLÜM: PTT-Sen – PTT Kargo-Sen — İşçi kendi siyasetini yapıyor, hikâye büyüyor
II BÖLÜM: DGD-Sen — İşyeri Komiteleri olmazsa olmazımız
III BÖLÜM: Bağımsız Maden-İş — Üretenin yönettiği sendika
IV BÖLÜM: Nakliyat-İş — Sendika yöneticileri işçi gibi yaşamalı
V BÖLÜM: Ekmek ve Onur Derneği — Değirmeni suyun akışına kurmak